Content feed Comments Feed

Yazı, Suzanne Baroud(*) tarafından kaleme alınmış ve 9 Ocak 2009 tarihinde Palestine Chronicle sitesinde yayımlanmıştır:

İronik biçimde, Allah’ın olmadığına 20 yıl önce Filistin’de karar verdim. Herkesi seveceğini ve herkese tarafsız davranacağını iddia eden bir tanrı Filistin’de meydana gelen böylesine dehşet şeylere nasıl izin verebilirdi.

Bu inançsızlık her sokağa çıkma yasağıyla, bir kurbanın daha yasının tutulacağı her saldırıyla, yıllar önce Ramallah’ın ana meydanında güneşli bir öğleden sonra açılan ateşin sebep olduğu baş kopmasıyla daha güçlü bir hal aldı.Bu durum, beşinci sınıftaki öğrencilerimden birinin ağabeyinin İsrail askerleri tarafından götürüldüğünü söylemesiyle iyice sağlamlaştı. Onun anlatımı, vücudunun güçsüzleşmesi, sınıf arkadaşlarıyla birlikte ağlarken omuzlarının titremesi… tüm bunların sonucuydu.

O günden beri yaklaşık 20 yıl geçti ve şimdi Gazzeli bir ailenin içinde evliyim. Ben bir eşim, anneyim, kız kardeşim ve Gazze’de medyana gelenlerin dehşetini yaşayan çok sayıda çocuğun teyzesiyim. İsrail ordusunun saldırısının boyutunu izlerken gördüğüm bir tane daha kurban çocuğa fısıldarken duydum kendimi: “Koş, meleklere koş…”Yıllardan sonra bu kabus ölümden sonra yaşama bir daha inanmaya yönelik tutuşan arzuyu teşvik ediyor.

Hapsedilmiş, aç bırakılmış, ateş edilmiş, boğulmuş. Koyunlar gibi kesiliyorlar, fakat özgür dünyanın liderleri yorum yapmak için fırsat bulamamış görünüyorlar. Golf oynuyorlar, dinleniyorlar, Obama, Bush, hatta Avrupa Birliği, onlar henüz yeterince önemli değiller. Benim homurdanmalarım dörtnala gider gibi. Hayatı kaybedecek kadar tecrübe etmeyen yaralı ve bitkin küçük bedenlere sesleniyorum. Sunulan tek teselli ölümün ertelenmesidir.

Bir kalabalık toplanıyor, gaz, duman ve toz içinde kefenleniyor. Önde sekiz genç baba duruyor, hepsi içinde oğul ya da kızlarının olması gereken birer kundak taşıyorlar. Kısa bir süre için çığlık, ilahi ya da ağlama yok. Ancak kime en çok merhamet gösterileceğini düşünmeye zorlayan, daha yeni yürüyen çocuklardan hangisinin keskin nişancı mermisine yakalandığını ya genç babanın bu andan sonra yaşamak için bir yol bulması gerekeceğini düşünmekle geçen bir anlık sessizlik, sükunet…

Genç bir çocuk annesinin yanındaki kaldırımda oturuyor. Kadın yıkılmış bir binanın duvarına dayanıyor ve hayatı kaldırım boyunca kanıyor. Kan, yüzüne sıçramış ve tişörtünü lekelemiş. Son gücünü kolunu kaldırmak ve oğlunun yanaklarını okşamak için kullanıyor, sonra bayılıyor. Çocuk başını ellerinin arasına ağlıyor ve ağlıyor. Şimdi tamamen yalnız.

Kamera henüz havaya uçurulmuş bir eve zoom yapıyor, sivil bir eve. Küçük bir kızın kıvırcık kahverengi saçları tozlarla kaplanmış ve onda bulunabilecek tüm şey olan gözleri tamamen açık. Babası ise molozların arasında diğer kızını ararken annesi feryat edip saçlarını yoluyor, nerede olabilir? Yine fısıldıyorum, “Kesinlikle cennette olacaksın. Meleklere koş.”

Ne şaşırtıcı inanç! Annesini, babasını, eşini, sekiz çocuğunu kaybetmiş bir babaya her şeyden önce, “Allah büyüktür. Her şey için Allah’a şükür” dedirtecek ne güçlü bir sadakat. Çocuğunu kavrıyor, ölü ve külrengi; onu öpücüklere boğuyor ve üzerindeki çarşafı göğsündeki iki kurşun yarasını ortaya çıkaracak şekilde kibarca açıyor. Sonra diğer kardeşinin yanına nazikçe koyuyor ve bu kez en küçük oğlunun üzerindeki çarşafı göğsündeki gelen tek nişancı kurşununu göstermek için açıyor. Kendini zorlukla yatıştırıyor, yakınlık duyduğu kameramana doğru inliyor; “Allah büyüktür, her şey için Allah’a şükür.”

Yaşlı ve yüzü buruşmuş bir imam küçük bir kızın cansız bedenini şefkatle kucaklıyor, onu örselemek daha fazla acı çektirecekmiş gibi; bir dua mırıldanıyor ve toplu mezardaki kardeşlerinin yanına yatırıyor. Onu “Sonunda. Güvenli bir yer. Kız kardeşlerinin yanında uyuyorsun, erkek kardeşlerinin yanında. Korkularını geride bırak, sevgili peygamberinle ve senden önce düşen küçük arkadaşlarınla karşılaş” diyerek teselli etmeyi deniyorum.

Hastaneler, okullar, camiler, sivillerin evleri, BM sığınakları, uygun olan tüm hedefler. Doktorlar, sağlıkçılar, yemek ve su, dünyanın tüm köşelerinden gönderilen yardım kamyonları Mısır sınırında sıralanmış durumda, fakat girmeleri reddediliyor. Güvenlik yüksek, yemek kıt, su ise tamamen bitmiş.

İnanç olağanüstü zamanlarda bundan sonrası için kaynak olarak görülüyor. Bana göre, umutsuzluk ve ıstırap dairesinin içinden çıkmak için ve Gazze’deki kana bulanmış ve parçalanmış kurbanların kar beyaz ruhlarının hatırı için öyle görülüyor.

BM çalışanları, sivilleri BM okulunun içine güvene almak için İsraillilerle anlaşmıştı. Yüzlercesi ortak kararlaştırılmış güvenli barınağa sıkıştırılmıştı. Az sonra, okul İsrail ateşi altında kaldı. Yaralamış ve hırpalanmış göçmenler gözlerini şeytanın yorgun yüzüne diktiler. Yüzlercesi yaralandı, birçoğu öldü.

Hükümetler ateşkesi müzakere ediyor. Gizli anlaşma dedikoduları fısıldanıyor. Yeni seçilen ABD Başkanı hep sessiz. Anne-babalar yıkılmış duvarların altında çocuklarından ne kaldığını arıyor. Parçalanmış, rastgele kollar ve bacaklar, kırık camlar, kanlı bir karmakarışıklık içinde birlikte atılmış. Ama bana göre minik bedenleri hızla cennete süpürülecek ve onlara sesleneceğim; “Koş!”

(*) Suzanne Baroud: palestinechronichle.com yazı işleri müdürü, Gazze'de yaşayan bir ABD'li.

http://www.palestinechronicle.com/ adresinden çevrilmiştir.

0 Responses to Gazze’nin çocukları, meleklere koşun!

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi