Content feed Comments Feed

ABD merkezli bağımsız haber kuruluşu Democracy Now! adına Amy Goodman ve Nermeen Shaikh, tarihçi Enzo Traverso’yu ağırladı. Programda, post-faşizm ve İsrail’in Gazze saldırısı üzerinde duran Traverso, Gazze’de işlenen soykırım suçunun uzun vadede Holokost belleğine de zarar vereceğini vurguladı.


 

AMY GOODMAN: Burası Democracy Now!, democracynow.org, “Savaş, Barış ve Başkanlık”. Ben Amy Goodman, Denver'daki PBS12'den yayın yapıyorum. Nermeen Shaikh New York'ta.

NERMEEN SHAIKH: Bugünkü programımızı Gazze Tarihle Yüzleşiyor adlı yeni kitabın yazarı, ünlü tarihçi Enzo Traverso ile bitiriyoruz. Bir eleştirmen, kitabın “İsrail'in ve Batı’daki destekçilerinin Gazze’deki katliamı meşrulaştırmak için başvurdukları retorik hilelerin yıkıcı bir iddianamesi” olduğunu söylüyor.

AMY GOODMAN: Enzo Traverso bize Cornell Üniversitesi'nde ders verdiği Ithaca, New York'tan katılıyor. Diğer kitapları arasında “The Origins of Nazi Violence/Nazi Şiddetinin Kökenleri” ve “The New Faces of Fascism: Populism and the Far Right/Faşizmin Yeni Yüzleri: Popülizm ve Aşırı Sağ” bulunmaktadır.

Profesör Enzo Traverso, Democracy Now'a hoş geldiniz! Çalışma alanınız faşizm ve Naziler. Şimdi neden Gazze'yi ele aldığınızdan bahsedin.

ENZO TRAVERSO: Teşekkür ederim. Beni ağırladığınız için teşekkür ederim.

Evet, ben bir modern Avrupa tarihi tarihçisiyim. Şu anda Gazze’de olanlardan herkes gibi ben de derinden etkilendim ama Orta Doğu uzmanı değilim. Başlangıçta bu savaş ve soykırım üzerine bir kitap yazmayı düşünmedim. Ancak kısa sürede savaşların tarihiyle, şiddet ve soykırımların tarihiyle, Avrupa tarihinin kendisiyle ilişkili tarihin ve hatta kelimelerin, Gazze savaşını yorumlamak için büyük ölçüde seferber edildiğini fark ettim. Pogromlar, Holokost, antisemitizm, Siyonizm gibi pek çok kelimenin, pek çok kavramın nasıl suiistimal edildiği, yanlış anlaşıldığı ve bunlarla hedef şaşırtıldığı karşısında şok oldum. Gerçekliğin bu şekilde yanlış anlaşılması karşısında, bu tür kavramların anlamını açıklığa kavuşturmanın önemli olduğunu düşündüm.

NERMEEN SHAIKH: Profesör Traverso, kitaba Sebald’ın İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda Alman şehirlerine yapılan yıkıcı hava bombardımanlarından sonra, bu hava saldırılarından kurtulan Almanlar tarafından neden neredeyse hiç konuşulmadığını kısmen anlamaya çalıştığı olağanüstü eseri Natural History of Destruction/Yıkımın Doğal Tarihi Üzerine’den alıntı yaparak başlıyorsunuz. Bunu bir tür öncül olarak nasıl kullandığınızdan ve 7 Ekim’den sonra yaşananların bu mercekten nasıl yorumlanması gerektiğinden, kurbanların ve faillerin çatışmada nasıl temsil edildiğinden bahsedebilir misiniz?

ENZO TRAVERSO: Evet. Kitabıma, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Almanların kendi acıları konusunda nasıl sessiz kaldıklarına dikkat çeken büyük Alman yazar W. G. Sebald’dan alıntı yaparak başlıyorum. Yani Alman sivil toplumu müttefik bombardımanlarıyla yok edilmişti. Ancak bu sessizlik, Almanlar bu savaş suçlarının mağduru olurken Nazi Almanya’sının Holokost’u ve Avrupa’da, özellikle de Doğu Cephesi’nde daha kötü suçları işlediğinin farkında olmalarıyla ilgiliydi. Ve İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Nürnberg mahkemesi Nazi suçlarını yargıladı. Ve ancak on yıllar sonra, İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın çektiği acılar, Nazi suçlarının bir tür aklanması ya da görelileştirilmesi olarak görülmeden kabul edildi.

Şimdi ise failin Hamas ve Filistinliler, kurbanların ise İsrailliler olduğu paradoksal bir durumla karşı karşıyayız. Bu da gerçekliğin tersine çevrilmesidir. Nazi suçları yerine ABD ve İngiltere uçakları tarafından işlenen müttefik zulmünün yargılandığı bir Nürnberg duruşması gibi.

NERMEEN SHAIKH: Peki Profesör Traverso, 7 Ekim'den bu yana Holokost'un bu şekilde anılmasının aslında Holokost'un kendisine yapılan bir saygısızlık olduğunu neden düşündüğünüzü açıklayabilir misiniz? Bu noktayı ve neden bu kadar çok kişi tarafından bu amaçlar için kullanıldığını düşündüğünüzü detaylandırabilir misiniz?

ENZO TRAVERSO: Evet. Holokost belleği, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra on yıllar boyunca yeraltında ve gizli bir anı olarak kaldı. Ancak çok zor ve sancılı bir geçmişle yüzleşme süreci sonucunda, Holokost belleği sadece Batı’nın değil, küresel bellek alanının da merkezi bir unsuru, bir sütunu haline geldi. Holokost’u bu resmin merkezine yerleştirmeden 20. yüzyılı düşünemeyiz. Kitabımda, Holokost’un liberal demokrasilerimizin bir tür kamu dini haline geldiğini ve insan haklarını ve demokrasilerimizin bazı temel değerlerini övmek için kullanıldığını yazdım. Holokost belleği, diğer şiddet ve soykırım biçimlerinin belleğini detaylandırmak için bir tür paradigma olarak son derece önemliydi.

Ancak son on yıllarda -son yirmi yıl diyebilirim- Holokost belleği paradoksal bir metamorfoz yaşadı ve İsrail’in Filistin topraklarını işgalini koşulsuz destekleyen bir politika haline gelmek üzere İsrail ve çoğu Batılı güç tarafından silah olarak kullanıldı. Bunun son derece tehlikeli sonuçları var çünkü bugün Gazze’de soykırım niteliği taşıyan bir savaşı meşrulaştırmak için Holokost belleğine başvurulduğu ve sahip çıkıldığı dramatik, trajik bir durumla karşı karşıyayız. Bu da Holokost belleğinin tamamen saptırıldığı anlamına gelmektedir.

Ve bunun olası sonuçlarını bir düşünün. Bu soykırım savaşına karşı protesto gerçekleştirenler antisemitizmle suçlanıyor. Ancak Holokost belleği soykırımcı bir politikayı kayıtsız şartsız savunmak için devreye sokulursa, belki de insanlar Holokost belleğinin özünde kötü olduğunu düşünebilir. Eğer bir soykırımı eleştirmek antisemitizm ise, pek çok insan antisemitizmin o kadar da kötü olmadığını düşünebilir. Ve son olarak, pek çok insan Holokost’un kendisinin, İsrail’in Filistin topraklarını işgal ve baskı politikalarını meşrulaştırmak için uydurduğu bir mit olduğunu düşünmeye başlayacaktır. Dolayısıyla, korkarım, belki hemen değil ama uzun vadede antisemitizme karşı mücadele ve Holokost belleği adına İsrail işgalini ve savaşını koşulsuz savunduğunu iddia eden insanlar yeni bir antisemitizm dalgası hazırlıyorlar.

AMY GOODMAN: Profesör Enzo Traverso, bugünkü programımızı bitirmeden önce size Trump’ın zaferini sormak istiyorum. Sizi şaşırtan şeyin onun kazanması değil, kazanmasının boyutu olduğunu söylediniz. Önceki kitaplarınızdan birinin adı Faşizmin Yeni Yüzleri: Popülizm ve Aşırı Sağ. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?

ENZO TRAVERSO: Evet, bu kitapta, küresel ölçekte yükselen radikal sağ, aşırı sağ, faşist ve radikal milliyetçi hareket ve partilerin bu çok geniş ve heterojen kümelenmesini tasvir etmek için post-faşizm kategorisini önerdim. Ve Trump bir istisna değildir. Trump bu küresel fenomenin bir parçasıdır. Bu post-faşizm kavramını kullandım, çünkü belli nedenlerden ötürü klasik faşizm çağından farklı bir bağlamda yaşıyoruz ve Donald Trump ya da Arjantin’deki Milei, Fransa’daki Marine Le Pen ya da İtalya’daki Giorgia Meloni ile klasik faşizm arasında tartışılmaz pek çok fark var, bu açıdan bakıldığında faşizmden farklı bir şey. Ancak aynı zamanda bu yeni siyasi fenomeni klasik faşizmle karşılaştırmadan ele alıp yorumlayamayız. Faşizm ile bilinmeyen bir şey arasında geçiş niteliğinde bir şey ortaya çıkıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde şu konuda bir tartışma var.

AMY GOODMAN: Sadece 20 saniyemiz var, size söylemekten nefret ediyorum. Profesör, sadece 20 saniyemiz var.

ENZO TRAVERSO: Evet. Trump’ı bir faşist olarak tasvir etmekte hiç zorlanmadığımı söyledim. Seçim sonucuna itiraz ederek demokrasinin temel özelliklerini çiğnemeye hazır olduğunu kanıtladı. Ancak bu tür bir faşizm aniden düşen bir meteor değildir.

AMY GOODMAN: Burada bırakmak zorundayız, ancak New York'a geldiğinizde daha uzun bir röportaj yapmak için sabırsızlanıyoruz.

 

https://www.democracynow.org/2024/11/15/gaza_faces_history_enzo_traverso adresinde deşifresi yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

 

Kültürel tarih ve tarihsel epistemoloji alanında çalışma yapan akademisyen Pietro Daniel Omodeo, Monthly Review dergisi için "Yapay Zekânın Toplumsal Diyalektiği" başlıklı bir makale kaleme aldı.


Yapay zekâ (AI) çağımızın her yerde mevcut, çoğu zaman da her şeye gücü yeten bir inovasyonudur. Bu nedenle, Matteo Pasquinelli'nin yapay zekânın tarihsel ve diyalektik bir kavrayışını sunan yeni kitabı The Eye of the Master: A Social History of Artificial Intelligence (Verso, 2023)/Efendinin Gözü: Yapay Zekânın Toplumsal Tarihi başlı başına hayati bir öneme sahip. Pasquinelli'nin çalışması, bilimin maddi tarihi, toplumun algoritmalaşması ve Antroposen'de sermaye ile emek arasındaki antagonizma üzerine yıllarca süren araştırmaların doruk noktasıdır. Tüm bunları Karl Marx'ın ve bilim ile emek sürecinin tarihsel epistemolojisiyle ilgilenen sonraki teorisyenlerin merceğinden, bir dereceye kadar İtalyan operaismo'su ile destekleyerek eleştirel bir şekilde değerlendiriyor.(1)

Yeşil ve dijital dönüşümlere dair teknoloji merkezli hayallerin hâkim olduğu günümüzde, sermaye piyasalarının genişlemesine yönelik girişimci “fırsatlar” üzerindeki neoliberal vurgu, sosyal ve ekolojik adaleti hedefleyen önemli bir dönüşümü ihmal etmektedir.(2) Bu yabancılaşmış politik-ekonomik zorunluluk, aşağıdan eleştirel bir bakış açısı gerektirmektedir. sosyalizm sorusu kitabın mantığına işlendiği için Pasquinelli doğru yönde ilerliyor. Yapay zekâya, kapitalist yönetim altında tüm makinelerin (ya da üretim araçlarının) yaptığı gibi, çatışmalı toplumsal ilişkilerin ifadesi olan ve iktidarı etkileyen bir teknoloji olarak bakıyor. Marx'ın Kapital’de yazdığı gibi: “Üretim araçları yalnızca insan emeğinin ulaştığı derece ve gelişimin bir standardını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insanların içinde çalıştığı toplumsal ilişkileri de gösterir.”(3)

Pasquinelli'nin bilim ve teknoloji tarihine yaklaşımı, Boris Hessen, Henryk Grossman, Peter Damerow ve Jürgen Renn gibi bilimin “sosyal dışsalcılarının” ve tarihsel epistemologların izinden gitmektedir.(4) Pasquinelli'nin açıkça belirttiği gibi, Efendinin Gözü “bu [çoklu sosyal] yapay zekâ soylarını, hesaplama mantığı, görev performansı ve insan benzerliğinin (içselci) sorunları olarak değil, emek otomasyonunun (dışsalcı) perspektifinden incelemeyi ve değerlendirmeyi” amaçlamaktadır.(5) Kitabın temel amacı, bu şekilde tanımlanan eleştirel bir metodolojiye dayanarak dijital çağın sosyoekonomik köklerinin ideolojiden arındırılmış ve emek merkezli bir analizini geliştirmektir: “Tarihsel epistemoloji, toplumsal praksisin, emek araçlarının ve bilimsel soyutlamaların küresel ekonomik dinamikler içinde diyalektik olarak ortaya çıkışıyla ilgilenir.”(6)

Bu, Hessen'in bilimi üç ana faktörün sonucu olarak açıklayan sosyal bilim tarihi programının praksiyolojik (Eylem-bilimsel; ç.n.) bir yeniden yorumudur: ekonomi politik, teknoloji ve ideoloji.(7) Bu yaklaşım doğrultusunda, dijital çağın teknolojileri de dâhil olmak üzere tüm teknolojilerin; sosyal pratiklerin (bir ekonomi sorunu), bilimin (bilgi bileşenine bağlı) ve maddi kültür ile sınıf mücadelelerinin (politik eksen) kesişme noktasında yer aldığı varsayılabilir. Marksist bir bakış açısıyla, üretken teknolojiler; “sabit sermaye”, yani üretim araçları, emek örgütlenmesi ve emeğin yabancılaşması olarak anlaşılmalıdır. Pasquinelli bu eleştirel kavramları, en ünlü tarihsel örnekleri arasında Charles Babbage'ın on dokuzuncu yüzyıl hesap makineleri ve Frank Rosenblatt'ın otomatik istatistiksel analize dayanan istatistiksel araçların yirminci yüzyılın ortalarında bilgisayarlaştırılması olan yapay zekâya uygular.

Gerçekten de, kitabın doruk noktasını teknolojik bir aydınlanma oluşturmaktadır: Frank Rosenblatt'ın 1957 yılında Perceptron'u icat etmesi. Pasquinelli son bölümü, (Rosenblatt'a göre) bir beyinle karşılaştırılabilecek ve yapay zekânın maddi başlangıcını oluşturan bu kendi kendini organize eden yapay sisteme ayırmıştır. Sinir ağlarına dayanan ve dolayısıyla öğrenebilen, daha doğrusu makine öğrenimi yapabilen ilk örüntü tanıma teknolojisinin inşası, yeni bir teknososyal sürecin başlangıcına işaret ediyordu. İlk prototip olan Mark I Perceptron, istatistiksel analizi otomatikleştirdi ve örüntüleri nasıl tanıyacağını öğrenmek için bir deneme-yanılma yöntemi kullandı. Dört yüz fotoreseptörlü yirmiye yirmi piksellik bir kamera olan sensöründen, duyusal birimlerden ilişkisel birimlere ve ikili bir sınıflandırma mantığını izleyen yanıt birimlerine giden üç aşamalı bir süreç aracılığıyla bir örüntü tanıma sistemi geliştirdi.

Pasquinelli'ye göre, istatistiksel araçların bilgisayarlaştırılması, Rosenblatt'ın tutkulu bir araştırmacısı olduğu zekâ ve bilişsel becerileri ölçmeye yönelik psikometrik teknikleri de içeriyordu. Bu metrolojiler, bir dizi ölçülebilir beceriye indirgenmiş indirgemeci bir zihin anlayışını ima ediyordu; böylece yapay zekânın “ilk günahı” olarak görülebilecek bir önyargı ortaya çıkıyordu. Dahası, bilişi ölçme programı, özellikle sosyal normalleştirme için tasarlanmış bir bilimin, psikometrinin bir parçasıydı. Dolayısıyla, Pasquinelli'nin politik-epistemolojik eleştirisi, görünüşte tarafsız teknolojilerin gelişiminin keyfi bir unsurunu oluşturmaktan çok, sınıflandırıcı önyargıların yapısal olarak yapay zekâya gömülü olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Gerçekten de makineler, şeyleşmiş kültürel kategorilere (sosyal ilişkiler, ırk, cinsiyet vb. ile ilgili sınıf ideolojileri) göre nasıl sınıflandırma yapacaklarını öğrenirler: “Turing testinden bu yana makineler, davranışları toplumsal kurallarla karşılaştırılarak 'zeki' olarak değerlendirilmektedir.”(8)

Pasquinelli'nin hikâyesinin sonundan, yani Rosenblatt'ın teknolojik başarısından başlayarak, The Eye of the Master’ı tersinden bir yapay zekâ arkeolojisi olarak yeniden düzenlemek için inceleyeceğim. Anlatı, antik çağda hesaplama soyutlamalarından algoritmaların ve modern zamanlarda bilgisayarların ortaya çıkışına ilişkin çok genel değerlendirmelerden, Sanayi Devrimi'nden bu yana kapitalizm altında emeğin örgütlenmesine kadar yapay zekânın gelişim mantığını takip ederek ilerlemektedir. Üç bölümün tersten okunması, Pasquinelli'nin yapay zekânın oluşumunu yirminci yüzyılın kültürel-bilimsel ortamlarında (son bölüm olan ‘Bilgi Çağı’nda ele alınmaktadır) ve daha da geriye giderek İngiliz sanayileşmesinin ve sınıf mücadelelerinin altın çağında (ilk bölüm olan ’Sanayi Çağı’nda yer almaktadır) nasıl izlediğini ve böylece yapay zekâ tarihini daha genel bir emek, teknoloji ve bilgi çıkarma tarihine (giriş bölümünde açıklanmıştır) nasıl bağladığını daha iyi göstermektedir. Bu sırayla okumak, Pasquinelli'nin tarihsel-materyalist bir sorgulama temelinde bilgi ekonomisi hakkındaki yaygın mitleri tersine çeviren bir bilgi emek teorisi önerisinin gücünü vurgulamaktadır.

Perceptron'un başlattığı dijital çağ, kitabın ikinci ve son bölümünün odak noktasıdır. Pasquinelli burada yapay zekânın dayandığı fikirleri ve teknolojik uygulamaları incelemektedir. Üç fikrin çok önemli olduğu gösterilmektedir: birincisi, sinir ağının biyolojik metaforuna olan saplantı; ikincisi, zekâ için test vakası olarak yinelenen örüntü tanıma sorunu; ve üçüncüsü, yapay zekânın epistemolojik paradigmasının (ve ideolojisinin) birbirine bağlı iki sütunu olarak “bağlantıcılık” ve “özerklik”.

Pasquinelli, yapay zekânın sinir ağlarına olan saplantısıyla ilişkili olarak, bu metaforu nöropsikiyatrist Kurt Goldstein ve psikobiyolog Donald Hebb'in beyin fizyolojisinden makinelere aktarılabilen nöroplastisite fikrinin bir mirası olarak sunmaktadır.(9) Modern bilgisayar makinelerinin inşasından önce ortaya çıkan ve çığır açan bir metin olan 1943 tarihli “A Logical Calculus of the Ideas Immanent in Nervous Activity” başlıklı ve sıklıkla alıntılanan makalede, sibernetikçiler Warren McCulloch ve Walter Pitts (sırasıyla bir nörofizyolog ve bir matematikçi) nöronların teknolojik yollarla taklit edilebileceği fikrini ortaya atmıştır. Bu, beyin fonksiyonlarını yeniden üreten bir yapay zekâ geliştirmenin arkasındaki asıl itici güçtü. Ancak Pasquinelli'nin de belirttiği üzere, makalenin yazarları iddia ettikleri gibi doğayı taklit etmediler. Daha ziyade, nöronları teknolojik terimlerle, özellikle de mühendis Claude Shannon'ın Boolean ikili mantık işlemlerini teknik olarak yeniden üretmek için tasarladığı elektrik devrelerine benzeterek yeniden yorumladılar.(10)

Dahası, sinir ağları fikri fizyolojinin teknolojik olarak yeniden yorumlanmasından kaynaklanırken, yapay zekânın bir diğer ayağı olan örüntü tanıma, algı psikolojisinden, tam olarak Gestalt psikolojisinden kaynaklanmaktadır. Pasquinelli bunu Gestalt teorilerinin, istatistiksel topografi teknolojisine çevrilmiş “bilişsel fosili” olarak adlandırmaktadır.(11) Örüntü tanıma konusundaki bu ısrarın asıl nedenleri, Gestalt akademisyenlerinin erken sibernetikçilerin makine zekâsı programlarına karşı geliştirdikleri bir meydan okumadan kaynaklanmaktadır. Gestalt psikologları insan zekâsının ve onun “karmaşık sentetik yetisinin” indirgenemezliğini savunmuşlardır.(12) Sibernetik karşılık (Norbert Wiener, Jerome Lettvin, Humberto Maturana ve diğerleri), mantıksal bir temsilin, temsil edilen biliş nesnesine göre zorunlu olarak izomorfik görünmemesi gerektiğini savunarak tartışmayı hesaplama alanına taşımıştır. Yani, temsilin algılanan şekli yansıtması gerekmez, ancak onu basitçe bilgi parçalarına çevirebilir. Sibernetikçiler gözün fizyolojisine odaklanmışlardır çünkü bu, insan zihninin ilk müdahalesini gerektirmeyen bir algısal sentez örneği teşkil etmektedir. Daha ziyade, görme organı, beynin sinyali yorumlama kapasitesinden bağımsız olarak, bilgiyi sentezlenmiş bir şekilde alır ve beyne iletir. Başka bir deyişle, sentetik işlev göz tarafından öngörüldüğü gibi sadece beyin tarafından yerine getirilmez. Bu nedenle, bilginin kodlanmasının gönderge ile herhangi bir benzerlik taşıması için zorlayıcı bir neden yoktur.(13)

Dahası, yapay zekâ söyleminin bir bileşeni de, beynin yapay nöronlar tarafından yeniden üretilebilecek öz-düzenleyici bir kapasitesi olarak görülen özerklik ideolojisidir. Liberal düşünürler, aşağıdan yukarıya bağlantılar kurmaya yönelik bu fizyolojik kapasiteyi, ekonominin sözde kendi kendini örgütlemesini de açıklayan daha genel bir doğa ve toplum ilkesi olarak gördüler. Friedrich Hayek gibi bir serbest piyasa özerkliği savunucusu, bunun düzenlenemez olduğunu savunmuştur. Argümanını desteklemek için, piyasaların “kendiliğinden” düzeninin epistemolojik bir özrü olan tam teşekküllü bir bağlantıcılık teorisi geliştirmiştir.(14) Pasquinelli'ye göre bu teori, hâlâ “yapay sinir ağlarının paradigmasını” oluşturduğu için yapay zekâ ideolojisini güçlü bir şekilde etkilemiştir. Pasquinelli'nin ifadesiyle, “Hayek örüntü tanımayı çalmış ve onu neoliberal bir piyasa düzenleme ilkesine dönüştürmüştür.”(15) Kuşkusuz, doğallaştırma, toplumsal ilişkileri şeyleştirdiği için ideolojinin en başarılı biçimidir. Yine de Hayek'in vizyonu, Smithçi görünmez eli anımsatan yarı-teolojik bir kendiliğinden provizyonizm fikri lehine doğayı bile aşıyor gibi görünmektedir. Karmaşık bir sistemin -beyin, ekonomi ya da piyasa- bütünlüğünün kavranıp yönlendirilip yönlendirilemeyeceği, Hayek'in “bağlantıcılık” üzerine çalışmalarından da anlaşılacağı üzere, epistemoloji ve politikayı birbirine bağlayan bir konudur. Hayek'e göre piyasa epistemolojik bir alandır, çünkü bilgi alışverişi biçimindeki bilgiye dayanır (örneğin, fiyatların belirlenmesi için). Buna göre, onu düzenleyen zımni bilgi bilinç-üstüdür. Bu nedenle aktörler tarafından erişilebilir değildir ve kimsenin onu yönlendirmesi mümkün değildir. Bu konum, toplumsal gelişmelerin heteronomisini varsayar.(16) Açıkça yabancılaşmayı teşvik eder. Piyasanın kendisi toplumsal süreçlerin yegâne itici gücü olarak görünür. Yine de, heteronomi ve yabancılaşmanın alternatif bir analizi ve eleştirisi mevcuttur; merkeze tüketimi değil, üretimi koyan bir analiz. Bu alternatif, Marx'ın fabrikadaki işçi faaliyetlerinin hedef odaklı kolektif praksisine gösterdiği ilginin altında yatan anlayıştır.


Teknolojik heteronomi ve fabrikadaki antagonizmalar, Efendinin Gözü'nün ilk bölümünde, on dokuzuncu yüzyıla özel bir dikkat gösterilerek tartışılmaktadır. O dönemde, özellikle Büyük Britanya'da, makinelere emek faaliyetlerinin maddi soyutlamaları ve iş bölümünün teknolojik bir modellemesi olarak bakan bir anlayış ortaya çıkmıştır. Her ne kadar (Marksist terimlerle) canlı emek ölü emeğe göre genetik bir önceliğe sahip olsa da, asimetrik güç ilişkisinin bir sonucu olarak birincisi ikincisine tabi kılınmıştır. Bu anlayış doğrultusunda Pasquinelli, “üretimin toplumsal ilişkilerinin (ücret sistemi içindeki iş bölümünün) üretim araçlarının (işleme makineleri, buharlı makineler, vb.) gelişimini yönlendirdiğini, Sanayi Devrimi'ni yalnızca teknolojik yenilik etrafında merkeze alan teknodeterminist okumalar tarafından o zaman ve şimdi iddia edildiği gibi bunun tam tersi olmadığını” gözlemlemektedir.(17)

Hessen'in bilim sosyolojisi, Efendinin Gözü'nün emek, teknoloji ve bilgi çıkarımını merkeze alan ilk bölümündeki analizlerde büyük yer tutuyor. Isaac Newton'ın mekaniğinin sosyal-ekonomik, teknolojik ve ideolojik koşullarının erken modern kapitalist toplumun ekonomik ortamlarında kök saldığına dair örnek çalışmasından yola çıkarak, burada ele alınan soru şu şekilde yeniden formüle edilebilir: Yapay zekânın sosyoekonomik kökleri nelerdir? Pasquinelli, ilk olarak hesap makinelerinin tarihini mekaniğin daha uzun tarihine ve temel düzeyde, makinelerin yeniden biçimlendirdiği (ölü emek olarak), örgütlediği ve yönettiği emeğin tarihine yerleştirerek bir yanıt aramaktadır. Daha spesifik olarak, Efendinin Gözü’nün amacı doğrultusunda Pasquinelli, “on dokuzuncu yüzyıl otomasyon emek teorisinin yapay zekâ çağı için yeniden formüle edilmesini”(18) üstlenmektedir.

Mekanik iş ve yönetim arasındaki bağlantı, fabrikalarındaki fiziksel emeğin makineleşmesine benzer bir şekilde zihinsel emeğin de makineleşmesini hayal eden sanayi kapitalisti Babbage’ın teorilerinin ve icatlarının merkezinde yer almaktadır. Babbage, yapay zekânın bilişsel makinelerini öngören bir yönde ilk adımları atmıştı bile. Onun, logaritma hesaplamasına yönelik Fark Motoru, modern bilgisayarın prototipi olarak kabul edilebilir, ancak matematikçi Ada Lovelace'ın ilk bilgisayar programlamasına ilham veren evrensel bir bilgisayar, bir Analitik Motor olasılığını da öngörmüştür.(19) Babbage'ın gözünde, motorlarının görevi, endüstriyel üretim ve iş bölümünün genel çerçevesi içinde hesaplamayı yeniden üretmek ve hızlandırmaktı. Pasquinelli'nin açıkladığı gibi, makineleşme çabaları iki yol gösterici ilkeye dayanıyordu: halihazırda yerleşik olan iş pratiklerinin mekanik olarak taklit edilmesi ve değiştirilmesi ve mekanize iş bölümü aracılığıyla emeğin nicelleştirilmesi ve satın alınması.(20) Onun endüstriyel mekanizasyon vizyonunda, “iş bölümü yalnızca makinelerin tasarımını değil, aynı zamanda iş planını da sağlar.”(21)

Fiziksel ve zihinsel emeğin mekanik örgütlenmesi vizyonları, üretimi artıran ve patronların kârını yükselten, ancak işçi sınıfının durumunu kırılganlaştıran ve becerilerinin çoğunu vazgeçilebilir hale getiren makinelerin kullanımı yoluyla faaliyetlerinin değersizleştirilmesine karşı işçilerin direnişiyle çatıştı. Pasquinelli, “Makine Sorunu” başlıklı üçüncü bölümde makineleşmenin toplumsal sorununa odaklanmaktadır. Makineleşme ile bağlantılı olarak, endüstriyel bir ekonomide teknobilim sorunu, işçiler üzerinde tahakküm kuran emeğin nesneleştirilmesi ile çakışmaktadır.(22) Bu düşünceler, 1960'lardan bu yana Hillary Rose ve Stephen Rose'un Science and Society (1970) ya da Marcello Cini'nin The Bee and the Architect (1976) gibi çalışmalarında solun militan bilim insanları ile bilim ve teknolojinin kapitalist toplumun asimetrik güç ilişkilerinden kaynaklandığı takdirde eşitsizliği pekiştirdiğini savunan diğer Marksist fizikçiler tarafından suçlandığı şekliyle bilimin tarafsız olmadığına dair farkındalığımızı derinleştirmektedir.(23) Bu analizler doğrultusunda, Efendinin Gözü bize öncelikle sosyal adalet sağlanmadan tekno-özgürleşme ütopyalarına yer olamayacağını hatırlatıyor.

Pasquinelli, yapay zekânın toplumsal işlevini değerlendirmek için Antroposen'in bilgi ekonomisine emek merkezli bir bakış açısını desteklemektedir. Pasquinelli, klasik bir referansa başvuruyor: Marx'ın Grundrisse'si, özellikle de makineler hakkındaki bölüm. Efendinin Gözü, Grundrisse'de sunulan Genel Zekâ sorununu açıkça ele almakta ve bunu sanayi çağında toplumun bilgi unsuru meselesinin incelenmesine bir katkı olarak yorumlamaktadır.(24) Marx'ın, emeğin teknolojinin temeli olduğu ve teknolojinin de onu modellediği fikrini Babbage'dan türettiğini belirtmek ilginçtir. Bununla birlikte, Babbage'ın efendi bakış açısını tersine çeviren Marx, bireysel icat mitlerine ve kapitalistlerin mülkiyet iddialarına karşı çıkarak, emeği makinelerin gerçek kolektif mucidi olarak görmüştür.(25) Yine de, eşitsiz toplumsal koşullar altında, makine bir kez yaratıldığında ve içerdiği bilgi kodlandığında, işçiler makinenin nesnesi haline gelirler ve bilgi ve eylem özneleri olarak saygınlıklarını yitirirler. Bilginin birikimsel tarihi, makinelerin birikimsel tarihi ile eşleştirilir. Marx'ın mülksüzleştirilen işçilere işaret ettiği gibi, politik görev hem bilgiyi hem de üretim araçlarını yeniden mülk edinmek, yani fabrikadaki işçileri ve makineleri – ve bugün genel olarak toplumu- birbirine bağlayan Kapital'in Gesamtarbeiter'ını -“süper organizma” ya da “kolektif çalışan organizma”- yabancılaştırmaktır.(26)

Pasquinelli, beşinci bölümün ana tezine göre, sanayi çağının yarı siborg gerçekliğinde enerji (doğrudan emeğin fiziksel yanıyla ilgili) ve bilginin işlevsel olarak ayrılmasıyla yaratılan emeğin, yani epistemik üretim faktörünün teknolojik olarak kodlanmasını da analiz etmektedir.(27) “Soyut emek” olarak adlandırılabilecek emeğin mekanik olarak modellenmesi ve örgütlenmesi, nicelleştirme ve kontrolü (sibernetiğin temel direkleri) mümkün kılmakta ve işçiler ile sermaye arasındaki toplumsal antagonizmalara teknolojik bir çözüm yanılsaması yaratmaktadır. Gerçekten de Pasquinelli, Babbage'ın makinelerinden Rosenblatt sonrası yapay zekâya kadar teknolojik modellemeyi bir zekâ hafriyatçılığı biçimi olarak görmektedir. Emeğin (hem fiziksel hem de bilişsel) makineleşmesi, üretim sürecini görülemez (ya da Hayek'in ifadesiyle “süper-bilinçli”) hale getirmekte ve işçileri, üretimi planlama ve yönetme imkanından mahrum bırakarak yabancılaşmayı teşvik etmektedir. Bu nedenle, yapay zekânın siyasi analizi açısından, “bilginin nihayetinde ölçmek ve aracılık etmek için harekete geçtiği şeyin işçiler ve sermaye arasındaki antagonizma olduğunu” akılda tutmak önemlidir.(28) Bu antagonizma, fabrikada tecrit edilmek bir yana, operaist/işçici (Bkz. İtalya menşeli Operaismo hareketi; ç.n.) Mario Tronti'nin bir tezine göre, genişletilmiş üretim tiyatrosuna dönüştürüldüğü için tüm toplumu ilgilendirmektedir: genişletilmiş fabrika olarak toplum.(29) Dolayısıyla, Gesamtarbeiter -Marx'ın işçiler ve makineler arasındaki bağlantının yarı siborg sonucu- yapay zekâ altyapıları aracılığıyla entegre edilen kapitalist kontrol toplumlarının yabancılaşmış insanlığıdır. Bunlar bir “karbon-silikon otomat ”ın bileşenleridir.(30) Yapay zekâ, toplumsal siborg'un bilgi unsurunu somutlaştırır; daha spesifik olarak yapay zekâ, efendinin denetiminin otomasyonudur: efendinin gözü.

Pasquinelli'nin “emek otomasyonu, toplumsal kontrol ve bilgi hafriyatçılığının soykütüğü”, ilk bölümde zekâ ve emeğin uzun erimli öncüllerini, yani yapay zekânın çok eski köklerini ifşa etmektedir.(31) Bilgisayar biliminin en temel kavramı olan algoritmayı tartışmaktadır.(32) Algoritma, “bir girdiyi, verilen kaynakları en iyi şekilde kullanarak bir çıktıya dönüştürmek için adım adım talimatlardan oluşan sonlu bir prosedür”, özünde emektir.(33) Gerçekten de, antik çağdan dijital çağa ve yapay zekâya kadar tüm emeğin entelektüel bir bileşeni vardır. Hegelo-Marksist pedagog Damerow'un görüşlerinden yola çıkan Pasquinelli, tüm bilgi biçimlerinin ortaya çıkışını, bireysel ve kolektif pratiklerden kaynaklanan bir soyutlama ve temsil diyalektiği olarak görmektedir.(34) Bu soyutlama her zaman praksisin, yani toplumsal antagonizmaların ve konjonktürel güç dengelerinin ifadesidir. Revaçta olan teknosentrizmlere ve teknolojik determinizmlerin fırsatçı ideolojilerine (dijital ve ekolojik dönüşümlere ilişkin neoliberal söylemlerde) karşı, Pasquinelli'nin Efendinin Gözü’nün sonuç bölümünde yaptığı gibi şu şekilde yanıt verilebilir: “Emeğin mantıksal bir faaliyet olduğunu onaylamak, endüstriyel makinelerin ve kurumsal algoritmaların zihniyetine teslim olmanın bir yolu değil, daha ziyade teknobilim onu ele geçirip yabancılaştırmadan önce bir spekülasyon ve icat gücü olan insan praksisinin kendi mantığını ifade ettiğini kabul etmektir....”(35) İnsan faaliyetinde yazılı olan zekânın en gelişmiş teknolojik ifadesi olan yapay zekâ, son tartışmalara kadar entelektüel olarak düşünülmesi zor olan el ve fiziksel faaliyetler de dâhil olmak üzere tüm çağlardaki tüm emeğin entelektüel bileşenine ışık tutmaktadır. Yapay zekânın günümüzde zekânın sınırlarından biri olan sürücüsüz araçlara uygulanması yoluyla bir kamyon şoförünün becerilerini taklit etmenin zorluğu, genel olarak işin zihinsel karmaşıklığını örneklemekte ve Antonio Gramsci'nin iddiasının geçerliliğini doğrulamaktadır: “tüm insanlar entelektüeldir... ancak tüm insanlar toplumda entelektüellerin işlevine sahip değildir.”(36)

DİPNOTLAR

1- Matteo Pasquinelli, Efendinin Gözü: Yapay Zekânın Toplumsal Tarihi (Londra: Verso, 2023), Marksist operaist Romano Alquati tarafından aşağıdaki şekilde tanımlanan görevi üstleniyor: “Sibernetik de dâhil olmak üzere herhangi bir teknolojik yenilik, her zaman verili bir tarihsel anın güç ilişkilerini ve sınıf karşıtlığını somutlaştırır ve bu nedenle çalışmanın odak noktası olmalıdır.” Pasquinelli'nin bu konulardaki en önemli katkıları Gli algoritmi del capitale: accelerazionismo, macchine della conoscenza e autonomia del comune (Verona: Ombre corte, 2014); “Italyan Operaismosu ve Bilgi Makinesi,” Theory, Culture and Society 32, no. 3 (2015): 49-68; “Antroposenin İnsansı Makinesi: Karbosilikon Makineler ve Siberfosil Sermaye Üzerine,” South Atlantic Quarterly 116, no. 2 (2017): 311-26; “Marx’ın Genel Zekâsının Kökenleri,” Radical Philosophy 2, no. 6 (2019): 43-56. Pasquinelli şu anda AI MODELS projesini yönetmektedir: İtalya'daki Venedik Ca' Foscari Üniversitesi'nde Yapay Zekânın Tarihsel Epistemolojisinin Geliştirilmesi projesini yürütmektedir.

2- Ekolojik eylemin temel bir bileşeni olarak sosyalizme geçiş konusunda bkz: Naomi Klein, Bu Her Şeyi Değiştirir (Londra: Penguin Books, 2015) ve John Bellamy Foster, Antroposen’de Kapitalizm (New York: Monthly Review Press, 2022). Teknokratik eko-dijital büyüme hayalleri, Avrupa Merkez Bankası Başkanı Christine Lagarde'ın yeşil dönüşüm için yılda 620 milyar Avro ve “ihtiyacımız olan dijitalleşme” için yılda 120 milyar Avro yatırım gerektiren bir “fırsat” olarak sunduğu Davos'taki en son Dünya Ekonomik Forumu'nda merkez sahneyi işgal etti ve ekledi: “Yapay zekânın yardımcı olabileceğine inanıyorum“ (”ECB President Christine Lagarde on Uniting Europe Markets at WEF,” Associated Press videosu, 46:14, 18 Ocak 2024.)

 3- Karl Marx, Kapital, cilt 1 (Londra: Penguin, 1976), 286, alıntılayan Pasquinelli, Efendinin Gözü, 238.

 4- Ayrıca bakınız Pietro Daniel Omodeo, Siyasi Epistemoloji: Bilimsel Çalışmalarda İdeoloji Sorunu (Cham: Springer, 2019), özellikle 5. bölüm.

 5- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 232. Karşılaştırın Steven Shapin, “Disiplin ve Sınırlama: Dışsallık-İçsellik Tartışması Üzerinden Bilim Tarihi ve Sosyolojisi,” History of Science 30, no. 4 (1992): 333-69.

 6- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 13.,

 7- Gideon Freudenthal ve Peter McLaughlin (ed.), Bilimsel Devrimin Toplumsal ve Ekonomik Kökleri (Dordrecht: Springer, 2009). Ayrıca bakınız Boris Hessen, Fizik Tarihi Üzerine El Yazmaları ve Belgeler: Tarihsel Materyalist Bir Ders Kitabı, Pietro Daniel Omodeo ve Sean Winkler (ed.). (Venedik: Verum Factum, 2022).

 8- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 227.

 9- Pasquinelli, Efendinin Gözü, bölüm 6.

 10- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 136.

 11- Pasquinelli, Efendinin Gözü, bölüm 7. Karşılaştırma için bakınız, Pasquinelli, Efendinin Gözü, 165: “makine bakışı hiçbir şey 'görmez': bir algoritmanın 'gördüğü' -yani hesapladığı- şey, iki boyutlu bir matrisin sayısal değerleri arasındaki topolojik ilişkilerdir.”

 12- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 162.

 13- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 173, 174-175.

 14- Pasquinelli, Efendinin Gözü, bölüm 8.

 15- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 183.

 16- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 187, 190.

 17- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 82.

 18- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 238.

 19- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 56.

 20- Pasquinelli, Efendinin Gözü, bölüm 2.

 21- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 63.

 22- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 85-86.

 23- Giovanni Ciccotti, Marcello Cini, Michelangelo De Maria ve Giovanni Jona-Lasinio, Arı ve Mimar: Bilimsel Paradigmalar ve Tarihsel Materyalizm, Gerardo Ienna ve Pietro Daniel Omodeo (ed.) (Venedik: Verum Factum, 2024). Bilimsel soyutlamaların ekonomi politiğinin Avrupa-merkezci olmayan bir perspektiften eleştirel analizine yakın zamanda yapılan bir katkı için bkz: Senthil Babu D., Matematik ve Toplum: Erken Modern Güney Hindistan'da Sayılar ve Ölçüler (Yeni Delhi: Oxford University Press India, 2022).

 24- Pasquinelli, Efendinin Gözü, bölüm 4.

 25- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 108.

 26- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 114, 116.

 27- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 121.

 28- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 130.

 29- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 128.

 30- Pasquinelli'ye göre, “Antroposen İnsansı Robotu” (Pasquinelli, Efendinin Gözü, 117).

 31- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 233.

 32- Pasquinelli ayrıca, birçok Avrupa dilinde bilgisayar biliminin IT ya da bilgi olarak anlaşılmasında hesaplamadan (ya da algoritmalardan) ziyade bilginin merkezi bir öneme sahip olduğunu belirtmektedir.

 33- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 16.

 34- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 38.

 35- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 238.

 36- Pasquinelli, Efendinin Gözü, 29, yazarın çevirisi. Orijinali için bakınız Antonio Gramsci, Quaderni del carcere, cilt 3 (Turin: Einaudi, 2007), defter 12 (XXIX) §1, 1516: “Bütün insanlar entelektüeldir... ancak bütün insanlar toplumda entelektüel olarak işlev görmez.” Alternatif bir çeviri için bakınız Antonio Gramsci, Selections from the Prison Notebooks (New York: International Publishers, 1971), 9.

 

https://monthlyreview.org/2024/11/01/the-social-dialectics-of-ai/ adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

 

 

 

 

Democracy Now’dan Amy Goodman, programına konuk ettiği İsrailli gazeteci Gideon Levy ile İsrail’in Lübnan saldırılarına ve genel saldırganlığına ilişkin konuştu. Levy, saldırılarla birlikte İsrail toplumunun da giderek alçaldığına işaret etti.

 


AMY GOODMAN: Burası Democracy Now!, democracynow.org, Savaş ve Barış Raporu.

 Cuma günü Beyrut'un banliyösünde düzenlenen ve bölgenin en güçlü figürlerinden biri olan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın ölümüne yol açan büyük saldırının ardından İsrail, Beyrut'un merkezini, Yemen'i ve Gazze'yi vururken Gideon Levy ile birlikteyiz. Kendisi İsrailli gazeteci, yazar, Haaretz'in köşe yazarı ve aynı zamanda yayın kurulu üyesi. Son yazısı “İsrail'in Nasrallah Suikastı Karşısındaki Barbarca Sevinci, İsrail Toplumu İçin Yeni Bir Alçalma”.

 Gideon, bize tekrar katıldığın için çok teşekkürler. Cuma günü olanlardan bahsederek başlayabilir misin? İsrail başbakanı Netanyahu BM Genel Kurulu'nda kürsüye çıktı. Görünüşe göre hemen ardından Nasrallah'a suikast için onay verdi. O kürsüye çıkmadan hemen önce düzinelerce dünya lideri dışarı çıktı. Bu kararın ve ardından Yemen'in bombalanmasının ve elbette Gazze'ye yönelik saldırının devam etmesinin öneminden bahsedebilir misiniz?

GIDEON LEVY: Biliyor musun Amy, senin programını dinlemek bile yeterli. İsrail burada ateş ediyor, İsrail orada suikast yapıyor, İsrail burayı bombalıyor, İsrail orayı bombalıyor. Nereyi hedefliyoruz? Demek istediğim, tüm bu operasyonlar onlara göre haklı olabilir. Ama sonrasında ne geliyor?

İsrail'in her şeyi güç kullanarak çözebileceği ve savaşın her zaman her şey için ilk cevap olduğu düşüncesi değişmeli, çünkü aksi takdirde kendimizi bir gün dünyada tamamen yalnız bulacağız. İsrail'i hâlâ körü körüne ve otomatik olarak destekleyen Amerika Birleşik Devletleri bile -ki programınızda Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'deki katliam da dâhil olmak üzere İsrail'in son bir yılda yaptığı her şeyin tam ortağı olduğunu vurgulamalıyım- bir gün uyanacak. Sonra ne olacak?

AMY GOODMAN: Nasrallah suikastı hakkında konuşalım. Bizimle Tel Aviv'den konuşuyorsunuz. İsrail'deki tepkiler nasıl?

GIDEON LEVY: Size birkaç örnek vereceğim. İsrail televizyonunun ana kanallarından birinde bir muhabir canlı yayında çikolata dağıtıyordu. İşte İsrail'deki ruh bu. İşte bu ruh. Bir başka önemli köşe yazarı “Onu kertenkele gibi ezdik” diye yazdı. Ve eğer atmosfer buysa, zihniyet buysa, hatta zeitgeist buysa, bir şeyleri değiştirmek çok zor olacaktır, çünkü gittikçe alçalıyoruz, gittikçe alçalıyoruz, sadece tek bir şeye, yani öldürmeye ve yıkmaya daha fazla inanıyoruz.

AMY GOODMAN: Peki, Netanyahu'nun stratejisinin ne olduğundan ve askeri strateji dışında bir stratejisi olup olmadığından bahsedebilir misiniz? Tanklarınız var, İsrail tankları sınırda yığınak yapıyor. Bu noktada Lübnan'ın karadan işgal edileceğini düşünüyor musunuz? Bu ne anlama geliyor? Hizbullah'ı sadece zayıflatmak mı istiyor yoksa tamamen yok etmek mi?

GIDEON LEVY: İsrail'in kara harekâtına girişmeyeceği bir senaryo göremiyorum. Birincisi, her zamanki gibi çok çok sınırlı bir operasyon olarak sunulacak, zamanla sınırlı, bölgeyle sınırlı. Bu şovlarda birçok kez bulunduk. Daha sonra işler karmaşıklaşacak ve orada kaldığımız süreyi genişletmemiz gerekecek. Her zamanki gibi, bu tür şeylere hiçbir ipucumuz olmadan, nasıl çıkacağımıza dair hiçbir fikrimiz olmadan giriyoruz. Gazze'deki İsrail'e bakın. Kimsenin Gazze'den nasıl çıkacağımıza dair bir fikri yok. İsrail aynı hatayı Lübnan'da da tekrarlayacak, bahanesini ya da dünyanın pasifliğini kullanarak İsrail'e istediğini yapmasına izin verecek.

Sanırım Netanyahu, İsrail'de müthiş başarılar, James Bond başarıları olarak algılanan, önce çağrı cihazları ve telsizlerle, sonra da tüm suikastlarla elde edilen başarılardan sonra coşku içinde. Bu, İsrail'de muazzam bir başarı olarak algılanıyor. Dolayısıyla, bu başarıya dayanarak, sanırım hiçbir şey İsrail'i bir kara operasyonuna girişmekten alıkoyamaz.

Ve ardından, biliyorsunuz, bölgesel bir savaşın bir unsur haline gelebileceği, gerçeğe dönüşebileceği bir an olacak. Sonra ne olacak, İran ne zaman devreye girecek? Ve tüm bu risklerle birlikte ne görünüyor? Önemsiz mi? Gerçek dışı mı? Peki ya İran işin içine girerse, sırada ne var? İran'ı mı bombalayacağız?

Bir yıldır bombalayan, bombalayan ve sadece bombalayan ve her türlü diplomasiyi reddeden tüm bu zihniyet -hatırlayın, rehinelerin serbest bırakılması için anlaşmalar yapıldı. İsrail hayır dedi. Ateşkes, İsrail hayır dedi. Lübnan ateşkesi, İsrail hayır dedi. Bu, İsrail'in güvenliğini garanti etmeyecektir, diğer tarafın ödediği bedelden bahsetmiyorum bile. Ancak İsrail'in güvenliği bile daha iyi olmayacak. Şu anda bir yıl öncesine göre daha kötü bir durumdayız. Tel Aviv'de bir yıl öncesine göre daha fazla korktuğumuzu söyleyebilirim.

AMY GOODMAN: ABD ordusu Pazar günü yaptığı açıklamada Orta Doğu'daki hava destek kapasitesini artırdığını ve birliklerini teyakkuza geçirdiğini duyurdu. ABC News'den Martha Raddatz, Pazar günü This Week programında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby ile bir röportaj yaptı ve haberleri sordu:

 

JOHN KIRBY: Ortaya çıkabilecek olası beklenmedik durumlara karşı bize yardımcı olmak üzere şu anda bölgede ilave kuvvetler bulunmaktadır.

MARTHA RADDATZ: Düzinelerce daha mı?

JOHN KIRBY: Kesinlikle.

MARTHA RADDATZ: Yani bölgede hâlihazırda 40 bin askerimizin olduğunu biliyorum.

JOHN KIRBY: Evet, tam sayılara ya da bu kişilerin kim olduğuna girmek istemiyorum ama bölgeye bazı ek kuvvetler konuşlandırdık. Size şunu söyleyebilirim ki bu kuvvetleri arttırmak ve güçlendirmek için başka seçenekler de mevcut.

 

AMY GOODMAN: Gideon Levy, bölgesel bir savaştan bahsediyorsunuz. Netanyahu, BM'de konuşmadan hemen önce, dediğiniz gibi, ABD ve Fransa'nın Suudi Arabistan ve diğerleriyle ateşkes için yürüttüğü bir tartışma vardı ve ardından Hasan Nasrallah öldürüldü. Bu, İsrail'in bölgesel bir savaşa girmesinden öte, ABD'yi de bu savaşın içine çekmeye çalışması mı? Netanyahu, Trump'ın yakın bir müttefiki ve dostu olarak biliniyor. Bu durum ABD seçimlerini de nasıl etkiler? Netanyahu, Birleşmiş Milletler'de konuşmadan hemen önce, İsrail Perşembe günü devam eden askeri girişimlerini desteklemek için ABD'den 8.7 milyar dolar daha yardım aldığını açıkladı. ABD silah akışını durdurursa İsrail'in yaptıklarına devam edip edemeyeceği sorusuyla bitireceğiz.

GIDEON LEVY: Ama BM... -ama ABD durmuyor-

AMY GOODMAN: Eğer ABD durursa.

GIDEON LEVY: Silahlar. Mesele de bu zaten. ABD bir şey söylüyor ve tam tersi yönde hareket ediyor. Büyük bir süper gücün İsrail'e savaşı durdurmasını söylediğine ve aynı zamanda ona silah, bomba ve mühimmat sağladığına inanabiliyor musunuz? İsrail'in ne yapması gerekiyor? Eğer Amerikalılar ona koşulsuz bir şekilde silah ve bomba temin ediyorsa, neden ateş etmesin, bombalamasın ve bunu yapmaya devam etmesin? Koşul yok.

Dolayısıyla bu ikiyüzlülük sona ermelidir. Amerika Birleşik Devletleri savaşı destekliyor, İsrail'i destekliyor. Nasrallah'ın sığınağına düşen bombalar Amerikan bombalarıydı. Gazze'ye düşen bombalar Amerikan bombaları. Gazze'de öldürülen 17 bin çocuk Amerikan mühimmatıyla öldürüldü. Ve ABD, çocukların öldürülmesine karşı olduğunu söyleyemez, çünkü ortaktır.

AMY GOODMAN: Gideon Levy, bizimle birlikte olduğunuz için çok teşekkür ederiz, ödüllü İsrailli gazeteci, yazar, Haaretz gazetesinde köşe yazarı, aynı zamanda yayın kurulunda. “İsrail'in Nasrallah Suikastı Üzerindeki Barbarca Sevinci, İsrail Toplumu İçin Yeni Bir Alçalma” dâhil olmak üzere son yazılarınıza bağlantı vereceğiz.

 

https://www.democracynow.org/2024/9/30/israel_assassinates_hezbollah_leader_nasrallah adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 


 

Ülkede Pazar günü gerçekleşen ve Nicolás Maduro’nun yüzde 51,2 oyla kazandığı devlet başkanlığı seçimlerinin ardından Venezuela Komünist Partisi bir açıklama yaptı.

Açıklamada parti, “demokratik, halkçı ve yurtsever güçleri, 28 Temmuz Pazar günü ülkede açık bir siyasi değişim niyetiyle kendilerini ifade eden Venezuela halkının iradesini savunmak üzere güçlerini birleştirmeye” çağırdı.

 


Venezuela Komünist Partisi (PCV) Merkez Komitesi Siyasi Bürosu, gerçekten demokratik, halkçı ve yurtsever güçleri, 28 Temmuz Pazar günü ülkede açık bir siyasi değişim niyetiyle kendilerini ifade eden Venezuela halkının iradesini savunmak üzere güçlerini birleştirmeye çağırır.

Uluslararası kamuoyunu, Nicolás Maduro hükümetinin Venezuela halkının sosyal ve ekonomik haklarını elinden aldığı gibi, bugün de demokratik haklarını elinden alma niyetinde olduğu konusunda uyarıyoruz.

Ulusal Seçim Konseyi (CNE) Başkanı Elvis Amoroso'nun seçim sisteminin ihlal edilmeye çalışıldığı iddiasıyla yaptığı ihbar, sürece gerekli güvenceleri sağlamak bir yana, ülkeye sunulan sonuçlara ilişkin şüpheleri derinleştirmektedir. Bu anlamda, CNE'nin ─seçim yönetmeliklerinde belirtildiği üzere─ tüm oylama kayıtlarını yayınlamasını ve sonuçların incelenmesinde azami şeffaflığı talep ediyoruz.

Amoroso tarafından sunulan sonuçların seçim günü hâkim olan ruh haliyle açıkça çeliştiği bu belirsizlik senaryosu altında Nicolás Maduro'nun yeniden seçilmiş başkan olarak ilan edilmesi, şiddet halinin şekillenmesine yol açan bir provokasyondan başka bir şey değildir.

Şu anda ülkenin farklı bölgelerinde spontane halk hareketleri yaşanmaktadır. PCV olarak sadece halkın iradesine saygı gösterilmesi çağrısını desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda ordu ve polis güçlerini halka baskı yapmamaya çağırıyoruz.

Ülkenin bugünü ve geleceği açısından belirleyici olan bu saatlerde, biz komünistler Venezuela'da Anayasa'nın ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi mücadelesini güçlendirmek için geniş birlik alanları inşa etme inancımızı teyit ediyoruz.

Kim yönetirse yönetsin, haklar savunulur!

Karakas, 29 Temmuz 2024


https://prensapcv.wordpress.com/2024/07/29/comunicado-sobre-las-elecciones-presidenciales/ adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

Yedinci Bölüm

1914-1917: Emperyalist Savaş, Üçüncü Enternasyonal’in Kuruluşu



Fransa’da, İşçi Enternasyonali'nin Fransız Seksiyonu (SFIO) savaş kredilerini oylamaktadır. Alman Sosyal Demokrat Partisi de aynı şeyi yapar. Lenin, bunu katıksız ve basit bir ihanet olarak görür. Yeni bir proje sıradadır: Üçüncü Enternasyonal.

1915 yılındayız. İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu (SFIO) savaş kredileri için oy kullandı. Troçki, “Fransız sosyalizminin başı kesildi” diye yazar. Stéphanie Prezioso, 2017’de Contre la Guerre 14-18’de (14-18 Savaşına Karşı) “tersine dönüş tamamlanmış görünüyor” yorumunu yapar. Alman Sosyal Demokrat Partisi de onlara oy verir: John Peter Nettl, Rosa Luxemburg biyografisinde, “Hem Rosa Luxemburg hem de Clara Zetkin sinir krizi geçirdiler ve bir an intiharın eşiğine geldiler” diye yazar. Lenin de onun gibi bunu atlatamadı: “İhanet, katıksız ve basit.” Sosyalizm, burjuvazinin ve kapitalizmin gündemini benimseyemez. Kutsal birlik yok. Sosyal şovenizm yok. Lenin, o zamanlar üç milyon üyesi olan İkinci Enternasyonal’in ölümünü ilan eder ve Rus İmparatorluğu’nun askeri yenilgisi varsayımını kutlar. Geriye kalan tek şey, emperyalist savaşı devrimci bir iç savaşa dönüştürmektir. Troçki, düşmanlıkların derhal sona erdirilmesi çağrısında bulunur. Anılarında, savaş devam ederse, “tüm Avrupa bu savaştan tamamen yıkılmış olarak çıkacaktır” diye yazar.

Almanya, Britanya sularını bir “savaş bölgesine” çevirir. Reims bombalanır ve bir zeplin Paris’i kıstırır. Doğuda Ermeni soykırımı başlar. Lenin; Hegel, Herakleitos ve Aristoteles okur. Analitik çalışmanın gerekliliğini asla gözden kaçırmaz. Devrimci teori olmadan devrim olmaz -iyi bilinen bir Leninist aksiyom. Ve sonra Alman Marksizminin önde gelen isimlerinden, söz konusu krediler için oy veren partizan Kautsky’yi yerden yere vurur: bir “fahişe”den başka bir şey değil. Ama şimdiden yeni bir projeyle meşguldür: Üçüncü Enternasyonal’i kurmak. Bir manifesto yazılmalıdır. Tartışmalar, delegasyonlar, alt komisyonlar, neredeyse her şey birbirine girer. Troçki bir sentez metni yazmakla görevlendirilir. Lenin bunu çok çekingen bulur ama yine de oy verir. Metin kabul edilir. Tony Cliff, “Savaş karşıtı devrimciler arasında Lenin ‘aşırılıkçılığı’, ‘devrimci yenilgiciliği’ savunması bakımından neredeyse tek başınaydı” diyor.

Rosa Luxemburg, savaş karşıtlığı nedeniyle Şubat ayı boyunca Almanya’da hapsedilir. Parmaklıklar ardında Junius adıyla Alman Sosyal Demokrasisinin Krizi’ni yazar ve Engels’in sosyalizm ya da barbarlık ifadelerini benimseyerek güncel olaylara uyarlamaya çalışır. Ancak sosyalist oluşumların, verdikleri oylarla, askerlerin katledilmesini vicdanlarına yüklediklerini özetler. “Almanya, Fransa, Rusya ve İngiltere işçileri sarhoş uykularından uyanana; kardeşlik içinde birbirlerinin kollarına sarılana ve savaş kışkırtıcılarının hayvani korosunu ve kapitalist sırtlanların boğuk çığlığını emeğin güçlü çığlığıyla bastırana kadar bu çılgınlık durmayacak ve bu kanlı cehennem kâbusu sona ermeyecektir.” Lenin, Şubat 1916’da Zürih’e yerleşir ve Luxemburg özgürlüğüne kavuşur. Verdun’da savaş başlar. Rus’umuz bol bol yumurta yer ve kütüphanelerde kamp kurar. Mayıs ayında “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm”in son rötuşlarını yapar -kitap ertesi yıl yayımlanacaktır. İtalya, Avusturya-Macaristan’a ve Türkiye, Romanya’ya savaş ilan eder. Fransız askerleri Douaumont’taki kaleyi geri alır, Somme Muharebesi 141 gün süren çatışmaların ardından sona erer. 200.000’den fazla İngiliz ölür. 65.000’den fazla Fransız. Yaklaşık 170.000 Alman.

Rosa Luxemburg'un broşürü ortaya çıkar. Lenin broşürü okur, yazarının Rosa Luxemburg olduğundan habersizdir. Kendi gözünde bazı hatalardan dolayı haksız olsa da, “muhteşem Marksist çalışması” için “yazarı yürekten selamlar”. “Devrimci sloganları, sonuçlarına kadar düşünmeye ve kitleleri sistematik olarak bu sloganların ruhuyla eğitmeye alışmış yasadışı bir örgütte yoldaşı olmayan yalnız bir adamın resmini” hayal ettiğini söyler. Kitleler, hâlâ. Hâlâ ve her zaman.


https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-novel-of-lenin-chapter-seven adresinde yayımlanan ve Fransızca orijinalinden Patrick Lyons tarafından çevrilen metinden Türkçeye çevrilmiştir.

Bir önceki bölüm olan “Lenin Romanı-Altıncı Bölüm: Devrim Yavaş İlerliyor, Jaurès Öldürüldü, Büyük Savaş Geliyor (1907-1914)”u okumak için buraya tıklayınız.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

 

Altıncı Bölüm:

1907-1914: Devrim Yavaş İlerliyor, Jaurès Öldürüldü, Büyük Savaş Geliyor


 

Lenin’in izini Londra, Brüksel, Cenevre, Paris ve Prag’da takip ediyoruz. Rotasını değiştirmiyor: bir devrim gerçekleştirmek, hem de muzaffer bir devrim. Yine de büyük savaş zamanıdır. Jean Jaurès suikasta uğrar.

1907 yılındayız. Menşevikler, rejim tarafından önerilen göreceli açılımın ele geçirilmesi gereken bir fırsat olduğu görüşündedir. Şu anda kurumsal bir gedik açılmıştır: içeri dalmaları gerekmektedir. Troçki, onların görüşünü paylaşmaz ve Bolşeviklerin giderek cesaretlendiğini kabul eder. Lenin kovalanmış, bitkin ve gergindir; bir süre İsveç’te dinlenecektir. Arkadaşı onu dünyadan kopmuş olarak tanımlar. Bolşevikler yine yaklaşan seçimleri boykot etmeye karar verir ve yine azınlıkta kalan Lenin buna karşı çıkar. Rus adası Kronstadt’ta denizciler isyan eder; hemen bastırılırlar.

Lenin Londra’dan geçerken, bu kez bir siyaset felsefesi eseri olan Materyalizm ve Ampiryokritisizm üzerinde çalışır. Onun izini Brüksel’e, Cenevre’ye, Paris’e kadar takip ederiz. Fransa’nın başkentinde geçirdiği günler canını sıkar. Nadezhda Krupskaya, “İlyiç o günlere hep ağır bir duyguyla baktı” diye yazacaktır. Söz konusu eser Mayıs 1909’da yayımlanır ve Plehanov onu küçümser. Rusya’da Sosyal Demokrat İşçi Partisi üzücü bir durumdadır. Bolşevikler, Lenin'in aktif olarak katkıda bulunduğu yeni bir dergi çıkarırlar. Inessa Armand, militan Marksist feminist, bir opera sanatçısı ve bir aktörün kızı; Fransızca konuşan devrimci (“çok duru bir Fransızca” diyecektir Marcel Cachin), “Moğol gözlerini ondan alamaz”. Bundan böyle onun yanında çalışacaktır. Birliktelikleri gizli kalacaktır. 1910’un sonunda Tolstoy ölür -iki yıl önce Lenin onun “kapitalist sömürüyü acımasızca eleştirmesini, hükümet zorbalıklarını, saçma mahkemeleri ve devlet yönetimini teşhir etmesini” selamlarken, “şiddetle ‘kötülüğe karşı direnme’ vaazı veren bir çatlak” olarak kaldığı için onu ayıplamıştı. Gösteriler, yeni işçi grevlerinin arka planında patlar. Haziran 1911’de Lenin, Seine-et-Oise’da kadrolar için bir okul açar. Eğitim yoğundur. Partinin kontrolünü ele geçirmelidir. Yarı anarşist, yarı Blanquist olan Menşevik Martov, Leninist hizbe karşı gürler; Rosa Luxemburg ona bir dövüş horozu, bir bölücü, bir provokatör ve bir ayrılıkçı olarak davranır.

1912'nin başında Lenin, Prag’da bir konferans düzenler. Amacı nedir? Partiyi yeniden canlandırmak. Onun gözünde toplantı başarılıdır. Ancak çok geçmeden örgütlenme eksikliği yüzünden hayal kırıklığına uğrar. Muhalifleri, onun partiyi köşeye sıkıştırma çabalarını lanetler, Troçki birleştirmeye çalışır ve Lenin de Troçki’yi lanetler. Lenin yoluna devam eder: bir devrim gerçekleştirin, muzaffer bir devrim ve legalist bir mutasyon üzerine bahis oynamayı bırakın. Rusya’daki kışkırtma devam eder. Lenin, Krupskaya ve iki yoldaşı Kraków'dan çok uzak olmayan bir yere yerleşirler. Prava (Gerçek) adlı yeni bir hukuk dergisi kurmuşlardır. Rusya sınırında Lenin sakinleşmiştir. Ülkesinde artık 700 binden fazla grevci işçi vardır. Duma’daki birkaç Bolşevik milletvekili grev çağrısı yapar ama Menşevik meslektaşları tarafından hemen reddedilirler. Prava’nın genel yayın yönetmeni Stalin, Lenin’in en keskin yazılarını sansürler. Yazışmalarında Lenin ona “zavallı bir korkak” diyecektir.  Yüce iktidar yayımlanmasını yasaklar.

Beş parasız, Inessa Armand’dan yeni ayrılmış, İkinci Enternasyonal’den tecrit edilmiş ve acı çeken karısının başucundaki adamımız yorgun düşmüştür. 1914 yazı gelir ve onunla birlikte Saint-Petersburg’da yeni bir grev başlar. Bu, devrimin gelişi olabilir mi? Hayır, şimdilik sadece savaş. Avusturyalı Franz Ferdinand bir cesetten başka bir şey değildir. Belgrad az önce bombalandı. Rusya’da genel zorunlu askerlik kararı alındı. Sonra Avusturya-Macaristan’da. Sonra Belçika’da. 31 Temmuz’da Jaures, Montmartre Sokağı’nda yemek yerken vuruldu. Beynine bir kurşun. Sosyalistin savaşa karşı olduğunu biliyoruz; barışın sesi onunla birlikte gümbürtüye gidiyor gibi görünüyor. “Politik olarak ondan çok uzaktaydım. Ama insan, onun güçlü kişiliğinin çekimini hissetmeden edemiyordu” diye yazıyor Troçki “Hayatım”da. İki ay sonra Lenin, Bern’e taşınır.

 

https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-novel-of-lenin-chapter-six adresinde yayımlanan ve Fransızca orijinalinden Patrick Lyons tarafından çevrilen metinden Türkçeye çevrilmiştir.

Bir önceki bölüm olan “Lenin Romanı-Beşinci Bölüm: Ayaklanma Başlıyor, Sovyetlerin Rolü, Baskı (1904-1907)”yı okumak için buraya tıklayınız.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.  

 

 

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Pazar günü meydana gelen helikopter kazasında ölmesinin ardından yazılı bir açıklama yapan İran Komünist Partisi, Reisi’nin geçmişten bugüne komünistler başta olmak üzere muhaliflere yönelik atılan adımlarda aldığı önemli rollere dikkat çekti ve “Reisi, sabıka kaydıyla kapitalist İslami hükümet sisteminin bir parçasını temsil ediyordu” ifadelerini kullandı.


İbrahim Reisi'nin ölümü İran halkının çoğunluğunda aktif ve sessiz bir sevinç yarattı. İbrahim Reisi ve beraberindekileri taşıyan helikopterin “sert iniş” yaptığı haberi yayımlandığı andan itibaren, Hamaney, Hatemi, Ruhani vb. onun sağlığı için dua etmeye başlarken, İran’ın yaslı halkı onun ölümü için dakikaları sayıyordu. Onun emriyle kör olan gözler bile bugün sevinç gözyaşları döktü. Celladın ölümünden kaynaklanan bu sevinç dalgası, İslami hükümet ile İran’ın acı çeken işçileri ve halkı arasındaki ilişkinin uzlaşmazlık sınırına ulaştığını bir kez daha gösterdi.

İbrahim Reisi’nin adı ve yüzü, her şeyden önce, ölüm komitesinin bir üyesi ve siyasi tutukluların öldürülmesinin uygulayıcısı olarak, 20. yüzyılın sonlarında dünyanın bu köşesinde insanlığa karşı işlenen suçların bir hatırlatıcısıdır. Humeyni, Hamaney ve Rafsancani'nin tavsiyesiyle, savaş ve ekonomik sefalet nedeniyle hayatlarını kaybeden, izleri ve belgeleri İslami rejim yetkililerinin açgözlülüğünün canlı bir kanıtı olan insanları terörize etmek amacıyla insanlık karşıtı bir suç işledi. O dönemde Humeyni’nin emriyle, daha sonra ölüm komitesi olarak bilinen ve İbrahim Reisi'nin de üyelerinden biri olduğu özel bir komite oluşturuldu ve siyasi tutukluların öldürülmesi projesinin yürütülmesinden sorumlu tutuldu. O günlerde İbrahim Reisi ve komitenin diğer üyeleri, farklı siyasi görüşlere sahip binlerce mahkûmu ölüm mangasına teslim ederek isimsiz toplu mezarlara gömdüler. İbrahim Reisi, bu insanlık suçunu işlemeden önce de Meşhed'de ve daha sonra Süleyman Camii, Karaj, Tahran ve Hamedan'da savcılık görevlerinde siyasi muhaliflerin, özellikle de sol güçlerin bastırılmasında aktif rol oynamıştır. Daha sonra Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı, yargı başkanı ve ardından İslam Devleti başkanı oldu.

İbrahim Reisi, yargının başı olarak, cinayetleri meşrulaştırmak ve Kasım 1998’deki ülke çapındaki ayaklanmanın savaşçılarına karşı acımasız cezalar vermek, işçi hareketi ve diğer ilerici sosyal hareketlerin aktivistlerini tutuklamak ve siyasi mahkûmları idam etmek için hiçbir suçtan kaçınmadı. İslami rejimin tamamlanmamış başkanlığı sırasında 600’den fazla protestocuyu öldürdü, gözleri kör etti, kız okullarına kimyasal saldırılar düzenledi ve mahkûmlara yönelik art arda infaz dalgaları başlattı. İşçilere saldırması ve İran’ın özgür kadınlarına karşı ülke çapında bir savaş ilan etmesi, suçlarla dolu sicilini daha da utanç verici hale getirdi. İbrahim Reisi, İslami hükümetin eğitimli isimlerinden biri olarak, insanlığın bilinen değerlerini çiğnemekten, kadın düşmanlığından ve insan haklarını aşağılamadan, cehalet ve batıl inançları yaymaktan, insanların en temel siyasi, bireysel ve sosyal haklarını ellerinden almaktan, İslam bayrağını yükseltmek için vekâlet savaşları başlatmaktan vb. geri kalmadı. İşte bu nedenle İran’ın özgürlükçü ve eşitlikçi halkı, özellikle de kurbanların aileleri, İbrahim Reisi’nin insanlığa karşı suç işlemekten dolayı halka açık bir mahkemede ve kitlelerin önünde yargılanmasını ve yaptıklarından dolayı cezalandırılmasını sabırsızlıkla talep etti.

O, devrim sırasında, petrol endüstrisi işçileri petrol ihracat vanasını kapatıp siyasi ve sınıfsal talepleriyle öne çıktıklarında, kraliyet rejiminin karşı-devriminin kitlelerin ayaklanmasını Jaleha Caddesi'nde kan dökerek bastıramayacağı anlaşıldığında. İran kapitalist sınıfı ile Amerika ve diğer emperyalist kapitalist güçlerin İran'ın kapitalist sistemini kurtarmak için öne sürdüğü Humeyni liderliğindeki İslam devriminin ayaklarından biriydi. Yavaş yavaş, o günlerde İran burjuvazisi, kapitalist sistemi devrimden korumak için bağımsızlık bayrağını Humeyni’nin eline verdi ve Guadeloupe Konferansı'nda toplanan emperyalist güçler, İslami hareketi sürdürmek için hazır ve nazır olan orduyu ve baskı aygıtlarını teslim etti. Devrimi bastırma ve kanını akıtma görevini ona bıraktı. Reisi, bu eğilimlerin bir ürünüydü ve sabıka kaydıyla kapitalist İslami hükümet sisteminin bir parçasını temsil ediyordu.

Hamaney ve Devrim Muhafızları liderliği, beş günlük yas ilan ederek, Reisi ve arkadaşlarının ölümünü İslami rejimin dağınık saflarını birleştirmek ve kitleleri sindirmek için bir fırsata dönüştürmek üzere tehdit ve gözdağı vermek istemektedir. Kapitalist hükümetlerin ikiyüzlü liderleri, Reisi’nin insan hakları karşıtı sicilini saklıyor ve birbiri ardına İslami hükümete sempati mesajları gönderiyorlar. Reisi'nin ölümüyle birlikte, yukarıdan değişim ve dönüşümü ve İslam Cumhuriyeti rejiminin yumuşak bir şekilde devrilmesini stratejilerinin dayanaklarından biri haline getiren burjuva muhalefetinin bazı kesimleri, İbrahim Reisi yerine neden Hamaney’in ölmediğinden yakınarak, “siyasi süreçlerde onun ölümünün etkili olacağını” ve İslami rejimi devirme stratejilerinin yeni bir aşamaya gireceğini dile getiriyorlar. Ancak komünist işçiler, Hamaney’in ölümünü ve yukarıdan değişiklikleri bekleme ve umut etme eğilimlerine karşı mücadele ediyorlar ve İran’ın işçi kitlelerinin ve özgürlük seven halkının İran’ın renkli burjuva muhalefetinin yolunu izlemesine izin vermeyecekler.

Komünist işçiler, İslami hükümetin can damarının işçi sınıfının elinde olduğunu bilirler. Tıpkı devrim sırasında petrol işçilerinin petrol musluğunu kapatarak kraliyet diktatörlüğünün devrilmesine neden olması gibi, mevcut durumda da sadece petrol, gaz ve petrokimya endüstrileri, çelik endüstrileri, otomobil fabrikaları, demir eritme, elektrik endüstrileri, madenler, demiryolları vb. gibi endüstriyel ve kilit üretim merkezlerinde işçi grevleriyle, işçilerin ve emeklilerin acil taleplerinin derhal yerine getirilmesini, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, idam cezasına son verilmesini ve kadınlara yönelik baskılara derhal son verilmesini talep ederek, İslami hükümetin boğazı sıkılabilir ve baskı aygıtı durdurulabilir. Komünist işçiler, kestirme yol olmadığını biliyor. Kilit üretim merkezlerindeki işçilerin ülke çapındaki grevleri, toplumdaki tüm önde gelen sosyal hareketleri ve protestoları harekete geçirebilir. İşçi grevlerinin belkemiğini oluşturduğu kitlesel siyasi grevler, silahlı kuvvetler ve Devrim Muhafızları saflarının birliğini parçalayabilir, bu saflardaki çatlağı derinleştirebilir ve onları bastırma gücünü zayıflatabilir ve ayaklanmayı örgütleme ve İslam Cumhuriyeti rejiminin devrimci bir şekilde devrilmesinin zeminini sağlayabilir.

Yaşasın özgürlük, eşitlik ve işçilerin yönetimi!


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi