Monthly Review editörü John Bellamy Foster, Harry Braverman'in 1974 yılı tarihli Emek ve Tekelci Sermaye kitabından yola çıkarak derginin Aralık ayı sayısı için bugün yapay zekâ-emek ilişkisi üzerine bir makale kaleme aldı.
Bilgisayarlar için tasarlanan algoritmalarla
ilişkilendirilen ve akıllı makinelerin insan emeğinin yerini alması olasılığını
gündeme getiren otomasyon, Charles Babbage’ın Fark Makinesi ve Karl Marx'ın
Grundrisse’deki ünlü “genel zekâ” ve ardından Kapital'deki “kolektif işçi”
kavramına kadar uzanan, bir buçuk asırdan fazla bir süredir var olan bir
konudur.(1 ) Ancak on dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın
başlarında tekelci kapitalizmin yükselişiyle birlikte büyük ölçekli sanayi ve
bilimin sanayiye uygulanması, emeğin üretim içinde “biçimsel” olarak değil
“gerçek” olarak ikame edilmesini sağlayabilmiştir.(2) Burada emek sürecine
ilişkin bilgi, sistematik olarak işçilerden alınmış ve emek sürecinin aşamalı
olarak parçalanabileceği ve makine teknolojisinin hâkim olduğu bir mantık
içinde ikame edilebileceği şekilde yönetimde yoğunlaşmıştır. İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra tekelci kapitalizmin güçlenmesi ve sibernetik, transistör ve
dijital teknolojinin gelişmesiyle birlikte, üretimin otomasyonu -özellikle de
bugün yapay zekâ olarak adlandırdığımız şey- emek için giderek büyüyen bir
tehdit oluşturdu.
Bu değişim, Kurt Vonnegut’un General Electric’te çalışma
deneyimine dayanan 1952 tarihli romanı Player Piano’da (Türkçeye Otomatik
Piyano ismi ile çevrilmiştir; ç.n.) çarpıcı bir şekilde tasvir edilmiştir.
Yakın gelecekte New York’un taşrasında yer alan kurgusal Ilium kasabasında
geçen Player Piano, tamamen otomatikleştirilmiş ve neredeyse tüm üretim
işçilerini yerinden etmiş bir toplumu tasvir etmektedir. Kasabayı bölen nehrin
bir tarafında, Homestead olarak bilinen bir bölgede, bir dizi ulusal testte
yeterince yüksek puan alamayan ve büyük ölçüde boşta kalan veya yeniden
yapılanma ve ıslah projelerinde, kalan birkaç ticari işte ve orduda istihdam
edilenler de dâhil olmak üzere nüfusun büyük bir kısmı yaşamaktadır. Nüfusun
geneli, daha önce vasıfsız işçilerin elde ettiği ücret gelirinin çok altında
bir seviyede belirlenen evrensel temel gelirle geçiniyor, ancak yirmi sekiz
inçlik televizyonların keyfini çıkarabiliyorlar. Nehrin diğer yakasında, yine
nehrin o yakasında bulunan üretim makinelerine hizmet eden ya da kamu işlerini
yürüten mühendisler, yöneticiler ve memurlar yaşamaktadır. Roman, saygın bir
mühendis olan ana kahraman Paul Proteus’un köprüden geçerek nehrin Homestead
tarafına gitmesini, sıradan insanlarla tanışmasını ve kitlesel bir isyana
karışmasını konu alıyor. Romanın başlarında Proteus, “Birinci Sanayi
Devrimi’nin kas çalışmasını değersizleştirdiğini, ardından ikincisinin rutin
zihinsel çalışmayı değersizleştirdiğini”, öngörülen Üçüncü Sanayi Devrimi’nin
ise bilgisayarlaştırılmış “insan düşüncesini değersizleştiren makinelere”
dayanacağını ve “gerçek beyin çalışmasını” değersizleştireceğini açıklar. İnsan
zekâsının yerini makineler ya da Vonnegut’un romanının yayımlanmasından birkaç
yıl sonra “yapay zekâ” olarak adlandırılacak olan şey alacaktı.(3)
Vonnegut’un Player Piano’su 1950’lerde otomasyona dair
yaygın endişenin bir ürünüydü. Kasım 1958’de The Nation, 1957-1958’deki kısa
ekonomik krize işgüzarca bir yanıt olduğu ortaya çıkan “Otomasyon Depresyonu”
başlıklı bir makale yayımladı.(4) The Nation ve diğer yayınların 1950’lerde
otomasyonun kitlesel işsizlik yaratacağına dair dile getirdiği endişeler o
dönemde çoğunlukla abartılıydı. Yine de, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra tekelci
kapitalizmin güçlenmesiyle birlikte büyük ölçekli sanayinin büyümesinin ve
bununla bağlantılı Bilimsel-Teknik Devrimin (ve ortaya çıkmakta olan Üçüncü
Sanayi -ya da Dijital- Devriminin) emek ve sermaye ilişkilerinde köklü bir
değişikliği temsil ettiğinin genel kabulü, şimdi olduğu gibi o zaman da tamamen
rasyonel bir endişeydi. On dokuzuncu yüzyıldaki Birinci Sanayi Devrimi’ne kadar
uzanan ve bugün üretken yapay zekânın yayılmasıyla daha ileri bir gelişim
aşamasında yeniden ortaya çıkan sorunları gündeme getirdi.
1950’lerde otomasyonun genel durumuna ve emekle ilişkisine
dair belki de en keskin analiz, Marksist iktisatçı ve Monthly Review editörü
Paul M. Sweezy’nin 1957'de Wall Street yatırım şirketi Model, Roland&Stone
için yazdığı Bilimsel-Sınai Devrim başlıklı anonim monografide ortaya
çıkmıştır. Bu raporda Sweezy, buhar makinesinin Birinci Sanayi Devrimi’ne güç
vermesine karşın, Bilimsel-Sınai (ya da Bilimsel-Teknik) Devrim’in, büyük
ölçekli sermayenin yükselişiyle mümkün hale gelen bir gelişme olan bilimin kendisinden
güç aldığını ileri sürüyordu. Bu durum, Marx’ın kolektif işçi kavramından
aldığı bir kavram olan “kolektif bilim insanı”nı ortaya çıkarmıştır. Sweezy,
otomasyona atıfta bulunurken, makinelerin giderek daha fazla dâhil olduğu “emek
sürecinin” hem işçileri hem de makineleri içeren bir bilgi “döngüsü” ile
karakterize edildiğini açıkladı. “İnsanın yerini bir ya da daha fazla mekanik
aygıt aldığında, döngü kapanır. Sistem otomatikleştirilmiştir.”(5)
Sweezy bu bağlamda ABD’li mühendis, mucit ve bilimsel
yönetici Vannevar Bush’un bir konferansına atıfta bulunmuş ve Bush’un sürücü
uykuya daldıktan sonra bile yoldaki beyaz çizgiyi takip edecek sürücüsüz bir
otomobil olasılığını teorize ettiğini belirtmiştir. Sweezy’ye göre, akıllı
makinelerle bu kadar yüksek düzeyde otomasyonun daha büyük ekonomik ve sosyal
sonuçları, esas olarak işgücünün yerinden edilmesinden kaynaklanıyordu.
“Otomasyonun amacı, maliyetleri düşürmektir. Her durumda bunu işgücünden tasarruf
ederek yapar. Bazı durumlarda sermayeden de tasarruf sağlar” diye açıklamaya
devam etti. Transistörün ortaya çıkmasıyla birlikte, genişleme için teknolojik
olanaklar sonsuz görünüyordu. Sweezy, bilgisayarların yalnızca daha güvenilir
değil, aynı zamanda “cep boyutunda” olacağını öngörüyordu. Ağlar üzerinden
çalışan mobil telsiz telefonlar da mümkündü ve cep boyutundaki bilgisayardan
bile daha küçük boyutlara, bileğe sığacak şekilde küçültülebilirdi.
Bilimsel-Teknik Devrim ile birlikte otomasyon ve daha çok yönlü akıllı
makineler, genel ekonomide ücretlerden uzaklaşarak “kâra geçiş” anlamına
geliyordu. Bu aynı zamanda milyonlarca işçinin yerinden edilmesi anlamına da
geliyordu.(6)
1964 yılında, otomasyonla bağlantılı verimlilik artışı
konusu, Üçlü Devrim Geçici Komitesi tarafından Başkan Lyndon B. Johnson’a
sunulan “Üçlü Devrim” belgesinin yayımlanmasıyla sonuçlandı. Burada, sanayi
işçilerinin artan fazlalığının bir sonucu olarak gelir-iş bağlantısının kopması
olarak nitelendirilen duruma ana yanıt, evrensel bir temel geliri teşvik
etmekti. Ancak Leo Huberman ve Sweezy, Kasım 1964’te Monthly Review’da yayımlanan
“Üçlü Devrim” başlıklı makalelerinde buna şiddetle karşı çıktılar. Evrensel
temel geliri, Vonnegut’un romanında tasvir edilen türden, büyük ölçüde
genişletilmiş ancak kronik olarak yetersiz bir refah sistemiyle yaşamaya
indirgenmiş, bağımlı ve moralsiz bir nüfusa yol açacak kısa görüşlü bir
politika olarak görüyorlardı. Bunun yerine, üretim araçlarının kamusal
mülkiyeti ve planlamanın işçiler tarafından ve işçiler için uygulanması yoluyla
sosyalizme doğru daha devrimci bir hareketi savundular.(7)
Ancak bu konuların hiçbiri Paul A. Baran ve Sweezy’nin Üçlü
Devrim tartışmasının yapıldığı yıl tamamlanan Tekelci Sermaye kitabında ele
alınmamıştır (Baran, Mart 1964’te ölmüş ve Sweezy 1966’da yayımlandığında
kitaba yeni unsurlar eklemekten kaçınmıştır). Tekelci Sermaye,
tekelci-kapitalist sanayinin “artığın yükselme eğilimi” olarak yansıyan yüksek
sömürü ve verimlilik oranlarını kabul ediyordu. “Emek süreci”nin dönüşümünün ve
‘tekelci-kapitalist döneme özgü teknolojik değişim türlerinin doğurduğu
sonuçların’ analizini yapmaktan kasten kaçınmışlardır.(8) Bu konuları ele almak
yerine, bu unsurların çalışmalarının kendi koydukları sınırların ötesine
geçtiğini ve tekelci kapitalizmin daha kapsamlı bir incelemesinde ele alınması
gerektiğini belirtmişlerdir.
Aslında 1960’ların hiçbir yerinde, ne solda ne de burjuva
sosyal biliminde, emek sürecinin gerçek doğası sistematik olarak ele
alınmadı.(9) Bir oldu bitti olarak görülen daha ileri teknolojinin, işçilerin
becerilerini geliştirirken daha yüksek işsizlik tehdidi yarattığı varsayıldı.
Marx’tan etkilenen yabancılaşma tartışmalarında, üretimin durmaksızın
makineleşmesi ve otomasyonu, Herbert Marcuse’ün ifadesiyle “insan özünün
felaketi” olarak görülüyordu.(10) Ancak, tekelci kapitalizm altında emek
sürecinin ayrıntılı ve anlamlı eleştirileri eksikti.
Harry Braverman'in Labor and Monopoly Capital: The
Degradation of Work in the Twentieth Century (1974)/Emek ve Tekelci Sermaye:
Yirminci Yüzyılda Çalışmanın Bozulması adlı kitabına yazdığı önsözde Sweezy, tekelci
sermayenin emek sürecine ilişkin bu eksikliğinin altını çizerken, Braverman’in
çalışmasının bu büyük boşluğu doldurduğunu düşünüyordu. “Şunu açıklığa
kavuşturmak istiyorum” diyerek şöyle yazmıştı:
“Baran ve benim bu boşluğu doldurmak için herhangi bir
girişimde bulunmamamızın nedeni sadece benimsediğimiz yaklaşım değildi. Daha
temel bir neden, gerekli niteliklerden yoksun olmamızdı. Marx gibi bir dâhi,
kapitalizm altındaki emek sürecini, bu sürece doğrudan dâhil olmadan analiz
edebilir ve bunu eşsiz bir zekâ ve içgörü ile yapabilirdi. Bu alandaki çeşitli
akademik “uzmanların” ve “otoritelerin” iç karartıcı sicilinin de açıkça ortaya
koyduğu gibi, daha az ölümlüler için doğrudan deneyim olmazsa olmaz bir
koşuldur. Baran ve ben bu son derece önemli doğrudan deneyimden yoksunduk ve
eğer konuya girmiş olsaydık, büyük olasılıkla kapitalizmin ideologları
tarafından enerjik bir şekilde teşvik edilen birçok efsane ve safsataya
kapılacaktık. Sonuçta, (kapitalizm için) gerçeğin gizlenmesinin bu kadar önemli
olduğu başka bir konu yoktur. Bu enayiliğin kanıtı olarak sadece bir örnek
vereceğim: son yarım yüzyılda iş gücünün vasıfsız olan yüzdesinde muazzam bir
düşüş olduğu efsanesini bütünüyle yutmamız (bkz. Monopoly Capital, s. 267).(11)”
Buna karşılık, Braverman tekelci-kapitalist emek sürecinde
zengin bir deneyime sahipti ve bunu Marx’ın Kapital’de iş gününü ele alışına
dair olağanüstü derin bir kavrayışla, ayrıca modern yönetimin ve emek tasarrufu
sağlayan makinelerin gelişiminin tüm tarihine dair bir incelemeyle
birleştirebildi.(12) Yine de Braverman’in Emek ve Tekelci Sermaye’si Baran ve
Sweezy’nin Tekelci Sermaye'sinde bırakılan boşluğu doldurmaya hizmet ederken,
Braverman aynı zamanda Sweezy’nin monografisinde geliştirilen Bilimsel-Teknik
Devrim tanımını, Tekelci Sermaye'nin genel analiziyle birlikte kendi analizinin
tarihsel olarak spesifik temeli olarak almıştır.(13) Emek ve Tekelci Sermaye’nin
yayımlanmasından elli yıl sonra, çalışma bu nedenle günümüzde emek sürecinin
eleştirel analizi için, özellikle de mevcut yapay zekâ tabanlı otomasyon
açısından çok önemli bir giriş noktası olmaya devam etmektedir.
Marx, Braverman ve Kolektif İşçi
Braverman’in Emek ve Tekelci Sermaye’deki temel argümanı
artık oldukça iyi bilinmektedir. On dokuzuncu yüzyıl yönetim teorisine,
özellikle de Babbage ve Marx’ın çalışmalarına dayanarak, yirminci yüzyıl
tekelci kapitalizminde Fredrick Winslow Taylor ve diğerleri tarafından ortaya
atılan bilimsel yönetimin rolüne ışık tutarak emek sürecinin analizini
genişletebilmiştir. Babbage, on dokuzuncu yüzyıl yönetim teorisyeni Andrew Ure,
Marx ve Taylor’ın hepsi, makineleşme öncesi iş bölümünü birincil ve makine
kapitalizminin gelişiminin temeli olarak görmüşlerdi. Dolayısıyla, Adam Smith’in
ünlü toplu iğne örneğinde tasvir edildiği gibi, giderek daha ayrıntılı hale
gelen iş bölümünün mantığı, makinelerin kullanılmaya başlanmasından önce ve
mantıksal olarak öncül olarak görülebilir.(14) Babbage’ın görüşünde, Smith'in
toplu iğne örneği, hem imalatın (iş birliği altındaki ilk fabrika sistemi) hem
de modern sanayinin (ya da makine imalatının) ekonomisini açıklayacak şekilde
yeniden yapılandırılmıştır. Kapitalist iş bölümünün mantığı, Babbage’ın, artı
değeri teşvik etmenin bir aracı olarak ayrıntılı iş bölümünün aşamalı olarak
geliştirilmesini amaçlayan ilk hesaplama bilgisayarları tasarımlarına zemin
hazırlamıştır. Dolayısıyla, on dokuzuncu yüzyıl Sanayi Devrimi’nin ortaya çıkan
yönetim teorisinde ayrıntılı iş bölümü, otomasyon ve bilgisayarın gelişimi
arasında doğrudan bir bağlantı vardı.(15)
Marx'ın izinden giden Braverman, “Babbage ilkesi” olarak
bilinen şeyi, yirminci yüzyıl sonu tekelci kapitalizmi bağlamında emek
sürecinin çağdaş tartışmasına geri getirmiş ve bundan “kapitalist iş bölümünün
genel yasası” olarak bahsetmiştir. Bu ilkeye göre (şu anda genellikle iki kısma
ayrılmıştır), kapitalist koşullarda iş bölümü (1) her bir görev için en küçük
bileşenlerine ayrılmış olarak gerekli olan en az emek miktarının
belirlenmesiyle ilgilidir, böylece (2) her bir görevin yerine getirilmesi için
gerekli olan en ucuz emek miktarı tahsis edilebileceğinden, emek maliyetlerinde
bir ekonomi yaratır.(16)
Babbage, iş bölümünün faydalarını, geleneksel olarak
zanaatkâr emeği olan daha pahalı yetişkin erkek emeğinin aksine, daha az
zahmetli işlerin (o zamanlar daha az kas gücü ve daha az beceri gerektirdiği
düşünülüyordu) daha ucuz kadın ya da çocuk emeğine verilmesi şeklinde
açıklamıştı.(17) “Yapılacak işi, her biri farklı derecede beceri veya güç
gerektiren farklı süreçlere bölerek mal sahibi her süreç için gerekli olan her
ikisinin de tam miktarını satın alabilir” diye yazıyordu.(18) Ure’ye göre
‘imalat sanayinin tüm eğilimi’, insan emeğini tamamen ortadan kaldırmaya bağlı
değilse bile, en azından ‘erkeklerin yerine kadınların ve çocukların ya da
eğitimli zanaatkârların yerine sıradan işçilerin sanayisini ikame ederek
maliyetini azaltmanın bir yoluydu. ’19
Braverman, “Kapitalizm Mitolojisi”nde şöyle yazmıştı:
“Babbage ilkesi, kalifiye işçileri ‘sadece kendilerinin
yapabileceği’ işlere yerleştirerek ‘kıt becerileri koruma’ ve ‘toplumsal
kaynakları’ israf etmeme çabası olarak sunulmaktadır. Vasıflı işçilerin ya da
teknik olarak eğitilmiş kişilerin ‘kıtlığına’ bir yanıt olarak sunulur ve bu
kişilerin zamanları ‘toplumun’ yararına ‘verimli’ bir şekilde kullanılır. Ancak
bu ilke her ne kadar zaman zaman vasıflı iş gücü kıtlığına bir yanıt şeklinde
kendini gösterse de... bu özür genel olarak yanlıştır. Kapitalist üretim tarzı,
var oldukları yerde çok yönlü becerileri sistematik olarak yok eder ve kendi
ihtiyaçlarına karşılık gelen beceri ve meslekleri ortaya çıkarır. Teknik
kapasiteler bundan böyle katı bir ‘bilme ihtiyacı’ temelinde dağıtılmaktadır.
Üretim sürecine dair bilginin tüm katılımcılar arasında genelleştirilmiş
dağılımı, bu noktadan sonra yalnızca ‘gereksiz’ değil, kapitalist üretim
tarzının işleyişi önünde olumlu bir engel haline gelir.”(20)
Marx'ın kapitalist üretim eleştirisinde ileri sürdüğü gibi,
ayrıntılı iş bölümünün ilerlemesiyle birlikte, makineler emeğin yerini tamamen
alarak potansiyel olarak otomatik bir üretim yaratabilirken, işçi kitlelerini nispi
artı nüfusa ya da yedek emek ordusuna atabilir ve böylece genel olarak emek
maliyetlerini düşürebilirdi. Hâlâ mevcut olan işçi, makinenin bir eklentisine
indirgenmişti. Tüm bu eğilim, Marx’ın da işaret ettiği gibi, İngiltere’de
Sanayi Devrimi’nin kalbinde yer alan tekstil endüstrisindeki işçilerin büyük
çoğunluğunun aşırı sömürülen kadın ve çocuklardan oluşması, yerlerine
geçtikleri erkek zanaatkâr işçilerin ücretlerinin yalnızca küçük bir kısmını
almaları ve bunun da geçim için yeterli olmaması gerçeğinde açıkça görülüyordu.
Tüm bunlar makine sanayinin gelişmesini ve ücretleri ister yüksek ister düşük
olsun, kolektif emeklerinin yarattığı ve hem sömürülerini hem de makineler
tarafından yerlerinden edilmelerini artırmak için kendilerine bir ağırlık gibi
dayatılan muazzam üretim aygıtı karşısında giderek daha dezavantajlı hale gelen
işçilerin daha fazla sömürülmesini besledi.(21)
Yine de, iş bölümünü daha da geliştirmek için, üretimde
doğrudan bir güç olarak bilimin yardımıyla işçilerin direncini kırmak
gerekiyordu. Bu, Marx’ın işçinin kapitalist üretim süreci içinde yalnızca
biçimsel değil, gerçek olarak da ikincilleştirilmesi olarak adlandırdığı şeyi
mümkün kıldı. Matteo Pasquinelli’nin The Eye of the Master: A Social History of
Artificial Intelligence/Efendinin Gözü: Yapay Zekânın Toplumsal Tarihi'nde
belirttiği gibi: “Marx açıktı: teknolojinin doğuşu iş bölümü tarafından yönlendirilen
bir süreçtir”. Babbage ilkesinin uygulanması ise otomasyona ve emeğin daha
fazla sömürülmesinin aracı olarak makinenin egemenliğine giden yolu işaret
ediyordu.(22)
Sweezy'nin “kolektif bilim insanı” olarak adlandıracağı kişi
tarafından karakterize edilen bilimin, kapitalist üretim içinde yeni ortaya
çıkan bir güç olarak dâhil edilmesi, aslında yalnızca ölçek ekonomileri ve
tekelci kapitalizmin dev şirketinin büyümesiyle ilişkili pazarın genişlemesiyle
mümkün oldu. Serbest rekabetçi küçük firma kapitalizminde firma sahibi ve bir
avuç denetçi tarafından yürütülen basit yönetim, on dokuzuncu yüzyılın sonları
ve yirminci yüzyılın başlarındaki büyük birleşme dalgalarını izleyen dev, çok
bölümlü şirketin yeni koşulları altında kârlılığı sürdürmek için artık yeterli
olmayacaktı.(23)
Yeni yönetim yaklaşımı en iyi Taylor tarafından yansıtılmıştır;
öyle ki bilimsel yönetim ve Taylorizm eşanlamlı terimler haline gelmiştir.
Taylorizm, Braverman tarafından üç farklı ilke açısından özetlenmiştir: (1)
“emek sürecinin işçilerin becerilerinden ayrılması”, (2) “tasarımın uygulamadan
ayrılması” ve (3) “bilgi üzerindeki bu tekelin emek sürecinin her adımını ve
uygulama biçimini kontrol etmek için kullanılması.” Taylor, ücret artışlarının
sistemin ayrılmaz bir parçası olduğunu iddia etse de, en azından belirli bir
sektörde bilimsel yönetimin uygulanmasının ilk aşamalarında, genel amaç işverenlerin
birim iş gücü maliyetlerini düşürmekti. Braverman, “Taylor, Babbage prensibini
zamanındaki herkesten daha iyi anlamıştı ve bu prensip onun hesaplamalarında
her zaman en üst sırada yer aldı.... İlk kitabı Mağaza Yönetimi’nde [1903],
açık bir şekilde, sisteminin [bilimsel yönetim] ‘tam olanaklarının, atölyedeki
makinelerin neredeyse tamamı daha küçük kalibreli ve yetenekli ve bu nedenle
eski sistemde gerekli olanlardan daha ucuz olan adamlar tarafından
çalıştırılana kadar gerçekleşmeyeceğini’ söyledi” diye yazmıştır. Taylor’ın
kendine özgü katkısı, öncelikle işten çıkarma yoluyla uygulanmak üzere, artan iş
kontrolü için tam ölçekli bir yönetsel zorunluluğu dile getirmesiydi.
Dolayısıyla, Braverman’e göre Taylorizm’in içinde “kapitalist üretim tarzının
açıkça dile getirilmesinden başka bir şey olmayan bir teori yatmaktadır.”(24)
Braverman’e göre, kapitalist üretim tarzının tüm çelişkili
mantığı ve devrimci bir sosyalist yanıt olasılıkları, tekelci-kapitalist
üretimde yapay zekânın (otomasyonun daha gelişmiş bir biçimi) devreye girmesi
de dâhil olmak üzere, ancak makineleşme ve otomasyonla birlikte ortaya
çıkmıştır. Bu noktada Braverman’in analizi temelde Marx’ın emeğin ayrıntılı
bölünmesi, emek hiyerarşisi ve emek bilgisinin makinelere dâhil edilmesinin
bütününü kapsayan bir kategori olarak kullandığı kolektif işçi kavramına dayanmaktadır.
Marx’a göre emek süreci, işçilerin işten çıkarılması ve yerlerinden edilmesiyle
ilişkili daha yüksek düzeyde makineleşme bağlamında bile, organik olarak ve
temelindeki emek değeri açısından esasen aynı kalmıştır.(25)
Marx’ın Kapital’deki kolektif işçi analizi, ondan yaklaşık
on yıl önce yazdığı Grundrisse’deki genel zekâ tartışmasının ötesine geçmiştir.
Grundrisse'’de “Makineler Üzerine Fragman” olarak bilinen bölümde, “genel zekâ”
makinelere dahil edilmiş ve otomasyonun büyümesiyle üretimde emeğin ve hatta
emek değerinin görünürde ortadan kalkmasına yol açmıştır.(26) Braverman’in
kendisi de Emek ve Tekelci Sermaye’de Marx’ın “Makineler Üzerine Fragman”da
yazdığı ifadeye atıfta bulunacaktı: “Üretim süreci, yöneten kurum olarak emeğin
egemen olduğu bir süreç anlamında bir emek süreci olmaktan çıkmıştır.”(27)
‘Makineler Üzerine Fragman’ bazen son tartışmalarda hatalı bir şekilde Marx’ın
değerin emek teorisinin (ya da emek-değer teorisinin; ç.n.) makine üretimi ve
otomasyon tarafından aşamalı olarak yerinden edildiğini gördüğünü iddia etmek
için kullanılmıştır.(28) Ancak bu görüş, Marx’ın daha sonraki kolektif işçi
kavramının tüm makineleşme ve otomasyon sürecinin gizemini nasıl ortadan
kaldırdığına ve hem emeğin hem de değerin emek teorisinin devam eden
merkeziliğini nasıl gösterdiğine dair analizlerle çürütülmüştür.(29)
Braverman’in emek sürecinin makineye tâbi kılınmasıyla
ilişkili görünen çelişkiye yaklaşımı, tam da Marx’ın “kolektif işçi” kavramına
odaklanmaktı; bu kavram yalnızca emeğin üretimdeki ebedi merkeziliğini
açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda yeni devrimci olasılıklara da işaret
ediyordu. Kolektif işçide emek, Marx gibi Braverman tarafından da bir bütün
olarak, emek ve makineleşme hiyerarşisini kapsayan organik bir süreç içinde
somutlaştırılmış olarak görülüyordu.
Marx, Kapital’de Ure’ye cevaben otomasyon ve kolektif işçi
üzerine yorum yaparken şöyle yazmıştı:
“Otomatik fabrikanın Pindar'ı Dr. Ure, otomasyonu bir yandan
‘merkezi bir güç (ana hareket ettirici) tarafından sürekli olarak harekete
geçirilen bir üretim makineleri sistemine özenli bir beceriyle bakan yetişkin
ve genç birçok işçinin birleşik işbirliği’; diğer yandan da ‘ortak bir nesnenin
üretimi için kesintisiz bir uyum içinde hareket eden, hepsi kendi kendini
düzenleyen bir hareket gücüne tâbi olan çeşitli mekanik ve entelektüel
organlardan oluşan büyük bir otomat’ olarak tanımlar. Bu iki tanım özdeş olmaktan
çok uzaktır. Birinde, birleşik kolektif işçi egemen özne [übergreifendes
Subjekt] ve mekanik otomat nesne olarak görünür; diğerinde ise otomatın kendisi
öznedir ve işçiler yalnızca otomatın bilinçsiz organlarıyla eş güdümlü ve
onlarla birlikte merkezi hareket gücüne tâbi olan bilinçli organlardır. İlk
tanımlama [genel olarak kolektif işçiyle ilgili] makinelerin büyük ölçekte her
türlü kullanımına uygulanabilirken, ikincisi makinelerin sermaye tarafından
kullanımının ve dolayısıyla modern fabrika sisteminin karakteristik
özelliğidir. Bu nedenle Ure, hareketin geldiği merkezi makineyi yalnızca bir
otomat değil, bir otokrat olarak sunmayı tercih eder. ‘Bu geniş salonlarda,
buharın iyicil gücü etrafındaki sayısız gönüllü hizmetliyi çağırır.”(30)
Otomasyonun sonuçlarının Ure tarafından bu çelişkili şekilde
ortaya konmasında, Marx’ın önerdiği gibi genel olarak kolektif işçi olgusuna
karşılık gelen ilk açıklama, sosyalist üretimin gelişimiyle tutarlıdır. İkincisi
ise genel bir akılla donatılmış ve emeğin ya tamamen yok olduğu ya da aşağılık,
beyinsiz bir duruma indirgendiği makine mitine karşılık gelmektedir. Ure’ye
göre, “sermaye, bilimi hizmetine aldığında, emeğin dirençli eline her zaman
uysallık öğretilecektir.”(31) Buna karşın Marx için devrimci yanıt, özgür
toplumsal gelişmeyi artıracak şekilde kolektif işçi adına bilimi hizmete
almaktı.
Braverman’in Marx’ın Kapital’i üzerine inşa ettiği kendi
analizinin doruk noktası olarak ortaya çıkacak olan şey, kolektif işçinin en
azından potansiyel olarak toplumsal emeğin aktif öznesi olduğu iş bölümü,
makineleşme, otomasyon ve yapay zekâya yönelik devrimci bir yaklaşımın
geliştirilmesiydi. Böyle bir görüş, Ure ve Taylor’ın tercih ettiği “çeşitli
mekanik ve entelektüel organlardan oluşan ve üretimin aşılmaz otokratı olarak
işlev gören, işçilerin sadece birer uzantıya indirgendiği devasa bir otomat”
şeklindeki daha makine-fetişleştirilmiş nitelemelere şiddetle karşı çıkıyordu.
Kolektif İşçi, Yapay Zekâ ve Üretimin Yeniden
Birleştirilmesi
Braverman’in eleştirisine göre, dijital çağda otomasyon ve
yapay zekâ da dâhil olmak üzere modern teknoloji, nihayetinde kapitalist iş
bölümü tarafından bozulmuş bir emek sürecini yeniden birleştirmeye yönelik
güçlü bir eğilimi temsil ediyordu. Smith’in Ulusların Zenginliği’nin başındaki
toplu iğne örneğinde kullandığı tüm görevler artık tek bir makinede birleşmiş
ve emek sürecinin kendisinin yeniden birleştirilmesine olanak sağlamıştır. Yine
de, emek sömürüsünün ve değerlenme sürecinin hâlâ Babbage ilkesine dayandığı
tekelci aşamasındaki kapitalizm, artık giderek arkaikleşen iş bölümünü yeniden
tesis etmek için sürekli olarak daha yüksek düzeyde makineleşme ve otomasyon
kullanmaya çalıştı. Braverman’in belirttiği gibi, “Tüm adımların tek bir
makinenin çalışma mekanizmasına yerleştirildiği yeniden birleştirilmiş süreç,
şimdi onu, hiçbirinin hayatının tamamını tek bir işlevde geçirmesine gerek
olmayan ve hepsi de bu giderek daha üretken hale gelen makinelerin
mühendisliğine, tasarımına, iyileştirilmesine, onarımına ve çalıştırılmasına
katılabilen, birbiriyle ilişkili üreticilerden oluşan bir kolektif için uygun
hale getiriyor gibi görünmektedir.” Ancak, üretim güçlerindeki gelişmelerin bir
sonucu olarak kolektif işçiye teknik olarak açık olan bu olanaklar, tekelci
kapitalizmin toplumsal üretim ilişkileri tarafından engellenmektedir. “Böylece
kapitalist üretim tarzı, makineler tarafından tersi için ne kadar çok olanak
yaratılırsa yaratılsın, teknoloji tarafından tasarlanan yeni süreçlere giderek
daha derin bir iş bölümünü dayatır.”(32)
Marx'ın kolektif işçi anlayışında kabul ettiği ve
Braverman’in tekelci kapitalizm bağlamında vurgulayacağı gibi, insanların
potansiyel olarak üretimin öznesi olduğu insan özgürlüğü için yeni teknolojik
olanaklar onlara karşı çevrilir. İşçi, sermaye yönetiminin yeni makine
teknolojisini ayrıntılı iş bölümünü pekiştirmek için kullandığı ve giderek daha
“akıllı” hale gelen makineyi üretimin öznesi olarak gördüğü bir dünyada
yalnızca metalaştırılmış bir nesne haline gelir. Braverman’in terimleriyle,
Marx'ın kolektif işçisinin kendisi de tekelci kapitalizm altında
aşağılanmıştır. “Üretim kolektif hale gelmiş ve bireysel işçi, kolektif işçi
bedenine dâhil edilmiş olsa da, bu beden beyni lobotomize edilmiş ya da daha
kötüsü tamamen çıkarılmış bir bedendir. Beyni bedeninden ayrılmış, modern
yönetim tarafından emek gücünü ve emek süreçlerini kontrol etmenin ve
ucuzlatmanın bir aracı olarak ele geçirilmiştir.”(33)
Ancak Ure’nin makine mantığına indirgenmiş kolektif emek
kavramı tekelci kapitalizm altında açıkça mevcutsa, Sweezy’nin kolektif bilim
insanıyla birleşen Marx’ın kolektif işçisi, makineler daha otomatik hale
geldikçe ortaya çıkan ve insanlık tarihi boyunca geliştirilen emek süreci
bilgisini içeren yeni devrimci olasılıkları temsil ediyordu. Artan üretkenliğin
mümkün kıldığı politeknik okullar aracılığıyla işçilerin bilim ve mühendislik
alanlarında daha yaygın bir şekilde eğitilmesi, insan emeği ve yaratıcılığının
yeniden birleşmesine ve gelişmesine yol açabilirdi. İronik bir şekilde, bu ne
kadar mümkün hale gelirse, kapitalist eğitim sisteminin kendisi de o kadar
bozuldu ve işçileri, işçinin bilgisinin değersizleştirilmesine dayanan Babbage
ilkesinin egemenliği altında tuttu.
Dolayısıyla, tekelci-kapitalist toplumda eğitim, giderek
ayrıntılı iş bölümüyle aynı mantığa daha fazla tâbi olmaktadır. Sistemin bu
konudaki zorunluluğu en başından beri açıktı. Bilimsel yönetimin kurucularından
Frank Gilbreth’in yazdığı gibi: “Bir işçiyi eğitmek, yalnızca iş programındaki
talimatları yerine getirmesini sağlamak anlamına gelir. Bunu yapabildiğinde,
yaşı ne olursa olsun eğitimi sona erer.”(34) İşin aşağılanmasıyla birleşen bu
ilke, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve başka yerlerde devlet okullarında
eğitimin yoğun bir şekilde aşağılanmasının arkasında yatmaktadır. Bilim,
kültür, tarih ve eleştirel düşünme K-12 seviyelerinde sistematik olarak ortadan
kaldırılmakta ya da önemsizleştirilmekte, özellikle ilk sınıflarda standart
testlerin dayattığı indirgeyici bir sürece giderek daha fazla vakfedilmektedir.
Sanki sistem, klasik-liberal politik iktisatçı Adam Ferguson’un, işçilerin
sermaye açısından ne kadar akılsız olurlarsa o kadar üretken olduklarını
vurgulayan “Cehalet, endüstrinin anasıdır” atasözünden tam anlamıyla
faydalanmanın yollarını sonunda bulmuş gibi.(35) Eğitimin dijitalleşmesi, bilgi
ve yaratıcılığı genişletmek yerine tam tersine amansız bir standartlaşmaya yol
açıyor. Amaç, nüfusun büyük bölümünü C. Wright Mills’in “neşeli robotlar”
olarak adlandırdığı şeye dönüştürmek gibi görünüyor.(36) Büyük ölçekli dil
modellerinin yükselişi, yığınlarca veri girdisini bir araya getirebilen ve
önceden belirlenmiş algoritmalara uygun olarak “sinir ağlarında” bilgiyi yapay
olarak sentezleyebilen üretken yapay zekânın büyümesiyle birleştiğinde,
üniversite öğrencileri bu teknolojileri gerçek öğrenmenin mekanik bir ikamesi
olarak kullanmaya giderek daha fazla teşvik ediliyor.(37) Kolektif bir işçi
veya kolektif bir bilim insanından ziyade, vurgu kolektif bir makine zekâsı
olarak yapay zekâ üzerindedir.
Bunun ardında, üretimin gizli meskeninde, insan emeğinin
sürekli olarak aşağılanması yatmaktadır. Google, dünyadaki tüm kitapları (130
milyon benzersiz cilt olduğu tahmin ediliyor) dijitalleştirme planının bir
parçası olarak, ritmi düzenlenmiş bir film müziği eşliğinde kitapları hızlı bir
şekilde taramaları için yüz bin geçici ve sözleşmeli işçi tuttu. Proje büyük
ölçüde terk edilmiş olsa da, üretken yapay zekânın geliştirilmesi için bir
mekanizma olarak görülüyordu.(38) Güvencesiz emeği oluşturan geçici ve
sözleşmeli işçi sayısındaki artış, dijital çağın/yapay zekâ çağının “bulut
bilişim” gizemiyle örtülen gizli gerçekleridir. Yeni platform işleri
milyonlarca taşeron işçiyi istihdam etmektedir. McKinsey Global Institute gibi
iş grupları tarafından ulusal iş gücü üzerinde yapılan çevrimiçi anketler,
Amerika Birleşik Devletleri’nde “çalışanların yüzde 25 ila 35'inin” bir önceki
ay içinde ek veya birincil olarak standart dışı veya geçici işlerde çalıştığını
gösteriyor. Bu da 2024 yılı itibarıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde en az 41
milyon kişinin genellikle geçici işçi olarak bir tür gig [veya platform] işinde
çalıştığı anlamına geliyor. Her ne kadar sayısız iş yapay zekâ tarafından
tehdit edilse de (tahminler büyük ölçüde değişmektedir), iş genel olarak ortadan
kalkmamakta, daha şarta bağlı ve güvencesiz hale getirilmektedir.(39)
Yine de, işin bu amansız gibi görünen işlev kaybına karşıt
eğilimler de var. Marx’ın ünlü gözleminde olduğu gibi, üretici güçlerin
gelişimiyle bağlantılı olarak genişleyen insan potansiyelinin, üretimin
toplumsal ilişkileri tarafından engellendiği durumlarda, kaçınılmaz olarak
“toplumun genelinin yeniden inşasını” amaçlayan yeni devrimci mücadeleler
ortaya çıkmaktadır.(40) Günümüzün emek süreci üzerindeki sınıf mücadeleleri
yeni dijital teknolojiye ya da yapay zekâya karşı değil, insanların
kendilerinin salt algoritmalara indirgenmesine karşıdır. Genel zekânın somutlaşmış
hali olarak kolektif işçi, üretim koşullarını ancak gelişmiş bir sosyalizm ya
da eşitlikçi ve sürdürülebilir bir insani gelişim sistemi altında bir bütün
olarak toplumun yararına kontrol edebilir.
Dipnotlar:
1-
Bakınız Matteo Pasquinelli, The Eye of the
Master: A Social History of Artificial Intelligence/Efendinin Gözü: Yapay
Zekânın Toplumsal Tarihi (Londra: Verso, 2023); Pietro Daniel Omodeo, “The
Social Dialectics of AI/“Yapay Zekânın Toplumsal Diyalektiği,” Monthly Review
76, no. 6 (Kasım 2024): 40-48; Simon Schaffer, “Babbage's Intelligence
Calculating Engines and the Factory System/ Babbage'ın Zekâ Hesaplama Motorları
ve Fabrika Sistemi,” Critical Inquiry 21, no. 1 (Autumn 1994): 205, 209-10,
220-23.
2-
Karl Marx, Capital/Kapital, cilt 1 (Londra:
Penguin, 1976), 1019-25, 1034-38.
3-
Kurt Vonnegut Jr., Player Piano/Otomatik Piyano
(New York: Dell Press, 1952, 1980), 12-13, 187. Romanda kullanılan Birinci ve
İkinci Sanayi Devrimleri'nin özel karakterizasyonları Vonnegut tarafından
Amerikalı bilgisayar bilimcisi ve matematikçi Norbert Wiener'e atfedilmiştir.
4-
Rick Wartzman, “The First Time the Nation
Freaked Out Over Automation/Ulusul Otomasyon Konusunda İlk Kez Tepesinin Attığı
An,” Politico, 30 Mayıs 2017.
5-
Paul M. Sweezy (anonim olarak yayımlanmıştır),
The Scientific-Industrial Revolution/Bilimsel-Endüstriyel Devrim (New York:
Model, Roland & Stone, 1957), 10, 27-36; Marx, Capital/Kapital, cilt 1,
461, 483, 544. Paul A. Baran 1940'larda ve 50'lerde ek gelir elde etmek için
Wall Street’teki Model, Roland&Stone firması için çalışmalar yapmıştır.
Ancak 1956-1957’de Büyümenin Ekonomi Politiği’ni tamamlıyordu ve araştırmada
Sweezy’nin yardımını aldı. Sweezy, Baran’a yardımcı olmak için sonunda
Bilimsel-Endüstriyel Devrim adlı monografiyi yazdı. Yatırım fırsatlarına
iyimser bir bakış açısı sunmak isteyen bir Wall Street firmasının bağlamı göz
önüne alındığında, Sweezy esasen monografiyi bu yönde yönlendirmek zorunda
kaldı ve bu açıdan kendi görüşlerinden önemli ölçüde farklıydı. Bununla
birlikte, o dönemde Baran’a da söylediği gibi, böyle bir projenin gerektirdiği
temel bilim ve bunun sosyal ve ekonomik sonuçlarına ilişkin araştırma
olağanüstü değerliydi ve katkısının önemi de burada yatmaktadır. Bkz: Paul A.
Baran ve Paul M. Sweezy, The Age of Monopoly Capital/Tekelci Sermaye Devri,
Nicholas Baran ve John Bellamy Foster, eds. (New York: Monthly Review Press,
2017), 146, 503.
6-
Sweezy, The Scientific-Industrial Revolution/Bilimsel-Endüstriyel
Devrim, 28-30.
7-
Leo Huberman ve Paul M. Sweezy, “The ‘Triple’
Revolution/Üçlü Devrim,” Monthly Review 16, no. 7 (Kasım 1964): 417-23. Ayrıca
bakınız George ve Louise Crowley, “Beyond Automation/Otomasyonun Ötesi,”
Monthly Review 16, no. 7 (Kasım 1964): 423-39. Huberman ve Sweezy,
makalelerinde şunları yazmıştır: “Bizim vardığımız sonuç, evrensel garantili
gelir fikrinin ‘Üçlü Devrim’ yazarlarının açıkça inandığı gibi büyük bir
devrimci ilke olmadığıdır. Mevcut sistemimiz altında uygulandığı takdirde,
statükoyu güçlendirme eğilimindeki halkın afyonu olan bir din gibi olacaktır. Sosyalist
bir sistemde ise oldukça gereksiz olur ve yarardan çok zarar getirebilir“
(Huberman ve Sweezy, ‘The ’Triple' Revolution/Üçlü Devrim,” 122). Evrensel
temel gelirin daha radikal alternatifleri (sosyalizm dışında) tam istihdam
garantisi ve evrensel kamu hizmetleri politikasıdır. İkincisi hakkında bakınız
Jason Hickel, “Universal Public Services/Evrensel Kamu Hizmetleri,” Jason
Hickel (blog), 4 Ağustos 2023.
8-
Paul A. Baran ve Paul M. Sweezy, Monopoly
Capital/Tekelci Sermaye (New York: Monthly Review Press, 1966), 8-9, 72.
9-
Bkz. John Bellamy Foster, Braverman'e giriş,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, xi-xiv.
10- Herbert
Marcuse'den alıntı Bruce Brown, Marx, Freud, and the Critique of Everyday Life/Bruce
Brown, Marx, Freud ve Gündelik Hayatın Eleştirisi (New York: Monthly Review
Press, 1973), 14.
11- Paul
M. Sweezy, Braverman'e önsöz, Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci
Sermaye, xxv-xxvi.
12- Braverman'in
bir üretim işçisi olarak rolü hakkında bkz. Braverman, Labor and Monopoly
Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 4-5.
13- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 115. Sweezy'nin
Bilimsel-Teknik Devrim ve “kolektif bilim insanı” açıklamasına ek olarak
Braverman, Sweezy'nin organik kimyanın gelişimine dayanan “sentetikler çağı”
analizini de dâhil etmiştir.
14- Adam
Smith, The Wealth of Nations/Ulusların Zenginliği (New York: Modern Library,
1937), 4-5.
15- Pasquinelli,
The Eye of the Master/Efendini Gözü, 53-76.
16- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 55-58; Pasquinelli, The Eye
of the Master/Efendinin Gözü, 17, 104.
17- Charles
Babbage, On the Economy of Machinery and Manufactures/Makine ve Üretim
Ekonomisi Üzerine (Cambridge: Cambridge University Press, 2009, Charles Knight
tarafından 1831'de yayınlanan orijinalinin tıpkıbasımı), 143-45, 186.
18- Babbage,
On the Economy of Machinery and Manufactures/Makine ve Üretim Ekonomisi Üzerine,
137-38.
19- Andrew
Ure, The Philosophy of Manufactures/Üretimin Felsefesi (Londra: Charles Knight,
1835), 19-23.
20- Braverman,
Emek ve Tekelci Sermaye, 57.
21- Marx,
Capital/Kapital, cilt 1, 544-45, 798-99; Karl Marx, Grundrisse (Londra:
Penguin, 1973), 693-705.
22- Pasquinelli,
The Eye of the Master/Efendinin Gözü, 109.
23- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 175; Richard Edwards,
Contested Terrain (New York: Basic Books, 1979).
24- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 77-82; Frederick Winslow
Taylor, “Shop Management,/Mağaza Yönetimi” Frederick Winslow Taylor, Scientific
Management/Bilimsel Yönetim (New York: Harper and Brothers, 1947) içinde, 105;
Foster, Braverman, "Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye"ye giriş,
xvii.
25- Marx,
Capital/Kapital, cilt 1, 464-69, 544; Pasquinelli, The Eye of the Master/Efendinin
Gözü, 99, 104-5, 108-10, 116-18; Braverman, Labor and Monopoly Capital/Emek ve
Tekelci Sermaye, 308, 320-21; Rob Beamish, Marx, Method, and the Division of
Labor/Marx, Yöntem ve İş Bölümü (Urbana: University of Illinois Press, 1992),
110-13, 126-32.
26- Marx,
Grundrisse, 693-705.
27- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 118-19.
28- Paulo
Virno, Grammar of the Multitude/Çokluğun Grameri (New York: Semiotext[e],
2004), 105-6.
29- Michael
Heinrich'in açıkladığı gibi, değer açısından bakıldığında, Marx’ın kolektif
işçiyi ele alışı makine mitolojisini ve “genel zekâ” kavramını kırmıştır. Değer
ve değişim değeri ile somut ve soyut emek arasındaki ayrımlar ve göreli artı
değer kavramını geliştirmesi yoluyla değer teorisini (Grundrisse'nin ötesinde)
daha da geliştirmesiyle bağlantılıydı. Marx’a göre kapitalist üretimde
makinelerin kullanılmasının nihai amacı, artı değer oranını ya da işçinin (hem
bireysel hem de kolektif) sömürüsünü artırmaktı. Michael Heinrich, “The
‘Fragment on Machines’: A Marxian Misconception in the Grundrisse and its
Overcoming in Capital/Makineler Üzerinde Parça: Grundrisse'de Marxçı Bir
Yanılgı ve Kapital’de Aşılması,” Marx's Laboratory: Critical Interpretations of
the Grundrisse/Marx Laboratuvarı: Grundrisse’nin Eleştirel Yorumları”, içinde
Riccardo Bellofiore, Guido Starosta, and Peter D. Thomas, eds., (Chicago:
Haymarket, 2013), 197-212. Ayrıca bakınız Cheng Enfu, The Creation of Value by
Living Labour/Yaşayan Emeğin Değer Yaratması (Canut, Türkiye: Canut
International Publishers, 2005), 109-11.
30- Marx,
Capital/Kapital, cilt 1, 544-45; Ure, Philosophy of Manufactures, 13, 18.
31- Ure,
The Philosophy of Manufactures/Üretimin Felsefesi, 368.
32- Braverman,
Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 320.
33- Braverman,
a.g.e., 321.
34- Frank
Gilbreth, Braverman, Labor and Monopoly Capital/Emek ve Tekelci Sermaye, 309'da
alıntılanmıştır.
35- Adam
Ferguson'dan alıntı Marx, Capital/Kapital, cilt 1, 483.
36- John
Bellamy Foster, “Education and the Structural Crisis of Capital/Eğitim ve
Sermayenin Yapısal Krizi,” Monthly Review 63, no. 3 (Temmuz-Ağustos 2011):
6-37; C. Wright Mills, The Sociological Imagination/Sosyolojik Tahayyül
(Oxford: Oxford University Press, 1959), 175.
37- Jason
Resnikoff, “Contesting the Idea of Progress: Labor's AI Challenge/ İlerleme
Fikrini Tartışmak: İşçinin Yapay Zekâ Mücadelesi,” New Labor Forum, 10 Eylül
2024, newlaborforum.cuny.edu; Katy Hayward, ”Machine Unlearning: AI,
Neoliberalism and Universities in Crisis/Makine Öğrenmesinin Unutulması: Yapay
Zekâ, Neoliberalizm ve Krizdeki Üniversiteler,” Red Pepper, 25 Ağustos 2024,
redpepper.org.uk.
38- Moritz
Altenried, The Digital Factory /Dijital Fabrika (Chicago: University of Chicago
Press, 2022), 3-4; Jennifer Howard, “What Happened to Google's Effort to Scan
Millions of University Library Books?/ Google'ın Milyonlarca Üniversite
Kütüphanesi Kitabını Tarama Çabasına Ne Oldu?”, EdSurge, 10 Ağustos 2017; “How
Many Gig Workers Are There?/Kaç Tane Gig Çalışanı Var?”, Gig Ekonomisi Veri
Merkezi, erişim tarihi 23 Ekim 2024.
39- IMF,
yapay zekânın dünyadaki işlerin yüzde 40'ını, gelişmiş ekonomilerde ise yüzde
60'ını “etkileyeceğini” tahmin etmektedir. Bunun gerçekte ne anlama geldiği ve
zaman çizelgesi, abartıyı bir kenara bırakırsak, belirsizdir. MIT ekonomisti H.
Daron Acemoğlu, “tüm işlerin yalnızca küçük bir yüzdesinin -sadece %5'inin-
önümüzdeki on yıl içinde yapay zekâ tarafından devralınmaya ya da en azından
büyük ölçüde desteklenmeye hazır olduğunu” tahmin ediyor. Kristalina Georgieva,
“AI Will Transform the Global Economy. Let’s Make Sure It Benefits Humanity/Yapay
Zekâ Küresel Ekonomiyi Dönüştürecek. İnsanlığa Fayda Sağladığından Emin Olalım,”
IMF Blog, 14 Ocak 2014; Jeran Wittenstein, ‘AI Can Do Only 5% of Jobs, Says MIT
Economist Who Fears Crash/Çöküşten Korkan MIT Ekonomisti, Yapay Zekânın İşlerin
Sadece %5'ini Yapabileceğini Söylüyor,’ Bloomberg, 2 Ekim 2024. Güvencesizlik konusunda
bkz: R. Jamil Jonna ve John Bellamy Foster, “Marx's Theory of Working-Class
Precariousness/Marx’ın, İşçi Sınıfının Güvencesizliği Teorisi,” Monthly Review
67, no. 11 (Nisan 2016): 1-19.
40- Karl
Marx, A Contribution to the Critique of Political Economy/Ekonomi Politiğin Eleştirisine
Katkı (Moskova: Progress Publishers, 1970), 21; Karl Marx ve Friedrich Engels,
The Communist Manifesto: 150th Anniversary Edition/Komünist Manifesto: 150. Yıl
Dönümü Baskısı (New York: Monthly Review Press, 1998), 2.
https://monthlyreview.org/2024/12/01/braverman-monopoly-capital-and-ai-the-collective-worker-and-the-reunification-of-labor/
adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü;
Twitter üzerinden takip etmek için buraya,
Bluesky üzerinden takip etmek için buraya,
Facebook üzerinden takip etmek için buraya,
Blogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.