Content feed Comments Feed

Radikal Sol Koalisyon/SYRIZA’nın Mayıs seçimlerindeki ve kamuoyu yoklamalarındaki yükselişi, Avrupa’nın siyasi manzarasını değiştirdi. Atina Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü olan Michalis Spourdalakis, New Left Project’ten Alex Doherty ile SYRIZA, başarısının sebepleri ve Yunanistan ile başka yerlerde radikal sol için şu anki ihtimaller üzerine konuştu.


Alex Doherty:
Bazı anaakım yorumcular, SYRIZA’ya desteğin yükselmesinin, siyasi ve ekonomik programına yönelik ateşli bir sahiplenme olmaktansa, anaakım siyasete yönelik genelleşmiş tepki oyunun bir parçası olduğunu iddia ettiler. Bu teşhis için siz ne diyorsunuz?

Michalis Spourdalakis:
Gerçekten de, SYRIZA’nın seçimdeki yükselişinin büyük kısmı, kemer sıkma programlarından ve istikrar anlaşmasından kaynaklanan toplumsal öfkenin sonucuydu. Tepki oyu, seçimlerde belirleyici etkendi. Buna karşın, yeni siyasi oluşum ve partiler ile seçmenlere birçok seçenek sunulmuşken, SYRIZA’nın aldığı oyun sadece tepki oyu olmadığı varsayılabilir.

Radikal solun siyasi koalisyonu olan ve 2004 yılında kurulan SYRIZA, ülkenin toplumsal ve siyasi mücadelelerinde uzun süreli bir mevcudiyete sahiptir. Aslında SYRIZA, aşağı yukarı yüzde 85’ini Sol, Ekoloji ve Toplumsal Hareketler Koalisyonu’nun (Synaspismos) oluşturduğu, 11 farklı siyasi parti ve gruptan meydana gelen bir siyasi oluşum. Politik yönelimi, stratejisi ve pratiği toplum merkezci. SYRIZA, Avrupa ve Dünya Sosyal Forumlarının yanı sıra hem konformist konfederasyonlar düzeyinde, hem de prekarya emeğin yeni radikal sendikalarının taban örgütlülüğü düzeyinde emek hareketine, insan hakları ve toplumsal haklar hareketine aktif biçimde katılmaktadır.

Dolayısı ile SYRIZA’nın verili siyasi profili göz önünde bulundurulduğunda, onu destekleyen halkın bunu sırf bir öfkenin ya da sadece mevcut konjonktürden kaynaklanan hoşnutsuzluğun sonucu olarak yaptığını söylemek haksızlık olacaktır. Aynı zamanda, mevcut Yunan toplumunun ve siyasetinin kilit akslarında, yani IMF ve AB ile imzalanan memorandumda, SYRIZA’nın net biçimde muhalefette durduğu ve bunu, bazı başka muhalefet partilerinin ısrar ettiği gibi milliyetçilik zemininde yapmadığı vurgulanmalı. Aksine, SYRIZA’nın gerekçesi ve söylemi, krizin sadece Yunanistan ekonomi politiğinin kusurlarının sonucu olmadığı, AB ve Eurozone tarafından dile getirildiği ve vurgulandığı gibi küresel kapitalist krizin bir yan ürünü olduğu şeklindeki analiz üzerine temellenmiş durumda. SYRIZA, koalisyon hükümeti tarafından önerilen siyasi çözümleri de hâkim sınıfların emekçilere ve geleneksel küçük burjuvalara karşı bir saldırısı olarak görüyor. Üstelik programı da, Yunan kalkınma modelinin yeniden yapılandırılmasını, bankaların toplumsal kontrolünü ve işçi sınıfının, işsizlerin ve yoksulların korunmasını içeriyor. Bu nedenle, SYRIZA’nın seçim kazanımına katkıda bulunan sadece kitlesel öfke değil, halkın onun ilkelerine siyasi (ille de ideolojik olmasa da) yakınlığıdır. Aslında ikinci söylediğime bağlılığa, sol siyasi güçlerle ittifak halinde sol bir hükümetin oluşturulmasına katkıda bulunma taahhüdü eşlik etti.

A.D.: Bazı solcu yorumcuların, Arjantin bankacılık krizine ve Arjantin’in yükümlülüğünü yerine getirmemesinin ardından hızla toparlanmasına işaret etmesine karşın, genel olarak, Yunanistan’ın Eurozone’dan çıkmasının Yunan ekonomisi için felaket olacağı iddia edilmekte. Yunanistan bağlamında hangi senaryoyu daha akla yatkın buluyorsunuz?

M.S.: Mali politikalar ve para politikaları sadece teknik konular değil. Teknik boyut önemli olsa da bu konular esas itibariyle birincil olarak sosyal ve politiktir. Dolayısıyla, herhangi bir politik tavsiye, her daim öncelikle toplumsal (ve tabii ki ekonomik) ve politik güç ve dinamikler dengesini göz önünde bulundurmalı. Bu, daha önce sözünü ettiğim önerileri yapanların hepsinin hatası. Arjantin’in durumu Yunanistan’dan farklı. Arjantin’in borcunu ödememesinin üzerinden on yıl geçtiği gerçeği, bu süre boyunca küresel ekonomide şahit olduğumuz radikal gelişmeler bir kenara bırakılsa bile, bugünün Yunanistan’ında ve on yıl öncesinin Arjantin’indeki toplumsal ve ekonomik koşullar çok farklı. Toplumsal koşullar ve esasen toplumsal güç dengesi Latin Amerika ülkesinin yolunu izleme olasılığına müsait değilken, Yunanistan’ın reel sektörü Arjantin’inkinden çok daha düşük potansiyele sahip. Borç ödememeye dair tek yanlı bir beyan, sol için muazzam bir geri tepmeye neden olurdu.

Bunun yerine, Yunanistan’ın sorununun diğer Eurozone ülkeleri ile çok benzer olduğunu ve bu problemlerin Avro’nun ve uygulanan kemer sıkma politikalarının esasi kusurlarından ortaya çıktığını göz önünde bulundurursak, radikal alternatif halkı memoranduma karşı bir araya getirmektir. O halde, Yunanistan’ın Eurozone’dan olası çıkışının, bütün ciddi gözlemci ve başlıca siyasetçilerin iddia ettiği gibi dünya ekonomisi üzerinde yıkıcı sonuçları olacağını farz edersek, sol bir Yunan hükümeti Eurozone ile yeni bir anlaşma pazarlığı yapabilir. Bu stratejinin başarısı için kilit ön koşullar şunlar: a) bu süreci teknokratlar arası bir tartışmaya dönüştürmemek; b) Eurozone’da kalmanın kesinlikle dayanışma zemininde bir tercih olduğu, ancak sağcıların ve muhtelif çağdaşlaştırıcıların iddia ettiği gibi “ne pahasına olursa olsun” bunun peşinden koşmak olmaması gerektiği fikri etrafında toplamak; c) resmi Avrupa kuruluşları içinde ve dışında, sol siyasi güçler arasında bir dayanışma hareketini geliştirmek. Bu strateji, başarısızlık halinde halkın bilgilendirileceğini, harekete geçirileceğini ve borç ödememeyi takiben karşılaşılacak güçlüklerle yüzleşmeye dayanışma ağları vasıtasıyla büyük ihtimalle hazır olacağını garanti eder.

A.D.:
SYRIZA, Eurozone’da kalma, ancak mevcut kurtarma paketi koşullarını reddetme yönünde görüş belirtiyor. Eurozone içinde kalırken Avrupalı yetkililerle koşulları yeniden müzakere edecek SYRIZA önderliğindeki bir hükümetten beklentilerin ne olacağını düşünüyorsunuz?

M.S.:
Benim az önceki yorumumun gerekçesi, bu soruyu kısmen yanıtlıyor. Bununla birlikte, SYRIZA’nın önerisinin sözümona kurtarma anlaşmasının yeniden müzakeresinden ziyade bunun tamamen reddi olduğu gerçeğinin altını çizmek isterim. Önerisi şu: a) ekonomi büyüme sinyalleri verene dek, ülkenin alacaklılarına olan her türlü ödemenin ertelenmesi (Yunanistan, yüzde 20’nin üzerindeki gayri safi milli hâsıla küçülmesiyle dünya rekorunu elinde bulundururken, ardı ardına beşinci ekonomik gerileme yılına girdi). Bu aslında, Almanya’nın 1953 yılında izlediği planla benzer; b) ülkedeki reel ekonomiyi yeniden yapılandıracak kalkınma için kredi sağlayabilmeleri için bankaların toplumsal kontrolü ve bankalara yeniden yön verilmesi; c) tüm emek düşmanı yasaların feshi ve memorandumun neden olduğu toplumsal felaketleri (örneğin nüfusun yüzde 30’luk kısmı yoksulluk sınırında ya da bunun altında, yüzde 22’lik kısmı işsiz, genç nüfusun ise yüzde 51’i işsiz) düzeltecek gerekli tüm refah politikalarının yeniden tesisi.

A.D.:
Kurtarma paketi konusundaki duruşu bir yana, SYRIZA’nın politik programının en dikkat çeken yönlerini daha ayrıntılı olarak özetleyebilir misiniz?

M.S.:
Yunanistan bağlamında SYRIZA’nın politik programının en dikkat çekici yönü, uzun zamandan beri halkın ve işçi sınıfının kaygı ve taleplerini görmezden gelerek işleyen devlet modelini yıkma planı. Bu, son iki yılda sadece toplumsal ihtiyaçlara kayıtsız kalmakla kalmayıp toplumu bilfiil “düşman” olarak gören bir model. SYRIZA’nın programı ve en önemlisi siyasi pratiği toplumu harekete geçirme, bir stratejiyi gerçekleştirme üzerine kurulu: “yetkisizleri yetkilendirme”. Bu bağlamda, SYRIZA’nın önerdiği reformlar, özünde emek reformlarını ve toplumsal reformları taşıdığından radikaldir, “ihtiyaçlar toplumu”nun tesisini hedefleyen aşağıdan yukarıya bir stratejiyi uyguluyorlar.


A.D.:
Yunanistan Komünist Partisi/KKE, SYRIZA ile birlikte çalışmayı reddetme konusunda neden bu kadar inatçı?

M.S.: KKE bugün nesli tükenen bir komünist parti. Portekiz Komünist Partisi, KKE’ye göre daha az dogmatik olsa da ve 3. Enternasyonal’in şanlı geçmişine ve Sovyet tipi rejimlere dair daha az romantik duygulara sahip olsa da siyasi koordinatları Portekiz Komünist Partisi’ne daha yakın. Son birkaç yılda toplumsal varlığı çeşitli mevzilerde (işçi, öğrenci hareketleri yerel ve bölgesel hareketler) tamamen parti tarafından idare edilen cephe örgütlülüklerinin oluşturulması vasıtasıyla örgütlendi. Retoriği ve genel aktivizmi ülkenin AB üyeliğinin sonlandırılması analizi üzerine oturtuldu ve her kim ki AB üyeliğini eleştirel biçimde olsa dahi desteklerse sermaye destekçisi olarak görüldü. Bu profil ve stratejiyle KKE, toplumsal mücadelelerde seçici bir mevcudiyete sahip –esas olarak kontrol edebildiği ya da hatta kadrosunu genişletmek için kullanabildiği mücadelelerde. Bu strateji partiyi, devlet iktidarını etkileyebilen veya zapt edebilen bir politik örgütten, salt bir baskı grubuna dönüştürüyor görünüyor. Son yerel ve bölgesel seçimlerde (Sonbahar 2010) KKE, birçok durumda en azından şehirlerin birçoğunda idari yükümlülük alma fırsatları olmasına karşın bu düzeyde bir sorumluluk üstlenmeyi esasen reddetti.

Bu nedenle daha önce ve de Mayıs seçimleri sonrasında dikkat çeken sekterlik sürpriz değil. Bununla birlikte, son seçim sonuçlarının ve SYRIZA’nın dikkate değer ilerleyişinin ardından (2009 yılındaki yüzde 4.6 oranından yüzde 16.8 oranına) parti üyeleri, partinin önderliğinin sol bir koalisyon hükümetine dâhil olmayı değerlendirmeyi bile reddeden stratejisine karşı çıkıyor. Hakikaten, seçim sonrası kamuoyu yoklamaları, daha şimdiden partinin oy oranında yüzde 30’dan fazla bir düşüş öngörüyor. Bu noktada, parti içinde Haziran seçimlerini takiben önemli gelişmeler olacağı tahmin edilebilir.

A.D.: Son seçimler, neo-faşist parti Altın Şafak adına dikkate değer ilerlemeyi gözler önüne serdi. Bize, partinin tarihsel kökenleri ve politik programına dair bir şeyler anlatabilir misiniz? Altın Şafak’ın Yunan demokrasisi için ne kadar ciddi bir tehdit olduğunu düşünüyorsunuz?

M.S.: Altın Şafak’ın seçimlerde belirgin hale gelecek biçimde yükselişi doğrusunu söylemek gerekirse sadece Yunanistan için değil, Avrupa için de çok kaygı verici bir olay. Söz konusu parti, ağırlıklı olarak üyeleri göçmenlere ve solcu aktivistlere yönelik gerçekleştirdikleri uç düzeyde cezai eylemlerden dolayı adli tahkikat altında bulunan birtakım haydutlardan müteşekkil açık biçimde bir militarist neo-Nazi oluşumu. Liselerde, özellikle yoksulluk ve sosyal dışlanmayla ilişkili olan yüksek suç oranlarının görüldüğü mahallelerin yanı sıra işçi sınıfı mahallelerinde nispeten güçlü varlık gösteren bir parti. Üstelik, seçimlere dair son çalışmaların işaret ettiği üzere ve çok daha kaygı verici biçimde, partinin üye ve destekçileri polis gücünün orta ve alt kademelerine nüfuz etmiş durumda.

Bu gerçeklere karşın, Altın Şafak’ın son seçimlerdeki popülaritesinin, Yunanistan politik sahnesinde güçlü bir neo-Nazi akımı olduğuna işaret etmediğine inanıyorum. Yaklaşık yüzde 7’ye ulaşan bu oyların büyük kısmı salt apolitik ve tepki oyu. Bu seçmenlerin çoğu, söz konusu partinin iki dünya savaşı arası dönemde Nazizm’in sahip olduğu fikirleri paylaştığını bilmiyor. Bu türden siyaseti güçlendiren şeyler, istikrar anlaşmasının korkunç toplumsal sonuçları, ciddi bir göçmenlik politikasının olmaması, PASOK hükümetinin neo-otoriterizmine bağlı olarak polisin demokrasiden koparılması ve demokrat ve ilerici yurttaşların etkili bir antifaşist kampanya düzenlemedeki başarısızlığıdır.

A.D.:
Avrupa çapında dayanışma ağlarının oluşturulması ve güçlendirilmesinin önemini vurguluyorsunuz. Bu söyleşiyi okuyanlar, böylesi bir dayanışmanın en iyi nasıl inşa edilebileceğini merak edebilirler. Bir tavsiyeniz var mı?

M.S.:
Halihazırda mevcut dayanışma ağlarına ek olarak (Avrupa Parlamentosu’ndaki Avrupa Sol Partisi ve Avrupa Birleşik Sol Konfederal Grubu/Kuzey Ülkeleri Yeşil Sol) SYRIZA’nın, istikrar anlaşması uyarınca uygulanan kemer sıkma politikalarına karşı bir araya gelen tüm kesimlerden destek toplaması bekleniyor. SYRIZA, Eurozone’un bütün tanzimini ve mali ön koşullarını yeniden müzakere etmeye hazırlanırken, Euro’nun yegâne temelinin çıkmazını gören ve Merkel-Sarkozy ekseninin girişimleriyle Avrupa kuruluşlarının üzerinden atlanmasına karşı çıkan anaakım politik güçlerden bile destek gelebilir.

http://www.newleftproject.org/index.php/site/article_comments/syrizas_rise
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Erkan Çınar/Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Tanınmış Marksist Antropolog ve Yazar David Harvey, 1 Mayıs’tan bir gün önce, 30 Nisan’da ABD’den yayın yapan bağımsız internet televizyon kanalı Democracy Now’da Amy Goodman’ın konuğu oldu. Harvey ve Goodman, ABD’deki işgal hareketi ve kentlerdeki yapılanmanın bu hareketler üzerindeki etkileri üzerine konuştu. Democracy Now tarafından iki bölüm halinde yayımlanan söyleşinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.


AMY GOODMAN:
Konuğumuz New York Şehir Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Merkezi’nin seçkin antropoloji profesörü David Harvey. Kendisi, yaklaşık 40 yıldan bu yana Karl Marx’ın Kapital eserine dair eğitim vermekte ve “Sermayeye Sınırlar”, “Neo-liberalizmin Kısa Tarihi” gibi kitapların yazarı. Son kitabının ismi ise İsyankâr Şehirler: Şehir Hakkından Kent Devrimine. Buyurun David Harvey.

DAVID HARVEY: Kent ayaklanmalarının tarihini gözden geçirmeye çalışıyorum. Ve aslında, şu an dünyadaki duruma baktığınızda Berlin’de örnekler görürsünüz. Kahire’de görürsünüz. İspanya’da indignados/öfkeliler hareketiyle devam ederken ve tabii ki Yunanistan’da görürsünüz. Ve Şili’de görürsünüz. Ve son yıllarda, 20 yıl önce Los Angeles’da olana benzer ayaklanmalar görmekteyiz. Ben bu hareketlerin politik önemiyle ilgileniyorum. Ve bazı açılardan, Wall Street’i İşgal Et hareketinin bu gelenekten olduğunu düşünüyorum.

Ve şehrin her yanına yayılacak olan yarınki eylemler (1 Mayıs eylemlerinden bahsediyor; ç.n.) bir bakıma, “Şehri geri alalım ve yüzde 1’e ait bir şehir olması yerine ona bizim şehrimiz diyelim” diyor. Ve tabii ki en emin adımlarla meydana gelen örneklerden biri 1871 Paris Komünü idi.

A.G: 1871 Paris Komünü neydi?

D.H: Paris Komünü, 1871 yılında Paris’te savaş koşulları altında şehir yönetiminin alternatif bir biçimini yaratma girişimiyle hükümete karşı bir ayaklanmaydı. Ve tabii ki şu anda Suriye’de, Humus’ta gördüğümüz gibi gaddarca bastırıldı. Böylesi kentli hareketler bazen etkili olur ve bazen de vahşice bastırılır.

A.G: Paris Komünü’nden günümüze dönersek, şehir hakkından bahsediyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

D.H:
Şehir hakkı şu anlama gelir: New York City hakkına kim sahip? Burada her şeyi kim etkileyebilir? Buradaki hayatı gerçekten kim değiştirebilir? Ve biz yüzde 1’in iktidarından bahsettiğimizde, gerçekten şehirdeki yatırımların çoğuna, şehrin yeniden inşasının büyük kısmına yön veren aşırı güçlü bir gruptan söz ediyoruz. Onlarla ittifak yapan milyarder bir valimiz var. Ve bu, Picture the Homeless (New York merkezli, barınma hakkı ve sosyal adalet için mücadele veren bir örgütlenme; ç.n.) ya da fakirleştirilmiş ahali tarafından neredeyse hiç yönetilmeyen bir şehir. Şehir hakkında dönersek, biz gerçekten de sıradan insanların hangi yollarla kent yaşamını etkileyebileceğinden ve içinde yaşayacakları kent ortamını bir başka biçimde tanımlayacaklarından bahsediyoruz.

A.G:
Bu ayın başlarında New York City Valisi Michael Bloomberg, il meclisinin geçimi sağlayabilecek maaş hesabını komünizm ile karşılaştırdı. Hesaplama, işçi ücretlerini yükseltiyordu. Bloomberg bahse konu şu yorumu WOR radyosunda yaptı: “Bunun üzerine düşünürseniz, gerçekten devlet kontrollü ekonominin son mevcut olduğu yer Sovyetler Birliği’ydi ve bu pek de işe yaramadı. Akıntıların içeri girmesini önleyemezsiniz. Şehirdeki tüm işlere çok para verilmesi ve işçiler için büyük faydalar sağlaması harika olurdu –patronlar için öyle değil- ama buna zorlarsanız, işletmeleri ancak şehrin dışına kovacaksınız.”

D.H:
Bu klasik hikâye. Fakat duruma bakın. New York City’nin en üst tabakasındaki yüzde 1, vergi iadesiyle birlikte yılda 3.75 milyon dolar civarında kazanıyor. Bu, en üstteki yüzde 1’in ortalama kazandığı. Şehirde yılda 10 bin dolarla yaşamaya çalışan 34 bin hane, yaklaşık 100 bin kişi var. New York City’nin yarı nüfusu, yılda 30 bin dolarla yaşamaya çalışıyor. Eşitsizlik düzeyi bayağı dudak uçuklatıcı ve 1970’lerden bu yana çok fazla arttı.

Bu durumda kent yaşamına kim hükmediyor? Kararları kim tayin ediyor? Pekâla, yüzde 1. O halde, Wall Street’i İşgal Et hareketinin ve diğerlerinin, insanların sokakta olduğu, sokakta eylemlerin olduğu sadece tek bir güç şeklinde sahip olduğunu söylediğini düşünüyorum. Siyasete yön verecek güce sahip değiliz. Siyasete yön verecek parasal gücümüz yok. İçinde bulunduğumuz durum bu. Bundan dolayı, Wall Street’i İşgal Et hareketi siyasete, politik söylemin her zamankinden farklı bir biçimini getirmeye çalışıyor.

A.G:
İşgal hareketi, giderek artan şiddetli polis müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Democracy Now, Kasım ayında, yerel polis güçlerinde askeri teknolojilerin giderek artan etkisine odaklanan “İşgal Altındaki Şehirler: Yeni Askeri Şehircilik” kitabının yazarı Stephen Graham ile konuşmuştu.

STEPHEN GRAHAM:
Kuzey Amerika ve Avrupa’da, uzun zamandan beri yarı askerileştirilmiş polisliğe doğru bir kayma var; helikopter tarzında sistemleri kullanma, kızılötesi algılamayı kullanma, gerçekten ağır askeri silahları kullanma. Bu, uyuşturucuyla savaş ve başka belirgin mücadeleler vasıtasıyla kamçılanan uzun vadeli bir şey. Ancak daha yakın zamanda, Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana, büyük savunma, güvenlik ve bilişim şirketlerinden yerel polis faaliyeti teknolojileri olarak görüntülü gözetleme sistemleri, coğrafik haritalandırma sistemleri ve daha da yakın zamanda Afganistan, Pakistan ve başka yerlerde suikastlarda kullanılan insansız hava aracı sistemleri satmak yönünde büyük zorlama mevcut.

A.G:
“İşgal Altındaki Şehirler: Yeni Askeri Şehircilik” kitabının yazarı Stephen Graham böyle demişti. Biliyorsunuz, askerlerin sokaklarda yürüyemeyeceğini belirten bir yasamız var, Posse Comitatus (Bu yasaya göre ABD sınırları dahilinde ordu, sivillerin içinde olduğu herhangi bir olaya müdahale edemez, çok elzem hallerde ise bunun için Kongre’nin onayı gerekir; ç.n.); ancak görünen o ki, yetkililer bunun arkasından dolanma yolu olarak basit bir şekilde polisi askerileştirmeyi kullanıyor görünüyor. Profesör Harvey?

D.H:
Evet, öyle. Ancak ben bunu, yüzde 1’in ne kadar tedirgin olduğunun işareti olarak algılıyorum. Demek istediğim; bir krizden geçiyoruz ve etkileyici biçimde yüzde 1 bu krizden iyi çıktı. Yanlış gittiğini bildiğimiz tüm şeylerden dolayı kimse hapse girmedi. Yüzde 1’in, daha ziyade bilfiil halkın Wall Street’i İşgal Et hareketinin retoriğini dinlemeye başlayacağından korktuğunu düşünüyorum. Ve bir dereceye kadar hâlihazırda halk bunu dinledi, çünkü konuşma birazcık toplumsal adaletsizlik ve yoksulluğa doğru kaydı. Polisin baskıcı hareketlerinin sadece New York City’de değil, ülke çapında olduğunu düşünüyorum. Bu, neredeyse dünyanın JP Morganları tarafından koordine ediliyor, bana bunun için neredeyse direkt hattan komut veriyorlar gibi ve tüm zengin ahali “Bu insanları sakinleştirmek zorundasınız, daha başlangıçta engellemek zorundasınız. Daha başlangıçta” türünden şeyler söylüyor gibi görünüyor.

A.G:
Ve polis tüm kampları dağıttı.

D.H: Polis bunu yaptı. Wall Street’i İşgal Et hareketinin, Tahrir Meydanı’ndaki, Bahreyn’deki ve diğer yerlerdeki halkın cesaretinden ilham aldığını düşünüyorum, bana öyle geliyor; “Bakın, bir şeyler değişmeli. Ve biz, bu değişimi barışçıl yoldan meydana getirmeye çalışacağız” diyor. Demek istiyorum ki, bu, söz konusu durumun işaretlerinden. Bu, barışçıl bir gösteri biçimi ve kimi zamanlar acımasızca polis kıyamına dönüştü.

A.G: Kent ortak alanlarının yaratılmasından bahsediyorsunuz.

D.H:
Evet. New York City için hayrete düşürücü şeylerden biri örneğin şu: Her yer kamusal alan, fakat Atina’daki Agora’nın eşdeğerini kurabileceğimiz ve politik tartışma gerçekleştirebileceğimiz bir kamusal alan var mı? Ve bunun yanıtı hayır. Biliyorsunuz, her türlü izin için başvurmak zorundasınız ve bu hayli düzenlenmiş. Bu nedenle kamusal alan, gerçek anlamda kamuya açık değil. Tabii ki bu alanların çoğu şu anda çiçekliklere dönüştürülmüş durumda ve laleleri bir araya toplamak için harika bir alana sahibiz, ancak insanların toplanacağı bir alanımız yok. Bu nedenle yapmaya çalışacağımız şeylerden biri, mevzular üzerine konuşabileceğimiz meclis alanları kurmak. Bundan dolayı Madison Square Park’ta bir çeşit özgür üniversite var. Bunda görev alacağım. Ayrıca bu türden birçok başka eylem; bunların amaçlarından biri, şehirde politik tartışmalar yapabileceğimiz ve açık politik diyalog kurabileceğimiz alanları özgürleştirmek.

A.G: Wall Street cenahının düşmanıyla karşılaşmasından bahsediyorsunuz.

D.H: Wall Street’i İşgal Et hareketinin gerçekten bir şey bildiğini düşünüyorum. Bam teline dokundu. Bastırılmasından bahsediyorum ve dokunduğu telin, aslına bakılırsa, onu baskılayıcı hareketin hızıyla ve şiddetiyle ölçüldüğünü düşünüyorum. Bu nedenle, bunun dinlenilmenin başlangıcı olduğu fikrindeyim ve yarın çok daha fazla insanın, “Bakın, bir şeyler değişmeli. Farklı bir şeyler olmalı” diyeceği bir konumda olacağımızı umuyorum.

A.G: Son olarak rant sanatı. Ülke genelinde haciz karşıtı büyük bir hareket mevcut. Minneapolis’te şu anda başka hacizleri engellemek için bir protesto gerçekleşiyor. Neden “rant sanatı”ndan bahsediyorsunuz?

D.H:
Meydana gelen şeylerden biri, kültürel aktiviteleri endüstrilere dönüştürme teşebbüsü, tarihi metalaştırmaya çalışma ve siz tarihin bir çeşit metalaştırılmış biçimini elde edersiniz. Ve bu da insanlara, çok emsalsiz bir biçimlenim olduğunu iddia etme imkânı verir. Ortada turistlerce çekilecek çok özel bir şeyler yaratma girişimi var; bu da size “tekelci rant” adını verdiğim şeyi, kültürel biçimlenimin emsalsizliğinin metalaştırılmasını veriyor. Ancak bildiğiniz üzere, çevresel müşterekler ve geri kalan her şey konusunda eğilim, aslında emsalsizliğin ticarileştirme yoluyla yok edildiği yönünde.

A.G:
Profesör Harvey, bizimle olduğunuz için teşekkür ederiz.

D.H:
Teşekkürler.


http://www.democracynow.org/2012/4/30/ahead_of_may_day_david_harvey adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.


Çeviri: Erkan Çınar/Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi