Content feed Comments Feed

Küreselleşme Araştırmaları Merkezi üyesi Mahdi Darius Nazemroaya, ABD, AB, Fransa ve İsrail’in Tunus’taki çıkarlarına ve ayaklanmaya yaklaşımlarına dair bir yazı kaleme aldı. Nazemroaya, yazısında devrik lider Ben Ali’nin söz konusu ülkelerin “sadık bir müttefiki” olduğunu ifade ederken, yazının dikkat çeken noktalarından biri de Tunus’tan kurtarma operasyonu ile çıkarılan İsrailli “turistler” oldu. Nazemroaya’nın söz konusu İsraillilerin Mossad ajanı olduğu ve Yedioth Ahronoth gazetesine dayanarak dile getirdiği ülkelerine gitmeden önce üçüncü bir ülkeye nakledildiklerine dair iddiası, bu kişilerin aktarıldığı ülkenin hangisi olduğu sorusunu akıllara getirirken, naklin yapıldığı gece Tunus’taki Türkleri taşıdığı belirtilen bir uçağın Türkiye’ye gelmesi de dikkat çekti. Ancak bazı uluslararası basın organlarında İsrailli yetkililerin ağzından bu ülkenin Almanya olduğu iddia edildi:

Aralık 2010, Arap dünyasında bir dönüm noktasının başlangıcına şahit oldu. Tunus’taki protestolar özgürlükten yoksunluk, enflasyon, işsizlik ve ücretlerin düşürülmesi nedeniyle başladı.

Arap dünyasının dayatılmış liderleri, şu ana dek tam bir devrim olmayan Tunus halkının ayaklanmasının farkına vardılar.
Halk ayaklanması, Arap egemenlerinin bedenlerine soğuk titremeler getirdi ve onları kendilerinin halk tarafından benimsenmeyen saltanatlarının devamlılığına dair korkuya düşürdü. Eski yönetimin kalıntıları da onları yeni hükümetin oluşturulmasına katmaya çalışıyor.

Diktatörlük ve neo-liberalizm çiftine karşı bir Arap ayaklanması

Tunus halkının ayaklanması, Zine Al-Abidine Ben Ali’nin korkunç polis devletine karşı yanıtın bir parçası. Tunus ayaklanması kısmen, Ben Ali’nin Tunus’ta uygulamaya koyduğu iğrenç neo-liberal kalkınma modeline de bir yanıt. Bu bakımdan ABD ve AB, Tunus’ta Ben Ali tarafından uygulanan insafsız ekonomik tedbirlerin birincil destekçileriydi.

2011’e kadar Tunus, ve ABD, AB, Dünya Bankası ve IMF tarafından sürekli biçimde ideal bir devlet ve bir başarı ve kalkınma modeli olarak gösterilmekte ve pazarlanmaktaydı. Tunus’taki insan hakları ihlalleri, cinayetler ve baskı hiçbir zaman bunlar ya da bunların yetkilileri tarafından eleştirilmedi.

Ben Ali’nin kaçtığı 14 Ocak 2011 tarihinin sonrasına dek Kuzey Amerika’da, Batı Avrupa’da Avustralya’da ve Arap dünyasında anaakım medya Tunus’taki vahşi baskıdan hiçbir şekilde bahsetmedi. Tersine, anaakım medya Ben Ali yönetiminin suçlarının çoğunu akladı ve bunun yeriene Tunus’tan bir başarı öyküsü olarak bahsetti. Ben Ali Tunus’tan Suudi Arabistan’a kaçtıktan sonra, The Guardian gazetesi Ben Ali’nin Tunuslulara yönelttiği baskının türüne dair bir genel bakış sundu:

“Karışıklık hüküm sürüyor. Arap dünyasında ilk kez bir halk kendiliğinden ve barışçıl şekilde sokağa çıkarak bir lideri zorladı. Ancak Zine Al-Abidine Ben Ali’nin kaçmasına rağmen inatçı vahşi polis güçleri kaçmadı. Gün boyu gelişigüzel sarı taksileri dolduran devrik lidere sadık milisler başkenti ve bazı mahalleleri turladı ve havaya rastgele ateş etti. Silahlı haydurlar zorla evlere girdi ve yağmaladı ya da sokaklarda ateş açtı.

Tunus’ta gece hareketi durduran sokağa çıkma yasağının sona ermesinden sonra sabah erken saatlerde bazı şehir sakinleri açık olan birkaç kafeden birinde kahve içmek için temkinle dışarı çıktı; çoğunlukla da kavşaklarda konumlanan tankların gölgesinde. Öğle vakti başkent Tunus’taki bir hastane morguna beşi polis olan 13 ceset girmişti. Muhalefet partisinin bir üyesi, ‘Bunlar Ben Ali’nin eski işkencecileri tarafından yapılıyor, silahlar var, kaos yaratmak istiyorlar’ dedi.

Ülke genelindeki yerleşim alanlarında, yöre sakinleri Ben Ali’nin polislerinin önderlik ettiği haydutlara karşı kendilerini savunmak için koruma ekipleri oluşturmuş. Kuzeyde yer alan bir orta sınıf mahallesi olan La Marsa’da yol, ateş edip uzaklaşan arabaların hızlanmasını ve evlerin yağmalanmasını engellemek için kırık kapı, saksı, bidon parçaları, kiremitle, kaldırım taşlarıyla donatılmış. Güzel Sanatlar okuak isteyen iyi giyimli bir öğrenci olan 18 yaşındaki Ömer, aceleyle oluşturulan bir grubun parçası olarak sabah 3’e dek korumalık yapıyor ve ‘Okul arkadaşlarımın ve babamın da aralarında olduğu 30 kişiyiz. Sopalar ve ne bulduysak onlarla silahlandık ve ordu kim olduğumuzu anlasın diye beyaz kol bantları takıyoruz’ diyor. Ömer, bir tank tarafından korunan gösterişli bir alışveriş merkezinin dışında dikilip konuşurken bir asker onu bölgede yağma yapan ve içinde penceresinden ateş eden adamlar bulunduran bir taksinin olmasından dolayı gitmesi için uyarıyor.

Yaşlı bir kadın, ‘Ben Ali’yi milislerini ülkeye saldığı için hiçbir zaman affetmeyeceğiz. Yönetiminin yolsuzluğundan daha çok bu nedenle onu affetmeyeceğiz’ diyor.

Bu arada, gösterilerin sürdüğü tamamen baskıyla dolu dört haftanın dehşeti gün yüzüne çıkmaya başlıyor. İnsan hakları grupları 17 Aralık’tan bu ayan en az 150-200 ölü olduğunu tahmin ediyor. Yoksul, kırsal alanlarda rastgele yakalanan gençler başlarından vurulmuş ve teşhis edilemesinler diye evlerinden uzağa atılmışlar. Polisler de, Kasserine ve çevresindeki yoksul mahallelerinde kadınlara evlerinde tecavüz etmiş.

İnsan Hakları Ulusal Konseyi Başkanı Sihem Bensedrine, ‘Bunlar halka karşı rastgele şeyler, bir çeşit misilleme. Yoksul bölgelerde hiçbir şeyle ilgisi olmayan kadınlar ailelerinin gözleri önünde tecavüze uğradılar. Erkekler silahlarla engellendi, kadınlar gözlerinin önünde tecavüze uğradı’ diye konuşuyor. Geçen Pazartesi Kasserine ve Thala’dan bir avuç dolusu olay haberi geliyor. Yönetim tarafından tecavüz sıklıkla bir işkence yöntemi olarak kullanılmış, muhalif kadınlar İçişleri Bakanlığı binasında tecavüze uğradıklarını söylüyor; erkekler de öyle.

Hak savunucuları aynı zamanda öldürülen ve köylerinden uzağa, mezarlık alanlara atılan ya da yol kenarına veya hastane önüne bırakılan kişiler hakkında bilgi toplamış. Bu vurma olaylarının son on günde gerçekleştiğine inanılıyor. Kendisi de dövülen ve geçtiğimiz günlerde dönene kadar sürgünme zorlanan Bensedrine, ‘Bu cesetlerin çoğu henüz teşhis edilebilmiş değil, kasten köylerinden uzağa atılmışlar. Aileler, gençlerinin tutuklandığını düşünüyor. Hiçbir zaman dönmeyeceklerini bilmiyor. Ben Ali iktidarında dayakla, tacizle, tehditle bir eziyet yönetimi olduğunu, ancak kitlesel öldürme olaylarının gerekli olmadığını anlamalısınız. Son dört hafta farklı, bu bir katliam, bu başka bir şey ’ diyor.

Psikiyatr ve kadın hakları aktivisti olan Ahlem Belhadj, Tunusluların Ben Ali’nin gidişinin neşesiyle kendilerini çarpılmış hissettiklerini söylüyor. Belhadj, kendiliğinden protesto hareketinin ve kendini ateşe vererek bunu başlatan üniversiteli işsizin, 23 yıllık despotizmin ardından iş fırsatı olmaksızın bastırılmış, küçük düşürülmüş halkın umutsuzluğunu gösterdiğini belirtiyor. Belhadj, ‘Açlık grevleri ülkesine dönüştük; başka bir politik veye toplumsal muhalefet aracı kalmadı. İnsanlar için kendilerini yakmak aşırılık: bu, ‘öteki’nden, rejimden böylesi bir korku olduğunu gösteriyor, insanlasrın öfkelerini yalızca kendilerine yöneltebildiklerini gösteriyor. Bu, bir mücadele yöntemi olarak kendi kendine zarar verme’ diye konuşuyor.

Ortopedi cerrahı ve geçici hükümete önerilen bir sendikacı olan Khelil Ezzaouia, kaousun kontrol altına alınacağını ve hak ihlallerine, politik reform ve yolsuzluklara dair komisyonlar kurulacağını umuyor ve ‘Ben Ali sayfasının kapandığını göstermek için kalıcı bir geçiş hükümeti olacak ve halkı rahatlatmak için güçlü sinyal yayacak” şeklinde konuşuyor.

Günler öncesine dek rejimin iktidar araçlarından olan ulusal devlet radyosunda, DJ ilk kez özgürce konuşuyor, ancak diktatörün devrilmesinin keyfinin, milislerin saldırıları korkusuyla hafiflemek zorunda olmasına üzülmeli.

Bir müzk şovu sunucusu 1960’ların direniş şarkılarından birini çalmadan önce ‘Bizimki zor bir mutluluk’ diyerek iç çekiyor.” (Angelique Chrisafis, Eski rejimin milisleri kavgayı sürdürürken Tunus’ta kargaşa, korku ve dehşet, The Guardian, 16 Ocak 2011)

ABD, Fransa, AB ve Arap diktatörleri neden suskun?


Lübnan’daki Sedir Devrimi’ni, Ukrayna’daki Turuncu Devrim’i, Gürcistan’daki Gül Devrimi’ni, Kırgızistan’daki Lale Devrimi’ni, Moldova’daki Twitter Devrimi’ni ve İran’daki Yeşil Devrim’i sınıflandırmak ve bunların çığırtkanlığını yapmakta hızlı davranan ABD ve müttefikleri, Tunus halkının protestolarına gelince aynısını yapmadı.

Venezüella ve İran’da seçim kargaşası olduğunda ABD ve AB demokrasiye dair açıklamalar yapmakta ve Karakas ile Tahran’ı eleştirmekte hızlı davranmıştı. Şimdiy dek aynı standartlar Tunus2un 2009 seçimleri ve Aralık ayında başlayan protestolar hakkında uygulanmadı.

Fransa, ABD, Suudi krallığı ve İsrail, bunların hepsi Ben Ali diktatörlüğünün sürdürülmesinde işlevsel oldular. Ben Ali gerçekte ABD ve müttefiklerinin çıkarına hizmet etti. ABD, Fransa ve AB’nin Ben Ali yönetimindeki Tunus’taki derin yolsuzluk ve adam kayırmayla da bir sorunları yoktu.

İsrail’le birlikte ABD ve Fransa hükümetleri, Tunus halkına ve Tunus halkının özgürlük isteğine yönelik baskıda suç ortağı olmuştur. Tunus halkının ABD, Fransa ve İsrail’e yönelik öfkelerinin kabarmasının nedeni bu. ABD ve Fransa büyükelçiliği önündeki protestolar, ABD ve Fransa’nın özgürlüklerinin baskılanmasındaki rolüne dair Tunus halkının farkındalığının göstergesidir.

Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı, sadece Ben Ali’nin yararına açıklamalar yaptı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Al-Arabiya haber kanalına Ben Ali ve özgürlük isteyen sivil protestocuları vahşice bastırması konusunda “taraf olmadıklarını” söyledi. ABD, Tunus halkının haklarını tanımak için ancak Ben Ali’nin kaçmasını bekledi. ABDhükümeti ve yetkilileri yıllar boyunca ABD ekonomik çıkarlarına boyun eğen tüm diktatörlere alışılagelmiş desteklerinde olduğu gibi tamamen aksi biçimde davrandılar, sürekli olarak Ben Ali’ye destek açıklamaları yaptılar.

Kişisel sahiplik veya aile ilişkileri yoluyla Arap meyasını büyük bir kısmını kontrolünde tutan Suudi krallığı, Ben Ali’nin iktatoryal rejimi yararına Arap kamuoyunu yönlendirme çabasıyla Tunus halkının protestolarını itibarsızlaştırmak için tüm gücünü kullandı. Sonrasında Ben Ali iktidarının devam edeceğine dair umut kalmayınca Suudi krallığı Ben Ali’yi Suudi Arabistan’a davet etti.

Eski sömürgeci usta: Paris, Ben Ali’ye Tunus halkın ezmesi için yardım önerdi

Ben Ali rejiminin devrileceği belli olmadan önce Fransa, Tunus halkının özgürlük taleplerinin ezilmesi için yardım etmek istedi. Fransa Dışişleri Bakanı Michèle Alliot-Marie, teklif hakkında sonraki günlerde alenen yalan söyledi.

Oysa The Guardian, şunları kaydediyordu:

“Fransa Dışişleri Bakanı Michèle Alliot-Marie bugün, Tunus’un devrik devlet başkanına devrilmeden günler önce düzeni sağlaması için yaptığı yardım etme önerisini savundu. Alliot-Marie, ulusal meclisin dış ilişkiler komisyonu tarafından geçen hafta yaptığı açıklamaları izah etmeye davet edildi. Bakan, ayaklanmanın kontrol altına alınmasında Fransız güvenlik güçlerinin “dünyada bilinen” uzmanlıklarını paylaşmayı önermişti.

Ben Ali Cuma günü Tunus’tan kaçtığından beri Fransa, kendisini devrik liderden uzak tutmaya çalıştı, sığınmasını reddetti ve kendisi ile ailesinin Fransa’daki varlık ve paralarının bloke edilmesi emrini verdi.

Alliot-Marie bugün, muhalefetin istifa etmesi yönündeki çağrılarını savuşturdu ve diğer ülkelerdekilerle birlikte Fransız parlamenterlerin ‘olacak şeyleri görmediğini’ söyledi.

Alliot-Marie, ‘Hadi yüzleşelim, hepimiz, politikacılar, diplomatlar, araştırmacılar, gazeteciler Yasemin Devrimi ile şaşkınlığa uğradık’ diye konuştu. Alliot-Marie, teklifinin ‘yanlış yansıtıldığını’ ve baskıyı desteklemeyi değil, Tunus halkına yardım etmeyi amaçladığını belirterek, ‘Geceyi bir uçakta geçirdim ve kendimi iyi ifade etmemiş olmam muhtemel. Kendimden şüphelenmeye başladım, ancak ardından önerimi aslında düşündüğüm şey olduğunu vebazı insanlar tarafından yorumlanan şey olmadığını görmek için yeniden okudum’ ifadelerini kullandı. Alliot-Marie, yorumlarının çarpıtılmasıyla ‘karalandığını’ sözlerine ekledi.

Daha önce Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy’nin danışmanlarından birinin, Alliot-Marie’nin ‘duruma dair kendi analizlerini’ açıkladığını iddia etmesiyle bakan Élysée Sarayı tarafından yalnız bırakılmış gibi görünmüştü.” (Kim Willsher, Fransız bakan Tunus’a güvenik gücü önerisini savunuyor, The Guardian, 18 Ocak 2011)

Gerçekte Paris, ben Ali’ye gizli biçimde yardım gönderdi. ABD ve İsrail de toplumsal müdahale araçları ve silahlar gönderdi.

Tunus’ta Mossad ve İsrail

Tel Aviv’in çıkarlarına gelirsek; Tunus, İsrail’in Filistinli ve Arap eylemcilere karşı istihbarat çalışmaları, cinayetleri ve veri toplaması için bir açık alandır. İsrail, demokratik muhalefete karşı baskılara, Ben Ali’yi iktidarda tutmak için yardım etmiştir. Arap dünyasından demokratik bir devlet çıkmasını engellemek İsrail’in stratejik girişiminin parçasıdır. Gerçek Arap demokrasinin çıkmasının engellenmesi konusunda aynısı ABD ve AB için de söylenebilir. Tunus ayaklanması gerçekten de İsrail hükümetini sözümona “ziyaretçilere”, “acil kurtarma” yapmaya zorlayacaktı:

“20 İsrailliden oluşan bir grup, şiddetli ayaklanmanın hükümeti devirmeyi başardığı Tunus’tan Cumartesi akşamı kurtarıldı. Karmaşık operasyon, Dışişleri Bakanı’nın da aralarında olduğu birkaç İsrailli yetkili tarafından yönetildi. Turistler, uçakla İsrail’e uçmadan öncelikle üçüncü bir ülkeye nakledildi. “ (Ronen Medzini, 20 İsrailli Tunus’tan kurtarıldı, Yedioth Ahronoth, 15 Ocak 2011)

İsrail hükümetinin Tunus’tan tahliye ettiği bu sözümona İsrailli “ziyaretçiler” Mossad ajanlarıydı.

Tunus hâlâ ilgi odağında

Neo-liberal model Tunus’a yoksulluk ve mutsuzluk getirdi. Bu gerçekler ABD, Fransa ve tunus’un ekonomik önlemlerini övenler tarafından reddedilmekte. ABD ve Fransa bir kez daha gerçek demokrasiye saygısızlığını devam ettirmekte. Paris ve ABD’nin Tunus halkına saygı duyduklasrına ve onları önemsediklerine dair tüm sözleri sadece ikiyüzlü bir meydan okumadır.

ABD ve Fransa tarafından demokrasi ve adil seçimler çağrısı ancak Ben Ali ülkeden kaçtıktan sonra yapıldı. Eğer ABD ve Fransa’nın, Arapların kendi kaderlerini tayinine dair çağrılarında en ufak samimiyet varsa, bu çağrılarını Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Fas, Mısır, Libya, Ürdün ve Yemen’e de yayarlar. Arap dünyasının ötesinde, bu çağrılarını Afganistan gibi NATO garnizonu ülkelere de yayarlar.

Anaakım medya da Tunus’taki olaylara dair çalışmalarına henüz başlıyor, ancak ABD ve AB’nin ekonomik kiralık katilleri olan Ben Ali’nin ve kafadarlarının yaptıklarını göz ardı eden dar bir bakış açısıyla. Wikileaks ile hiçbir bağlantısı olmamasına ve şimdiye dek tamamen devrim olmamasına rağmen, Tunus’taki isyan “Wikileaks Devrimi” olarak adlandırılmaya başlandı.

Tunus henüz özgür değil. Tunus ulusal birlik hükümetinde Ben Ali rejiminin isimleri hakim ve bu isimlerden birçoğu hükümette yer alıyor. Ayaklanma, henüz bir devrime dönüşmüş değil.

ABD, Fransa, AB, Suudi krallığı, Arap diktatörlüğü ve İsrail hep birlikte, kendi çıkarlarına hizmet edecek yeni Tunus hükümetinin, eski rejimin kabuğunu almasını garanti etmeyi planlıyor. Ben Ali’yi başkanlık sarayında tutan yapı hâlâ duruyor ve onun iktidarını destekleyen yabancı ilgisi etkisini koruyor. İktidarı muhafaza etmeyi başarabilirler.

ABD ve Fransa, tunus’a ekonomik ilgilerini yitirmiş değiller. Ne de neo-liberal modelin Tunus’ta geçersiz ve hükümsüz olduğu ilan edildi. Tunus’taki Fransız ilişkilerinin devamı teşebbüsü olarak Fransa, saltanatının sonuna dek sadık bir müttefiki olmasıra rağmen Ben Ali’ye ülkeye sığınmasını teklif etmedi.





http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=22850 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

0 Responses to Diktatörlük ve neo-liberalizm: Tunus halkının ayaklanması

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi