Content feed Comments Feed

Democracy Now’dan Amy Goodman, programına konuk ettiği İsrailli gazeteci Gideon Levy ile İsrail’in Lübnan saldırılarına ve genel saldırganlığına ilişkin konuştu. Levy, saldırılarla birlikte İsrail toplumunun da giderek alçaldığına işaret etti.

 


AMY GOODMAN: Burası Democracy Now!, democracynow.org, Savaş ve Barış Raporu.

 Cuma günü Beyrut'un banliyösünde düzenlenen ve bölgenin en güçlü figürlerinden biri olan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah'ın ölümüne yol açan büyük saldırının ardından İsrail, Beyrut'un merkezini, Yemen'i ve Gazze'yi vururken Gideon Levy ile birlikteyiz. Kendisi İsrailli gazeteci, yazar, Haaretz'in köşe yazarı ve aynı zamanda yayın kurulu üyesi. Son yazısı “İsrail'in Nasrallah Suikastı Karşısındaki Barbarca Sevinci, İsrail Toplumu İçin Yeni Bir Alçalma”.

 Gideon, bize tekrar katıldığın için çok teşekkürler. Cuma günü olanlardan bahsederek başlayabilir misin? İsrail başbakanı Netanyahu BM Genel Kurulu'nda kürsüye çıktı. Görünüşe göre hemen ardından Nasrallah'a suikast için onay verdi. O kürsüye çıkmadan hemen önce düzinelerce dünya lideri dışarı çıktı. Bu kararın ve ardından Yemen'in bombalanmasının ve elbette Gazze'ye yönelik saldırının devam etmesinin öneminden bahsedebilir misiniz?

GIDEON LEVY: Biliyor musun Amy, senin programını dinlemek bile yeterli. İsrail burada ateş ediyor, İsrail orada suikast yapıyor, İsrail burayı bombalıyor, İsrail orayı bombalıyor. Nereyi hedefliyoruz? Demek istediğim, tüm bu operasyonlar onlara göre haklı olabilir. Ama sonrasında ne geliyor?

İsrail'in her şeyi güç kullanarak çözebileceği ve savaşın her zaman her şey için ilk cevap olduğu düşüncesi değişmeli, çünkü aksi takdirde kendimizi bir gün dünyada tamamen yalnız bulacağız. İsrail'i hâlâ körü körüne ve otomatik olarak destekleyen Amerika Birleşik Devletleri bile -ki programınızda Amerika Birleşik Devletleri'nin Gazze'deki katliam da dâhil olmak üzere İsrail'in son bir yılda yaptığı her şeyin tam ortağı olduğunu vurgulamalıyım- bir gün uyanacak. Sonra ne olacak?

AMY GOODMAN: Nasrallah suikastı hakkında konuşalım. Bizimle Tel Aviv'den konuşuyorsunuz. İsrail'deki tepkiler nasıl?

GIDEON LEVY: Size birkaç örnek vereceğim. İsrail televizyonunun ana kanallarından birinde bir muhabir canlı yayında çikolata dağıtıyordu. İşte İsrail'deki ruh bu. İşte bu ruh. Bir başka önemli köşe yazarı “Onu kertenkele gibi ezdik” diye yazdı. Ve eğer atmosfer buysa, zihniyet buysa, hatta zeitgeist buysa, bir şeyleri değiştirmek çok zor olacaktır, çünkü gittikçe alçalıyoruz, gittikçe alçalıyoruz, sadece tek bir şeye, yani öldürmeye ve yıkmaya daha fazla inanıyoruz.

AMY GOODMAN: Peki, Netanyahu'nun stratejisinin ne olduğundan ve askeri strateji dışında bir stratejisi olup olmadığından bahsedebilir misiniz? Tanklarınız var, İsrail tankları sınırda yığınak yapıyor. Bu noktada Lübnan'ın karadan işgal edileceğini düşünüyor musunuz? Bu ne anlama geliyor? Hizbullah'ı sadece zayıflatmak mı istiyor yoksa tamamen yok etmek mi?

GIDEON LEVY: İsrail'in kara harekâtına girişmeyeceği bir senaryo göremiyorum. Birincisi, her zamanki gibi çok çok sınırlı bir operasyon olarak sunulacak, zamanla sınırlı, bölgeyle sınırlı. Bu şovlarda birçok kez bulunduk. Daha sonra işler karmaşıklaşacak ve orada kaldığımız süreyi genişletmemiz gerekecek. Her zamanki gibi, bu tür şeylere hiçbir ipucumuz olmadan, nasıl çıkacağımıza dair hiçbir fikrimiz olmadan giriyoruz. Gazze'deki İsrail'e bakın. Kimsenin Gazze'den nasıl çıkacağımıza dair bir fikri yok. İsrail aynı hatayı Lübnan'da da tekrarlayacak, bahanesini ya da dünyanın pasifliğini kullanarak İsrail'e istediğini yapmasına izin verecek.

Sanırım Netanyahu, İsrail'de müthiş başarılar, James Bond başarıları olarak algılanan, önce çağrı cihazları ve telsizlerle, sonra da tüm suikastlarla elde edilen başarılardan sonra coşku içinde. Bu, İsrail'de muazzam bir başarı olarak algılanıyor. Dolayısıyla, bu başarıya dayanarak, sanırım hiçbir şey İsrail'i bir kara operasyonuna girişmekten alıkoyamaz.

Ve ardından, biliyorsunuz, bölgesel bir savaşın bir unsur haline gelebileceği, gerçeğe dönüşebileceği bir an olacak. Sonra ne olacak, İran ne zaman devreye girecek? Ve tüm bu risklerle birlikte ne görünüyor? Önemsiz mi? Gerçek dışı mı? Peki ya İran işin içine girerse, sırada ne var? İran'ı mı bombalayacağız?

Bir yıldır bombalayan, bombalayan ve sadece bombalayan ve her türlü diplomasiyi reddeden tüm bu zihniyet -hatırlayın, rehinelerin serbest bırakılması için anlaşmalar yapıldı. İsrail hayır dedi. Ateşkes, İsrail hayır dedi. Lübnan ateşkesi, İsrail hayır dedi. Bu, İsrail'in güvenliğini garanti etmeyecektir, diğer tarafın ödediği bedelden bahsetmiyorum bile. Ancak İsrail'in güvenliği bile daha iyi olmayacak. Şu anda bir yıl öncesine göre daha kötü bir durumdayız. Tel Aviv'de bir yıl öncesine göre daha fazla korktuğumuzu söyleyebilirim.

AMY GOODMAN: ABD ordusu Pazar günü yaptığı açıklamada Orta Doğu'daki hava destek kapasitesini artırdığını ve birliklerini teyakkuza geçirdiğini duyurdu. ABC News'den Martha Raddatz, Pazar günü This Week programında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik İletişim Danışmanı John Kirby ile bir röportaj yaptı ve haberleri sordu:

 

JOHN KIRBY: Ortaya çıkabilecek olası beklenmedik durumlara karşı bize yardımcı olmak üzere şu anda bölgede ilave kuvvetler bulunmaktadır.

MARTHA RADDATZ: Düzinelerce daha mı?

JOHN KIRBY: Kesinlikle.

MARTHA RADDATZ: Yani bölgede hâlihazırda 40 bin askerimizin olduğunu biliyorum.

JOHN KIRBY: Evet, tam sayılara ya da bu kişilerin kim olduğuna girmek istemiyorum ama bölgeye bazı ek kuvvetler konuşlandırdık. Size şunu söyleyebilirim ki bu kuvvetleri arttırmak ve güçlendirmek için başka seçenekler de mevcut.

 

AMY GOODMAN: Gideon Levy, bölgesel bir savaştan bahsediyorsunuz. Netanyahu, BM'de konuşmadan hemen önce, dediğiniz gibi, ABD ve Fransa'nın Suudi Arabistan ve diğerleriyle ateşkes için yürüttüğü bir tartışma vardı ve ardından Hasan Nasrallah öldürüldü. Bu, İsrail'in bölgesel bir savaşa girmesinden öte, ABD'yi de bu savaşın içine çekmeye çalışması mı? Netanyahu, Trump'ın yakın bir müttefiki ve dostu olarak biliniyor. Bu durum ABD seçimlerini de nasıl etkiler? Netanyahu, Birleşmiş Milletler'de konuşmadan hemen önce, İsrail Perşembe günü devam eden askeri girişimlerini desteklemek için ABD'den 8.7 milyar dolar daha yardım aldığını açıkladı. ABD silah akışını durdurursa İsrail'in yaptıklarına devam edip edemeyeceği sorusuyla bitireceğiz.

GIDEON LEVY: Ama BM... -ama ABD durmuyor-

AMY GOODMAN: Eğer ABD durursa.

GIDEON LEVY: Silahlar. Mesele de bu zaten. ABD bir şey söylüyor ve tam tersi yönde hareket ediyor. Büyük bir süper gücün İsrail'e savaşı durdurmasını söylediğine ve aynı zamanda ona silah, bomba ve mühimmat sağladığına inanabiliyor musunuz? İsrail'in ne yapması gerekiyor? Eğer Amerikalılar ona koşulsuz bir şekilde silah ve bomba temin ediyorsa, neden ateş etmesin, bombalamasın ve bunu yapmaya devam etmesin? Koşul yok.

Dolayısıyla bu ikiyüzlülük sona ermelidir. Amerika Birleşik Devletleri savaşı destekliyor, İsrail'i destekliyor. Nasrallah'ın sığınağına düşen bombalar Amerikan bombalarıydı. Gazze'ye düşen bombalar Amerikan bombaları. Gazze'de öldürülen 17 bin çocuk Amerikan mühimmatıyla öldürüldü. Ve ABD, çocukların öldürülmesine karşı olduğunu söyleyemez, çünkü ortaktır.

AMY GOODMAN: Gideon Levy, bizimle birlikte olduğunuz için çok teşekkür ederiz, ödüllü İsrailli gazeteci, yazar, Haaretz gazetesinde köşe yazarı, aynı zamanda yayın kurulunda. “İsrail'in Nasrallah Suikastı Üzerindeki Barbarca Sevinci, İsrail Toplumu İçin Yeni Bir Alçalma” dâhil olmak üzere son yazılarınıza bağlantı vereceğiz.

 

https://www.democracynow.org/2024/9/30/israel_assassinates_hezbollah_leader_nasrallah adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 


 

Ülkede Pazar günü gerçekleşen ve Nicolás Maduro’nun yüzde 51,2 oyla kazandığı devlet başkanlığı seçimlerinin ardından Venezuela Komünist Partisi bir açıklama yaptı.

Açıklamada parti, “demokratik, halkçı ve yurtsever güçleri, 28 Temmuz Pazar günü ülkede açık bir siyasi değişim niyetiyle kendilerini ifade eden Venezuela halkının iradesini savunmak üzere güçlerini birleştirmeye” çağırdı.

 


Venezuela Komünist Partisi (PCV) Merkez Komitesi Siyasi Bürosu, gerçekten demokratik, halkçı ve yurtsever güçleri, 28 Temmuz Pazar günü ülkede açık bir siyasi değişim niyetiyle kendilerini ifade eden Venezuela halkının iradesini savunmak üzere güçlerini birleştirmeye çağırır.

Uluslararası kamuoyunu, Nicolás Maduro hükümetinin Venezuela halkının sosyal ve ekonomik haklarını elinden aldığı gibi, bugün de demokratik haklarını elinden alma niyetinde olduğu konusunda uyarıyoruz.

Ulusal Seçim Konseyi (CNE) Başkanı Elvis Amoroso'nun seçim sisteminin ihlal edilmeye çalışıldığı iddiasıyla yaptığı ihbar, sürece gerekli güvenceleri sağlamak bir yana, ülkeye sunulan sonuçlara ilişkin şüpheleri derinleştirmektedir. Bu anlamda, CNE'nin ─seçim yönetmeliklerinde belirtildiği üzere─ tüm oylama kayıtlarını yayınlamasını ve sonuçların incelenmesinde azami şeffaflığı talep ediyoruz.

Amoroso tarafından sunulan sonuçların seçim günü hâkim olan ruh haliyle açıkça çeliştiği bu belirsizlik senaryosu altında Nicolás Maduro'nun yeniden seçilmiş başkan olarak ilan edilmesi, şiddet halinin şekillenmesine yol açan bir provokasyondan başka bir şey değildir.

Şu anda ülkenin farklı bölgelerinde spontane halk hareketleri yaşanmaktadır. PCV olarak sadece halkın iradesine saygı gösterilmesi çağrısını desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda ordu ve polis güçlerini halka baskı yapmamaya çağırıyoruz.

Ülkenin bugünü ve geleceği açısından belirleyici olan bu saatlerde, biz komünistler Venezuela'da Anayasa'nın ve hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi mücadelesini güçlendirmek için geniş birlik alanları inşa etme inancımızı teyit ediyoruz.

Kim yönetirse yönetsin, haklar savunulur!

Karakas, 29 Temmuz 2024


https://prensapcv.wordpress.com/2024/07/29/comunicado-sobre-las-elecciones-presidenciales/ adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

Yedinci Bölüm

1914-1917: Emperyalist Savaş, Üçüncü Enternasyonal’in Kuruluşu



Fransa’da, İşçi Enternasyonali'nin Fransız Seksiyonu (SFIO) savaş kredilerini oylamaktadır. Alman Sosyal Demokrat Partisi de aynı şeyi yapar. Lenin, bunu katıksız ve basit bir ihanet olarak görür. Yeni bir proje sıradadır: Üçüncü Enternasyonal.

1915 yılındayız. İşçi Enternasyonali Fransız Seksiyonu (SFIO) savaş kredileri için oy kullandı. Troçki, “Fransız sosyalizminin başı kesildi” diye yazar. Stéphanie Prezioso, 2017’de Contre la Guerre 14-18’de (14-18 Savaşına Karşı) “tersine dönüş tamamlanmış görünüyor” yorumunu yapar. Alman Sosyal Demokrat Partisi de onlara oy verir: John Peter Nettl, Rosa Luxemburg biyografisinde, “Hem Rosa Luxemburg hem de Clara Zetkin sinir krizi geçirdiler ve bir an intiharın eşiğine geldiler” diye yazar. Lenin de onun gibi bunu atlatamadı: “İhanet, katıksız ve basit.” Sosyalizm, burjuvazinin ve kapitalizmin gündemini benimseyemez. Kutsal birlik yok. Sosyal şovenizm yok. Lenin, o zamanlar üç milyon üyesi olan İkinci Enternasyonal’in ölümünü ilan eder ve Rus İmparatorluğu’nun askeri yenilgisi varsayımını kutlar. Geriye kalan tek şey, emperyalist savaşı devrimci bir iç savaşa dönüştürmektir. Troçki, düşmanlıkların derhal sona erdirilmesi çağrısında bulunur. Anılarında, savaş devam ederse, “tüm Avrupa bu savaştan tamamen yıkılmış olarak çıkacaktır” diye yazar.

Almanya, Britanya sularını bir “savaş bölgesine” çevirir. Reims bombalanır ve bir zeplin Paris’i kıstırır. Doğuda Ermeni soykırımı başlar. Lenin; Hegel, Herakleitos ve Aristoteles okur. Analitik çalışmanın gerekliliğini asla gözden kaçırmaz. Devrimci teori olmadan devrim olmaz -iyi bilinen bir Leninist aksiyom. Ve sonra Alman Marksizminin önde gelen isimlerinden, söz konusu krediler için oy veren partizan Kautsky’yi yerden yere vurur: bir “fahişe”den başka bir şey değil. Ama şimdiden yeni bir projeyle meşguldür: Üçüncü Enternasyonal’i kurmak. Bir manifesto yazılmalıdır. Tartışmalar, delegasyonlar, alt komisyonlar, neredeyse her şey birbirine girer. Troçki bir sentez metni yazmakla görevlendirilir. Lenin bunu çok çekingen bulur ama yine de oy verir. Metin kabul edilir. Tony Cliff, “Savaş karşıtı devrimciler arasında Lenin ‘aşırılıkçılığı’, ‘devrimci yenilgiciliği’ savunması bakımından neredeyse tek başınaydı” diyor.

Rosa Luxemburg, savaş karşıtlığı nedeniyle Şubat ayı boyunca Almanya’da hapsedilir. Parmaklıklar ardında Junius adıyla Alman Sosyal Demokrasisinin Krizi’ni yazar ve Engels’in sosyalizm ya da barbarlık ifadelerini benimseyerek güncel olaylara uyarlamaya çalışır. Ancak sosyalist oluşumların, verdikleri oylarla, askerlerin katledilmesini vicdanlarına yüklediklerini özetler. “Almanya, Fransa, Rusya ve İngiltere işçileri sarhoş uykularından uyanana; kardeşlik içinde birbirlerinin kollarına sarılana ve savaş kışkırtıcılarının hayvani korosunu ve kapitalist sırtlanların boğuk çığlığını emeğin güçlü çığlığıyla bastırana kadar bu çılgınlık durmayacak ve bu kanlı cehennem kâbusu sona ermeyecektir.” Lenin, Şubat 1916’da Zürih’e yerleşir ve Luxemburg özgürlüğüne kavuşur. Verdun’da savaş başlar. Rus’umuz bol bol yumurta yer ve kütüphanelerde kamp kurar. Mayıs ayında “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması: Emperyalizm”in son rötuşlarını yapar -kitap ertesi yıl yayımlanacaktır. İtalya, Avusturya-Macaristan’a ve Türkiye, Romanya’ya savaş ilan eder. Fransız askerleri Douaumont’taki kaleyi geri alır, Somme Muharebesi 141 gün süren çatışmaların ardından sona erer. 200.000’den fazla İngiliz ölür. 65.000’den fazla Fransız. Yaklaşık 170.000 Alman.

Rosa Luxemburg'un broşürü ortaya çıkar. Lenin broşürü okur, yazarının Rosa Luxemburg olduğundan habersizdir. Kendi gözünde bazı hatalardan dolayı haksız olsa da, “muhteşem Marksist çalışması” için “yazarı yürekten selamlar”. “Devrimci sloganları, sonuçlarına kadar düşünmeye ve kitleleri sistematik olarak bu sloganların ruhuyla eğitmeye alışmış yasadışı bir örgütte yoldaşı olmayan yalnız bir adamın resmini” hayal ettiğini söyler. Kitleler, hâlâ. Hâlâ ve her zaman.


https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-novel-of-lenin-chapter-seven adresinde yayımlanan ve Fransızca orijinalinden Patrick Lyons tarafından çevrilen metinden Türkçeye çevrilmiştir.

Bir önceki bölüm olan “Lenin Romanı-Altıncı Bölüm: Devrim Yavaş İlerliyor, Jaurès Öldürüldü, Büyük Savaş Geliyor (1907-1914)”u okumak için buraya tıklayınız.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

 

Altıncı Bölüm:

1907-1914: Devrim Yavaş İlerliyor, Jaurès Öldürüldü, Büyük Savaş Geliyor


 

Lenin’in izini Londra, Brüksel, Cenevre, Paris ve Prag’da takip ediyoruz. Rotasını değiştirmiyor: bir devrim gerçekleştirmek, hem de muzaffer bir devrim. Yine de büyük savaş zamanıdır. Jean Jaurès suikasta uğrar.

1907 yılındayız. Menşevikler, rejim tarafından önerilen göreceli açılımın ele geçirilmesi gereken bir fırsat olduğu görüşündedir. Şu anda kurumsal bir gedik açılmıştır: içeri dalmaları gerekmektedir. Troçki, onların görüşünü paylaşmaz ve Bolşeviklerin giderek cesaretlendiğini kabul eder. Lenin kovalanmış, bitkin ve gergindir; bir süre İsveç’te dinlenecektir. Arkadaşı onu dünyadan kopmuş olarak tanımlar. Bolşevikler yine yaklaşan seçimleri boykot etmeye karar verir ve yine azınlıkta kalan Lenin buna karşı çıkar. Rus adası Kronstadt’ta denizciler isyan eder; hemen bastırılırlar.

Lenin Londra’dan geçerken, bu kez bir siyaset felsefesi eseri olan Materyalizm ve Ampiryokritisizm üzerinde çalışır. Onun izini Brüksel’e, Cenevre’ye, Paris’e kadar takip ederiz. Fransa’nın başkentinde geçirdiği günler canını sıkar. Nadezhda Krupskaya, “İlyiç o günlere hep ağır bir duyguyla baktı” diye yazacaktır. Söz konusu eser Mayıs 1909’da yayımlanır ve Plehanov onu küçümser. Rusya’da Sosyal Demokrat İşçi Partisi üzücü bir durumdadır. Bolşevikler, Lenin'in aktif olarak katkıda bulunduğu yeni bir dergi çıkarırlar. Inessa Armand, militan Marksist feminist, bir opera sanatçısı ve bir aktörün kızı; Fransızca konuşan devrimci (“çok duru bir Fransızca” diyecektir Marcel Cachin), “Moğol gözlerini ondan alamaz”. Bundan böyle onun yanında çalışacaktır. Birliktelikleri gizli kalacaktır. 1910’un sonunda Tolstoy ölür -iki yıl önce Lenin onun “kapitalist sömürüyü acımasızca eleştirmesini, hükümet zorbalıklarını, saçma mahkemeleri ve devlet yönetimini teşhir etmesini” selamlarken, “şiddetle ‘kötülüğe karşı direnme’ vaazı veren bir çatlak” olarak kaldığı için onu ayıplamıştı. Gösteriler, yeni işçi grevlerinin arka planında patlar. Haziran 1911’de Lenin, Seine-et-Oise’da kadrolar için bir okul açar. Eğitim yoğundur. Partinin kontrolünü ele geçirmelidir. Yarı anarşist, yarı Blanquist olan Menşevik Martov, Leninist hizbe karşı gürler; Rosa Luxemburg ona bir dövüş horozu, bir bölücü, bir provokatör ve bir ayrılıkçı olarak davranır.

1912'nin başında Lenin, Prag’da bir konferans düzenler. Amacı nedir? Partiyi yeniden canlandırmak. Onun gözünde toplantı başarılıdır. Ancak çok geçmeden örgütlenme eksikliği yüzünden hayal kırıklığına uğrar. Muhalifleri, onun partiyi köşeye sıkıştırma çabalarını lanetler, Troçki birleştirmeye çalışır ve Lenin de Troçki’yi lanetler. Lenin yoluna devam eder: bir devrim gerçekleştirin, muzaffer bir devrim ve legalist bir mutasyon üzerine bahis oynamayı bırakın. Rusya’daki kışkırtma devam eder. Lenin, Krupskaya ve iki yoldaşı Kraków'dan çok uzak olmayan bir yere yerleşirler. Prava (Gerçek) adlı yeni bir hukuk dergisi kurmuşlardır. Rusya sınırında Lenin sakinleşmiştir. Ülkesinde artık 700 binden fazla grevci işçi vardır. Duma’daki birkaç Bolşevik milletvekili grev çağrısı yapar ama Menşevik meslektaşları tarafından hemen reddedilirler. Prava’nın genel yayın yönetmeni Stalin, Lenin’in en keskin yazılarını sansürler. Yazışmalarında Lenin ona “zavallı bir korkak” diyecektir.  Yüce iktidar yayımlanmasını yasaklar.

Beş parasız, Inessa Armand’dan yeni ayrılmış, İkinci Enternasyonal’den tecrit edilmiş ve acı çeken karısının başucundaki adamımız yorgun düşmüştür. 1914 yazı gelir ve onunla birlikte Saint-Petersburg’da yeni bir grev başlar. Bu, devrimin gelişi olabilir mi? Hayır, şimdilik sadece savaş. Avusturyalı Franz Ferdinand bir cesetten başka bir şey değildir. Belgrad az önce bombalandı. Rusya’da genel zorunlu askerlik kararı alındı. Sonra Avusturya-Macaristan’da. Sonra Belçika’da. 31 Temmuz’da Jaures, Montmartre Sokağı’nda yemek yerken vuruldu. Beynine bir kurşun. Sosyalistin savaşa karşı olduğunu biliyoruz; barışın sesi onunla birlikte gümbürtüye gidiyor gibi görünüyor. “Politik olarak ondan çok uzaktaydım. Ama insan, onun güçlü kişiliğinin çekimini hissetmeden edemiyordu” diye yazıyor Troçki “Hayatım”da. İki ay sonra Lenin, Bern’e taşınır.

 

https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-novel-of-lenin-chapter-six adresinde yayımlanan ve Fransızca orijinalinden Patrick Lyons tarafından çevrilen metinden Türkçeye çevrilmiştir.

Bir önceki bölüm olan “Lenin Romanı-Beşinci Bölüm: Ayaklanma Başlıyor, Sovyetlerin Rolü, Baskı (1904-1907)”yı okumak için buraya tıklayınız.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.  

 

 

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Pazar günü meydana gelen helikopter kazasında ölmesinin ardından yazılı bir açıklama yapan İran Komünist Partisi, Reisi’nin geçmişten bugüne komünistler başta olmak üzere muhaliflere yönelik atılan adımlarda aldığı önemli rollere dikkat çekti ve “Reisi, sabıka kaydıyla kapitalist İslami hükümet sisteminin bir parçasını temsil ediyordu” ifadelerini kullandı.


İbrahim Reisi'nin ölümü İran halkının çoğunluğunda aktif ve sessiz bir sevinç yarattı. İbrahim Reisi ve beraberindekileri taşıyan helikopterin “sert iniş” yaptığı haberi yayımlandığı andan itibaren, Hamaney, Hatemi, Ruhani vb. onun sağlığı için dua etmeye başlarken, İran’ın yaslı halkı onun ölümü için dakikaları sayıyordu. Onun emriyle kör olan gözler bile bugün sevinç gözyaşları döktü. Celladın ölümünden kaynaklanan bu sevinç dalgası, İslami hükümet ile İran’ın acı çeken işçileri ve halkı arasındaki ilişkinin uzlaşmazlık sınırına ulaştığını bir kez daha gösterdi.

İbrahim Reisi’nin adı ve yüzü, her şeyden önce, ölüm komitesinin bir üyesi ve siyasi tutukluların öldürülmesinin uygulayıcısı olarak, 20. yüzyılın sonlarında dünyanın bu köşesinde insanlığa karşı işlenen suçların bir hatırlatıcısıdır. Humeyni, Hamaney ve Rafsancani'nin tavsiyesiyle, savaş ve ekonomik sefalet nedeniyle hayatlarını kaybeden, izleri ve belgeleri İslami rejim yetkililerinin açgözlülüğünün canlı bir kanıtı olan insanları terörize etmek amacıyla insanlık karşıtı bir suç işledi. O dönemde Humeyni’nin emriyle, daha sonra ölüm komitesi olarak bilinen ve İbrahim Reisi'nin de üyelerinden biri olduğu özel bir komite oluşturuldu ve siyasi tutukluların öldürülmesi projesinin yürütülmesinden sorumlu tutuldu. O günlerde İbrahim Reisi ve komitenin diğer üyeleri, farklı siyasi görüşlere sahip binlerce mahkûmu ölüm mangasına teslim ederek isimsiz toplu mezarlara gömdüler. İbrahim Reisi, bu insanlık suçunu işlemeden önce de Meşhed'de ve daha sonra Süleyman Camii, Karaj, Tahran ve Hamedan'da savcılık görevlerinde siyasi muhaliflerin, özellikle de sol güçlerin bastırılmasında aktif rol oynamıştır. Daha sonra Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi başkanı, yargı başkanı ve ardından İslam Devleti başkanı oldu.

İbrahim Reisi, yargının başı olarak, cinayetleri meşrulaştırmak ve Kasım 1998’deki ülke çapındaki ayaklanmanın savaşçılarına karşı acımasız cezalar vermek, işçi hareketi ve diğer ilerici sosyal hareketlerin aktivistlerini tutuklamak ve siyasi mahkûmları idam etmek için hiçbir suçtan kaçınmadı. İslami rejimin tamamlanmamış başkanlığı sırasında 600’den fazla protestocuyu öldürdü, gözleri kör etti, kız okullarına kimyasal saldırılar düzenledi ve mahkûmlara yönelik art arda infaz dalgaları başlattı. İşçilere saldırması ve İran’ın özgür kadınlarına karşı ülke çapında bir savaş ilan etmesi, suçlarla dolu sicilini daha da utanç verici hale getirdi. İbrahim Reisi, İslami hükümetin eğitimli isimlerinden biri olarak, insanlığın bilinen değerlerini çiğnemekten, kadın düşmanlığından ve insan haklarını aşağılamadan, cehalet ve batıl inançları yaymaktan, insanların en temel siyasi, bireysel ve sosyal haklarını ellerinden almaktan, İslam bayrağını yükseltmek için vekâlet savaşları başlatmaktan vb. geri kalmadı. İşte bu nedenle İran’ın özgürlükçü ve eşitlikçi halkı, özellikle de kurbanların aileleri, İbrahim Reisi’nin insanlığa karşı suç işlemekten dolayı halka açık bir mahkemede ve kitlelerin önünde yargılanmasını ve yaptıklarından dolayı cezalandırılmasını sabırsızlıkla talep etti.

O, devrim sırasında, petrol endüstrisi işçileri petrol ihracat vanasını kapatıp siyasi ve sınıfsal talepleriyle öne çıktıklarında, kraliyet rejiminin karşı-devriminin kitlelerin ayaklanmasını Jaleha Caddesi'nde kan dökerek bastıramayacağı anlaşıldığında. İran kapitalist sınıfı ile Amerika ve diğer emperyalist kapitalist güçlerin İran'ın kapitalist sistemini kurtarmak için öne sürdüğü Humeyni liderliğindeki İslam devriminin ayaklarından biriydi. Yavaş yavaş, o günlerde İran burjuvazisi, kapitalist sistemi devrimden korumak için bağımsızlık bayrağını Humeyni’nin eline verdi ve Guadeloupe Konferansı'nda toplanan emperyalist güçler, İslami hareketi sürdürmek için hazır ve nazır olan orduyu ve baskı aygıtlarını teslim etti. Devrimi bastırma ve kanını akıtma görevini ona bıraktı. Reisi, bu eğilimlerin bir ürünüydü ve sabıka kaydıyla kapitalist İslami hükümet sisteminin bir parçasını temsil ediyordu.

Hamaney ve Devrim Muhafızları liderliği, beş günlük yas ilan ederek, Reisi ve arkadaşlarının ölümünü İslami rejimin dağınık saflarını birleştirmek ve kitleleri sindirmek için bir fırsata dönüştürmek üzere tehdit ve gözdağı vermek istemektedir. Kapitalist hükümetlerin ikiyüzlü liderleri, Reisi’nin insan hakları karşıtı sicilini saklıyor ve birbiri ardına İslami hükümete sempati mesajları gönderiyorlar. Reisi'nin ölümüyle birlikte, yukarıdan değişim ve dönüşümü ve İslam Cumhuriyeti rejiminin yumuşak bir şekilde devrilmesini stratejilerinin dayanaklarından biri haline getiren burjuva muhalefetinin bazı kesimleri, İbrahim Reisi yerine neden Hamaney’in ölmediğinden yakınarak, “siyasi süreçlerde onun ölümünün etkili olacağını” ve İslami rejimi devirme stratejilerinin yeni bir aşamaya gireceğini dile getiriyorlar. Ancak komünist işçiler, Hamaney’in ölümünü ve yukarıdan değişiklikleri bekleme ve umut etme eğilimlerine karşı mücadele ediyorlar ve İran’ın işçi kitlelerinin ve özgürlük seven halkının İran’ın renkli burjuva muhalefetinin yolunu izlemesine izin vermeyecekler.

Komünist işçiler, İslami hükümetin can damarının işçi sınıfının elinde olduğunu bilirler. Tıpkı devrim sırasında petrol işçilerinin petrol musluğunu kapatarak kraliyet diktatörlüğünün devrilmesine neden olması gibi, mevcut durumda da sadece petrol, gaz ve petrokimya endüstrileri, çelik endüstrileri, otomobil fabrikaları, demir eritme, elektrik endüstrileri, madenler, demiryolları vb. gibi endüstriyel ve kilit üretim merkezlerinde işçi grevleriyle, işçilerin ve emeklilerin acil taleplerinin derhal yerine getirilmesini, tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını, idam cezasına son verilmesini ve kadınlara yönelik baskılara derhal son verilmesini talep ederek, İslami hükümetin boğazı sıkılabilir ve baskı aygıtı durdurulabilir. Komünist işçiler, kestirme yol olmadığını biliyor. Kilit üretim merkezlerindeki işçilerin ülke çapındaki grevleri, toplumdaki tüm önde gelen sosyal hareketleri ve protestoları harekete geçirebilir. İşçi grevlerinin belkemiğini oluşturduğu kitlesel siyasi grevler, silahlı kuvvetler ve Devrim Muhafızları saflarının birliğini parçalayabilir, bu saflardaki çatlağı derinleştirebilir ve onları bastırma gücünü zayıflatabilir ve ayaklanmayı örgütleme ve İslam Cumhuriyeti rejiminin devrimci bir şekilde devrilmesinin zeminini sağlayabilir.

Yaşasın özgürlük, eşitlik ve işçilerin yönetimi!


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

TUDEH (İran Kitlelerinin Partisi), İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında ölmesinin ardından yazılı bir açıklama yaparak, Reisi’nin ülkedeki muhaliflere yönelik işlenen suçların ve komünistlere yönelik katliamların önemli aktörlerinden biri olduğunu vurguladı ve rejimin mevcut durumdan endişe duyduğunu belirtti.


 

İbrahim Reisi, İran İslam Cumhuriyeti'nin suçlu bir temsilcisiydi ve son kırk yıl boyunca İran’daki özgürlük savaşçılarının öldürülmesinde kilit rol oynamış bir temsilciydi. 24 Ağustos 1987 tarihinde İslami hükümet tarafından cezaevlerine gönderilen ve aralarında Hüseyin Ali Niri ve savcı Murtaza İşrakî'nin de bulunduğu “Ölüm Komitesi” ile görüşme yapan Hüseyin Ali Muntazeri’nin (Reisi’ye ‘cellat’ lakabını veren kişidir; ç.n.) yaptığı bu görüşmeye ilişkin Ağustos 2015'te ortaya çıkan konuşma, Evin hapishanesindeki dönemin Enformasyon Bakanlığı temsilcisi Mustafa Purmuhammedi (sonradan Adalet Bakanı olan; ç.n.), dönemin savcı yardımcısı İbrahim Reisi ve İslam Cumhuriyeti yöneticilerinin aşağılık ve insanlık dışı doğasını ifşa etti. Muntazeri, toplantıda, siyasi tutukluların idamını İslam Cumhuriyeti'nde ‘o zamana kadar işlenen en büyük suç’ olarak nitelendirmiş ve bu toplantıda hazır bulunan ve aralarında bu komitenin üyelerinden biri olan İbrahim Reisi’nin de bulunduğu ‘İdam Komitesi’ne hitaben şunları söylemiştir: ‘Bana göre bu, devrimin başlangıcından bu yana İslam Cumhuriyeti’nde işlenen en büyük suçtur ve tarihte bizi mahkûm edecekler... ve gelecekte sizi tarihin suçluları arasına yazacaklar.’

1987'deki katliam sırasında, farklı fikir ve görüşlere sahip ve farklı siyasi gruplardan binlerce siyasi mahkûm, Humeyni’nin ve İbrahim Reisi gibi suçluların emriyle ölüm mangalarına teslim edildi. Ülkemizin modern tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu katliam sırasında İran’ın kitle partisi, İran’ın anti-otoriter hareketinin en önde gelen liderlerini, ülkenin önde gelen yazar ve çevirmenlerini, işçi ve emekçi hareketinin aktivist ve kadrolarını, yurtsever subaylarını, öğrenci ve kadın hareketinin aktivist ve figürlerini kaybetti.

İbrahim Reisi, İslam Cumhuriyeti'nin suçlu ve azgın ‘yargı’ aygıtına başkanlık ettikten sonra rejim kaynaklarına göre bile kaba bir seçim şovunun ardından, tüm ülkede seçilme yeterliliğine sahip kişilerin %52'sinden fazlasının (Tahran'da %74’ünün) seçimlere katılmaması ve sandıklara 4 milyondan fazla geçersiz oy atılmasına karşın Ali Hamaney'in emri ve Devrim Muhafızları ile rejimin güvenlik organlarının doğrudan ve kapsamlı müdahalesiyle rejimin cumhurbaşkanı olarak atandı. İbrahim Reisi'nin cumhurbaşkanlığı dönemi, işçi ve emekçi protestolarının yoğunlaştığı, ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ hareketi de dâhil olmak üzere İslam Cumhuriyeti hükümetine karşı yaygın halk mücadelelerinin yaşandığı, barışçıl halk protestolarının kanlı bir şekilde bastırılmasının yanı sıra muhaliflerin ve özgürlük savaşçılarının yaygın bir şekilde idam edildiği bir dönemdir. Ve aynı zamanda ekonomik krizin, eşi benzeri görülmemiş enflasyonun, on milyonlarca İranlının yoksulluk sınırının altına sürüklenmesinin, artan işsizliğin ve İran toplumunda yoksulluk ile zenginlik arasındaki vadinin derinleştiği ve kapsamının genişlediği dönemdi.

İslam Cumhuriyeti hükümetinin ve bu hükümetin başı olarak İbrahim Reisi’nin politikaları, ülkemiz insanlarının yaşamlarında çok daha zor bir durum yaratmıştır. Cumhurbaşkanı’nın hükümeti, kendisinden önceki hükümetler gibi, verdiği sözlerin aksine, ülke ekonomisinin gerileme eğilimini değiştiremedi ve ülkenin çalışkan emekçilerinin iş ve yaşam koşullarını iyileştiremedi, çünkü bu hükümet de daha öncekilerin neoliberal modele dayalı otuz yıllık makro-ekonomik programlarını sürdürdü.

İslam Konseyi ve Uzmanlar Meclisi seçimlerinin boykot edilmesi, rejimin resmi istatistiklerine göre bile halkın %60’ından fazlasının katılmadığı ve buna rağmen seçimlere katılanlar tarafından milyonlarca geçersiz oy kullanıldığı eşi görülmemiş ölçekte bir boykottu. Bazı şehirlerde geçersiz oyların sayısı seçilenlerin oylarından bile fazlaydı. Bu, Ali Hamaney ve onun suçlu başkanının halkımız nezdindeki “popülarite” seviyesinin son sınanmasıydı.

Rejimin başlıca unsurlarından biri olan ve İslam Cumhuriyeti içindeki bazı güçlü çevreler tarafından Ali Hamaney’in yerine geçirilmeye hazırlanan İbrahim Reisi ‘Cellat’ın ölümü, rejimin ülkedeki son derece kritik durumu kontrol etme planlarına bir darbedir. Ali Hamaney'in dün gece ‘bir grup asker ailesi’ ile bir araya geldiği yönündeki sözleri ‘İran halkı endişe etmesin, ülke yönetiminde herhangi bir aksama olmayacak’ sözleri, rejim liderlerinin mevcut çok kritik durumdan duyduğu endişeyi göstermektedir.

Ülkemizin insanları ve bu gericilik ve zorbalığın, rejimin paralı askerlerinin korkunç suçlarından kurtulanların ailelerinin, İbrahim Reisi’nin ölümüyle ilgili tek üzüntüleri, çok uzak olmayan bir gelecekte tarihi yargılanma şansının ortadan kalkmış olmasıdır.

Partimizin son aylarda işaret ettiği üzere, bugün toplumun çoğunluğu ile iktidardaki diktatörlük arasındaki derin ve geniş uçurum onarılamaz. Toplumun büyük kesimi, özellikle de işçi sınıfı ve diğer emekçi kesimler, siyasi ve sosyal alanda köklü değişiklikler yapılmasını ve bu otoriter rejimden kurtulmayı istemektedir. İslam Cumhuriyeti çürümektedir ve hayatta kalması için krizler ve zor kararlarla karşı karşıyadır. Ülkenin tüm ulusal ve özgürlükçü güçleri, ortak ve birleşik mücadelesini yoğunlaştırarak, diktatörlük yönetimine son vermenin ve ulusal ve demokratik bir hükümet kurmanın yolunu açmalıdır.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

 


Beşinci Bölüm

1904-1907: Ayaklanma Başlıyor, Sovyetlerin Rolü, Baskı

 


1905 yılındayız. Petersburg’da, Putilovsky fabrikasındaki işçiler greve gider: işten çıkarılan yoldaşlarının yeniden işe alınmasını ve bir ustabaşının görevden alınmasını talep ederler. Müdür bunu reddeder ve işçilerin çoğunu işten atmakla tehdit eder. Ortodoks bir rahip olan Georgy Gapon, mücadeleye önderlik eder ve söz konusu müdüre 12 talepten oluşan bir liste gönderir. Grev devam eder. Başka bir fabrika. Sonra bir başkası. Gapon, yönetimle müzakere etmek yerine hükümete başvurur ve bir dilekçe yazar. Devrimci militanlar isyana katılır ama kabul etmek gerekir: Gapon liderdir; halk ona tapmaktadır. Militanlar, Çar’a yalvarmanın siyasi bir hata olduğunu düşünürler –rejim ikna edilmemeli, yıkılmalıdır.

22 Ocak’ta kalabalık Kışlık Saray’a doğru yürüyüşe geçer. Gapon, gür sakalı ve boynundaki haçla yürüyüşe önderlik eder. Çarın portreleri kaldırılır, kalabalık sadece lütuf beklemektedir. Ancak Çar orada değildir. Askerleri onları karşılar ve ateş ederler. Bu bir katliamdır. “Ayaklanma başladı. Zora karşı zor. Sokak çatışmaları şiddetleniyor, barikatlar kuruluyor, tüfekler çatırdıyor, silahlar patlıyor. Kan nehirleri akıyor, özgürlük için iç savaş alevleniyor” diye yazan Lenin, hükümetin derhal devrilmesini tavsiye eder. Gapon artık Çar’ın ölümünü vaat etmektedir. Cenevre’ye gider ve orada bir kafede Lenin’le buluşur. ,Lenin onun tarihsel erdemlerini kabul eder ama kafasının çok karışık olduğuna karar verir. İnanç adamının teoriden hoşlanmadığı doğrudur. Yine de Tony Cliff, Lenin: Partiyi İnşa Etmek (1893-1914) adlı kitabında, “Görüşme, Gapon’un tamamen samimi olduğu konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmadı” diyor. Troçki gizlice Rusya’ya döner ve birkaç ay sonra Lenin, sosyalist devrimin yakında demokratik devrimi takip edeceğini yazar. Ekim ayında İkinci Nikola, siyasi kanun kaçaklarını affederek halkın öfkesini yatıştırmaya çalışır. Lenin aceleyle memleketine geri döner. Kılık değiştirerek Saint Petersburg sovyetinin yönetimine yardım eder ve savaş sanatı üzerine metinler yazar. “Onun için sovyet, sadece proletaryanın mücadele içindeki yeni bir örgütlenme biçimi değil, aynı zamanda gelecekteki işçi iktidarının da biçimiydi. Bu fikri bir boşlukta geliştirmedi. Birçok işçinin içgüdüsel olarak hissettiği şeyi dile getiriyor ve genelleştiriyordu” diye yazıyor Cliff. Bu istisnai durum karşısında Bolşevikler ve Menşevikler bir araya gelir. Sovyet bastırılır. Menşevik eş başkanı Troçki tutuklanır. Genel grev çağrısı yapılır, Bolşevikler hedef talimine başlar ve halkı silahlanmaya teşvik eder. Moskova barikatlarla süslenir, isyancılar ellerinden geldiğince kendilerini donatır, alevler görülür, bir polis memuru evinin önünde düşer. Bir general tüm militanların imha edilmesini emreder; Aralık ayı sonunda ayaklanma bastırılır. Devrim, çiçek açamadan ölür.

Sibirya’da sürgüne mahkûm edilen Troçki, bir köylünün yardımıyla kaçmayı başarır ve Finlandiya’ya ulaşır. Orada Lenin’i ve deneyimli bir Menşevik figür olan Martov’u bulur. “Hayatım” kitabında hatırlayacaktır: “Lenin, hapishanedeki çalışmalarımdan övgüyle söz etti ama gerekli sonuçları çıkarmadığım için, yani Bolşeviklere geçmediğim için benimle alay etti. Bunda haklıydı.”

Nisan 1906’da Stockholm’de dördüncü parti kongresi yapılır. Bu kez Menşevikler çoğunluğa sahiptir. Taktiksel olarak tebaasını yumuşatmaya hevesli olan II. Nikola, bir yasama meclisi olan Devlet Duması’nın kurulmasını kabul eder. Halk, sıkı ve eşit olmayan bir şekilde denetlense de oy kullanır. Lenin de taktiksel olarak seçimlere katılımdan yanaydı. Bolşeviklerin çoğunluğu öyle düşünmüyordu. Oylamanın sonuçları Mayıs başındaki kongrede açıklandı: Ilımlı sosyalizm yanlısı İşçi Partisi 136 milletvekiliyle ikinci sırada yer aldı. Menşevikler tarafından temsil edilen Sosyal Demokrat İşçi Partisi 18 milletvekili çıkarır. II. Nikola, meclisi feshetmek için acele edecektir. Lenin, devrim çağrısı yapmaya devam eder. Sonra Saint Petersburg’a gider.

 

https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-novel-of-lenin-chapter-five adresinde yayımlanan ve Fransızca orijinalinden Patrick Lyons tarafından çevrilen metinden Türkçeye çevrilmiştir.

Bir önceki bölüm olan "Vladimir, Lenin Oluyor, Troçki ile İlk Görüşme (1900-1904)"yi okumak için buraya tıklayınız.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi