Bu bölümde Neil Faulkner, Atina merkezli demokratik imparatorluğun yenilgiye uğratılmasının üzerine eğiliyor.
Yunanistan anakarasının daha muhafazakâr şehir devletlerine göre çifte tehditti. Demokrasinin Atinalı örneği, başka yerlerdeki oligarklara aşağıdan bir devrim korkusu salmıştı. Ve Atina İmparatorluğu’nun büyüyen serveti ve gücü, hasım şehir devletler arasındaki hassas güç dengesini tehdit ediyordu.
Milattan önce 5. yüzyılın ortaları ile birlikte demokratik-emperyalist Atina, Yunanistan üzerinde hegemonya kurmaya hazır gibi görünüyordu.
Milattan önce 431-404 arasındaki Peloponnes Savaşı, Atina önderliğindeki demokratik konfederasyona karşı Sparta önderliğindeki muhafazakâr ittifakı karşı karşıya getirdi. Atina yenildi, imparatorluk dağıldı ve demokratik davası yeni Sparta üstünlüğünün gölgesinde kaldı.
Savaş, hem imparatorluk üzerinde jeopolitik mücadele, hem de oligarklar ve demokratlar arasında sınıf mücadelesi şeklinde gerçekleşti. Yunan aristokratlarının, Makedon krallarının ve Romalı valilerin, milattan önce 510-506 yılları arasında başlayan Atina Devrimi’nin demokratik deneyimini yok ettiği uzun süreli karşı devrimin ilk aşamasıydı.
İkinci aşama milattan önce 330 yılında, Kral II. Philip’in Makedon ordusunun, Yunan şehir devletlerinin müşterek ordusu tarafından yenilgiye uğratıldığı Chaeronea Muharebesi çevresinde gelişmişti.
Şekli demokrasi Atina ve başka şehirlerde bir süre daha devam etti, ancak etkin güç başka yere kaydı. Milattan önce 336’da Tebes şehir devleti Büyük İskender’e başkaldırınca saldırıya uğradı, ele geçirildi ve tamamen yok edildi.
Radikal gelenekler çoğu kez, tarihin bakış seviyesinin altında, toplumun gizli derinliklerinde, halkın arasında, sömürüsüz, şiddetsiz, baskısız bir dünya, dönüşmüş bir dünya fikirlerinin olduğu yerde yüzyıllarca yaşarlar, muhalif azınlıklar arasında sürüp giderler. Yunan demokrasisi de böyle oldu.
Milattan önce 146’da, Yunan kitleler Roma egemenliğine karşı ayaklandılar, vergi tahsildarlarını ve ülke dışındaki toprak ağalarını kovdular ve eski demokrasilerini yeniden kurdular. 1871 Paris Komünü gibi, milattan önce 146’nın demokrasisi, yabancı işgalciler ve içerideki egemenlerden oluşan gerici ittifaka karşı savaşta yenildi.
Bu, Yunan demokrasisinin son nefesiydi. Çok önce, milattan önce 4. yüzyılın sonunda, Yunan aristokrasisinin çoğunluğunca desteklenen Makedon egemenliği onu boğmuştu.
Makedonya Krallığı; Yunan medeniyeti ile Balkan barbarlığının bir karışımıydı. Hükümdar ve maiyeti Helenizm’in bir merkeziydi ve Kral II. Philip kısmen Yunan şehir devletlerinin ağır piyade falanjlarına dayalı bir ordu tasarlamıştı.
Ancak Makedonya aynı zamanda, sözde otokratik monarşiyle gevşek biçimde birbirine bağlanan feodal toprak sahiplerinin ve kabile şeflerinin de bulunduğu bir konfederasyondu. Bu eğreti devlet iç ayaklanmayla cezalandırıldı. Makedonya kralının merkezi meşgalesi tahtını korumak ve ülkenin dağılmasını engellemekti.
İstikrarsızlık emperyalizmi yarattı. Kralın iktidarı, baronlarını sadakat ve hizmetlerine karşılık ödüllendirme yeteneğinde dayanıyordu. Kraliyet himayesindekileri finanse etmenin en kolay yolu savaş ve yağmaydı. II. Philip döneminde (M.Ö. 360-336) Makedonya Krallığı bütün güney Balkanlar’ı idare eden bir imparatorluk haline geldi.
Fetih; yağma ve haraç sağladı. Makedonya ordusu genişledi ve tamamen profesyonel bir güç halini aldı. Philip’in ayırt edici katkısı, bir “karma sınıflar” gücü yaratmak için üç ayrı askeri unsuru kaynaştırmaktı.
Krallık sınırlarındaki dağlı kabileler hafif piyadeleri sağlıyordu. Makedonya beylerinin aristokrat maiyetleri, feodal tipte ağır süvari oluşturmuştu. Ve özgür köylüler, Yunan tarzı ağır piyade falanjına dönüşmüştü. Krallık, elindeki insan hammaddesinin geleneksel savaşçı nitelikleriyle Yunan savaş biçiminin yöntem ve ilkelerini birleştirdi. Sonu., benzeri görülmemiş güç şeklindeki askeri mekanizmaydı.
Milattan önce 338’de, Yunanistan’ın orta kesimlerinde gerçekleşen Chaeronea Muharebesi’nde Makedonya ordusu, Yunan şehir devletlerinin bağımsızlığını yok etti. 7 yıl sonra kuzey Irak’taki Guagamela Muharebesi’nde ise Pers İmparatorluğu’nu yok etti.
Atinalılar, Persler’i ilk kez milattan önce 490 ve 480’de mağlup ettiler ve Türkiye’nin batısındaki Yunan şehirlerini özgürleştirdiler. Ancak sonrasında, nispeten geri kalmış olan Makedonya Krallığı’na boyun eğdiler. Ve Batı Asya’yı zaptetmeyi başaran, bu melez medeniyetti. Neden böyleydi?
Yunanistan’ın sadece yüzde 15’i ekilip biçilebilmektedir. Çok sayıdaki, küçük ve dağınık olan tarımsal ovalar dağ sıralarıyla birbirinden ayrılmaktadır. Her bir şehir devletinin bağımsızlığının dayanağı buydu. Milattan önce 5. yüzyılda toplanda birbirinden ayrı 1500 şehir devleti vardı.
Demokrasi, bu küçücük rakip devletlerin içinde koza gibi örülmüştü. Bunların en büyük ve en zengini olan Atina’da sadece 30 bin civarında yetişkin erkek yurttaş mevcuttu. Kadın, çocuk, yabancı ve köleleri de kapsayan toplam nüfus muhtemelen en az 200 bindi. Yunan demokrasisi dar ve parçalı bir toplumsal tabana dayanıyordu.
Jeopolitik bölünme, sonu gelmez yerel savaşlar anlamına geliyordu. Önce gelen devletlerle onların kendi müttefikleri arasındaki mücadele bazen geniş çaplı savaşlar anlamındaydı. Her zaman oldukça militarize edilmiş durumdaki Yunan toplumu, üretim fazlası yükseldikçe ve jeopolitik çekişme yoğunlaştıkça daha da militarize hale gelmişti. Peloponnes Savaşı bu yönelimin en üst düzeydeki dışavurumudur.
Gelmiş geçmiş hiçbir devlet, kalıcı hegemonya tesis edecek kadar güçlü değildi. Atina, milattan önce 404’te Sparta tarafından yenilgiye uğratıldı. Sparta, milattan önce 371 yılında Thebes tarafından yenildi. II. Philip –Kuzey Aslanı-, sonunda hepsini zaptedecek olan imparatorluğu kurarken, Yunan şehir devletleri kendi içlerinde bölünmüş kalmaya devam ettiler.
Bu sırada, şehir devleti demokrasisi ülke içinde büyüyen militarizasyon tarafından aşındırıldı. Uzun, uzak, sıkı dövüşülen seferler; profesyonel komutanların, paralı asker birliklerinin ve askeri uzmanların ortaya çıkışını gördü. Yunanistan’da iktidar piyade mızraklarıyla tasarlandı. Bunlar, yurttaş çiftçiler tarafından kullanıldığında demokrasi güçlüydü. Profesyonel paralı askerlerce kullanıldığında ise demokrasi baltalandı.
Antik Yunan medeniyeti emsalsiz çok yönlülük ve dinamizme sahipti, ancak içine hapsedildiği jeopolitik ve sosyolojik çerçeve ile keskin aykırılık içerisinde var olmuştu. Demokrasi, ne şehir devletlerinin içinde, ne de şehir devletlerinin arasında genelleştirilmedi.
Diğer yandan Makedonya, Yunan medeniyetinin ilerlemelerinin üstüne kondu ve bunları, orta büyüklükte bir kraliyet devletini bir Balkan imparatorluğuna dönüştürebilecek askeri sistemi yaratmak için kullandı. Teknik önemliydi, ancak boyut da öyle: bölgeyi ve fetih savaşlarını yürütmek, sonrasında da Yunan dünyasını birleştirmek için gerekli üretim fazlasını sadece Makedon Kralı kontrol etti.
Çünkü Yunanistan yukarıdan bir güçle –aşağıdan bir devrim yerine- birleştirilmişti ve demokrasi ölüme mahkûm edilmişti. Yunanistan, Batı Asya’nın fethi için lojistik üs haline gelmişti. Daha sonra, İskender’in imparatorluğunun dağılmasının ardından, daha geniş bir Makedonya “Halef” devleti içinde önemsiz bir vilayet halini aldı.
Topraklara ve Pers İmparatorluğu’nun üretim fazlasına –bu, Yunanistan’ın sahip olduğunun yüzlerce katı büyüklükte bir serveti ifade eder- el konulması, Yunan medeniyetinin bir şehir devlet demokrasileri ağından küresel emperyal sistem biçimine dönüşmesi anlamına geldi.
Bu arada daha batıda, antik askeri emperyalizmin daha dinamik bir biçimi doğuyordu. Antik Roma şehir devleti de kendisini küresel bir imparatorluğa dönüştürüyordu. Zaman içerisinde Roma, Doğu’daki yeni dünya düzeninin kudretli Makedon krallarını bile devirecekti.
http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6772-a-marxist-history-of-the-world-part-15-the-macedonian-empire adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Yazı dizisinin "Yunan Demokratik Devrimi" başlıklı bir önceki bölümünü okumak için buraya tıklayınız
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız