Content feed Comments Feed

David Harvey, emek-değer teorisinin güncelliği ve Marx'ın teoriye yaklaşımına ilişkin bir makale kaleme aldı.


Marx’ın, sermaye birikimi çalışmaları için kurucu bir kavram olarak Ricardo’nun emek-değer teorisini uyarladığına yaygın biçimde inanılmaktadır. Emek–değer teorisi genel olarak gözden düştüğünden beri Marx’ın teorilerinin değersiz olduğu sıklıkla resmi bir şekilde beyan ediliyor. Ancak aslında Marx hiçbir yerde emek-değer teorisine sadakatini açıklamamıştır. Bu teori, değer sorununun ekonomi politik çalışmasında kritik olduğunda ısrar ederken bile teorinin son derece sorunlu olduğunu kabul eden Ricardo’ya aitti. Marx, bu meseleye ilişkin doğrudan yorumda bulunduğu birkaç durumda (1) emek-değer teorisinden değil, “değer teorisi”nden bahseder. Öyleyse, Marx’ın kendine özgü değer teorisi neydi ve emek-değer teorisinden nasıl farklılık gösterir?

Yanıt (her zamanki gibi) detaylarıyla karmaşıktır ancak ayırt edici özellikleri, Kapital’in birinci cildinin iskeletinden yeniden kurulabilir. (2)

Marx bu çalışmasına, kullanım değeri ve değişim değerinin, meta değişiminin maddi eylemindeki yüzey görünüşünün bir sorgulamasıyla başlar ve değişim değerinin nicel yönünün arkasında yer alan değerin mevcudiyetini varsayar. Bu değer, öncelikli olarak metalarda katılaşmış toplumsal (soyut) emeğin bir yansıması olarak ele alınır (bölüm 1). Marx, piyasa alanındaki düzenleyici bir kural olarak, değerin, ancak meta değişiminin “normal bir toplumsal eylem” olarak bulunduğu yer ve zamanda var olabileceğini gösterir. Bu normalleşme, özel mülkiyet ilişkilerinin, tüzel kişiliklerin ve eksiksiz rekabetçi piyasaların mevcudiyetine bağlıdır (bölüm 2). Böyle bir piyasa, değeri biriktirmek için uygun bir araç sağlarken değişim ilişkilerini etkin yöntemlerle kolaylaştıran ve kayganlaştıran mali yapıların ortaya çıkmasıyla (bölüm 3) işleyebilir. Para, böylelikle değerin maddi sureti olarak resme girer. Değer, sureti olmaksızın var olamaz. 4’ten 6’ya kadar olan bölümlerde Marx, ancak ekonomik faaliyetin hedef ve amacının meta üretimi olduğu bir sistemde değişimin normal bir toplumsal eylem gibi gereklilik haline geldiğini göstermektedir. Bu, düzenleyici bir kural olarak, sermayenin ayırt edici değer biçiminin oluşturma koşullarını sağlamlaştıran paranın sermaye olarak dolaşımıdır (bölüm 5). Ancak sermayenin dolaşımı, ücretli emeğin piyasada alınıp satılabilen bir meta olarak öncelikli mevcudiyetini gerektirir (bölüm 6). Kapitalizmin ortaya çıkışından önce emeğin nasıl olup da böylesi bir meta haline geldiği, ilksel ya da asli birikime değinen 8. bölümünün konusudur.

Emek gücünün ve üretim araçlarının satın alınmasına dayanan bir süreç olarak –devinim halinde değer olarak- sermaye kavramı, değer biçiminin ortaya çıkışıyla ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir. Marx’ın argümanına dair basit ancak kabataslak bir benzeşim şöyle olabilir: insan vücudunun canlılığı, insan vücudu dışında bir varlığa sahip olmayan kanın dolaşımına bağlıdır. İki olgu, karşılıklı olarak birbirini oluşturur. Değer oluşumu da aynı şekilde kendisini barındıran dolaşım süreci dışında anlaşılamaz. Önemli olan, sermaye dolaşımının bütünselliğinde karşılıklı bağlılıktır. Fakat sermayenin durumunda, süreç sadece kendini çoğaltma (döngüsel) olarak değil, aynı zamanda kendini genişletme olarak da (birikimin sarmal şekli) ortaya çıkar. Bu böyledir, çünkü kâr ve artı değer arayışı, meta değişimlerini ileriye sevk eder, dolayısıyla bu da değer biçimini destekler ve ayakta tutar. Böylece değer, yalnızca sermaye birikimi koşulları altındaki değişim alanında yerleşik düzenleyici kural haline gelir.


Argümanın basamakları karmaşıkken, Şekil-1’de tasvir edildiği şekilde Ricardo’nun emek-değer teorisini dolaşım ve birikimin bütünlüğüne yerleştirerek, teoriyi sentezleme ve biçimlendirmeden daha fazlasını yapmış görünüyor. Argümanın çok yönlülüğü ve zarafeti, Marx destekçilerinin birçoğunu, bunun hikâyenin sonu olduğunu düşünmeleri doğrultusunda ayartmıştır. Öyle olsaydı, Marx’ın değer teorisine yöneltilen eleştirilerin çoğu haklı çıkacaktı. Ancak bu son değil. Aslında başlangıç. Ricardo’nun beklentisi, emek-değer teorisinin fiyat oluşumunu anlamaya bir temel sağlayacağı yönündeydi. Sonraki analizlerce insafsızca ve esaslı bir şekilde ezilen bu beklentidir. Marx, genel olarak aynı şeymiş gibi sunumlarında sık sık değerlerden fiyatlara kayarken bile (taktik sebeplerle olduğundan şüpheleniyorum) bunun imkânsız bir beklenti olduğunu anlamıştı. Başka örneklerde sistematik farklılıkları çalışmıştı. Birinci ciltte Marx, vicdan, onur, işlenmemiş toprak gibi şeylerin bir fiyatı olabileceğini ama bir değeri olamayacağını kabul eder. Kapital'in üçüncü cildinde, piyasadaki kâr oranının dengelenmesinin, metaların değerlerine değil de “üretim fiyatları” adı verilen şeye bağlı olarak mübadele edilmesine nasıl neden olduğunu araştırır.

Ancak Marx, birincil olarak fiyat oluşumu ile ilgilenmemişti. Başka bir gündemi vardı. Birinci cildin 7’den 25’e kadar olan bölümleri, emekçinin, -piyasada değişimin genelleştirilmesi ve normalleştirilmesi vasıtasıyla oluşturuldukça- değer yasasının hükmettiği bir dünyada yaşama ve çalışma koşullarını anlaşılması güç detaylarıyla açıklar. Bu, Marx’ın 6. bölümün sonunda bizi dolaşım alanını, “egemen olanın yalnızca, Özgürlük, Eşitlik, Mülkiyet ve Bentham” olan yeri, “insanın doğuştan varolan haklarının tam bir cenneti”ni terk etmeye davet ettiği meşhur geçiştir. Aynı zamanda sadece burada değerin nasıl biçimlendiğini göreceğiz.

Piyasada rekabetin mücbir yasaları, çalışma günü uzunluğunu sınırlayan yasalar gibi kısıtlayıcı bir gücün yokluğunda bireysel kapitalistleri çalışma gününü son noktaya kadar uzatmaya, emekçinin yaşamını ve sağlığını tehdit etmeye zorlar (bölüm 10). Daha sonraki bölümlerde, aynı mücbir yasalar sermayeyi, hepsi nispi artı değer peşinde olan şekilde teknolojik ve örgütsel yenilikleri takip etmeye, emekçinin doğasında olan işbirliği ve emeğin taksimatı güçlerini harekete geçirmeye ve sahiplenmeye, fabrika üretim makinelerini ve sistemlerini tasarımlamaya, eğitim, bilgi, bilim ve teknoloji güçlerini harekete geçirmeye zorlar. Kümelenme etkisi (bölüm 25), emekçinin konumunu alçaltmak, endüstriyel yedek işgücü ordusu yaratmak, işçi sınıfı arasında rezil sefalet ve çaresizliğin çalışma koşullarını dayatmak ve emekçilerin çoğunu son derece berbat olan toplumsal yeniden üretim koşullarının altında yaşamaya mahkûm etmektir.

Bu, Diane Elson’ın konuya dair ufuk açıcı makalesinde “emeğin değer teorisi” olarak adlandırdığı şeydir. Bu, sermaye için çalışacakları konum tarafından mahkûm edilmiş emekçilerin deneyimleri için değerin, piyasada bir düzenleyici kural olarak işlemesinin sonuçlarına odaklanan bir teoridir. Bu bölümler aynı zamanda Bertell Ollman’ın, Marx’ın değer teorisini neden bir piyasa olgusu olarak görmek yerine emeğin üretimde yabancılaşması teorisi olarak gördüğünü açıklar (3).

Fakat emeğin verimlilik ve yoğunluğu, piyasadaki rekabet baskılarının altında sürekli olarak değişiyor (Kapital’in sonraki bölümlerinde açıklandığı üzere). Bu, Kapital’in birinci bölümündeki değer formülasyonunun, sonradan gelenlerce kökten değiştirildiği anlamına gelir. Değer, piyasadaki dolaşım alanında tanımlandığı şekliyle değer ve üretim alanındaki devrimler vasıtasıyla sürekli yeniden tanımlandığı şekliyle değer arasında değişken ve sürekli evrilen bir iç bağlantısallık (içsel ya da diyalektik bir ilişki) haline gelir. Daha önce Grundrisse’de Marx, ünlü “makineler üzerine parça” bölümünde değişmez (sabit) sermayeye insan bilgisinin katılmasının, onu yeniden canlandırmaya mecbur eden bazı zorlayıcı güçler ya da nedenler olmadıkça, değerin önemini büsbütün sona erdireceğini bile iddia etmişti (4). Marx, Kapital’in üçüncü cildinde, düşen kâr oranı tezine neden olan teknolojik değişimlerin değer üzerindeki etkisinin çoğunu gösterir. Piyasada tanımlanmış şekliyle değer ile emek sürecindeki dönüşümlerle yeniden inşa edilen değer arasındaki çelişik ilişki Marx’ın düşünüşünün merkezindedir.

Emeğin değişen verimliliği, şüphesiz bütün ekonomik analiz biçimleri için kilit roldedir. Bununla birlikte Marx özelinde göz önünde bulundurulan, klasik ve neo-klasik ekonomi politikte vurgulandığı şekliyle fiziksel emek verimliliği değildir. Önemli olan, artı değer üretimi bakımından emek verimliliğidir. Bu, göreli artı değer uğraşı (teknolojik ve örgütsel yenilikler vasıtasıyla) ile piyasa değeri arasındaki içsel ilişkiyi Marx’ın değer teorisinin merkezine koyar.

Marx’ın değer teorisinde ilk kesitin, geleneksel olarak piyasa alanında emek-değer teorisi (Kapital’in ilk altı bölümünde sergilendiği gibi) ve üretim alanındaki emeğin değer teorisi (Kapital’in 7’den 25. bölümüne kadar analiz edildiği üzere) olarak anılan sürekli değişken ve çelişik birliği merkezine aldığı sonucuna vardım.

Ancak Kapital’in 25. bölümünde sunulan malzemeler, değer teorisinde söz konusu olanın sadece emek sürecindeki deneyim olmadığını öne sürer. Marx, endüstriyel yedek işgücü ordusu sınıfına indirilenlerin hepsinin toplumsal yeniden üretim koşullarını, sermaye birikiminin genel yasasının (Bölüm 25’in konusu) işleyişi ile açıklar. Engels’in 1844’te İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu anlatısının yanı sıra, İngiltere kırsalındaki halk sağlığına ilişkin resmi raporlara (bunların en dikkat çekeni şüphesiz Dr. Hunter tarafından hazırlananıdır) ve İrlanda ile Belçika’daki günlük yaşama dair başka açıklamalara atıfta bulunur. Bu raporların hepsinin ortak kanısı, işçi sınıfının bu kesimi için toplumsal yeniden üretim koşullarının, feodalizm döneminde duyulan her şeyden daha kötü olduğuydu. Dehşet verici beslenme, barınma, eğitim, aşırı kalabalık, toplumsal cinsiyet ilişkileri ve daimi yerinden edilme koşulları, cezalandırıcı toplum yararı politikalarıyla (en dikkat çekeni Britanya’daki Yoksul Yasaları’dır) şiddetlendirilmişti. Cezaevindeki mahkûmlar arasında beslenmenin, dışarıda yoksullaştırılmış olanlarınkinden daha üstün olduğu şeklindeki üzücü gerçek bilinir (yazık, ABD’deki durum hâlâ böyledir). Bu, Marx’ın değer teorisinin genişlemesinin yolunu açar. Piyasadaki kapitalist rekabetin yoğunlaştırılmasının sonuçları, böylesi etkileri önlemek üzere dengeleyici güçler ya da kamu politikaları devreye sokulmazsa emekçi sınıflar (ya da bunun kayda değer kesimlerinin) için toplumsal yeniden üretimin kötüye götüren koşullarını üretir.

Aynı şekilde, emeğin değer teorisi Marx’ın değer yaklaşımının temelidir; böylelikle “toplumsal yeniden üretimin değer teorisi” çalışma için önemli bir odak noktası olarak ortaya çıkar. Marx, Kapital’in birinci cildinin 25. bölümünün son kısımlarında bunun incelemesini başlatır. Son 40 yıl boyunca toplumsal yeniden üretimin yeterli bir teorisini inşa etmek üzerine harıl harıl çalışan Marksist feministlerin odak noktası da budur (5).

Marx, (Kapital’in birinci cildinde) kendilerini cezaevlerindeki “mahkûmlardan daha idareli yaşamaya” zorlanırken bulan Belçikalı işçilerin çoğunluğunun yaşam koşullarına ilişkin resmi rapordan bahseder. Bu gibi işçiler bunu “sırrını yalnız emekçilerin bildikleri bazı çarelere başvurarak beceriyorlar: günlük yiyecek miktarını azaltıyorlar; buğday ekmeği yerine çavdar ekmeği yiyorlar; daha az et yiyorlar ya da hiç yemiyorlar, tereyağı ile baharatı da öyle; bütün ailenin üst üste oturduğu bir-iki odayla yetiniyorlar ve oğlanlarla kızlar yan yana ve çoğu zaman aynı hasırın üzerinde yatıyorlar; giyim, yıkanma ve öteki temizlik gereçlerinden kısıyorlar; Pazar eğlencelerinden vazgeçiyorlar; yani kısacası kendilerini en ıstıraplı yoksunluğa mahkûm ediyorlar. Bu son sınıra dayandıktan sonra, yiyecek fiyatlarında ufak bir yükselme, işin durması, hastalık gibi nedenler, emekçinin çektiği sıkıntıyı artırıyor ve büsbütün mahvolmasına yol açıyor; borçlar birikiyor, veresiye kesiliyor, en gerekli giyecekler ve eşyalar rehine veriliyor ve en sonunda aile, kendisini, yoksullar listesine kaydettiriyor.” Eğer bu, kapitalist değer birikimi yasasının işleyişinin tipik sonucuysa, toplumsal yeniden üretimin kötüye götüre koşullarıyla, sermayenin sürekli pazar genişletme ihtiyacı arasında derin bir çelişki vardır. Marx’ın, Kapital’in ikinci cildinde işaret ettiği gibi kapitalist krizin gerçek kökeni, ücretlerin baskılanmasında ve nüfusun çoğunluğunun meteliksiz yoksullar konumuna düşürülmesinde yatar. Piyasa yoksa değer de yoktur. Piyasada tahakkuk ettiği haliyle değerler açısından toplumsal yeniden üretim teorisinin bakış açısından ortaya çıkarılan çelişkiler çok yönlüdür. Örneğin, eğer yedek işgücü ordusunda sağlıklı, eğitimli, disiplinli ve kalifiye emekçiler yoksa artık rolünü yerine getiremez.

Rekabetçi piyasa süreçleriyle, artı değer üretimi ve toplumsal yeniden üretim arasındaki diyalektik ilişkiler, değer oluşumunun karşılıklı belirleyici ancak derinlemesine çelişen unsurları olarak ortaya çıkarlar. Analiz için bu tür bir çerçeve, sermayenin pratikleri vasıtasıyla sürekli olarak yeniden inşa ettiği bütünsellik anlayışından vazgeçmeksizin, değer teorisinin teorik düzeydeki özgünlük ve farklılıklarını korumak için merak uyandıran bir yöntem sunar.

Değer teorisinin diğer tadilat, genişleme ve detaylandırmalarının da dikkate alınması gerekir. Üretim ve paraya çevirme arasındaki rahatsız edici ve çelişik ilişki, değerin; bir tüketici kitlesinde ödeme yetisi ile desteklenen istekler, ihtiyaçlar ve arzuların varlığına bağlı olduğu gerçeğine dayanır. Bu türden istekler, ihtiyaçlar ve arzular, toplumsal yeniden üretim dünyasına derinden içkindir. Marx’ın, Kapital’in birinci bölümünde işaret ettiği üzere, bunlar olmaksızın değer de olmaz. Bu da, “olmayan değer” ya da “karşıt değer” fikrini tartışmaya sokar. Bu aynı zamanda, ücretlerin neredeyse hiçbir şeye indirilmesinin, piyasada değerin ve artı değerin paraya çevrimine zarar verici olacağı anlamına gelir. “Rasyonel tüketim”i sağlayacak şekilde ücretleri yükseltmek ve bir tüketimcilik alanı olarak gündelik yaşamı sömürgeleştirmek, değer teorisi için çok önemlidir.

Üstelik, kusursuz rekabet varsayımı genel olarak tekele ve sermaye dolaşımının mekânsal örgütlülüğünün doğasında olan tekelci rekabete dönüştüğünde olan şey, değer sistemi dâhilinde çözülecek bir dizi problem doğurur. Yakın zamanda, değerin tek bir anlatımı fikrinin alışılagelmiş kabulünün yerini, küresel ekonomi içinde çeşitli özgün bölgesel değer rejimlerinin kabulünün aldığını ileri sürdüm.

Marx’ın değer biçiminin; sermayenin çalkantılı dünyasında durgun ve istikrarlı bir dayanak noktası değil, piyasa mübadelesinin kargaşasıyla, teknolojilerde ve örgütsel formlardaki devrimsel dönüşümlerle, toplumsal yeniden üretimin ortaya çıkan pratikleriyle ve gündelik yaşamın bireye kazandırdığı bilgiler vasıtasıyla bütün halkların ifade ettiği istek, ihtiyaç ve arzulardaki muazzam değişimlerle bir o yana, bir bu yana itilen sürekli değişen ve istikrarsız ölçü olduğuna hükmettim. Bu, Ricardo’nun aklında olanın çok ötesinde ve çoğunlukla Marx’a atfedilen değer mefhumundan aynı derecede çok uzak.

1. Editörlüğünü A. Dragstedt’in yaptığı “Değer: Marx’ın Çalışmaları” (New Park Publications, Londra, 1976) kitabından Karl Marx tarafından yazılan “Adolph Wagner Üzerine Notlar” bölümüne bakınız.

2. Bunların büyük kısmı David Harvey’in “Marx, Sermaye ve İktisadi Aklın Cinneti” (Sel Yayıncılık, İstanbul, 2017) kitabından elde edilmiştir.

3. Diane Elson’ın “Value: The Representation of Labour in Capitalism” (CSE Books, Londra, 1979) kitabının “The Value Theory of Labour” bölümü; Bertell Ollmann, Yabancılaşma (Yordam Kitap, İstanbul, 2012)

4. “Makineler üzerine parça” denilen metin son yıllarda yaygın biçimde tartışılmıştır. 2007 yılında Carlo Vercellone’nin Historical Materialism dergisinin 15. sayısında yayımlanan “From Formal Subsumption to General Intellect: Elements for a Marxist Reading of the Thesis of Cognitive Capitalism” başlıklı makalesine bakınız.

5. Son araştırma ve derleme için Tithi Bhattacharya’nın “Social Reproduction Theory: Remapping Class, Recentering Oppression” (Pluto Press, Londra, 2017) kitabına bakınız.

http://davidharvey.org/2018/03/marxs-refusal-of-the-labour-theory-of-value-by-david-harvey/ adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü, Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi