Content feed Comments Feed


İsrail’in 1982’deki Lübnan saldırısını konu alan “Waltz with bashir” isimli mükemmel animasyon belgeseli izledim. Film, Güney Beyrut’taki Sabra ve Şatila mülteci kamplarındaki 1700’den fazla Filistinlinin, katliamı yakından izleyen İsrail ordusu tarafından öne sürülen Hıristiyan milisler tarafından katledilmesiyle sona eriyor.

Filmin son birkaç dakikası, animasyondan mermilerle delik deşik edilen aile üyelerinin bedenlerini bulan Filistinli kadınların acı ve korkuyla çığlık atmalarını gösteren grafik haber çekimine dönüşüyor. Derken, kadınların hemen arkasında cinayetten az sonra kampa ulaşan bir grup gazeteciyle birlikte yürüyen kendimi görüyorum.

Film, Sabra ve Şatila’da bir asker olarak bulunan yönetmen Ari Folman’ın, hem kendine ne olduğuna dair bütün belleğini neden bastırdığını hem de İsrail’in katliamdaki suç ortaklığı derecesini ortaya çıkarmayı nasıl denediğiyle ilgili.

Sinemadan çıkarken, bu berbat güne dair kendi belleğimi büyük ölçüde bastırdığımı fark ettim. Kupür albümümde, olay sonrasında çalıştığım Financial Times için orada ne gördüğüme dair yazdığım yazıyla ilgili bir kupür bile bulamadım. Hatta hafızam şimdi bulanık ve düzensiz, yine de çürümeye başlayan cesetlerin iç bayıltıcı tatlı kokusunu, ölü kadın ve çocukların gözlerinin etrafındaki sinek kümelerini, isteksiz bir ceset gömme denemesinde buldozerlerin yığdığı topraktan çıkan kana bulanmış uzuvları ve kafaları açık seçik hatırlayabiliyorum.


Waltz with Bashir’i izledikten az sonra, televizyon görüntülerinde Gazze’deki 22 günlük bombardımanda İsrail bombalarıyla öldürülen Filistinlilerin parçalanmış bedenlerini gördüm. İlk anda Sabra ve Şatila’dan sonra çok az şeyin değiştiğini düşündüm. Bir kez daha İsrail’in bir türlü suçlanmaması için bitkin ve saldırgan bahaneleri vardı. Hamas sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor, nasıl olsa –bu görüş daha sinsice üretildi- Gazze’nin üçte ikisi Hamas’a oy vermişti ve bu nedenle başlarına gelen her şeye layıktı.

Fakat Kudüs’e 10 yıl sonra döndüğümde, 1995-1999 yılları arasında The Independent’ın oradaki muhabiri olarak görevlendirildim ve İsrail’in belirgin biçimde olumsuz yönde değiştiğini anladım. Olması gerekenden çok daha az muhalefet vardı ve böylesine bir muhalefet çok sıklıkla hainlik olarak kabul ediliyordu.

İsrail toplumu genellikle içine kapanıktır ama bugünlerde bu bana 1960’ların sonlarında Kuzey İrlanda’daki “Birlikçiler”i ve 1970’lerde Lübnan’daki Hıristiyanları her zamankinden fazla hatırlatıyor. İsrail gibi, her ikisi de başka insanları öldürdüklerinde kendi kendilerini kurban olarak görmelerine neden olan son derece geliştirilmiş kuşatma anlayışına sahip topluluklardı. Vicdan azabı, hatta diğerlerini neye çarptırdıklarına dair bilinç bile yoktu ve bu nedenle karşı taraftan gelen bir misilleme mantıksız nefretten esinlenen sebepsiz saldırı olarak görünüyordu.

Sabra ve Şatila’da katliama dair bilgileri ilk ortaya çıkaran gazeteci İsrailliydi ve katliamın durdurulması için umutsuzca çabalamıştı. Bugün bu olmayacaktı, çünkü tüm yabancı gazetecilerle birlikte İsrailli gazetecilerin Gazze’ye girişleri İsrail bombardımanı başlamadan önce yasaklanmıştı. Bu uygulama, hükümetin operasyonun ne büyük bir başarı sağladığına dair resmi çizgiyi kabul ettirmesini çok daha kolay hale getirdi.

Kimse propagandaya propagandacı kadar fazla inanmaz, dolayısıyla İsrail’in dış dünyaya bakışı gitgide artan biçimde gerçeklikten kopuyor. Bir akademisyen Arapların tüm bakışlarını İsrail’de ne olduğundan alıp İsraillilerin kendileriyle ilgili ne söylediğine aldığını söylüyor. Böylece, eğer İsrailliler 2006’da Lübnan’da olanın aksine Gazze’de galip geldiklerini söylerlerse Araplar buna inanacaklar ve caydırıcılık bu sayede sihirli biçimde onarılacak.

Muhalefete hoşgörüsüzlük büyüyor ve yakında çok şey kötüye gidebilir. 1996-1999 arasında son Başbakan olduğunda Filistinlilerle yapılan Oslo Antlaşması’nın gömülmesine yardım eden Benjamin Netanyahu 10 Şubat’ta yapılacak seçimleri büyük ihtimalle kazanacak. Hâlâ şüpheli olan tek konu aşırı sağın kazancının boyutu. Bunların görüşü bu hafta iki İsrailli Arap partisinin seçimlerden men edilmesini destekleyen ve anketlere göre seçimlerde iyi sonuç alacak olan Ysrael Beitenu Partisi Genel Başkanı Avigdor Lieberman tarafından sergilendi. Lieberman, “İlk kez sadakat ile hainlik arasındaki sınırı inceliyoruz” diyerek temsilcilerine gözdağı verdi.. “Sizinle Hamas’la anlaştığımız gibi anlaşacağız.”

http://counterpunch.org/patrick01232009.html adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Patrick Cockburn: Financial Times ve The Independent gazetelerinin Ortadoğu muhabiri olan İrlandalı gazeteci. Babası tanınmış sosyalist yazarlardan Claud Cockburn. “İşgal: Irak’ta Savaş ve Direniş”, “Küllerinin Üzerinden: Saddam Hüseyin’in Dirilişi” (kardeşi Andrew Cockburn ile birlikte), “Muktada: Muktada El-Sadr, Şii Dirilişi” ve “Irak için Uğraşmak” kitaplarının yazarı.

0 Responses to Patrick Cockburn: Gerçeklikten kopmak İsrail'de kuraldır

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi