Content feed Comments Feed



Bu video, İsrail'in utanç duvarının geçtiği Bil'in köyünde duvara karşı 17 Nisan 2009'da gerçekleştirilen barışçıl bir protesto eyleminde İsrail askerleri tarafından göğsünden gaz bombasıyla vurularak öldürülen Bassem Abu Rahmah'ın anısına yayımlanmıştır. Video, "Yaşasın halk direnişi" diyerek işgal duvarına direnen "Fil" lakaplı Bassem'in arkadaşları tarafından hazırlanmıştır.

Dün Bil'in köyünde "Bil'in Halk Komitesi" tarafından organize edilen Baasem Abu Rahmah'ı anma töreninde de ulusal birlik çağrısı yapılırken, İsrail tarafından yapılan ve Batı Şeria'daki binlerce Filistinliyi ve uluslararası dayanışma eylemcisini yerlerinden etmeyi amaçlayan 1650 numaralı yeni talimname protesto edildi. Yapılan anma yürüyüşü İsrail'in işgal duvarının önüne ulaştığında ise göstericilere gaz bombaları ile müdahale edildi. Komite tarafından yapılan açıklamada, Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nde "işgal altındaki sivillerin korunması" çağrısı yapıldığı ve "işgal altındaki herhangi bir halkın bir yerden bir yere götürülmesinin yasadışı olduğunun" belirtildiği ifade edilerek talimnamenin sözleşmeye aykırı olduğu vurgulandı.

http://www.bilin-village.org/english/articles/testimonies/The-Villagers-of-Bilin-Commemorate-the-First-Anniversary-of-the-Murder-of-Bassem-Abu-Rahmah adresindeki haberden yararlanımıştır.


Asya-Pasifik bölgesindeki beş sosyalist parti ve oluşum, Tayland’da devam eden ve dün en az 20 kişinin ölümüyle, yüzlerce kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan gösterilerle zirveye ulaşan krizle ilgili bir açıklama yaptı. Malezya Sosyalist Partisi (PSM), Endonezya Emekçi Halk Birliği (PRP), Endonezya Halkın Demokratik Partisi (PRD), Turn Left Tayland ve Avustralya’dan Sosyalist İttifak tarafından yapılan ortak yazılı açıklamada krizin baskı yoluyla değil, demokrasi yoluyla çözülmesi çağrısı yapıldı. Açıklama şu şekilde:

Ordu destekli Başbakan Abhisit Vejjajiva’nın olağanüstü hal ilân ettiği ve yeni seçim çağrısıyla artan protestoların ortasında kanlı engellemelere başlanan Tayland’daki mevcut durumdan derin endişe duyuyoruz.

Tayland hükümeti bütün muhalif medya organlarını kapatırken ve Kırmızı Gömlekli protestoculara yönelik şiddetli bir engellemeye hazırlanmaları için güvenlik güçlerine geniş kapsamlı yeni yetkiler verilirken durum endişelendiriyor.


Diktatörlüğe Karşı Demokrasi İçin Birleşik Cephe (UDD) veya daha çok bilinen adıyla Kırmızı Gömlekliler, seçilmeksizin ordu tarafından kurulmuş Abhisit hükümetine karşı geçtiğimiz Mart ayından bu yana yeniden kitlesel protestolar başlatmış durumda. Demokrasi destekçisi bu hareket, ordu destekli oligarşik yönetime karşı koyan kır veya kent yoksullarından oluşmakta.

Bugünkü kriz, ordunun Thaksin Shinawatra hükümetine karşı bir darbe gerçekleştirdiği, 1997’de yapılan halk anayasasını çürüğe çıkarıp bunu ordu destekli bir anayasa ile değiştirdiği 2006 yılının Eylül ayında baş göstermeye başlamıştı. Bugünkü Abhisit hükümeti, Sarı Gömlekliler tarafından gerçekleştirilen faşist seferberlik ve bir mahkeme darbesi sonrasında ordu tarafından kuruldu.

Hükümet, ordu ve Sarı Gömlekliler, yoksulların çoğunluğunun Kırmızı Gömleklileri desteklemesi nedeniyle kaybedeceklerini bildiklerinden gerçek demokratik seçimlerle yüzleşmekten korkuyorlar. Abhisit ve egemen seçkinler, seçim çağrılarını reddediyor ve zaman kazanmayı deniyor, hatta şiddet yoluyla engellemeye hazırlanıyor. Abhisit ve eski seçkinlerin ülkeyi bir faşist diktatörlüğe doğru götürdükleri açık hale geliyor.

Tayland’da sınıf savaşı yeni bir safhaya girmekte. Ordu tarafından desteklenen eski egemen seçkinler, Tayland’da demokrasiyi parçalamak için bütün araçları kullanıyorlar. İşçi sınıfının, köylülerin ve yoksulluğun büyük çoğunluğundan oluşan demokrasi destekçisi Kırmızı Gömlekliler, popülerliklerini göstermekte ve krallık yanlıları ile orduyu açıkça sallayan güçlerini seferber etmekte. Kırmızı Gömleklilere kitlelerin desteğinin genişlemesiyle birlikte bu, Taylan’da demokrasi ve sosyal adaletin yeniden tesisi için sıradan insanların verdiği mücadelede yeni ve önemli bir basamak olabilir.

Taleplerimiz:

- Ordu tarafından kurulan Abhisit hükümetinin acilen istifası ve yeni demokratik seçimlerin yapılması
- Kırmızı Gömleklilere yönelik şiddetli engellemelerin her türlüsünün durdurulması. İnsanların örgütlenme, protesto ve grev haklarına saygı gösterilmesi
- Demokratik hakların baskı altında tutulması ve medyanın kısıtlanmasının durdurulması
- Tayland hükümetinin bir askeri darbeye başvurmaması

Tayland’daki mevcut kriz ancak gerçek bir demokrasi ve halkın gücüyle çözülebilir. Antidemokratik hükümete karşı ve gerçek demokrasinin yeniden getirilmesi için mücadele eden Tayland’ın bütün işçi, köylü ve yoksullarına destek ve dayanışmamızı sunuyoruz.

http://mrzine.monthlyreview.org/2010/thailand100410.html adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.


Bill Quigley

Glenn Beck ve diğer aşırı sağcı multi-milyonerler, ABD’nin sosyalizme giden yolda olduğunu iddia ediyor. İddialarının bir kısmı, Birleşik Devletler’in çalışanlarsına ve yoksullarına karşı diğer ülkelerden daha cömert ve destekleyici olduğu. İnsanlar bunun öyle olmasını dilerdi, ama değil.

Senatör Patrick Moynihan’ın dediği gibi “Herkesin kendi görüş hakkı vardır, ama kendi gerçeği hakkı yoktur”.

Gerçek şu ki, ABD çalışanlarımıza ve yoksul insanlarımıza karşı diğer ülkelere göre gerçekten o kadar da cömert değil.

ABD’yi, OECD’nin (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) oluşturulmasında kendisine katılan 30 ülkeyle karşılaştırmalı olarak inceleyelim. Bu 30 ülke Kanada’yı ve ABD’yle en kıyaslanabilir Avrupa ülkelerini içeriyor, ama aynı zamanda Çek Cumhuriyeti, Yunanistan, Macaristan, Kore, Meksika, Polonya, Slovakya ve Türkiye gibi mücadele içinde olan ülkeler de bunlara dahil.

Bu 30 ülkenin ABD ile karşılaştırılmasına baktığınızda, ABD’nin sosyalizme doğru alabildiğine gittiğine dair palavra mitler aniden yok olur. Aşağıda direnemeyen mitlerden bazı örnekler var:

Mit 1: ABD hükümeti, yoksulları kalkındırmak için zenginlere saldıran sınıf savaşına bulaşıyor.

Kesinlikle devam eden bir sınıf savaşı var. Ancak geri kalanımıza karşı zenginin savaşı ve zengin kazanıyor. Zenginler ile diğer herkes arasındaki ABD’de mevcut uçurum, incelenen 30 ülkeden daha geniş. Gerçek şu ki, ABD’deki en zengin yüzde 10’un yıllık geliri diğer tüm ülkelerinkinden daha yüksek. Ve ABD’nin en yoksul yüzde 10’u diğer OECD ülkelerinin yoksullarının ortalamasından daha az gelire sahip. 1980’lerden beri ABD zenginleri orta sınıf ve yoksulları hızla geride bırakıyor.

Mit 2: ABD, hâlâ dünyadaki en büyük sağlık sistemine sahip.

ABD’deki bebek ölüm oranı OECD ülkeleri arasında en kötü dördüncü – sadece Meksika, Türkiye ve Slovakya’dan iyi.

Mit 3: ABD’de her yerden daha az açlık var.

ABD’de çocuk açlığı yüzde 20’den fazla ya da bir başka deyişle her beş çocuktan biri aç, bu rakam 30 OECD ülkesinin ortalamasının iki katı.

Mit 4: ABD, çocuklu ailelere cömert yaklaşıyor.

ABD’nin, çocuklu ailelere mali yardımlar bakımından sıralamadaki yeri ülkelerin altta kalan yarısında. 30 OECD ülkesinden yarısından fazlası çocuklu ailelere gelirlerine bakmaksızın nakit yardımda bulunuyor. Bu ülkelerden bazıları (örneğin Avusturya, Fransa, Almanya) aile düşük gelirliyse veya ebeveynlerden biri işsiz ise ek yardımda bulunuyor.

Mit 5: ABD, çalışanlarına karşı çok destekleyici.


ABD, çocuğu olan çalışan annelere ücretli izin vermiyor. Diğer 30 OECD ülkesinin her birinde farklı biçimlerde ücretli izin var. ABD bu konuda tamamen sonuncu. Ülkelerin üçte ikisi bazı biçimlerde babalık ücretli izni veriyor. ABD babalara da ücretli izin vermiyor.

Gerçekten de, hiçbir suretle ücretli izin günü garanti edilmeyen sadece ABD’deki çalışanlar. ABD’den sonra bu konuda en düşük Kore ve çalışanlarına yıllık 8 gün ücretli izin veriyor. Diğer 30 ülkenin çoğu çalışanlarına yıllık 20 gün ücretli izin veriyor.

Mit 6: ABD’deki yoksulların diğer her yerden daha fazla zengin olma şansı var.

Gelirdeki, maaştaki ve eğitimdeki toplumsal hareketlilik (ebeveynleriyle karşılaştırıldığında çocuklarsın ekonomik basamakta nasıl yukarı ya da aşağı sınıfa gittiği), Avustralya, Kanada ve Danimarka, Norveç, Finlandiya gibi kuzey ülkelerinde ABD’ye göre daha kolay olma eğiliminde. Bu, ABD’de daha çok zenginin zengin, daha çok fakirin fakir kaldığı anlamına geliyor.

Mit 7: ABD, kamusal eğitime bol harcama yapıyor.

Kamusal eğitim harcamaları bakımından ABD, 30 OECD ülkesi arasında aşağı yukarı ortalama düzeyde. Bununla birlikte ABD’li çocukların eğitsel başarısı OECD ülkeleri arasında en kötü yedinci. Çocuk bakımı ve okul öncesi eğitime yönelik kamusal harcamalar bakımından ABD sondan üçüncü.

Mit 8: ABD hükümeti, geliri zenginden yoksula yeniden dağıtıyor.


ABD’de kısmen az miktarda hükümetin yeniden dağıtımı mevcut, çünkü işsizlik ve aile yardımı gibi toplumsal çıkar harcamaları ABD’de çok düşük. 30 ülke arasında sadece Kore’nin devlet harcaması daha düşük.

Mit 9: ABD, dünyanın her yerindeki ülkelere bolca yabancı yardımda bulunuyor.

ABD, OECD’deki gelişmiş ülkeler arasında en düşük yüzdede yardımda bulunan ülke. 2007 yılında ABD, sonunculuğu Yunanistan ile paylaştı. 2008’de ise sonunculuğu Japonya ile paylaştık.

Sağcı insanların fikirlerine karşın, gerçekler ABD’nin sosyalizme doğru giden yolda olmadığını söylüyor.

Fakat eğer sosyalizm ABD’nin bebeklerimiz, çocuklarımız, işçi ailelerimiz, hamile kadınlarımız ve tüm dünyadaki kardeşlerimize yönelik daha cömert bir yola düşeceği anlamına geliyorsa, hepimizin bunu destekleyebileceğini düşünüyorum.

Bill Quigley: Anayasal Haklar Hukuk Direktörü ve New Orleans Loyola Üniversitesi’nde hukuk profesörü.

http://www.zcommunications.org/nine-myths-about-socialism-in-the-us-by-bill-quigley adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Renkli Devrimler: Made in USA

6 Nisan 2010 Salı


15 Şubat 2010, Eva Golinger

1983 yılında [ABD emperyalizmi için] uygun olmayan hükümetleri devirme ve buna “demokrasi getirme” denilmesi stratejisi doğdu.

Albert Einstein Enstitüsü (AEE), Demokrasi için Ulusal Bağış (DUB), Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü (UCE), Milli Demokratik Enstitü (MDE), Özgürlük Evi (Freedom House) ve sonraları Uluslararası Şiddet İçermeyen Çatışmalar Merkezi gibi sözde özel “vakıflar” sayesinde Washington, itaatsiz hükümetlere sahip ülkelerdeki ABD gündemini destekleyen siyasi partilere ve gruplara verdiği finansal ve stratejik desteği gizledi.

Bütün bu “vakıf” ve “enstitü”lerin ardında Dışişleri Bakanlığı’nın finansal kolu, Birleşik Devletler Kalkınma Dairesi (USAID*) var.

Bugün, USAID, Washington’da güvenlik, haber alma ve savunma ekseninin kritik bir parçası. 2009’da Ayaklanmaları Bastırma Üst Kurulu İnisiyatifi yasal bir doktrin haline geldi. Artık USAID, Birleşik Devletlerin dünya çapındaki ekonomik ve stratejik çıkarlarını, ayaklanma bastırma operasyonları çerçevesinde destekliyor. Dönüşüm inisiyatifinin alt şubeleri, yeniden yapılanma, çatışma yönetimi, ekonomik gelişme, yönetim ve demokrasi gibi alanlarla ilgileniyor. Bunlar Washington’un milyonlarca dolarının tüm dünyada Birleşik Devletler çıkarlarını savunan partilere, STK’lara, öğrenci organizasyonlarına ve hareketlere aktarıldığı ortamlar. Her nerede Birleşik Devletlerin çıkarlarıyla uyuşan bir devlet krizi, renkli devrim ya da yönetim değişikliği varsa, USAID ve dolar yağmuru orada.


Renkli bir devrim nasıl işliyor?

Reçete her zaman aynı. Öğrenciler ve gençlik grupları yıpranmamış yüzleriyle yol gösteriyorlar, diğerleri için katılımı âdeta moda haline getiriyor, bunu yapmak cool oluyor. Her zaman bir logo, renk, bir pazarlama stratejisi var. Sırbistan’da, Slobodan Milosevic’in devrilmesinin öncüsü olan OTPOR grubu, üstlerinde direnişlerinin sembolü olan siyah-beyaz sıkılmış bir yumruk bulunan t-shirtler, posterler ve bayraklarla sokağa döküldüler. Ukrayna’da sembol aynıydı, rengi turuncuydu. Gürcistan’da yumruk pembeydi ve Venezüella’da ufak bir değişiklik yapılmış, sıkılmış yumruğun yerini siyah-beyaz açılmış eller almıştı.

Renkli devrimler, daima bir halkın stratejik ve doğal kaynakları; gazı, petrolü, askeri üsleri ve jeopolitik önemi varsa ortaya çıkıyor. Ve ayrıca daima sosyalist eğilimleri, antiemperyalist yönetimleri olan ülkelerde oluyor. Birleşik Devletler makamlarının bu ülkelerde kolladığı hareketler genel olarak, anti komünist, anti sosyalist, kapitalizm ve emperyalizm yanlıları oluyor.

Protestolar ve istikrarı bozmaya yönelik eylemler, hep bir secim kampanyası ve genelde gerçekleştiği üzere, muhalefetin seçimi kaybetmesi halinde seçimleri geçersiz kılmak ve gerilimleri arttırmak süreci etrafında planlanıyor. Finans, eğitim ve danışmanlıkta hep ayni kurumlar hazır bulunuyor; USAID, NED, IRI, Freedom House, AEI ve ICNC. Bunlardan son ikisi gençlik hareketlerini “şiddetsiz değişim” için uzmanlaştırmaktan ve eğitmekten dolayı kendileriyle gurur duyuyorlar.


Strateji, devlet gücünün temel direklerini zayıflaştırmayı ve düzenini bozmayı, güvenlik güçlerini tarafsızlaştırmayı ve kargaşa ve istikrarsızlık sansasyonu yaratmayı hedefliyor. AEI yöneticilerinden ve stratejisinin kurucularından Albay Robert Helvey, amaçlarının silahlı kuvvetlere ve polise zarar vermek değil “dönüştürmek” -onları halihazırdaki yönetime sırtlarını döndürmek ve gelecekteki yönetimde bir yerleri olduğunu anlamalarını sağlamak- olduğunu açıklıyor. Gençlik, güvenlik güçlerini kararsızlaştırmak ve toplu protestoları tüm gücüyle bastırmasını engellemek için kullanılıyor. OTPOR’un kurucusu Srdja Popovic, Helvey’in kendilerine ne öğrettiklerini ifşa etti: “...sisteme dahil insanları, sözgelimi polis memurlarını nasıl seçeceğinizi ve hepimizin, onların ve bizim, kurban olduğumuza dair mesajı nasıl ulaştırabileceğimizi. Çünkü, örneğin 13 yasındaki bir protestocuyu tutuklamak onun işi değildir.”

Bu güvenlik güçlerine, kamu yöneticilerine ve genel olarak halka yönelik en ince noktasına kadar planlanmış, psikolojik savaş yönleri bulunan ve sokakta yüz göstermeye dayalı strateji, kamuoyuna bir halk ayaklanması izlenimi vermektedir.


Venezüella


2003’te AEI, Venezüella’ya çıkarma yaptı. Albay Helvey, bizzat Venezüella muhalefetine hızlandırılmış, 9 günlük “bir ülkede demokrasiyi nasıl yeniden inşa edersiniz” kursu verdi. AEI’nın yıllık raporuna göre, muhalif politikacılar, STK’lar, aktivistler ve sendikaların katıldığı bu workshop’ta, “diktatörü devirme” tekniklerini öğrendiler. Bir yıl sonra Başkan Chavez’e karşı -bu gruplar tarafından yönlendirilen- başarısız bir devirme girişimi yapıldı. Bu girişim, AEI’nın müdahalesinden sonraki yılda sokaklarda şiddet, sürekli destabilize etmeye yönelik denemeler ve Chavez’in seçiminin iptal edilmesinin ardından geldi. Muhalefet 60’a 40 kaybetti, ama sahtekârlık diye haykırdı. İtirazları temelsizdi. Aralarında Carter Center ve OAS’in de bulunduğu yüzlerce uluslararası gözlemci, sürecin saydam, yasal ve sahtekârlıktan arınmış olduğunu belgelediler.


2005 Mart’ında, Venezüella muhalefeti ve AEI tekrar bir araya geldiler, ama bu kez eski partilerin ve önderlerin yerini, seçilmiş bir grup öğrenci ve genç Venezüellalılar almıştı. OTPOR’un iki eski yöneticisi, Slobodan Dinovic ve Ivan Marovic, Belgrat’tan gelerek, Venezüellalı öğrencileri, başkanlarını düşürecekleri bir hareketi nasıl kuracakları konusunda eğittiler. Aynı anda USAID ve NED bu grupları desteklemek için aniden yaklaşık 9 milyon Amerikan dolarlık bir fon ayırdı. Freedom House ilk defa Venezüella’da bir büro açarak, USAID ve NED’le el ele muhalefeti güçlendirmek ve 2006 seçimlerine hazırlamak için çalışmaya başladı. Freedom House Başkanı Peter Ackerman’ın yönetilen ICNC’de genç muhalefet hareketini yoğunlaştırmış kurslar ve seminerlerle rejim değiştirme teknikleri konusunda eğitmeye başladı.

O yıl, yeni eğitilmiş öğrenciler, hareketlerini hayata geçirdiler. Hedef, seçim sürecini kesintiye uğratmak ve seçim sahtekârlığı senaryosu üretmekti, fakat başarısız oldular. Chavez, seçimleri yüzde 64 gibi ezici bir sonuçla kazandı. 2007’de hareket, hükümetin muhalefetin sesi özel RCTV’nin yayın lisansını uzatmama kararına karşı tekrar aktif hale geldi. Öğrenciler ellerinde logolarıyla sokaklara döküldüler ve ana akım medyanın yardımıyla uluslararası ilgi uyandırdılar.

Öğrencilerden bir kısmı ABD kurumlarınca seçilerek Ekim 2007’de Belgrat’a eğitim için yollandılar. Öğrenci önderi Yon Goicochea, Venezüella’da bir gençlik eğitim merkezi açmak için, sağcı think-thank kuruluşu Cato Enstitüsü’nden 500 bin Amerikan dolarlık bir yardım aldı.

Bugün, o öğrenciler muhalefet partilerinin vitrinindeler, sadece geçmişin politikalarıyla açık bağlantılarıyla değil, kendi hareketlerinin de sahtekârlığıyla. Gürcistan’ın ve Ukrayna’nın renkli devrimlerinin boyası aktı. Bu ülkelerin vatandaşları, sözüm ona “bağımsız” hareketler yoluyla yönetime geçenlerden hayal kırıklığına uğradılar ve aptal yerine koyulduklarını görmeye başladılar.

Devrimlerin renkleri, imparatorluklarının çıkarlarını yeni ve yaratıcı yollarını bulmaya ve gerçekleştirmeye çalışan ABD kurumlarının kırmızı, beyaz ve mavisinden başka bir şey değildir.




*Birleşik Devletler ve yardım kelimelerinin iç içe geçirilerek stilize edildiği bir kısaltma.

http://venezuelanalysis.com/analysis/5139 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi