Content feed Comments Feed

Hindistanlı yazar Arundhati Roy, İngiltere’nin The Guardian gazetesi için Hindistan'da çok büyük bir hızla yükselen Covid krizi sürecinde Modi hükümetinin izlediği politikalar ve bu politikaların sonuçlarına dair bir yazı kaleme aldı.


 

2017 yılında Uttar Pradeş eyaletindeki bilhassa kutuplaştırıcı seçim kampanyası süresince Hindistan Başbakanı Narandra Modi işleri daha da karıştırmaya girişti. Açık bir kürsüden, muhalefet partisinde olan eyalet hükümetini Hindu ölü yakma alanları (Shamshan) yerine Müslüman mezarlıklarına daha çok para harcayarak Müslüman toplumunu kullanmakla suçladı. Her hakaret ve azarlamanın tehditkâr bir yankıyla ortadan kaybolmadan önce yüksek bir notaya yükseldiği bu alışılagelmiş anıran küçümsemeyle kalabalığı kışkırttı. “Eğer bir köyde mezarlık yapılıyorsa, orada ölü yakma alanları da yapılmalıdır” diyordu.

Büyülenmiş ve aşkla dolu kalabalık da “Shamshan! Shamshan!” diye yankılanıyordu.

Belki de şimdi, Hindistan’ın ölü yakma alanlarındaki toplu cenazelerden yükselen alevlerin akıldan çıkmayan görüntüleri, uluslararası gazetelerin kapak sayfalarını oluşturduğu için mutludur. Ve ülkesindeki tüm kabristan ve shamshanlar hizmet ettikleri nüfusla doğru orantılı ve kapasitelerinin çok üstünde düzgünce çalışıyorlar.

Washington Post’ta yakın zamanda yayımlanan başyazıda Hindistan’ın gözler önüne serilen faciasına ve ülke sınırları içinde yeni ve hızla yayılan Covid varyantları bulundurmanın zorluğuna dair “1,3 milyar nüfuslu Hindistan izole edilebilir mi” şeklinde retorik bir soru soruluyordu. Ve “Kolay değil” diye yanıtlıyordu. Koronavirüs bundan sadece birkaç ay önce Birleşik Krallık ve Avrupa’da yayılırken bu sorunun aynı şekilde sorulması olası değildi. Ancak bu yılın Ocak ayında başbakanımızın Dünya Ekonomik Forumu’nda söylediği gibi üzerimize alınmaya pek hakkımız yok.

Modi, Avrupa ve ABD’de insanların, pandeminin ikinci dalgasının zirvesinin acısını çektikleri bir zamanda konuştu. Sunacağı tek bir duygudaşlık kelamı yoktu; sadece Hindistan’ın altyapısı ve Covid hazırlıklarına dair uzun ve sinsi bir böbürlenme vardı. Bu konuşmayı bilgisayarıma indirdim, çünkü tarih Modi hükümeti tarafından yeniden yazılırken –yakın zamanda olacağı gibi- ortadan kaybolabilir ya da bulması zor olabilirdi. İşte size birkaç paha biçilemez kesit:

“Dostlarım; bu kaygı zamanlarında 1,3 milyar Hintliden güven, pozitiflik ve umut mesajı getirdim. Hindistan’ın tüm dünyada koronadan en olumsuz etkilenecek ülke olacağı tahmin ediliyordu. Hindistan’da bir korona enfeksiyonu tsunamisi olacağı söyleniyordu; bazıları 700-800 milyon Hindistanlının enfekte olacağını söylerken başka bazıları da 2 milyon Hindistanlının öleceğini söylüyordu.”

“Dostlarım; Hindistan’ın başarısına bir başka ülkenin başarısı ile değer biçmek akla uygun olmaz. Dünya nüfusunun yüzde 18’ini barındıran bir ülke; o ülke koronayı etkin bir şekilde kontrol altına alarak insanlığı büyük bir felaketten kurtardı.”

Sihirbaz Modi, koronayı etkin bir şekilde kontrol altına alarak insanlığı kurtardığı için teşekkürleri kabul etti. Şu anda kontrol altına almadığı ortaya çıktı; radyoaktifmişiz gibi görülmemizden yakınabilir miyiz? Diğer ülkelerin sınırlarının bize kapatılmasından ve uçuşların iptal edilmesinden? Virüsle ve başbakanla, onun partisinin ve siyaset tarzının temsil ettiği bilim karşıtlığı, nefret ve aptallıkla damgalanmış olduğumuzdan?

Geçen yıl ilk Covid dalgası Hindistan’a geldiğinde ve dindiğinde, hükümet ve destekçisi haber yorumcuları muzafferdi. Print isimli online haber sitesinin genel yayın yönetmeni Shekhar Gupta, “Hindistan piknik yapmıyor. Fakat kanalizasyonlarımız cesetlerle tıkanmıyor, hastanelerde yatak sıkıntısı yok, krematoryum ve mezarlıklarda odun ya da yer sorunu yok. Gerçek olamayacak kadar iyi mi? Aynı fikirde değilseniz verileri getirin. Aksi halde tanrı olduğunu düşünüyorsun” diye tweet attı. Duygusuz, saygısız betimlemeyi bir kenara bırakalım –bize, çoğu pandeminin ikinci bir dalgası olduğunu söyleyecek bi tanrıya ihtiyacımız var mıydı?

Öldürücülüğü, bilim insanlarını ve virologları bile şaşırtmış olsa da bu tahmin edilebiliyordu. Öyleyse, Covid’e özel altyapı ve Modi’nin konuşmasında böbürlendiği virüse karşı “halk hareketi” nerede? Hastanelerde yatak yok. Doktorlar ve sağlık çalışanları kırılma noktasında. Arkadaşlarım, personel olmayan servisler ve yaşayandan çok ölen hastaların olduğu öykülerle arıyorlar. İnsanlar hastane koridorlarında, yolarda ve evlerinde ölüyor. Delhi’deki krematoryumlarda yakacak odun kalmadı. Orman müdürlüğü, şehirdeki ağaçların kesilmesi için özel izin vermek zorunda kaldı. Çaresiz insanlar, yanıcı ne bulurlarsa kullanıyorlar. Parklar ve otoparklar, ceset yakma alanlarına dönüştürülüyor. Adeta, görünmez bir UFO gökyüzümüze park etmiş ve ciğerlerimizdeki havayı çekiyor. Hiç bilmediğimiz türden bir hava saldırısı.

Oksijen, Hindistan’ın korkunç yeni borsasının yeni para birimi. Önde gelen siyasetçiler, gazeteciler, avukatlar –Hindistan elitleri- Twitter’da hastane yatağı ve oksijen tüpü için yalvarıyor. Oksijen tüpü karaborsası patlama yapıyor. Oksijen saturasyon cihazı ve ilaç bulmak zor.



Başka şeyler için de pazarlar var. Serbest piyasanın dip noktasında, bir hastane morgunda ceset torbasına koyularak istiflenmiş sevdiğinizi son bir kez görmek için morga girmek üzere vereceğiniz rüşvet. Son duaları okumayı kabul eden din adamına vereceğiniz ek ücret. Çaresiz ailelerin, insafsız doktorlarca yolunduğu çevrim içi tıbbi danışmanlık. En son noktada, arazinizi ve evinizi satarak parayı son rupisine kadar özel hastanede tedavi için kullanmanız gerekebilir. Onlar sizi hastaneye kabul etmeden vereceğiniz depozito bile ailenizi birkaç kuşak geriye götürebilir.

Bunların hiçbiri insanların maruz kaldığı travmanın, kaosun ve hepsinden öte onur kırıcılığın derinliğini ve düzeyini aksettirmeye yetmiyor. Genç arkadaşım T’nin başına gelenler, yalnızca Delhi’deki yüzlerce, belki de binlerce benzer hikâyeden sadece biridir. 20’li yaşlarında olan T, Delhi varoşlarındaki Ghaziabad’da ebeveynlerinin minicik evinde yaşıyor. Üçünün de Covid testi pozitif çıktı. Annesinin durumu kritikti. İlk günler olduğundan, annesine bir hastane yatağı bulacak kadar şanslıymış. Şiddetli bipolar depresyon teşhisi koyulan babası, şiddete başvurmaya ve kendi kendine zarar vermeye başladı. Uyumaya son verdi. Tuvaletini altına yapmaya başladı. Psikiyatrı çevrim içi yardım etmeye çalışıyordu fakat kocası daha yeni Covid’den öldüğü için o da zaman zaman kendini kaybediyordu. T’nin babasının hastaneye yatırılması gerektiğini söyledi, ancak covid pozitif olduğu için böyle bir şansı yoktu. Bu nedenle T, babasını zapt etmek, onu süngerle silerek temizlemek için geceler boyu uyanık kaldı. Onunla her konuştuğumda kendi nefesimin kesildiğini hissettim. Sonunda mesaj geldi: “Babam öldü.” Covid’den değil, mutlak çaresizliğin sebep olduğu psikiyatrik bir tükenişin tetiklediği kan basıncındaki büyük yükselme nedeniyle öldü.

Cesedi ne yapmalı? Tanıdığım herkesi çaresizce aradım. Aralarından geri dönüş yapan tanınmış sosyal eylemci Harsh Mander ile çalışan Anirban Bhattacharya oldu. Bhattacharya, 2016 yılında üniversitesinin kampüsünde örgütlenmesine destek verdiği bir protesto eylemi nedeniyle ‘isyana teşvik’ suçlamasıyla yargılanmak üzere. Geçen yıl yakalandığı sert Covid sonrasında tam iyileşemeyen Mander, her ikisi de Aralık 2019’da geçen ve Müslümanlara karşı açık ayrımcılık yapan Ulusal Vatandaşlık Sicili’ne (NERC) ve Vatandaşlık Yasası Değişikliği’ne (CAA) karşı insanları harekete geçirmesi sonrasında işlettiği yetimhanelerin kapatılmasıyla tehdit ediliyor. Mander ve Bhattacharya, bütün yönetim biçimlerinin yokluğunda, yardım hatları ve acil durum yanıtları oluşturarak kendi bakımsız, eksikli ambulanslarını çalıştıran, cenazeleri ve cesetlerin taşınmasını koordine eden birçok vatandaşın arasında yer alıyor. Bu gönüllüler için, yaptıkları şeyi yapmak güvenli değil. Pandeminin bu dalgasında hastalananlar ve yoğun bakım ünitelerini dolduranlar gençler. Genç insanlar öldüğünde, aramızdaki daha yaşlılar olarak yaşama hevesimizin birazını kaybediyoruz.

T’nin babasının bedeni yakıldı. T ve annesi iyileşiyor.

Eninde sonunda ortalık durulacak. Tabii ki öyle olacak. Ancak aramızdan hangilerinin o günü görene kadar sağ kalacağını bilmiyoruz. Zenginler daha rahat soluk alacak. Yoksullarınki öyle olmayacak. Şimdilik, hasta ve ölenlerin arasında bir demokrasi kalıntısı var. Zenginler de düşüyor. Hastaneler oksijen dileniyor. Bazıları, kendi oksijenini getir uygulamasına başlamış durumda. Oksijen krizi, siyasi partilerin suçu kendi üzerlerinden başka tarafa saptırmaya çalıştığı devletlerarası yoğun ve çirkin çatışmalara yol açıyor.

22 Nisan akşamı, Delhi’nin en büyük özel hastanesi Sir Ganga Ram’da yüksek akımlı oksijene bağlı olan 25 kritik Covid hastası yaşamını yitirdi. Hastane, oksijen stokunu yeniden doldurmak için çok sayıda çaresiz yardım çağrısı yayımlamıştı. Bir gün sonra, hastane yönetim kurulu başkanı meseleleri açıklığa kavuşturmak için telaş etti: “Oksijen desteği yokluğuna bağlı olarak öldüklerini söyleyemeyiz.” 24 Nisan’da, Jaipur Golden isimli Delhi’nin bir diğer büyük hastanesinde oksijen tedarikinin tükenmesiyle 20 hasta daha öldü. Aynı gün, Delhi yüksek mahkemesinde Hindistan Başsavcısı Tushar Mehta, Hindistan hükümeti adına konuştu: “Bebek gibi ağlamamaya çalışalım… Şu ana dek ülkede kimsenin oksijensiz kalmamasını sağladık.”

Uttar Pradeş’in Yogi Adityanath adıyla bilinen safran cübbeli başbakanı Ajay Mohan Bisht, eyaletindeki hiçbir hastanede oksijen sıkıntısı olmadığını ve bu dedikoduları yayanların Ulusal Güvenlik Yasası kapsamında kefaletle serbest kalma hakkı olmadan tutuklanarak mallarına el koyulacağını açıkladı.

Yogi Adityanath dalga geçmiyor., Hathras bölgesinde genç bir Dalit kadının toplu tecavüze uğrayarak öldürülmesini haber yapmak üzere iki başka gazeteci ile birlikte bölgeye gitmesinin ardından aylardır tutuklu olan Kerala’dan Müslüman gazeteci Siddique Kappan kritik düzeyde hasta ve Covid pozitif. Eşi, Hindistan yüksek mahkemesi başkanına umutsuz bir dilekçe vererek, kocasının Mathura’daki tıp fakültesi hastanesinde yatağa “bir hayvan gibi” zincirlenmiş biçimde yattığını söyledi (yüksek mahkeme şu anda Uttar Pradeş hükümetine, onu Delhi’deki bir hastaneye nakletme talimatı verdi). Yani, Uttar Pradeş’te yaşıyorsanız mesaj ‘kendinize bir iyilik yapın ve sızlanmadan ölün’ gibi görünüyor.



Sızlananlara yönelik tehdit, Uttar Pradeş ile sınırlı değil. Modi ve birkaç bakanının üyesi olduğu ve kendi silahlı milisleri bulunan faşist Hindu milliyetçi örgütü Rashtriya Swayamsevak Sangh’ın bir sözcüsü, “Hindistan karşıtı güçler”in, “olumsuzluğu” ve “güvensizliği” yükseltmek için krizi kullanacağı uyarısında bulunarak medyadan “olumlu atmosfer” oluşturulmasına yardım etmesini istedi. Twitter da hükümeti eleştiren hesapları devre dışı bırakarak onlara yardımcı olmakta.

Teselliyi nerede aramalıyız? Bilimde? Sayılara sarılalım mı? Kaç kişi öldü? Kaç kişi iyileşti? Kaç kişi hastalandı? Ne zaman pik yapacak? 27 Nisan’da 323 bin 144 vaka ve 2 bin 771 ölüm açıklandı. Kesinlik birazcık güven verici. Bunun haricinde nasıl bileceğiz? Delhi’de bile testlere ulaşmak zor. Küçük kasaba ve kentlerde yer alan mezarlık ve krematoryumlardaki Covid protokolü çerçevesindeki cenazeler, açıklanan resmi sayının 30 katı bir ölü sayısını ortaya koyuyor. Metropol bölgeleri dışında çalışan doktorlar, size bunun nasıl olduğunu anlatabilir.

Delhi böyle yıkılıyorsa Bihar, Uttar Pradeş ve Madya Pradeş’in köylerinde nasıl şeyler olduğunu tahayyül etmeliyiz? Virüsü kendileriyle birlikte taşıyan ve Modi’nin 2020’deki ulusal kapatmasında yaşadıkları şeylerin hatıralarıyla travmatize olan şehirlerdeki on milyonlarca işçinin, evlerinden ailelerine kaçtığı bir yer. Sadece dört saat öncesindeki duyuruyla bildirilen dünyanın en katı kapatmasıydı. Kapatma, göçmen işçileri şehirlerde işleri, kiralarını ödeyecek paraları, yiyecekleri ve ulaşım imkânları olmaksızın ortada bırakmıştı. Birçoğu en uzak köylerdeki evlerine yüzlerce mil yürümek zorunda kalmıştı. Yüzlercesi yollarda öldü.

Bu kez, herhangi bir ulusal kapatma olmamasına karşın, işçiler hâlâ ulaşım imkânı mevcutken, trenler ve otobüsler çalışırken bulundukları yerlerden gittiler. Bu büyük ülkede ekonominin lokomotifini oluşturuyor olsalar bile, bir kriz geldiğinde yönetimin gözünde tek kelimeyle var olmadıklarını bildikleri için gittiler. Bu senenin toplu göçü, farklı bir tür kaos ile sonuçlandı: köylerindeki evlerine girmeden önce kalacakları karantina merkezleri yok. Kırsal bölgeyi şehir virüsünden korumaya çabalayan cılız bir rol yapma bile yok.

Buralar, insanların ishal ve tüberküloz gibi kolaylıkla tedavi edilebilir hastalıklardan öldükleri köyler. Covid ile nasıl başa çıksınlar? Ulaşabilecekleri Covid testleri mi var? Hastaneleri mi var? Oksijen mi var? Dahası, sevgi var mı? Sevgiyi unut, endişe dahi var mı? Yok. Çünkü Hindistan’ın kamu kalbinin olması gereken yerde, sadece soğuk umursamazlıkla dolu kalp şeklinde bir boşluk var.   

Bu sabah erkenden (28 Nisan), arkadaşımız Prabhubhai’nin ölüm haberi geldi. Ölmeden önce klasik Covid semptomları göstermiş. Ancak ölümü resmi Covid sayılarına dâhil edilmedi, çünkü evinde test ya da tedavi olmaksızın öldü. Prabhubhai, Narmada Vadisi’ndeki baraj karşıtı hareketin kararlı bir destekçisiydi. Onlarca yıl önce ilk yerli kabile grubunun, barajı yapacaklara ve asker kolonisine yer açmak için topraklarından atıldığı Kevadia’daki evinde birkaç kez kaldım. Prabhubhai’ninki gibi yerinden edilmiş aileler, bir zamanlar kendilerinin olan bu topraklarda, koloninin kenarlarında fakirleştirilmiş ve yerleşik olmayan biçimde arazi ihlalcisi olarak hâlâ kalıyor.

Kevadia’da hastane yok. Sadece, özgürlük savaşçısı ve Hindistan’ın ilk başbakan yardımcısı olan ve baraja ismi verilen Sardar Vallabhbhai Patel için inşa edilen Birlik Heykeli var. 182 metrelik boyuyla dünyanın en büyük heykeli olan bu heykel 42 milyon dolara mal oldu. İçindeki yüksek hızlı asansörler, turistleri, Narmada Barajı’nı Sardar Patel’in göğüs hizasından görmeleri için yukarı çıkarıyor. Tabii ki, muazzam su havzasının derinliklerine batarak yok edilmiş nehir vadisi uygarlığını göremezsiniz ya da dünyanın bildiği en güzel, en yoğun mücadelelerden birini –sadece baraja karşı değil, aynı zamanda medeniyeti, mutluluğu ve ilerlemeyi neyin sağladığına dair kabullenilmiş fikirlere karşı da- vermiş olan insanların hikâyelerini duyamazsınız. Heykel, Modi’nin favori projesiydi. Ekim 2018’de resmi olarak açılışını yaptı.



Prabhubhai’nin ölümüne ilişkin mesajı ileten arkadaşım, yıllarını Narmada Vadisi’nde baraj karşıtı eylemci olarak geçirdi. Şöyle yazmıştı: “Bunu yazarken ellerim titriyor. Kevadia koloni ve çevresindeki Covid durumu korkunç.”

Hindistan’ın Covid grafiğini oluşturan kesin sayılar, Donald Trump’ın, Şubat 2020’de Modi’nin kendisi için düzenlediği “Namaste Trump” etkinliğine giderken aracıyla geçeceği sırada gecekonduları gizlemek için Ahmedabad’da inşa edilen duvar gibi. Bu sayılar ne kadar korkunç olsa da, size “önemli olan Hindistan”ın resmini sunuyorlar, ancak kesinlikle Hindistan’ın değil. Yani Hindistan’da, insanlardan Hindu olarak oy vermeleri, kullanıldıktan sonra atılarak ölmeleri bekleniyor.   

“Bebek gibi ağlamamaya çalışalım.”

Nisan 2020 itibariyle ve ardından yine Kasım 2020’de hükümetin kendisi tarafından kurulan bir komite tarafından şiddetli bir oksijen kıtlığı olasılığına işaret edildiği gerçeğine aldırış etmemeye çalışın. Delhi’nin en büyük hastanelerinin bile neden kendi oksijen üretici teçhizatlarının olmadığını merak etmemeye çalışın. Başbakanlık Yardım Fonu’nun –son dönemde daha fazla kamuya açılan Başbakanlık Ulusal Yardım Fonu’nun yerini alan ve kamunun parası ile devlet altyapısını kullanan, ancak kamuya hesap verme sorumluluğu olmaksızın özel bir tröst gibi işleyen şeffaf olmayan örgütlenme (Örtülü Ödenek muadili; ç.n.)- oksijen krizini çözmek için neden aniden devreye girdiğini merak etmemeye çalışın. Modi artık hava kaynağımızda paya mı sahip olacak?

“Bebek gibi ağlamamaya çalışalım.”

Geçmişte ve bugün Modi hükümetinin ilgilenmesi gereken çok daha acil sorunlar olduğunu anlayın. Demokrasinin son kırıntılarını yok etmek, Hindu olmayan azınlıklara eziyet etmek, Hindu ulusunun temellerini sağlamlaştırmak durmak bilmeyen bir program oluşturuyor. Örneğin, nesillerdir orada yaşayan ve bir anda vatandaşlıkları ellerinden alınan (bu konuda, bağımsız yüksek mahkememiz sağlam bir şekilde hükümetle ve hoşgörülü bir şekilde Vandallar ile aynı safa düştü) Assam’daki 2 milyon kişi için acil olarak inşa edilmesi gereken devasa cezaevi kompleksleri var.

Geçtiğimiz yılın Mart ayında kuzeydoğu Delhi’de kendi toplumlarına karşı gerçekleşen Müslüman karşıtı pogrom sonrasında birincil olarak yargılanıp hapsedilecek yüzlerce öğrenci, eylemci ve genç Müslüman var. Hindistan’da Müslüman iseniz, öldürülerek suç işlersiniz. Akrabalarınız bunun bedelini ödeyecektir. Üst düzey BJP’li (iktidar partisi; ç.n.) siyasetçilerin gözetiminde Hindu Vandallar tarafından toza dönüştürülen caminin yerine Ayodhya’da inşa edilen Ram Tapınağı’nın resmi açılışı yapıldı. Tarımı şirketleştiren yeni tartışmalı yeni tarım yasaları vardı. Sokağa çıktıklarında dövülmeleri ve gazlanmaları gereken yüz binlerce çiftçi vardı.

Sonra, Yeni Delhi’nin heybeti solmakta olan muhteşem merkezinin yerine büyük yeni bir şey geçirmek için multi-multi-multimilyon dolarlık plan var. Sonuçta, yeni Hindu Hindistan’ın hükümeti nasıl eski binalarda barınabilir? Pandeminin kırıp geçirdiği Delhi kapatılırken, ‘zorunlu iş’ ilan edilen “Central Vista” projesindeki inşaat çalışması başladı. İşçiler proje alanına nakledildiler. Belki bir krematoryum eklemek için planı değiştirirler.



Ayrıca, milyonlarca Hindu hacı, küçük bir kasabada Ganj Nehri’nde yıkanmak için toplanabilsin ve kutsanmış ve arınmış olarak ülkenin dört bir yanındaki evlerine döndüklerinde virüsü tarafsızca yayabilsinler diye organize edilecek bir Kumbh Mela (12 yılda bir düzenlenen ve dünyanın en büyük dini organizasyonu olan festivaldir. 55 gün sürer ve on milyonlarca Hindu katılır; ç.n.) vardı. Modi, kutsal suya dalmanın “sembolik” hale gelmesinin –bu ne anlama geliyorsa- bir fikir olabileceğini ortaya attıysa da, Kumbh sallamaya devam ediyor (geçen yıl İslamcı örgüt Tablighi Jamaat için bir konferansa katılanlara yapılanın aksine, medya bugünkülere karşı onları “korona cihatçıları” olarak isimlendiren ya da insanlığa karşı suç işlemekle itham eden bir kampanya gerçekleştirmedi) . Bir de, kaçmak zorunda kaldıkları soykırımcı Myanmar rejimine –bir darbenin ortasında- hızla iade edilen birkaç bin Rohingyalı mülteci vardı (bağımsız yüksek mahkememiz, bu konuda dilekçe verildiğinde bir kez daha hükümetinkiyle aynı fikirde oldu).

Yani, anlayabileceğiniz üzere meşgul, meşgul, meşgul.

Bütün bu zorunlu faaliyete ilaveten, Batı Bengal’de kazanılması gereken bir seçim var. Bu, İçişleri Bakanımız ve Modi’nin adamı olan Amit Shah’ın neredeyse kabine görevlerini bırakmasını ve partisinin kanlı propagandasını yaymak, her küçük kasaba ve köyde insnaı insana karşı kışkırtmak için tüm dikkatini Bengal’e odaklamasını aylar boyunca gerektirdi. Coğrafi açıdan, Batı Bengal küçük bir eyalet. Seçim bir günde tamamlanabilir ve nitekim geçmişte de böyle oldu. Ancak BJP için yeni bir bölge olduğundan, partinin, seçimi denetlemek üzere çoğu Bengal’den olmayan parti kadrolarını seçim çevrelerinden seçim çevrelerine taşımak için zamana ihtiyacı vardı. Seçim takvimi sekiz aşamaya bölündü ve 29 Nisan’da sonuçlanacak şekilde bir aya yayıldı. Korona enfeksiyonlarının sayısı yavaşça arttıkça, diğer partiler seçim takvimini yeniden değerlendirmesi için seçim komisyonuna yalvardı. Seçim komisyonu bunu reddetti, sıkı bir şekilde BJP’nin yanında durdu ve kampanya sürdü. BJP’nin yıldız kampanyacısı başbakanın muzaffer ve maskesiz bir şekilde, yine maskesiz olan kalabalığa konuştuğu ve eşi görülmemiş bir sayıda katılım gerçekleştirdikleri için onlara teşekkür ettiği videolarını kim görmedi? Günlük resmi enfeksiyon sayısının hızlı bir şekilde 200 binin üstüne fırladığı tarih 17 Nisan’dı.

 Şu anda oylama biterken, Bengal, “Bengal varyantı” olarak bilinen üçlü mutant varyantla yeni korona kazanı olmaya hazırlanıyor. Gazeteler, eyaletin başkenti Kalküta’da test yaptıran her iki kişiden birinin Covid pozitif olduğunu haber veriyor. BJP; Bengal’de kazanırsa herkesin ücretsiz aşılanmasını sağlayacağını açıkladı. Peki kazanamazsa?

“Bebek gibi ağlamamaya çalışalım.”

Her neyse, aşılardan ne haber? Bizi kesinlikle kurtaracaklar mı? Hindistan bir aşı merkezi değil mi? Aslına bakılırsa, Hindistan devleti iki üreticiye bağımlı; Hindistan Serum Enstitüsü (SII) ve Bharat Biotech. Her ikisinin de, dünyanın en pahalı iki aşısını piyasaya sürmesine izin veriliyor; dünyanın en yoksul halkına… Bu hafta, özel hastanelere kısmen yüksek bir fiyata ve iki eyalet hükümetine biraz daha düşük bir fiyata satış yapacaklarını açıkladılar. Yuvarlak hesaplamalar, aşı üreticilerinin muhtemelen fahiş kârlar elde edeceklerini gösteriyor.

Modi yönetiminde, Hindistan ekonomisinin içi oyuldu ve zaten güvencesiz hayatlar yaşayan yüz milyonlarca insan iğrenç bir yoksulluğa itildi. Şu anda çok büyük bir sayı, yaşamını sürdürmek için Kongre Partisi‘nin 2005 yılında iktidardayken oluşturduğu Ulusal Kırsal İstihdam Garantisi Yasası’ndan gelen çok cüzi kazançlara bel bağlıyor. Açlık sınırında yaşayan bu ailelerin, aylık gelirlerinin büyük bir kısmını aşılanmak için vermelerini beklemek imkânsız. Birleşik Krallık’ta aşılar ücretsiz ve temel bir hak. Sırası gelmeden aşılanmaya çalışanlar hakkında soruşturma açılabiliyor. Hindistan’da aşılama kampanyasının altında yatan temel itici güç şirket kârı gibi görünüyor.



Bu destansı facia, Modi’nin arkasında hizalanmış Hindistan televizyon kanallarında haberleştirilirken, hepsinin nasıl da özel eğitilmiş tek bir sesle konuştuğunu fark edeceksiniz. Tekrar tekrar “sistem çöktü” diyorlar. Virüs, Hindistan’ın sağlık “sistem”ini mahvetti.

Sistem çökmedi. “Sistem” hemen hemen hiç yoktu. Hükümet –bu hükümet ve bundan önceki Kongre Partisi hükümeti- mevcut olan küçük tıbbi altyapıyı kasti olarak parçaladı. Neredeyse var olmayan bir halk sağlığı sistemine sahip ülkeyi bir pandemi vurduğunda olan şey budur. Hindistan, dünyanın çoğu ülkesinden, hatta en yoksullarından bile çok daha düşük bir şekilde gayrisafi yurt içi hasılasının yüzde 1,25’ini sağlığa harcıyor. Bu oranın bile şişirilmiş olduğu düşünülüyor, çünkü önemli olan fakat kesinlikle sağlık hizmeti olarak nitelendirilmeyen şeylere dair harcamalar da buraya kaydırıldı. Bu nedenle, gerçek oranın yüzde 0,34 civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu olağanüstü yoksul ülkede trajedi şudur ki, Lancet tıp dergisinde 2016 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre kentsel alanlardaki sağlık hizmetlerinin yüzde 78’i, kırsal alanlardaki sağlık hizmetlerinin ise yüzde 71’i şu anda özel sektör tarafından yürütülüyor. Kamu kesiminin elinde kalan kaynaklar; yiyici yöneticiler, tıp hekimleri, rüşvet içeren yönlendirmeler ve sigorta ticareti vasıtasıyla sistematik bir şekilde özel sektöre doğru hortumlanıyor.

Sağlık, temel bir haktır. Özel sektör; parası olmayan aç, hasta, ölmekte olan insanların gereksinimine cevap vermeyecek. Hindistan’daki sağlık hizmetlerinin devasa şekilde özelleştirilmesi suçtur.

Sistem çökmedi. Hükümet başarısız oldu. Belki de “başarısız oldu” kusurlu bir tanımlamadır; çünkü şahit olduğumuz şey ihmal sonucu işlenen bir suç değil, insanlığa karşı doğrudan suçtur. Virologlar, Hindistan’da günlük vaka sayısının üssel olarak büyüyerek 500 bini aşacağını tahmin ediyorlar. Önümüzdeki aylarda yüz binlerce, belki de daha fazla insanın öleceğini öngörüyorlar. Arkadaşlarım ve ben, okullardaki yoklamalar gibi, yaşıyor olduğumuzu tespit etmek üzere her gün birbirimizi aramak konusunda anlaştık. Sevdiklerimizle gözyaşları içinde ve kaygıyla konuşuyoruz, birbirimizi bir daha görüp göremeyeceğimizi bilmiyoruz. Yazıyoruz, çalışıyoruz ve başladığımız şeyi bitirebilecek kadar yaşayıp yaşamayacağımızı bilmiyoruz. Bizi hangi dehşet ve aşağılamanın beklediğini bilmiyoruz. Hepsinin aşağılaması. Bizi kıran şey budur.

Sosyal medyada #ModiMustResign (Modi istifa etmeli; ç.n.) etiketi  hakkında en çok konuşulan konulardan oluyor. Memlerin ve illüstrasyonların bazıları Modi’yi, sakal örtüsünün arkasından görünen kafatası yığınıyla resmediyor. Mesih Modi, bir ceset mitinginde konuşuyor. Modi ve Amit Shah, akbaba olarak, oy elde edecekleri cesetler arayışıyla ufku tarıyorlar. Yalnız bu, hikâyenin sadece bir tarafı. Diğer tarafında duygusuz, boş gözlerle ve neşesiz bir gülümsemeyle bakan ve geçmişteki birçok tiran gibi başkalarında tutkulu duygular canlandırabilecek bir adam var. Patolojisi bulaşıcı. Ve onu diğerlerinden ayıran da bu. Onun en büyük oy deposu olan ve büyük sayısal gücüyle ülkenin siyasi kaderini belirleme eğiliminde olan Kuzey Hindistan’da, çektirdiği acı garip bir zevke dönüşüyor gibi görünüyor.

Fredrick Douglass doğru söylemişti: “Tiranların sınırları, eziyet ettiklerinin tahammülüyle belirlenir.” Hindistan’da tahammül kapasitemizle nasıl da gurur duyuyoruz. Kendimizi meditasyon yapmak, kendi içimize dönmek, öfkemizi kovmak ve eşitlikçi olamamamızı meşrulaştırmak için ne de güzel eğittik. Küçük düşürülmemizi ne kadar da uysalca kabulleniyoruz.

2001 yılında siyaset sahnesine Gujarat eyaletinin başbakanı olarak çıktığında Modi, 2002 yılında Gujarat Pogromu olarak bilinen şeyden sonra gelecek kuşaklardaki yerini sağlama aldı. Birkaç günlük bir süre zarfında, Gujarat polisi tarafından izlenen ve bazen aktif biçimde destek olunan yasa dışı Hindu çeteleri, bir trene yönelik gerçekleştirilen ve 50’den fazla Hindu hacının canlı canlı yanmasıyla sonuçlanan kundaklama saldırısının “intikamı” olarak binlerce Müslüman’ı öldürdü, tecavüz etti ve diri diri yaktı. Şiddet dinince, o ana dek sadece partisi tarafından başbakan olarak atanmış olan Modi erken seçim çağrısında bulundu. Hindu Hriday Samrat (Hindu Kalplerinin İmparatoru) olarak resmedildiği kampanya ona büyük bir zafer kazandırdı. Modi, o günden beri seçim kaybetmedi.

Gujarat Pogromu’ndaki katillerden birkaçı, gazeteci Ashish Khetan’ın kamerasına yakalandıklarında insanları nasıl lime lime doğrayıp öldürdükleriyle, nasıl da hamile kadınların karınlarını yararak çıkardıkları bebeklerin başlarını kayalara vurarak öldürdükleriyle övünüyorlardı. Yaptıklarını, ancak Modi başbakanları olduğu için yapabileceklerini söylüyorlardı. Bu kayıtlar ulusal bir televizyonda yayınlandı. Modi iktidar koltuğunda kalırken, kayıtları mahkemelere sunulan ve adli olarak sorgulanan gazeteci Khetan birkaç kez tanık olarak mahkemede bulundu. Zamanla, katillerden bazıları gözaltına alındı ve tutuklandı, ama çoğu salındı. Son kitabı Undercover: My Journey Into the Darkness of Hindutva’da (Gizli: Hindutva Karanlığına Yolculuğum) Khetan, Modi’nin başbakan olarak görev süresi boyunca Gujarat polisinin, hâkimlerin, avukatların, savcıların ve araştırma komitelerinin hepsinin delillerle oynamak, tanıkları sindirmek ve hâkimlerin yerini değiştirmek için nasıl dolap çevirdiklerini detaylarıyla anlatıyor.

Tüm bunları bilmelerine karşın, Hindistan’ın birçok sözde kamusal entelektüeli, önde gelen şirketlerini CEO’ları ve onların sahip oldukları medya kuruluşları Modi’nin başbakanlığa giden yolunun taşlarını döşemek için çok çalıştılar. Eleştirisinde ısrarcı olan bizleri aşağıladılar ve bizlere bağırdılar. Mantraları, “hayatına devam et” idi. Bugün dahi, Modi’ye yönelik sert sözlerini, hitabet yeteneği ve “çalışkanlığına” dair övgü ile hafifletiyorlar. Muhalefet partilerine mensup siyasetçilere yönelik ithamları ve zorbalıkla aşağılamaları çok daha keskin. Özel küçümsemelerini, gelmekte olan Covid krizine karşı hükümeti durmadan uyaran ve tekrar tekrar hükümetten kendisini olabildiğince hazırlamasını isteyen tek siyasetçi olan Kongre Partisi’nden Rahul Gandhi’ye saklıyorlar. İktidar partisine, bütün muhalefet partilerini yok etme kampanyasında yardım etmek, demokrasinin yıkılması tezgâhı için işbirliği yapmak anlamına gelir.

İşte şimdi, bir demokrasinin işlemesi için elzem olan bütün bağımsız kuruluşların uzlaştığı ve içinin boşaltıldığı ve kontrolden çıkmış bir virüsün olduğu, onlar tarafından kolektif biçimde yaratılan cehennemdeyiz.  

Hükümetimiz dediğimiz kriz üretici makine, bizi bu felaketten çıkarma konusunda yetersiz. Özellikle, bu hükümetteki bütün kararları bir adam verdiği ve tehlikeli bir adam olduğu için –ve pek de zeki olmadığı için. Bu virüs uluslararası bir sorun. Bunun üstesinden gelebilmek için, en azından pandeminin kontrolü ve yönetimi konusunda karar alıcılığın, iktidar partisi üyelerinden, muhalefet üyelerinden, sağlık ve kamu politikası uzmanlarından oluşan bir çeşit tarafsız organın eline devredilmesi gerekiyor.

Modi’ye gelirsek, suçlarınızdan istifa etmeniz uygun bir teklif mi? Belki de onlara sadece biraz ara verebilir  -bütün zor işlerine bir ara. VVIP seyahati için –aslında onun için- uyarlanmış 564 milyon dolarlık Boeing 777 bir süredir pistte yatıyor. O ve adamları hemen gidebilirler. Geri kalanımız onların pisliklerini temizlemek için elimizden ne gelirse yapacağız.

Hayır, Hindistan izole edilemez. Yardıma ihtiyacımız var.

 

https://www.theguardian.com/news/2021/apr/28/crime-against-humanity-arundhati-roy-india-covid-catastrophe?s=09 adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 


Fransız düşünür Alain Badiou, Portekiz’de yayın yapan AbrilAbril portalı ile Paris Komünü ve Komün'ün bugüne bıraktığı derslere dair kısa bir söyleşi gerçekleştirdi.



 

Bugün Paris Komünü’nü kutlamak, anmak ne anlama gelir?

 

Paris Komünü, büyük bir kent ölçeğinde devrimci işçiler ve entelektüeller tarafından “iktidara el koyulması” anlamında ilktir. Grevler, gösteriler ve hatta silahlı isyanlar 1848’de olduğu gibi hâlihazırda biliniyordu. Ancak ayaklanmaların hiçbiri yeni bir iktidar biçimine yol açmamıştı; Paris’le sınırlanan kısıtlı iktidar biçiminde bile böyleydi. Bu açıdan Komün, benim “siyasete dair siyasi beyanname” dediğim şeydir.

Komün, toplumsal yaşamdaki neredeyse bütün sorunlara ilişkin bir program oluşturmuştu, burjuvazinin elinden alınarak fethedilen iktidarına yöneltilen neredeyse tüm sorunlara çözüm arayışındaydı.

Tüm bunlar, gerçek bir devrimci stratejinin ne olması gerektiğine dair aktif düşünmeyi tesis etti ki bu aynı zamanda bir tür komünizmin rehberlik ettiği siyasi strateji anlamına da geliyordu. Tabii ki askeri yetersizlik nedeniyle neredeyse her şey program düzeyinde kaldı. Fakat 1917 Ekim Devrimi sonrasında iktidarı alan Lenin ve Bolşeviklerin “ne yapmalı” sorusuna yanıt olarak Komün'den başka kıyaslama noktalarının olmadığını görmek çarpıcıdır. Rusya’da Sovyet iktidarı, Paris komünarlarınınkinden bir gün fazla sürerken Lenin’in karda dans etmesinin sebebi de budur.

Paris Komünü neydi?

 

Marx tarafından kullanılan ifadeyle “proletarya diktatörlüğü”ydü. Bu, Paris’te siyasi iktidarın burjuva sınıfının elinden alınarak işçilerin ve halk hareketlerinin eline aktarılması anlamına geliyordu. Bu, Komün'ün programında ve eyleminde kusursuz bir şekilde görülür: bu, çalışmanın örgütlenmesinden politik meclislere, halk eğitimine, askeri güçlere, ücretli emeğe vb. dek her düzeyde “gerçek” bir demokrasi tesis etme meselesidir. Komün'ün gerçek doğası, sadece devlet iktidarının değişmesinden ibaret değildir, aynı zamanda bütün açılarıyla toplumun kendinin değişmesidir.

Başarısızlığının nedenleri nelerdir ve Paris Komünü imgelemimizdeki yerini neden hâlâ korur?

 

Komün'ün başarısızlığı en az iki düzlemde değerlendirilmelidir: askeri organizasyon ve ekonomik organizasyon. İlk noktada, hareketin Komün devrimini tüm ülkeye, hatta büyük şehirlere bile yaymayı başaramaması nedeniyle bu başarısızlık kaçınılmazdı. Komün, burjuvaziye neredeyse tamamen sadık kalan ve gördüğümüz üzere asileri katletmeye hazır olan klasik ordu tarafından; özel mülkiyete karşı olan Komün savunucularına nefretle bakan taşra kamuoyu, özellikle de zamanın Fransa’sında hâlâ çoğunluk olan köylüler tarafından ve son olarak, Paris’in çok yakınında konuşlanmış olan ve Versailles’a kaçan burjuva siyasetçileri ile aynı şekilde devrimi ezmek isteyen Alman işgalciler tarafından üçlü kuşatılmışlık içinde kaldı. Bütün bunlar karşısında Komün gönüllülerinin ve bazı devrimci subayların, özellikle de yabancıların cesaretleri yeterli olamazdı.

İkinci noktaya gelirsek; komün, Banque de France’ın (Fransız Merkez Bankası; ç.n.) finansal manivela gücünden faydalanmama hatasını yaptı. Komünist bakış açısından, bir utangaçlık, kapitalist servete haddinden fazla bir saygı vardı.

Bu koşullarda, Paris’in Komün destekçileri tarafından savunusu, çok daha fazla silahlanmış ve disiplinli katilleri karşısında yegâne kaynak olarak cesaretin bulunduğu umutsuz bir mücadelenin romantik büyüsünü benimsedi. Bu romantizm kaçınılmazdı, ancak Komün’ün ezilmesinin, işçi hareketindeki komünist hipotezi uluslararası düzeyde elli yıl boyunca fiilen ortadan kaldırdığı gerçeğini de gizlememelidir.

Yeryüzünün asileri her zaman yenilmeye mi mahkûmdurlar?

 

Neredeyse bir asır geçmişken, bir veya daha fazla büyük kentte ayaklanma biçimini alan komünizme doğru giden komünist odaklı devrimci bir başarı örneği yoktur. Bugünden önceki bu türden bütün girişimler katliamla ve kapitalist düzenin restorasyonuyla son buldu; Almanya’da Spartakistlerin ezilmesinden Latin Amerika’daki isyanlara, Şangay ya da Guangzhou’daki ayaklanmalara dek. Mao’nun Çin’inden Castro’nun Küba’sına ya da Ho Chi Minh’in Vietnam’ına kadar bütün başarılar, ilk olarak kırsalda başlatılan uzun süreli savaşlar biçiminde oldu. Sonuç olarak; büyük kapitalist ülkelerde, Kuzey Amerika’da ya da Batı Avrupa’da bir komünist zafer olasılığı sorunu çok umutsuz hale gelmiştir ve tamamen yeniden düşünülmelidir. Ancak bu politik ve tarihsel görev, komünist hipotezin kendisini zayıflatmadan yerine getirilmeli, bu hipotez bugün olduğu gibi büyük oranda terk edilmiş olmak şöyle dursun, yenilenmeli ve yeniden yapılandırılmalı, Paris Komünü’nden bugüne dek meydana gelen çok kısmi başarılar ve görkemli başarısızlıkların mantığı ile birleşmelidir.

    


https://www.abrilabril.pt/internacional/badiou-comuna-de-paris-e-reafirmacao-da-hipotese-comunista  adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 



 


EZLN adına Subcomandante Galeano imzası ile yayımlanan metinde, Zapatistaların önümüzdeki günlerde başlayacak ve Temmuz ayında Madrid’de sona erecek Avrupa yolculuğunun deniz ayağına dair detaylar ve yolculuğun katılımcılarına ilişkin bilgiler paylaşıldı.



Takvim? Bir Nisan sabahının erkeni. Coğrafya? Güneydoğu Meksika dağları. Ani bir sessizlik, cırcır böceklerini, uzaktan gelen köpek havlamalarını ve marimba müziğinin yankısını bastırıyor. Burada, dağların rahminde, bu, haykırıştan ziyade fısıltı gibi geliyor. Eğer bulunduğumuz yerde olmasaydık, bunun bir açık denizin uğultusu olduğunu düşünebilirdiniz. Fakat bu sahile, plaja ya da dik bir yamaçla belirginleşen faleze vuran dalgaların sesi değil. Hayır, bundan fazlası… Uzun bir çığlık ve ani, kısa bir titreme.

Dağ uyanıyor, eteğini utangaçça birazcık kaldırıyor ve zorlanmadan ayaklarını zorlanmadan yeryüzünden çekiyor. Yüzünü acıyla ekşiterek ilk adımını atıyor. Haritalardan, turist destinasyonlarından ve felaketlerden uzak, küçük dağın ayak tabanları kanıyor. Ama bunların hepsi plan dahilinde; bu nedenle, ayaklarını yıkamak ve yaralarını iyileştirmek için beklenmedik bir yağmur yağar.

Anne Ceiba ağacı, “Dikkat et kızım” diyor. Huapác ağacı sanki kendi kendine “Yapabilirsin” diyor. Paurak kuşu yol gösteriyor. “Doğuya git dostum, doğuya git” diyor oradan oraya zıplarken. Ağaçlar, kuşlar ve kayalarla giyinmiş olan dağ yürüyor ve her adımda uykulu erkekler, kadınlar, ne erkek ne de kadın olan insanlar, oğlanlar ve kızlar eteklerine yapışıyor. Bluzuna tırmanıyorlar, memelerinin ucunu aşarak omuzlarının üstüne devam ediyorlar ve başının tepesine ulaştıklarında uyanıyorlar.

Güneş doğudan, ufkun hemen üzerinde azimli günlük yükselişini yavaşlatıyor. İnsanlardan oluşan bir taç ile yürüyen bir dağ görmek etkileyici. Ancak güneşin ve gecenin geride bıraktığı birkaç bulutun haricinde buradaki kimse şaşırmış görünmüyor.

Yaşlı Adam Antonio, iki tarafı keskin palasını bilerken ve Doña Juanita başını sallayarak iç çekerken “Yani yazılmıştı” diyor.

*

Yedi insan, yedi Zapatista Avrupa heyetimizin deniz yolu ayağını oluşturacak. Dört kadın, iki erkek ve bir diğeri (kendini ikili cinsiyette tanımlamayan biri; ç.n.). 4, 2, 1. 421. Filo çoktan, Tzotz Choj sahasındaki Kumandan Ramona Fideliği’nde yer alan “Zapatista Deniz-Kara Eğitim Merkezi”nde konuşlanmış durumda.

Bu kolay değildi –aslında acı verici. Bu noktaya gelmek için eleştiriler, öneriler, cesaret kırmalar, temkin ve ölçülülük çağrıları, açık sabotajlar, yalanlar, kötü sözler, eldeki sorunlara dair detaylı vaazlar, dedikodu, küstahlık ve bunaltana kadar tekrarlanan şu cümleyle karşılaşmak zorunda kaldık: “Hepinizin yapmaya çalıştığı şey imkânsız değilse bile çok zor.” Ve tabii ki bize, ne yapmamız ve ne yapmamamız gerektiğini söyleyerek, emrederek. Okyanusun bu tarafından ve diğer tarafından bunun gibi diğer şeyler.     

Tabii bütün bunlar, yüce devletin ve onun cahil, aptal, ırkçı bürokrasisinin engellerini hesaba katmıyordu.

Ancak tüm bunlardan başka bir fırsatta bahsedeceğim. Şimdi sizlere yepyeni Zapatista deniz heyetimizden birazcık bahsetmeliyim.

Dört kadın, iki erkek ve bir diğeri insanlar. Bunlardan herhangi birinin ya da hepsinin sibernetik bir organizma, yanlış adım atarak “cumbia del Sapito” dansı yapabilen bir robot olma ihtimalini ortadan kaldırmak için bazı değişikliklerle hepsine Turing Testi uygulandı. Dolayısıyla, hepsi insan ırkına aittir.

Yedi kişinin hepsi “Amerika” adını verdikleri kıtada doğdular ve okyanusun bu tarafındaki diğer halklarla ortak acı ve öfkeyi paylaştıkları gerçeği onları Latin Amerikalı yapıyor. Onlar aynı zamanda ailelerine, komşularına ve tanıdıklarına göre orijinal Maya halkının soyundan gelen doğuştan Meksikalılar. Aynı zamanda özerk belediyelerden ve onu destekleyen İyi Yönetim Meclisleri’nden gelem belgelere göre de Meksikalılar. İspatlanmış ve gereğine uygun cezalandırılmamış bir suçları yoktur. Yaşarlar, çalışırlar, hastalanırlar, iyileşirler, âşık olurlar, aşkları biter, gülerler, ağlarlar, hatırlarlar, unuturlar, oynarlar, ciddileşirler, notlar alırlar, bahaneler ararlar, kısacası Güneydoğu Meksika dağlarında, Chiapas’ta, Meksika’da, Latin Amerika’da, Amerika’da, yeryüzünde vs. yaşarlar.

Ayrıca, bu 7 kişi yolculuğu deniz yoluyla yapmak için gönüllü oldu –her yaştan türlü türlü Zapatistalarda pek de coşku uyandırmayan bir şey. Yani açık söylemek gerekirse kimse tekneyle seyahat etmek istemedi. Esperanza’nın ve tüm Zapatista Savunma çetesinin başlattığı ve ünlü “herkes sefil bir şekilde ölecek” algoritmasında sentezlenen dehşet kampanyası buna ne kadar katkıda bulundu? Bilmiyorum. Ancak WhatsApp da dâhil sosyal ağları herhangi bir teknolojik avantaj olmaksızın (kırsal kesimden tek bir cep telefonu sinyali olmadan) yenilgiye uğratmak, beni, sahilde üzerime düşeni yapmaya motive etti.

Bu sebeple, Zapatista Savunma çetesine olan sempatimle harekete geçmiş biçimde, Subcomandante Moy’dan çocukların bağırışları, haykırışları ve kahkahaları arasında, istila olmayan bir istilaya hazırlanan heyetle konuşmak için izin istedim. Peki, evet öyle, diyelim ki bu rızaya dayalı bir şey. Olması gerektiği gibi, kitlelerin önünde, görünemeyecek kadar uzağa giden ortodoks yapımı öncü tarafından tabii ki pek hoş görülmeyecek sado-mazoşist bir enternasyonalizm.

Mecliste göründüm ve en iyi trajik yüzümü takınarak ve onlara açık denizlerdeki korkunç şeylerden bahsettim: sonu gelmeyen kusmalar; ufkun uçsuz bucaksız monotonluğu; mısırsız beslenme; patlamış mısır ve –dehşet!- Valentina sosu (Meksika’da yaygın bir acı sos markası; ç.n.); diğer insanlarla birlikte birkaç haftalık hapsedilme –ilk birkaç saat karşılıklı gülüşüp hoşbeş edeceğiniz, sonra öldürücü olacak kişilerle-. Aynı zamanda ayrıntılı olarak korkunç fırtınaları ve bilinmeyen tehditleri anlattım; Kraken’i kastettim ve gerçek anlamda bir kötülük anımda, koparmak için öfkeyle bir bacak arayışında olan dev beyaz balinadan bahsettim –ki bu, en yavaş ‘cumbia’da (Latin Amerika’ya özgü bir dans; ç.n.) bile kurbanı saygın rolünden dışlar. Faydasızdı. Eril gururuma zarar vermeden itiraf etmeliyim ki, deniz veya hava yoluyla seyahat seçeneği sunulduğunda “tekneyle” diyenler öncelikle kadınlardı.

Ve dahası, 7 değil, 10 değil, 15 değil, 20’den fazla kişi kaydoldu. 3 yaşındaki Veronica bile katil balinanın hikâyesini duyunca kaydoldu. Akıl almaz, biliyorum. Fakat demek istiyorum ki, onunla tanıştığınızda (balinayla değil, kızla) Moby Dick’e sempati duyacaksınız.

Peki, neden sadece 7? Pekâla, dünyayı meydana getiren ilk 7 tanrının 7 ana yönünden (ön, arka, bir yan, diğer yan, merkez, yukarı, aşağı) falan bahsedebilirim. Ancak sembol ve alegoriler şöyle dursun, gerçek şu ki, katılımcı sayısı çoğu kişinin hâlâ pasaport sahibi olmaması ve hâlâ alabilmek için mücadele etmesiyle ilgili. Bunu size daha sonra anlatacağım.

Peki, bu sorunlarla ilgilenmediğinizden eminim. Bilmek istediğiniz, kimin “La Montaña (Dağ)” ile yelken açıp Atlas Okyanusu’nu geçerek Avrupa’yı istila ede… Şey, yani Avrupa’yı ziyaret edeceğiz. Bu nedenle aşağıda fotoğraflarını ve kısa biyografilerini bulabilirsiniz:



Lupita. 19 yaşında, Meksikalı, Chiapas dağlık bölgesinin Tzotzil halkından. Anadili Tzotzil’i ve İspanyolcayı akıcı şekilde konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. Yerel gençlik koordinatörlüğü, bölgesel gençlik koordinatörlüğü ve kolektif bir çalışmanın yöneticiliğini yaptı. Sevdiği müzikler: pop, romantik, cumbia müzikleri, halk şarkıları, rap, hip hop, And müziği, Çin müziği, devrimci müzikler, klasik müzik, 80’ler rock (ya da öyle diyorlar), mariachiler (geleneksel Meksika müziği yapan sokak grupları; ç.n.), halkının geleneksel müziği… ve reguetón (Editörün notu: eğer bu, “birçok dünyanın sığdığı bir dünya” değilse, ne olduğunu bilmiyorum. Notun sonu). Sevdiği renkler: Siyah, kırmızı, vişne çürüğü ve kahverengi. Deniz deneyimi: Küçük bir çocukken tekneyle seyahat etmiş. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu. Deniz yolculuğu boyunca Tercia Compa (Zapatista basını; ç.n.) olarak çalışacak.

 


Carolina. 26 yaşında, Meksikalı, Chiapas dağlık bölgesinin Tzotzil halkından, şu anda Lacandón Ormanı’nın Tzeltal bölgesinde yaşıyor. Anadili Tzotzil’in yanı sıra Tzeltal’ı ve İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. Annesini yardımıyla 6 yaşındaki kızını büyüten bir bekâr anne. “Olduğumuz Kadınlar” kolektifinin koordinatörlüğünü yaptı ve veteriner hekimlik öğrenimi gördü. Carolina şu anda Zapatista siyasi-örgütsel önderliğinde Kumandan. Sevdiği müzikler: pop, romantik, cumbia müzikleri, 80’ler rock, grupera müzikleri ve devrimci müzikler. Sevdiği renkler: krem, siyah ve vişne çürüğü. Deniz deneyimi: tek bir tekne yolculuğu. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu.

 

Ximena. 25 yaşında, Meksikalı, Chiapas’ın kuzeyinden Cho’ol halkından. Anadili Cho’ol dilini ve İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. Annesini yardımıyla 6 yaşındaki kızını büyüten bir bekâr anne. Gençlik koordinatörlüğü yapmış ve şu anda Zapatista siyasi-örgütsel önderliğinde Kumandan. Sevdiği müzikler: cumbia müzikleri, tropikal, romantik, devrimci müzikler, 80’ler rock, elektronik müzik ve rancheralar. Sevdiği renkler: pembe, siyah ve kırmızı. Deniz deneyimi: tek bir tekne yolculuğu. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu. Darío’dan sonra deniz yolculuğuna komuta eden ikinci kişi olacak.


 

Yuli. 37 yaşında. Mayıs’ta denizdeyken 38 olacak. Aslen sınır ormanındaki Tojolabal bölgesinden, şu anda Lacandón Ormanı’nın Tzeltal bölgesinde yaşıyor. İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. 12 yaşında bir kızı ve 6 yaşında bir oğlu var. Partneri çocuklara bakarak ona destek oluyor. Partneri Tzeltal ve bu nedenle birbirlerini seviyor, kavga ediyor ve yine seviyorlar, hepsini İspanyolca yapıyorlar. Eğitim destekçisi, eğitim eğitmeni (eğitim destekçilerini hazırlarlar) ve yerel grup koordinatörü olarak görev almıştır. Sevdiği müzikler: romantik, grupera müzikleri, cumbia müzikleri, vallenato müziği, devrimci müzikler, tropikal, pop, marimbalar, rancheralar, 80’ler rock. Sevdiği renkler: siyah, kahverengi ve kırmızı. Hiç deniz deneyimi yok. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu.



Bernal. 57 yaşında. Sınır ormanındaki Tojolabal bölgesinden. Anadili Tojolabal’i ve İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. 11 çocuk babası: En büyüğü 30, en küçüğü 6 yaşında. Ailesi, küçük çocuklarını büyütmesine destek oluyor. Milis, yerel lider, Zapatista okulunda öğretmen ve İyi Yönetim Meclisi üyesi olarak görev almıştır. Sevdiği müzikler: rancheralar, cumbia müzikleri, huichol müziği, marimbalar ve devrimci müzikler. Sevdiği renkler: mavi, siyah, gri, kahverengi. Deniz deneyim: bir balıkçı kayığı (cayuco) ve motorlu tekne ile yolculuk. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu.


 

Darío. 47 yaşında. Chiapas’ın kuzeyinden Cho’ol halkından. Anadili Cho’ol dilini ve İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. 3 çocuk babası: Bir oğlu 22, diğeri 9, kız olan en küçüğü ise 3 yaşında. Küçük kızı ve oğlu anneleriyle birlikte Temmuz ayında uçakla Madrid’e gidecekler (Zapatistaların Avrupa seyahati Madrid’de sona erecek ve diğer ülkelerden temsilcilerle orada buluşacaklar; ç.n.). Darío milis, yerel yönetici, bölgesel yönetici olarak görev yapmıştır ve şu anda da Zapatista siyasi-örgütsel önderliğinde Kumandan. Sevdiği müzikler: Bertín ve Lalo’dan rancheralar, tropikal müzikler, marimbalar, bölgesel ve devrimci müzikler. Sevdiği renkler: siyah ve gri. Deniz deneyimi: balıkçı kayığı. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu. Zapatista deniz heyetinin koordinatörü olacak.

 


Marijose. 39 yaşında. Sınır ormanındaki Tojolabal bölgesinden. İspanyolcayı akıcı konuşuyor. Nasıl okuyacağını ve yazacağını biliyor. Milis, sağlık destekçisi, eğitim destekçisi ve eğitim eğitmeni olarak görev yapmıştır. Sevdiği müzikler: cumbia müzikleri, romantik müzikler, rancherlar, pop, elektronik müzik, 80’ler rock, marimbalar ve devrimci müzikler. Sevdiği renkler: siyah, mavi, kırmızı. Deniz deneyimi: balıkçı kayığı ve tekne. Delege olmak için 6 ay hazırlandı ve Avrupa’ya tekne ile seyahate gönüllü oldu. Tekneden ilk inecek ve işgali başl… Pekâla, Avrupa’ya ziyareti başlatacak ilk Zapatista olarak belirlendi.    

Yani Avrupa toprağına konacak ilk bitki ne bir kadından ne de bir erkekten olacak. O, bir “diğeri” olacak.

Merhum Subcomandante Marcos’un “bütün heteropatriyarkal sola atılacak tokat” dediği şeye atıfla, ilk inecek kişinin Marijose olacağı kararlaştırıldı. Avrupa toprağına ilk kez adım atıp deniz tutmasından kurtulmasının ardından Marijose bağıracak:

“Farklı olanlara zulmeden heteropatriyarkal soluk benizlileri teslim edin.”

Hayır, şaka yapıyorum. Ama mükemmel olurdu, değil mi?  

Hayır, toprağa ayak basmasının ardından Zapatista yoldaşımız Marijose ağırbaşlı bir sesle şöyle diyecek:

“Kadınların, çocukların, erkeklerin, yaşlıların ve tabii ki ‘diğer’ Zapatistaların adına, şu anki yerlilerinin ‘Avrupa’ dedikleri bu toprakların adının şu andan itibaren şöyle olduğunu ilan ediyorum: SLUMIL K´AJXEMK´ OP; bu, ‘İsyancı Toprak’ veya ‘Boyun Eğmeyen ve Teslim Olmayan Toprak’ anlamına geliyor. Ve burada; teslim olmayan, ihanet etmeyen ve vazgeçmeyen en azından biri olduğu sürece, burası hem yerli halkı hem de yabancılar tarafından böyle bilinecek.”

Beyan ediyorum.

Subcomandante Galeano     

Nisan 2021   

(devam edecek…)

 


http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2021/04/17/escuadron-421/  adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 


Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu (EZLN) Altıncı Komisyonu adına İsyancı Subcomandante Moisés imzasıyla bir açıklama yapılarak, EZLN’nin bu yıl dünyanın beş kıtasına yapacağı ziyaretlerin ilk ayağı olan Avrupa kıtası yolculuğunun başlangıcı ve programı duyuruldu.


 

Avrupa’da bizim ziyaretimizi bekleyen halka, gruplara, kolektiflere, örgütlere, hareketlere, koordinatörlere ve yerli halklara:

Altıncı Ulusal ve Enternasyonal’e:

Direniş ve isyan ağlarına:

Ulusal Yerli Kongresi’ne:

Dünya halklarına:

Kardeşler ve arkadaşlar,

Bugün, 10 Nisan 2021’de “Yaşam Yolculuğu”muzun Avrupa ayağında yer alacak olan ilk grup heyetin parçası olan yoldaşlar, Kumandan Ramona Fideliği’nde toplandılar. Bunlar deniz yolu heyetiydi.

Gelenek ve göreneklerimiz kapsamındaki küçük bir törenle, heyet, düşüncelerimizi yani kalplerimizi götürmek için Zapatista halkından vekâletnamesini aldı. Heyet üyelerimiz büyük bir kalp taşıyor. Yalnızca Avrupa kıtasındaki isyan eden ve direnenleri kucaklamak için değil, aynı zamanda onların öykülerini, coğrafyalarını, planlarını ve yöntemlerini dinlemek ve bunlardan öğrenmek için.


İlk grup, Covid-19 denilen şey ile enfekte olmadıklarından emin olunması adına ve deniz yolculuğuna hazır hale gelmek için 15 gün fidelikte izole biçimde karantinada kalacak. Bu iki hafta boyunca, bizim Semillero’da yapmış olduğumuz teknenin bir kopyasının içinde yaşayacaklar.

26 Nisan 2021’de, Meksika Cumhuriyeti’nin bir limanına gitmek üzere ayrılacaklar. En geç 30 Nisan’da bu limana varacak ve  “La Montaña” adını verdiğimiz tekneye binecekler.  İki ya da üç gün ve gece boyunca teknede kalacaklar ve 3 Mayıs 2021’de, Kutsal Haç Günü’nde  “La Montaña” teknesi, 6-8 hafta sürmesi öngörülen yolculuk için Avrupa kıyılarına gidecek olan yoldaşlarımızla birlikte yelken açacak. 2021 Haziran ayının ikinci yarısında Avrupa açıklarında olacakları tahmin ediliyor.

15 Nisan 2021 itibariyle, 12 Zapatista “caracol”undan* yoldaşlarımız “Avrupa” dedikleri coğrafyaya deniz ve hava yoluyla gidecek olan Zapatista heyetine veda etmek amacıyla etkinlikler gerçekleştirecekler.

“Yaşam Yolculuğu Avrupa Ayağı” dediğimiz bu bölümde Zapatista heyeti, bizlere ortak öykülerimiz, acılarımız, öfkelerimiz, kazanımlarımız ve başarısızlıklarımız üzerine konuşmak üzere davette bulunanlarla buluşacak. Şu ana kadar aşağıda yer alan coğrafyalardan davetler aldık ve bu davetleri kabul ettik:

 

Almanya

Avusturya

Belçika

Bulgaristan

Katalunya

Sardinya

Kıbrıs

Hırvatistan
Danimarka

Slovenya

İspanya

Finlandiya

Fransa

Yunanistan

Hollanda

Macaristan

İtalya

Lüksemburg

Norveç

Bask Ülkesi

Polonya

Portekiz

Birleşik Krallık

Romanya

Rusya

Sırbistan

İsveç

İsviçre

Türkiye

Ukrayna

 

Bugünden itibaren Subcomandante İsyancı Galeano, kimlerin Zapatista deniz heyetinin parçası olduğuna, bu heyetin yürüttüğü çalışmalara, karşılaştığımız sorunlara ve buna benzer şeylere dair bir dizi metin yayımlayacak.

Özetle: Biz şimdiden Avrupa yolundayız.

Şimdilik bu kadar.

Meksika’nın güneydoğusundaki dağlardan

İsyancı Subcomandante Moisés

EZLN Altıncı Komisyonu

Meksika, Nisan 2021

 

*Caracol:  Zapatista topluluklarının bir araya gelerek oluşturdukları yerel yönetim birimi. İspanyolca’da “salyangoz” anlamına gelen caracol kelimesinin kullanımında Maya yerlilerinin salyangoz kabukları vasıtası ile haberleşmelerinden esinlenilmiştir.


http://enlacezapatista.ezln.org.mx/2021/04/12/camino-a-europa/ adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.


Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi