tag:blogger.com,1999:blog-686943559613749092024-03-26T15:04:11.166+03:00GERÇEĞİN GÜNLÜĞÜ...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.comBlogger477125tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-89366263172705047392024-03-26T11:17:00.001+03:002024-03-26T11:17:50.316+03:00 Karl Marx ve ekoloji: Michael Löwy ile söyleşi<p><b><i>Fransa merkezli Revue
L’Anticapitaliste, Marksist düşünür Michael Löwy ile Marx’ın ekolojiye ve
ekolojik sorunlara yaklaşımına ilişkin bir söyleşi gerçekleştirdi. Löwy, erken
dönemdeki eksikliklerine karşın Marx'ın yazılarının doğa, kapitalizm ve servet
oluşumu arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olabileceğini savunuyor.</i></b></p><p><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsinUQs84F2iNF8Pav-i7WujP5ADSSLrUW5yQfp_y-WQIdzhXCyJ5n7MgYCGCTkjA6ieQwYO9dXPG3VCHgg8-nNmlLV3k9UjnHSqlJj6pWE9GeOwNgtA67CeJ4CE3G5QDzhPjEGyAlGiI3jP1-6XPh1_Yk1pb0i-d5zf8GOKGVYGA7MH4p9l7VQq5gPdQ/s1920/Michael-L%C3%B6wy.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1920" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsinUQs84F2iNF8Pav-i7WujP5ADSSLrUW5yQfp_y-WQIdzhXCyJ5n7MgYCGCTkjA6ieQwYO9dXPG3VCHgg8-nNmlLV3k9UjnHSqlJj6pWE9GeOwNgtA67CeJ4CE3G5QDzhPjEGyAlGiI3jP1-6XPh1_Yk1pb0i-d5zf8GOKGVYGA7MH4p9l7VQq5gPdQ/w640-h360/Michael-L%C3%B6wy.jpg" width="640" /></a></b></div><b><br /><i><br /></i></b><p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Birçok
ekolojist Marx’ı eleştirmekte ve Marksistleri kızıl paradigmayı terk edip yeşil
paradigmayı benimsemeye çağırmaktadır. Temel argümanları nelerdir?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Ekolojistlere göre Marx, İngiliz iktisatçı David Ricardo’nun
izinden giderek, tüm değer ve zenginliğin kaynağını insan emeğine atfetmiş ve
doğanın katkısını göz ardı etmiştir. Bu eleştiri bir yanlış anlamadan
kaynaklanmaktadır: Marx, emek-değer teorisini kapitalist sistemdeki değişim değerinin
kökenini açıklamak için kullanır. Öte yandan doğa, değişim değeri değil
kullanım değeri olan gerçek zenginliğin oluşumunda yer alır. Bu görüş, Marx’ın
Alman sosyalist Ferdinand Lassalle ve takipçilerinin fikirlerine karşı kaleme
aldığı Gotha Programının Eleştirisi (1875) adlı metinde çok açık bir şekilde
ifade edilmiştir:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">"Emek tüm zenginliğin kaynağı değildir. Doğa da en az emek
kadar kullanım değerlerinin kaynağıdır (ve elbette maddi zenginliği oluşturan
da bunlardır!). Emeğin kendisi yalnızca doğanın bir gücünün, insan emek gücünün
tezahürüdür"[1].<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ekolojistler
Marx ve Engels’i prodüktivizmle suçluyor. Bu suçlama haklı mı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Hayır, çünkü hiç kimse kapitalist üretim mantığını, üretim
uğruna üretimi, sermaye, servet ve meta birikimini kendi içinde bir amaç olarak
Marx kadar kınamamıştır. Gerçek sosyalizm fikri -sefil bürokratik taklitlerinin
aksine- kullanım değerlerinin, insan ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli
malların üretimidir. Karl Marx’a göre teknik ilerlemenin en yüce amacı,
malların sonsuz artışı (‘sahip olmak’) değil, iş gününün azaltılması ve boş
zamanın artırılmasıdır (‘olmak’)[2].<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bununla birlikte, Marx ve Engels’in (ve hatta daha sonraki
Marksistlerin) sermaye tarafından yaratılan endüstriyel üretim sistemini
genellikle eleştirmedikleri ve ‘üretici güçlerin gelişimini’ ilerlemenin ana
vektörü haline getirme eğiliminde oldukları doğrudur. Bu açıdan bakıldığında, ‘kanonik’
metin, Marx’ın belli bir evrimcilik, ilerleme felsefesi, bilimcilik (doğa
bilimleri modeli) ve üretici güçlere ilişkin sorunsuz bir bakış açısıyla en çok
damgalanan yazılarından biri olan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'nın
(1859) ünlü önsözüdür:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">"Gelişimin belirli bir aşamasında, toplumun maddi üretici
güçleri mevcut üretim ilişkileriyle çatışmaya girer [...]. Üretici güçlerin
gelişim biçimleri nedeniyle bu ilişkiler onların prangalarına dönüşür. O zaman
bir toplumsal devrim çağı başlar. [...] Hiçbir toplumsal düzen, yeterli tüm
üretici güçler geliştirilmeden önce yıkılmaz"[3].<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu ünlü pasajda, mevcut üretici güçler sorgulanmaz ve
devrimin tek görevi, onların sınırsız gelişimi üzerinde bir ‘ayak bağı’ haline
gelen üretim ilişkilerini ortadan kaldırmaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Grundrisse’den alınan aşağıdaki pasaj, Marx'ın kapitalist
üretimin ‘uygarlaştırıcı’ çalışmalarına ve doğayı acımasızca
araçsallaştırmasına duyduğu eleştirel olmayan hayranlığa iyi bir örnektir:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">"Böylece sermaye, burjuva toplumunu ve toplumun üyeleri
tarafından doğanın olduğu kadar toplumsal bağın da evrensel olarak
sahiplenilmesini yaratır. Sermayenin büyük uygarlaştırıcı etkisi buradan
kaynaklanır; daha önceki tüm toplum aşamalarının insanlığın sadece yerel gelişmeleri
ve doğa-tanrıcılığı olarak göründüğü bir toplum aşaması üretir. Doğa ilk kez
insanoğlu için salt bir nesne, salt bir fayda meselesi haline gelir; kendisi
için bir güç olarak tanınmayı bırakır ve özerk yasalarının teorik keşfi, ister
tüketim nesnesi ister üretim aracı olsun, onu insan ihtiyaçlarına boyun
eğdirmek için yalnızca bir hile olarak görünür"[4].<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kapitalizmin doğayla ilişkisine dair bu hâlâ eleştirel
olmayan görüş, takip eden yıllarda aşılacaktı. Aslında Marx’ın (ve Engels’in)
doğa üzerine yazıları tekdüze bir blok olarak değil, hareket halindeki
düşünceler olarak görülmelidir. Genç bir Japon araştırmacı olan Kohei Saito’nun
Karl Marx’s Ecosocialism (Karl Marx’ın Ekososyalizmi) adlı yeni kitabında
ortaya konan argüman budur. Capitalism, Nature, and the Unfinished Critique of
Political Economy (New York: Monthly Review Press, 2017) kitabında Saito, Marx’ın
doğal çevre üzerine düşüncelerinin evrimini, bir öğrenme, düzeltme ve yeniden
formüle etme süreci içinde göstermektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kuşkusuz, bazı konularda Marx’ın yazılarında müthiş bir devamlılık
vardır. Bu durum özellikle insanlar ile toprak, yani doğa arasındaki kapitalist
‘ayrımı’ reddetmesi için geçerlidir. Marx, ilkel toplumlarda üreticiler ile
toprak arasında bir tür birlik olduğuna inanıyordu ve burjuva toplumu
tarafından yok edilen bu birliği daha yüksek bir düzeyde (olumsuzlamanın
olumsuzlanması) yeniden kurmayı sosyalizmin önemli görevlerinden biri olarak
görüyordu. Bu, Marx’ın hem ekolojik düşüncesinde hem de antropolojik
çalışmasında modern öncesi topluluklara olan ilgisini açıklar -sırasıyla ‘bilinçsiz
sosyalistler’ olarak gördüğü iki yazar olan Carl Fraas ve Franz Maurer’den
yararlanır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak çevreyle ilgili çoğu soruda Saito, kayda değer
değişikliklerin altını çizmektedir. Kapital’den (1867) önce Marx’ın yazıları
kapitalist ‘ilerleme’ konusunda pek eleştirel değildi. Bu durum, burjuvazi
tarafından ‘doğa güçlerine boyun eğdirilmesini’ ve ‘tüm kıtaların
temizlenmesini’ öven Komünist Manifesto’da açıkça görülmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Değişimler 1865-66 yıllarında, Marx’ın tarım kimyacısı
Justus von Liebig’in yazıları aracılığıyla toprağın tükenmesi ve insan
toplumları ile doğa arasındaki metabolik bozulma sorunlarını keşfetmesiyle
başlar. Bu, Kapital’in birinci cildinde (1867) ve tamamlanmamış diğer iki
cildinde, kapitalist ‘ilerlemenin’ neden olduğu hasara çok daha eleştirel bir
bakış açısıyla yaklaşmasına yol açtı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Böylece, Kapital’in tarımla ilgili bazı bölümlerinde, gerçek
bir ekolojik sorunsalın ortaya çıktığını ve kapitalist üretimcilikten
kaynaklanan felaketlerin radikal bir eleştirisini görüyoruz. Marx, insan
toplumları ile doğa arasındaki metabolizmanın kapitalist prodüktivizmden
kaynaklanan bozulmasına dair bir tür teori ortaya koyar. ‘Riß des Stoffwechsels’
ya da ‘metabolik yarık’ (kelimenin tam anlamıyla ‘maddi mübadelede yarık’)
ifadesi, Kapital’in üçüncü cildinin ‘Kapitalist Toprak Rantının Doğuşu’
başlıklı 47. bölümündeki bir pasajda geçer:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">"Bir yandan, büyük toprak mülkiyeti tarımsal nüfusu giderek
azalan bir minimuma indirir ve onu büyük kentlerde bir araya toplanmış, giderek
artan bir sanayi nüfusuyla karşı karşıya getirir; bu şekilde, yaşamın doğal
yasaları tarafından öngörülen bir metabolizma olan toplumsal metabolizmanın
(Stoffwechsel) birbirine bağlı sürecinde onarılamaz bir yarık (unheilbaren Riß)
yaratan koşullar üretir"[5].<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İleride göreceğimiz örneklerin çoğunda olduğu gibi, Marx’ın
dikkati burada da tarıma ve toprağın tahrip edilmesi sorununa odaklanmıştır,
ancak bu sorunu daha genel bir ilkeye bağlamaktadır: insan toplumları ile çevre
arasındaki maddi mübadele sisteminde (Stoffwechsel), yaşamın 'doğal yasaları'
ile çelişen bir kopuş.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">‘Metabolik yarık’ teması Kapital’in birinci cildindeki bir
pasajda da yer almaktadır. Bu, Marx'ın sermayenin doğal çevre üzerinde
yarattığı tahribatı en açık şekilde tartıştığı bir metindir; üretici güçlerin
neden olduğu ‘ilerleme’nin çelişkilerine dair diyalektik bir vizyon ortaya
çıkar:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Kapitalist üretim [...] insan ve toprak arasındaki
metabolik etkileşimi (Stoffwechsel) bozar... dolayısıyla toprağın kalıcı
(dauernder) verimliliği için ebedi doğal koşulun işlemesini engeller. [...]<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Dahası, kapitalist tarımdaki tüm ilerlemeler, yalnızca
işçiyi değil, toprağı da soyma sanatındaki ilerlemelerdir; toprağın
verimliliğini belirli bir süre için artırmadaki tüm ilerlemeler, bu
verimliliğin daha uzun ömürlü kaynaklarını mahvetmeye doğru bir ilerlemedir.
Bir ülke, Amerika Birleşik Devletleri örneğinde olduğu gibi, gelişmesinin arka
planında büyük ölçekli sanayiye ne kadar çok geçerse, bu yıkım süreci de o
kadar hızlı olur. Dolayısıyla kapitalist üretim, toplumsal üretim sürecinin
tekniklerini ve bileşim derecesini, aynı anda tüm zenginliğin asıl kaynakları
olan toprağın ve işçinin altını oyarak (untergräbt) geliştirir.”[6]<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu metinde birkaç husus dikkat çekicidir: her şeyden önce,
ilerlemenin yıkıcı olabileceği fikri, doğal çevrenin bozulması ve tahrip
edilmesinde bir 'ilerleme'. Burada, işçilerin ve doğanın sömürülmesi ve
bozulması, kapitalist sanayi ve tarımın gelişiminde hüküm süren aynı yağmacı
mantığın sonucu olarak paralel bir şekilde yerleştirilmiştir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Marx’ın, proletaryanın sömürüsü ile toprağın sömürüsü
arasında kurduğu bu doğrudan ilişki, sermayenin egemenliğine karşı ortak bir
mücadelede, sınıf mücadelesi ile çevreyi savunma mücadelesi arasındaki
bağlantıyı düşünmek için iyi bir başlangıç noktasıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Toprağın tükenmesinden sonra, Marx ve Engels tarafından
sıkça bahsedilen diğer ekolojik felaket örneği ormanların yok edilmesidir. Bu, Kapital’de
birkaç kez karşımıza çıkar:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Uygarlığın ve genel olarak sanayinin gelişimi, ormanların
yok edilmesinde her zaman o kadar etkin olmuştur ki, ormanların korunması ve
üretimi için yapılan her şey bunun yanında tamamen önemsiz kalmıştır."[7]<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu iki olgu -ormanların ve toprağın bozulması- analizlerinde
birbirleriyle yakından bağlantılıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Marx ve
Engels, sosyalist programı doğal çevre ile ilişkili olarak nasıl
tanımlamaktadır?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">İki düşünür de sosyalist üretimi genellikle kapitalizm
tarafından geliştirilen üretim güçlerinin ve araçlarının kolektif temellükü
olarak düşünmektedir: üretim ilişkilerinin ve özellikle de mülkiyet ilişkilerinin
temsil ettiği “prangalar” bir kez ortadan kaldırıldığında, bu güçler herhangi
bir engelle karşılaşmadan gelişebilecektir. Böylece kapitalist üretim aygıtı
ile sosyalizminki arasında bir tür esaslı süreklilik olacak, sosyalizm her
şeyden önce sermaye tarafından yaratılan maddi uygarlığın planlı ve rasyonel
yönetimini içerecekti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Örneğin, ilkel sermaye birikimi bölümünün ünlü sonuç
kısmında Marx şöyle yazar:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Sermayenin tekeli, onunla birlikte ve onun altında gelişen
üretim tarzı üzerinde bir ayak bağı haline gelir. Üretim araçlarının merkezileşmesi
ve emeğin toplumsallaşması öyle bir noktaya ulaşır ki, kapitalist
bütünlükleriyle uyumsuz hale gelirler. Bu bütünlük parçalanır. Kapitalist özel
mülkiyetin çanları çalar. [...] Kapitalist üretim, doğal bir sürecin
kaçınılmazlığıyla, kendi olumsuzlanmasını doğurur."[8]<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kaderci ve pozitivist determinizm bir yana, bu pasaj
sosyalist perspektifte sermayenin ‘yanında ve altında’ yaratılan tüm üretim
tarzını olduğu gibi bırakıyor, sadece üretimin maddi kaynaklarıyla ‘uyumsuz’
hale gelen özel mülkiyetin ‘bütünlüğünü’ sorguluyor gibi görünüyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bununla birlikte, sosyalist programın ekolojik boyutunu
dikkate alan ve bazı ilginç yollar açan başka yazılar da vardır. Marx’ın
yazılarındaki bazı pasajlar, doğal çevrenin korunmasını sosyalizmin temel bir
görevi olarak görüyor gibi görünmektedir. Örneğin, Kapital’in üçüncü cildi,
toprağın güçlerinin sömürülmesine ve israfına dayanan büyük ölçekli tarımsal
üretimin kapitalist mantığını, doğası gereği sosyalist olan başka bir mantıkla
karşılaştırır: ‘toprağın sürekli ortak mülkiyet olarak ve birbirini izleyen
insan nesilleri zincirinin varlığının ve yeniden üretiminin devredilemez
(unveräußerlichen) koşulu olarak bilinçli ve rasyonel bir şekilde ele alınması
(s. 949)’. Benzer gerekçeler birkaç sayfa önce de yer almaktadır:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“Bütün bir toplum, bir ulus ya da aynı anda var olan tüm
toplumlar bir arada ele alındığında bile yeryüzünün sahibi değildir. Onlar
sadece onun sahipleridir, onun yararlanıcılarıdır (Nutznießer) ve onu daha iyi
bir durumda, ‘boni patres familias’ olarak sonraki nesillere miras bırakmak
zorundadırlar.”[9]<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İnsan faaliyetlerinin doğal çevresi sorununa gerçek bir
duyarlılık gösteren başka örnekler bulmak zor olmayacaktır. Ancak Marx ve
Engels’in genel bir ekolojik perspektiften yoksun oldukları da bir gerçek
olarak durmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ekolojinin Marx ve Engels’in teorik ve politik aygıtlarında
merkezi bir yer işgal etmediği doğru olsa da -çünkü ekolojik kriz henüz bugün
olduğu gibi insanlık için hayati bir sorun değildi- Marx’ın ekonomi politik
eleştirisini ve insan toplumları ile doğa arasındaki metabolizmanın bozulmasına
ilişkin analizini dikkate almadan çağdaş zorluklara eşit eleştirel bir ekoloji
tasarlamanın imkânsız olduğu daha az doğru değildir. Marksizmi ve onun meta
fetişizmi eleştirisini görmezden gelen ya da küçümseyen bir ekoloji, kapitalist
üretimciliğin ‘aşırılıklarını’ düzeltmekten öteye gidememeye mahkûmdur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Marx ve Engels’in yazılarına dayanarak, Amerika Birleşik
Devletleri’nde John Bellamy Foster’ın öncülüğünde Paul Burkett, Brett Clark,
Fred Magdoff ve diğer birkaç kişinin katılımıyla (ve Kuzey Amerika solunun en
önemli yayınlarından biri olan Monthly Review’un desteğiyle), kendisini ‘metabolik
yarık’ yaklaşımı olarak tanımlayan ekolojik bir Marksist hareket gelişmiştir.
Bu yazarlar, bu boyutu abartma eğilimleri eleştiriye açık olsa da, modern
komünizmin kurucularının çalışmalarındaki ekolojik boyutun yeniden
keşfedilmesine önemli bir katkıda bulunmuşlardır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Marx ve Engels’in kapitalizme, değerin kör mantığına,
insanların ve doğanın sermaye birikiminin zorunluluklarına acımasızca boyun
eğdirilmesine yönelik eleştirilerini dikkate almadan, gezegendeki yaşamın doğal
temellerinin mevcut yıkım sürecine ekososyalist bir alternatif düşünmek mümkün
değildir. Ve onların önerilerine atıfta bulunmadan komünist bir gelecek
tahayyül edemeyiz: üretim araçlarının kolektifleştirilmesi, piyasa değerleri
yerine kullanım değerlerinin üretimi, üretim ve tüketimin demokratik
planlaması. Ancak aynı zamanda 21. yüzyılın ekolojik sorunlarını da Marksist
düşünceye entegre etmemiz gerekiyor: iklim değişikliğine karşı mücadele, fosil
yakıtların ortadan kaldırılması, gereksiz üretimin büyük ölçüde azaltılması,
yenilenebilir enerjilerin geliştirilmesi, pestisitlere/böcek ilaçlarına dayalı
tarım endüstrisi yerine organik tarım, Güney ülkelerine olan ekolojik borcun
tanınması vb. Çağımızın Marksistleri, Karl Marx’ın örneğini izlemelidir:
diyalektik yöntemi kullanarak tarihsel değişimin ortaya çıkardığı yeni
sorunlara tepki vermelidir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">[1] Karl Marx, The First International and After/Birinci
Enternasyonal ve Sonrası (Londra: Verso, 2010), s. 341. Ayrıca bakınız Kapital,
Cilt I (Londra: Penguin, 1976), s. 134: “Dolayısıyla emek, maddi zenginliğin,
yani ürettiği kullanım değerlerinin tek kaynağı değildir. William Petty’nin
dediği gibi, emek maddi zenginliğin babasıdır, toprak ise anasıdır.”<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[2] ‘Sahip olmak’ ve ‘olmak’ arasındaki karşıtlık üzerine
bkz. 1844 El Yazmaları, Karl Marx, Erken Dönem Yazıları (Londra: Penguin,
1975), s. 361: ‘Ne kadar az olursanız, yaşamınıza o kadar az ifade verirsiniz,
ne kadar çok sahip olursanız, yabancılaşmış yaşamınız o kadar büyük olur ve
yabancılaşmış yaşamınızdan o kadar çok biriktirirsiniz.’ Sosyalizmin temel
dayanağı olarak boş zaman üzerine bkz: Kapital Cilt III (Londra: Penguin 1981),
s. 959.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[3] Erken Dönem Yazıları, s. 426.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[4] Karl Marx, Grundrisse (Londra: Penguin, 1974), s.
409-10.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[5] Kapital Üçüncü Cilt, s. 949. ‘Metabolik yarık’ terimi
John Bellamy Foster tarafından Marx's Ecology. Materialism and Nature/Marx’ın
Ekolojisi. Materyalizm ve Doğa (New York: Monthly Review Press, 2001, s. 155-67)
adlı önemli kitabında popülerleştirilmiştir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[6] Kapital Birinci Cilt, s. 637, 638.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[7] Kapital İkinci Cilt (Londra: Penguin, 1978), s. 322.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[8] Kapital Birinci Cilt, s. 929. Bu pasajlarda ‘sosyalizm’
kelimesi geçmemektedir, ancak dolaylı olarak geçmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">[9] ‘İyi Ev Sahipleri’; Kapital Üçüncü Cilt, s. 911.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/karl-marx-and-ecology">https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/karl-marx-and-ecology</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir. </i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-60633032883670141912024-01-02T10:06:00.002+03:002024-01-02T10:06:38.339+03:00 EZLN: Ayaklanmadan 30 yıl sonra<p><b><i>La Jornada
gazetesinden Mario Patrón, Meksika yerlilerinin, Zapatista Ulusal Kurtuluş
Ordusu (EZLN) öncülüğündeki ayaklanmasının 30. yıl dönümü dolayısıyla, bu
süreci ve hareketin günümüzdeki durumunu özetle değerlendiren bir yazı
kaleme aldı.</i></b></p>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNNUdxrRK_xmKQVT-PzNVUUkLpCxGrkOYmeexer9d30hGIKr_RLjoWjTlithkp6iqUeMdsQCO9FIsqqgMPvUBrCKNWLpwDLuH_N0WeLLrWQ9GPqMlno56x8Bz7UABiSu4tKgzmhJtYd1V97Lf-3Xi_A9PePdov8n1c4j8TD4nQM77Zcrc-gZmU7IJdE6A/s1280/maxresdefault.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjNNUdxrRK_xmKQVT-PzNVUUkLpCxGrkOYmeexer9d30hGIKr_RLjoWjTlithkp6iqUeMdsQCO9FIsqqgMPvUBrCKNWLpwDLuH_N0WeLLrWQ9GPqMlno56x8Bz7UABiSu4tKgzmhJtYd1V97Lf-3Xi_A9PePdov8n1c4j8TD4nQM77Zcrc-gZmU7IJdE6A/w640-h360/maxresdefault.jpg" width="640" /></a></div><br /><p class="MsoNormal">Ülke ekonomisi için felaketle sonuçlanacak olan 1994 yılının
ilk gününde Meksika, baskıya karşı 500 yıllık bir direniş geçmişi olan yerli
toplulukların umutlarını canlandıran devrimci rüzgârlarla sarsılarak uyandı,
Güneydoğu dağlarından doğan güçlü bir protesto çabasının Zapatista Ulusal
Kurtuluş Ordusu’nun (EZLN) silahlı ayaklanmasında ifadesini bulduğunu gördüler;
tam da Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması'nın yürürlüğe girdiği gün,
ülkedeki yerli toplulukların dışlanmasını sürdüren güçlerin güncellenmiş bir
cisimleşmesi olarak ortaya çıktı. Aradan 30 yıl geçti ve bu mücadele bugüne
kadar direnerek devam etti.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">EZLN ayaklanmasından bu yana geçen 30 yıllık tarihi
toparlamak hiç de basit değil. Direnişin büyüklüğünün, anlatısının tonunun ve
eylemlerinin ağırlığının çeşitli geçişler yaşadığı otuz yıl. Bu 30 yıl boyunca
değişmeyen şey, insanların haklarının, özerkliklerinin ve onurlarının tam
olarak tanınması için verilen mücadelenin geçerliliğidir. Zengin tarihi;
1994'teki şaşırtıcı silahlı ayaklanma ve Chiapas’ta beş belediye koltuğunun ele
geçirilmesi, hükümetle yapılan arabuluculuklar, Zapatista isyancı özerk
belediyelerinin (Marez) kurulması, Ulusal Yerli Kongresi'nin oluşturulması, San
Andrés, Lacandon Ormanı’nın çok sayıda bildirisi, Zapatista ‘caracoles’ ve iyi
yönetim kurullarının oluşturulması, 2006’da Öteki Kampanyası’nın tanıtımı ile sürmektedir;
ağlarında yayınlanan güçlü konuşmalar ve açıklamalar, sanatsal festivaller,
mücadele eden kadınların uluslararası toplantıları, yerli hükümet konseyinin
oluşturulması ve 2018’de Marichuy’un bağımsız ön adaylığı ve Avrupa’da Yaşam
Turu ve diğerleri. Özellikle insan hakları gündeminde ve yerli halkların ulusal
ve küresel düzeydeki mücadele ve direnişlerinde umut ufuklarına işaret eden
eylemler.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Meksika’da Zapatismo’nun tarihsel değeri, EZLN hareketinde
gündeminin aciliyetini, özellikle de ülkenin siyasi ve demokratik projesinin
yaşayabilirliği ve uygunluğu için topluluk ve yerli haklarının temel
merkeziliğini yinelemek için güçlü bir dürtü bulan insan hakları mücadelesinin
sağlamlaştırılmasından ayrı tutulamaz. Dolayısıyla, yerli belediyelerde özerk
yönetimlerin tanınması, gelenek ve göreneklere saygı, alternatif ve toplumsal
adalet mekanizmaları ve hatta insan haklarının anayasallığını tanıyan 2011
anayasa reformunun kendisi gibi gelişmeler, Zapatista hareketinin sadece
bölgesel direniş olarak değil, aynı zamanda ülke içinde ve dışında direniş ve
halk hareketlerinin bir eklemleyicisi olarak başardıklarının meyveleridir.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak 30 yıl sonra, Zapatista toplulukları bugün sadece devletin
silahlı güçlerinin ve otuz yılı aşkın süredir kendilerine karşı faaliyet gösteren
paramilitarizmin tehdidiyle değil, aynı zamanda organize suçun artan bölgesel
kontrolü ve özellikle son aylarda Chiapas bölgesine musallat olan karteller
arasındaki mücadelelerle de karşı karşıyadır. Chiapas’taki şiddet olaylarından
kaynaklanan mevcut yerleşik taşkın kimseyi şaşırtmamalıdır zira EZLN son
yıllarda suç gruplarının kendi topraklarındaki ilerleyişi konusunda ısrarla
uyarılarda bulunmuştu. Dolayısıyla, devletin eylemsizliği ve bunun sonucunda
Chiapas’ta şiddetin neden olduğu toplumsal ayrışma, ülke genelindeki pek çok
hareketin yankı ve ilham bulduğu oluşumdaki çoklu direniş hareketlerini
dağıtmak için büyümesine izin verilen beklenen bir senaryo gibi görünüyor.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Makro-kriminal şiddetin bu endişe verici tırmanışı, EZLN tarafından
kısa süre önce açıklanan, Marez ve iyi yönetim kurullarının ortadan kalktığı ve
iktidarın yerel özerk yönetimlere devredildiği sivil yapılarında değişiklik
yapılmasına ilişkin değişikliklere yol açtı. Açıklamalarında duyurdukları üzere
bu değişiklikler Zapatista özerkliğinin yapısını etkilememekte, ancak her gün
silahlı saldırılar, adam kaçırmalar, zorla askere alma, kira ücretleri,
ablukalar ve diğer şekillerde karşılaşılan şiddet karşısında halklarını ve
topluluklarını daha iyi savunmayı amaçlayan tedbirlerdir.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bununla birlikte, Chiapas’taki şiddet ortamı, kendisini
zayıflatmaya yönelik sayısız çabayla karşı karşıya kalmış, buna rağmen Meksika’nın
ezilen halklarının özgürlüğü, özerkliği ve onuru mücadelesinde canlı bir
referans olarak varlığını sürdürmüş çetin, bazen de inişli çıkışlı bir
mücadelenin 30. yıl dönümünün umutla anılmasını engellememektedir. Zapatista
ayaklanmasından 30 yıl sonra, mücadeleleri hâlâ geçerliliğini korumakta ve
onurları, sadece yasal aksesuarlar ve seçim yöntemi olarak değil, sosyal bir
gerçeklik olarak anlaşılan insan hakları ve esaslı demokrasi süreci için yeni
ufuklar aydınlatmaya devam etmektedir. Pek çok katkı elde edilmeli ve bu 30. yıl
dönümü, günümüzde otantik direniş biçimlerini yeniden düşünmek, EZLN’nin
mücadelesinden öğrenmek, taktiksel arabuluculuklarını ve stratejik bahislerini
değerlendirmek ve hepsinden önemlisi, beş yüz yıl sonra direnmeye ve ülkenin
karar alma süreçlerinde söz hakkı talep etmeye devam eden yerli halkların ve
toplulukların eklemlenmesini güçlendirmek için çok fazla düşünmeye teşvik
etmelidir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://www.jornada.com.mx/noticia/2023/12/28/opinion/ezln-a-30-anos-del-levantamiento-9038">https://www.jornada.com.mx/noticia/2023/12/28/opinion/ezln-a-30-anos-del-levantamiento-9038</a> adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.</i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-91359665082358068302023-12-20T11:25:00.001+03:002023-12-20T11:25:43.283+03:00 Sandro Mezzadra, Toni Negri’nin ardından yazdı: Yaşamsal bir siyasi tutku<p><b><i><span style="font-family: Georgia, serif;">Siyaset teorisi alanında çalışmalar yürüten Bologna Üniversitesi
(İtalya) Öğretim Görevlisi </span></i></b><b><i><span style="font-family: Georgia, serif;">Sandro Mezzadra, geçtiğimiz günlerde
yaşamını yitiren düşünür ve politik teorisyen Toni Negri’nin ardından, Il
Manifesto gazetesi için bir yazı kaleme aldı.</span></i></b></p><p><b><i></i></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><i><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8iovrnkdoCf_fixJZmsAkJgi18tgLFfGpO0h_7f4MAX9eHofuKU86PlY43CiFYjrU89CFe_kvp8xQmg08RhX4wODQ2sOI7rI8ab0n_yQCoUt3H2tK7s0dKuEZzDu0ZZEKZVGShvbbu4dkR4peaafFqUT3GpAw3FA1URFwiancDVd1PjmomhXLb4wumHY/s1170/negri.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="784" data-original-width="1170" height="428" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg8iovrnkdoCf_fixJZmsAkJgi18tgLFfGpO0h_7f4MAX9eHofuKU86PlY43CiFYjrU89CFe_kvp8xQmg08RhX4wODQ2sOI7rI8ab0n_yQCoUt3H2tK7s0dKuEZzDu0ZZEKZVGShvbbu4dkR4peaafFqUT3GpAw3FA1URFwiancDVd1PjmomhXLb4wumHY/w640-h428/negri.jpg" width="640" /></a></i></b></div><b><i><br /><span style="font-family: Georgia, serif;"><br /></span></i></b><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Öldüğü gün Toni hakkında yazmak çok zor. En azından
benim için zor. Zihnimde çok fazla görüntü birikiyor: birlikte geçirdiğimiz
tatiller, Latin Amerika gezileri, sonsuz toplantılar ve tartışmalar, ama aynı
zamanda kitaplarının ilk okumaları, doğal olarak “Il Dominio e il Sabotaggio” ve
ardından 7 Nisan 1979 duruşmalarından hemen sonra “Dall'operaio massa
all'operaio sociale”. Okuldan eve dönerken televizyondan Kızıl Tugaylar'ın
liderinin tutuklandığını öğrendiğim o günü çok iyi hatırlıyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Duruşmalardan sonra "Calogero teoremi"
olarak sunulan şeyden geriye hiçbir şey kalmadığı iyi bilinmektedir. Ancak
geriye, Toni'nin yüzlerce yoldaşıyla paylaştığı kırık hayatlar ve bitmek
bilmeyen önleyici gözaltı yılları kaldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Burada Toni'nin çok kişisel ve kuşkusuz tamamen
taraflı bir ilk portresini çizmek istiyorum. Bunu, en azından benim gözümde
onun benzersizliğini tanımlayan ve onu yıllar boyunca dünyanın farklı
yerlerinde tanıştığım birçok radikal entelektüelden ayıran şeylerin altını çizerek
yapacağım. Şimdilik onun kişiliğinin ve yaşamının her zaman dikkatimi çeken iki
yönüne değinmek yeterli olacaktır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Birincisi, tükenmez entelektüel ve siyasi merakıdır ki
bu, yıllar geçtikçe daha da artmış olsa gerek. Elbette bunun tersinin olması,
özellikle de arkasında önemli bir deneyim ve saygın bir entelektüel üretim olan
kişilerin zaman içinde biriktirdiklerini yönetme konusunda kayıtsız kalmaları
normaldir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Toni'de bu hiç olmadı, tam tersi oldu. Merak, bilme
arzusu, yeni şeyler öğrenme isteği hayatının son günlerine kadar ona eşlik
etti. Ve eğer vurguladığı bir şey varsa, o da kendi çalışmalarının
sınırlarıydı; arkadaşlarını ve meslektaşlarını durmamaya, yerleşik
varsayımların ve paradigmaların ötesine geçmeye çağırıyordu. Dijital
platformlar, kitlesel göçler, dünyadaki düzensizlikler hakkında konuşurken,
Toni kendisine söylenenlerle (ya da okuduklarıyla) asla tatmin olmadı, her
zaman daha fazlasını ve daha iyisini anlamak istedi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">İkinci yönü, yine doymak bilmeyen siyasi tutkusudur.
Özellikle İmparatorluk'tan sonra, dünyanın dört bir yanındaki prestijli
üniversitelere ve enstitülere ne davet ne de onurlandırma sıkıntısı vardı. Toni
buna bazen kızgınlıkla, bazen de ironiyle bakıyordu, ancak akademik
çevrelerdeki çatışmaları kesinlikle küçümsemiyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ama asıl dikkatini çeken, gerçek bir hareketle
karşılaşma olasılığıydı: o zaman yüzündeki ifade ve sesinin tonu değişirdi, bu
da ciddi olduğunun bir işaretiydi. Seksenli yaşlarını aşmış Toni'nin sosyal
merkezlerin soğuk odalarında oturup saatlerce sınıf mücadelesinin aldığı yeni
biçimler hakkında tartıştığını görmek, elbette yalnız yaşamadığım bir deneyim.
Onun için bu normaldi: Onun çapındaki pek çok entelektüel için böyle olduğunu
sanmıyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Sonuçta bahsettiğim iki şey, Toni'nin komünist olarak
adlandırdığı aynı arzunun iki yönünden başka bir şey değil. Benim merak dediğim
şey, dünyayı dönüştürmek için onu anlamaya yönelik bir gerilimden başka bir şey
değildi; bu gerilim, dünyanın içinden geçen eğilimlerin, ona damgasını vuran
antagonizmaların ve sömürücü rejimlerin içinde ve onlara karşı oluşan
öznelliklerin tanımlanmasına dayanıyordu. Ve gerçek hareketlerle karşılaştığı
her fırsat onun için aynı zamanda bir bilgi fırsatıydı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">1960’lı yılların işçi mücadelelerine katılımıyla
şekillenen Toni'nin bu politik doğası, Machiavelli, Spinoza ve Marx'ın eserleri
tarafından tanımlanan eksen boyunca rafine edildi ve daha sonra son elli yılın
hareketleriyle yüzleşirken sürekli olarak yenilendi ve zenginleştirildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Bana öyle geliyor ki, klasikliği içinde, yaşadığı
hayatın tamamen politik ontolojisi olarak adlandıracağı şey, Toni'nin en
değerli miraslarından biridir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Otobiyografisinin üçüncü cildinin (Storia di un
comunista/Bir Komünistin Hikâyesi) sonunda Toni ölümünden sakince bahsetmiştir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">Ancak, faşizmin yeniden dirildiğini gördüğü bir
dünyayla karşı karşıya kaldığında daha az sakindi. Şu yorumu yaptı: "İsyan
etmeliyiz. Direnmeliyiz. Hayatım gidiyor, 80 yaşından sonra mücadele etmek
zorlaşıyor. Ama ruhumdan geriye kalanlar beni bu karara götürüyor."<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">"Yıkma ve özgürleştirme sanatında"
kendisinden önce gelen birçok erdemli erkek ve kadın nesliyle ideal bir şekilde
yeniden bağlantı kurarken, onu her zaman farklı kılan aklın iyimserliğiyle
"ardından gelecek olanlardan" bahsetmeyi de unutmadı. Burada, bu
sanatta, Toni'nin politik ontolojisi ortaya çıkıyor: ona değer vereceğiz ve onu
uygulamaya devam edeceğiz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;"><a href="https://ilmanifesto.it/una-vitale-passione-politica">https://ilmanifesto.it/una-vitale-passione-politica</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir. <o:p></o:p></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-43934928078277426162023-11-08T15:09:00.001+03:002023-11-08T15:09:23.218+03:00 Bir ayın sonunda Gazze: Norman Finkelstein ve Mouin Rabbani ile söyleşi<p><b><i>Jamie Stern-Weiner, İsrail-Filistin çatışmasında uzman isimlerden olan Mouin
Rabbani ve Norman Finkelstein ile İsrail’in Gazze kuşatmasının birinci ayında,
savaşın altında yatan siyasi dinamikleri konuştu. Rabbani ve Finkelstein, Biden
yönetiminin, İsrail’in Gazze’yi yok etmesine verdiği desteğin yalnızca İsrail’e
verdiği stratejik destekten değil, Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının aynı zamanda
ABD'nin bölgedeki hegemonyasına yönelik bir saldırı olduğu algısından
kaynaklandığını savunuyor.</i></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiu29CYEEmBRUej97U_WLxZK7emPwa2WkFv745iubouDcEHSp9NqELg6IACxCKhvIq1WabzGlkV1nA15wLryqKDaBGNDnJnOV8XzqwybNoAbXmpAKuj1My6HJBie_gf90yJEo-ttVWf95D07XuHX_0SUHIKeWmqwpxZ9Z3b_lywIknG27J580RjstRvnQ/s1128/rabbani_finkelstein_blogpic.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="748" data-original-width="1128" height="424" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiu29CYEEmBRUej97U_WLxZK7emPwa2WkFv745iubouDcEHSp9NqELg6IACxCKhvIq1WabzGlkV1nA15wLryqKDaBGNDnJnOV8XzqwybNoAbXmpAKuj1My6HJBie_gf90yJEo-ttVWf95D07XuHX_0SUHIKeWmqwpxZ9Z3b_lywIknG27J580RjstRvnQ/w640-h424/rabbani_finkelstein_blogpic.jpg" width="640" /></a></div><br /><p></p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">7 Ekim’den
bu yana her ikiniz de İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının kapsamını
belirleyen üç kritik faktör tespit ettiniz. Birincisi, İsrail’in askeri
kayıplar nedeniyle geniş çaplı bir kara harekâtına girişme konusundaki
geleneksel isteksizliği. İkincisi, Hizbullah’ın müdahale tehdidi. Üçüncüsü,
ateşkes için uluslararası ve özellikle de ABD baskısının düzeyi. Şimdi bu
faktörlerin her biriyle ilgili olarak durumun ne olduğunu inceleyelim.</b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İsrail kara
birlikleri Gazze’ye sınırlı saldırılarda bulundu ve kuzey bölgesini güneyden
ikiye böldüğü bildirildi. Ancak toprak işgalini amaçlayan geniş çaplı bir işgal
henüz başlatılmadı. Böyle bir şey görme ihtimalimiz var mı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Muin Rabbani (MR):</b>
Bu kesinlikle mümkün ancak benim görüşüm en başından beri İsrail’in kapsamlı
bir kara işgalinden kaçınacağı yönünde. Daha önceki çatışmalarda İsrail ordusu,
çok etkili bir ölüm makinesi olmasına rağmen, özellikle kara savaşı söz konusu
olduğunda, bir savaş gücü olarak çok daha az etkili olduğunu gösterdi. Bunun
kanıtlarını sadece Gazze Şeridi’nde değil, Lübnan’da ve hatta bir dereceye
kadar Batı Şeria’da da gördük; İsrail'in çok mütevazı silahlara sahip
Filistinli mülteci kamplarına, kasabalara ve şehirlere defalarca düzenlediği
saldırılar buralarda faaliyet gösteren milisleri ortadan kaldırmakta başarısız
oldu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Şu anda Gazze'de, bazı askeri analistlerin Orta Doğu
tarihindeki en yoğun bombardıman kampanyası olarak tanımladıkları tam bir aya tanık
olduk. İsrail ne yapıyor? Tüm mahalleleri yerle bir ediyor, sivil altyapıyı
sistematik olarak tahrip ediyor, bir ortaçağ kuşatması uyguluyor, kısacası
öncelikle sivil nüfusu hedef alarak tüm bir topluma saldırıyor. Gerçekten de
İsrail basınında çıkan haberlere bakılırsa İsrail şu ana kadar Gazze'de
Filistinli saha komutanlarından daha fazla Birleşmiş Milletler personeli
öldürdü.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu bana, askeri hedefler doğrultusunda yürütülen bir askeri
harekât gibi görünmüyor. Bu, İsrail’in 7 Ekim saldırıları için Filistinlilerden
dayanılmaz bir bedel alma hedefini tatmin etmek için bütün bir topluma ağır bir
kitlesel ceza verme seferi gibi görünüyor. Dolayısıyla bu yıkımı kapsamlı bir
kara harekâtının başlangıcı olarak değil, bir alternatifi olarak görüyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Norman G. Finkelstein
(NGF):</b> İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasının üç bileşeni var. Bence
hafife alınmaması gereken birincisi, saf intikamcı kana susamışlıktır.
Geçenlerde 1831'de 60 beyazın oldukça vahşi bir şekilde öldürüldüğü Nat Turner
köle isyanını okuyordum. İsyanın ardından Güney Amerika’daki beyaz nüfus
galeyana geldi. Yaklaşık 120 Afro-Amerikalı rastgele öldürüldü ve 80’i de
teknik olarak “yargılama” adı altında idama mahkûm edildi. Bu olayda da kana
susamışlık, Gazze halkının İsrail ordusunu ve istihbaratını böylesine küçük
düşürebilmiş olmasından kaynaklanan şaşkınlık ve şoktan kaynaklanıyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İsrail'in Gazze'deki ikinci hedefi “caydırıcılık
kapasitesini”, yani Arap dünyasının kendisinden duyduğu korkuyu yeniden tesis
etmektir. İsrail 7 Ekim’de büyük ve aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu, Arap
dünyasına İsrail’in bir zamanlar düşünüldüğü kadar ürkütücü bir düşman olmadığı
mesajını verebilirdi. Elbette Hizbullah bu mesajı 2000 ve 2006 yıllarında zaten
vermişti. Ancak Hamas gibi küçük, önemsiz görünen bir ordunun bile böyle bir
darbe vurabildiğini kanıtlaması, İsrail’in caydırıcılık kapasitesini yenileme
ihtiyacını önemli ölçüde arttırdı. Ve İsrail, kara savaşı yürütemediği için
caydırıcılık kapasitesini yeniden tesis etmenin yolu havadan olabildiğince çok
ölüm ve yıkım yaratmaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Üçüncü bileşen ise İsrail’in Gazze sorununa nihai bir çözüm
getirme fırsatını yakalama çabasıdır. Bu durum en az 1992'de dönemin Başbakanı İzak
Rabin’in, Gazze’nin “denize gömülmesi” arzusunu dile getirmesinden beri İsrail’in
başına bela olmuştur. İsrailli planlamacıların başlangıçta Gazze’deki nüfusu
Sina’ya sürmeyi umdukları şimdi oldukça açık görünüyor. Ancak bu olasılık Mısır
Cumhurbaşkanı tarafından engellendi. Şu anda, İsrailli yönetici elitler
arasında Gazze ile uzun vadede tam olarak ne yapmak istedikleri konusunda hala
çok fazla belirsizlik olduğunu düşünüyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu arada İsrail'in Hamas'ı yenmek için kapsamlı bir kara
harekâtına girişmesine gerek kalmayabilir. Kuzey ve güney bölgelerini birbirine
bağlayan tünelleri çökertmek ve yeraltındaki Hamas savaşçılarının havasız ve
yiyeceksiz kalmasını beklemekten bahsediliyor.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">İkinci
kritik değişkene dönecek olursak, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah’ın
geçen hafta yaptığı konuşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?</b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">NGF:</b> Pek çok kişi
bunu bir hayal kırıklığı olarak değerlendirdi ve bu bir hayal kırıklığıydı
ancak Nasrallah söyleyebileceği en fazla şeyi söyledi. Yaptığı tek açıklama
Hamas’ın yenilmesine izin vermeyecekleri yönündeydi. Nasrallah sözünün eri bir
insan olma eğilimindedir, dolayısıyla bu ifadeye değer verilmesi gerektiğini
varsaymak zorundayım. Hizbullah şu anda çarpıcı bir şey yapmayacaktır, ancak
Hamas’ın mutlak yenilgisi yaklaşırsa bir şeyler yapabilirler.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">MR:</b> Bence
Nasrallah’ın büyük bir konuşmayı sadece Hamas ve Gazze’nin kendi başlarına
kaldıklarını ve kendisinin daha fazla müdahale etmeyeceğini ilan etmek için
yapmadığı açık. Benzer şekilde Nasrallah’ın bu konuşmayı İsrail’e karşı tek
taraflı bir savaş ilanı için kullanmasını beklemek de gerçekçi olmazdı. Başta
Lübnan’daki durum olmak üzere her türlü faktörü tartmak zorunda.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Nasrallah'ın konuşmasında bilfiil ifade ettiği şey, tüm
seçeneklerin açık olduğu ve Norman’ın belirttiği hususlara ek olarak, Hizbullah’ın
gelecekteki hamlelerinin İsrail’in nasıl davranacağına göre belirleneceğidir.
Bazı gözlemci ve analistler bu temelde, süregelen aşamalı tırmanışın tam
ölçekli bir çatışmaya dönüşmesinin sadece bir zaman meselesi olduğu sonucuna
varmıştır. Bu bana tamamen makul bir analiz gibi geliyor, ancak bu onu
kaçınılmaz kılmıyor.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Şimdi
uluslararası resmi küçültelim. ABD’nin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?</b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">MR:</b> ABD, sadece
İsrail’e değil kendisine ve uluslararası rolüne de yönelik olduğunu düşündüğü 7
Ekim saldırısı karşısında şok oldu. İsrail’e koşulsuz askeri, siyasi ve
diplomatik destek sağlayarak karşılık verdi. ABD, Washington’un kısıtlamaları
olmaksızın “kendini nasıl savunacağına” İsrail'in karar vermesi gerektiği
konusunda çok netti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, başlangıçta İsrail’in
Gazze Şeridi’ni etnik olarak temizleme arzusunu tamamen benimsedi ve
pazarlamaya çalıştı. Belki de Washington’daki yankı odasında Mısır Devlet
Başkanı Sisi’nin Menendez skandalı nedeniyle baskı altında olduğu, IMF
kredisine ihtiyacı olduğu ve yaklaşan başkanlık seçimleri nedeniyle Arapların
Filistinlileri umursamadığı ve bu nedenle Blinken’in Gazze nüfusunun Sina’ya
aktarılmasını önermesinin yeterli olacağı ve Batı yanlısı Arap hükümetlerinin “harika
fikir, bunu gerçekleştirmenize nasıl yardımcı olabiliriz?” şeklinde yanıt
vereceği görüşü vardı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sonra Blinken gerçeklerle yüzleşti. 1970’lerden bu yana
Gazze Şeridi’nin sorumluluğunu hiçbir koşulda üstlenmemek Mısır’ın temel ulusal
güvenlik ilkelerinden biri olmuştur. Bu da Sisi’nin Sina önerisini değerlendirmeye
hazır olsa bile bunu Mısır’ın diğer kurumlarına ve güç merkezlerine
dayatamayacağı anlamına geliyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yakın zamanda Blinken’in bölgeye döndüğünü ve sanki
seyahatinin asıl amacı Gazze’ye yardım girmesini sağlamakmış gibi “insani
duraklamadan” bahsettiğini gördük. Ben gerçekten de tüm bunların dikkat
dağıtmaya yönelik bir maskaralık olduğunu düşünüyorum. Bence Blinken’in şu anki
görevinin asıl amacı İsrail’e zaman kazandırmak ve böylece bu çatışmada
İsrail-Amerikan başarısı olarak gösterilebilecek en azından bir hedefe
ulaşmasını sağlamak.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ayrıca ABD’nin, İsrail’in karar alma mekanizmasındaki
rolünün de arttığını görüyoruz. Biden yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında
zaten uzun süredir devam eden sorunlar vardı. 7 Ekim’den bu yana Beyaz Saray,
Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’un İsrail’e
baktıklarında kaos ve kargaşa içinde bir yönetim gördüklerini düşünüyorum.
Gazze’de ulaşılabilir hedefleri olan net bir strateji formüle etmekten aciz bir
yönetim. Bu nedenle Amerikalılar, İsrail’in yaklaşımına biraz akıl ve düzen
getirmeye çalışmak için bir dereceye kadar İsrail’in karar alma mekanizmasını
kontrol altına aldılar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">CIA direktörü William Burns bu hafta bölgeye geldi. Bence
Blinken’in çabalarını tamamlamak için değil, onların yerini almak için orada
olduğunu tahmin etmek akla yatkın. Yani ABD yönetiminde Biden, Blinken ve
Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın bu krize verdiği tepkinin ABD’nin
Orta Doğu’daki çıkarlarına ve nüfuzuna büyük zarar verdiğini düşünen başka
unsurlar da var.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Burns’ün İsrail’e mesajı ne olabilir? ABD’yi doğrudan bu
çatışmanın içine çekme potansiyeline sahip önemli bir bölgesel tırmanışın
eşiğinde olduğumuz. Bunu istemeyiz, özellikle de seçim yılında. Size verdiğimiz
kayıtsız şartsız destekle seçmen tabanımız nezdinde önemli bir siyasi sermaye
harcadık. Artık net ve ulaşılabilir hedefler tanımlamanın, bunlara ulaşmak için
net bir zaman çizelgesi belirlemenin ve bunu başaramamanız halinde bir çıkış
stratejisi oluşturmaya başlamanın zamanı geldi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">NGF:</b> Bir tamamlayıcı
yorum yapayım. ABD’nin “insani bir duraklama” istediği ama İsrail’in buna hayır
dediği öne sürülüyor. Ben bunu tamamen mantıksız ve gülünç buluyorum. ABD,
Akdeniz’e iki uçak gemisi gönderdi, İsrail’e 14 milyar dolar daha verdi, İsrail’i
engelleyebilecek her türlü uluslararası eylemi engelliyor. Başkan Biden için
İsrail’e talimat vermek çok kolay: Ben sana bir şey yap dersem yaparsın. Ancak
her iki taraf da kamuoyunda ABD’nin “insani bir duraklama” istediği iddiasından
belirli bir avantaj elde ediyor. İsrail’in yaptıklarına karşı uluslararası öfke
arttıkça, ABD yardım etmek istiyormuş gibi davranıyor. Bu arada Netanyahu da
İsrail’in ulusal çıkarlarını korumak için ABD’ye meydan okuyan güçlü adamı
oynuyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">MR:</b> Gerçekten de
öyle. Kriz, aynı zamanda İsrail’in askeri, siyasi ve diplomatik olarak ABD’ye
ne kadar bağımlı olduğunu da en başından ortaya koydu. Reagan yönetimi İsrail’den
Orta Doğu’da batmayan bir ABD uçak gemisi olarak bahsetmeyi severdi. Bence
İsrail’in artık su alan bir römorkör olduğu ve su üstünde kalabilmek için gerçek
ABD uçak gemilerine ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Bunun, İsrail’in son yıllarda
Washington’da başarıyla inşa ettiği her şeyi bilme ve her şeye kadir olma imajı
açısından uzun vadede önemli sonuçları olacaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/gaza-one-month-later-an-interview-with-norman-finkelstein-and-mouin-rabbani">https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/gaza-one-month-later-an-interview-with-norman-finkelstein-and-mouin-rabbani</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><o:p> </o:p></i></b></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-10228970792710754512023-11-01T10:22:00.002+03:002023-11-01T10:22:27.191+03:00 Enzo Traverso: Siyonizmi eleştirmeyen bir sol, sol değildir<p><b>Verso Libros editörü Simón
Vázquez, Enzo Traverso ile “The Jewish Question: History of a Marxist Debate
(Yahudi Sorunu: Bir Marksist Tartışmanın Tarihi)” kitabından yola çıkarak
Yahudi sorunu, antisemitizm ve Siyonizm üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.</b></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWFYr9a-9ChMlIZHn7p8iQGTpbxujJB47DTdVwGUt5QHenfFkD0IS_TEbYrhH_VEXXehEKPODj0DRCVZaclgcf_i2TM0EUB9KReoq-Q9TC67bSXA4T7r7CO7UZZcVgi06vq623rymFt9Xa3cuM3hc7yoSkoqVrjD7HlG26wNPMvPmDnFFPhoxMJMpsGWs/s650/Enzo-Traverso.jpg.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="423" data-original-width="650" height="416" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgWFYr9a-9ChMlIZHn7p8iQGTpbxujJB47DTdVwGUt5QHenfFkD0IS_TEbYrhH_VEXXehEKPODj0DRCVZaclgcf_i2TM0EUB9KReoq-Q9TC67bSXA4T7r7CO7UZZcVgi06vq623rymFt9Xa3cuM3hc7yoSkoqVrjD7HlG26wNPMvPmDnFFPhoxMJMpsGWs/w640-h416/Enzo-Traverso.jpg.jpeg" width="640" /></a></div><br /><span style="text-indent: -18pt;"><br /></span><p></p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Yahudi
sorunu, 19. ve 20. yüzyılları kapsayan bir tartışma. Bu tartışma, şu anda solda
devam ediyor mu yoksa sadece fikir tarihinde kalmış bir konu mu?</b></p>
<p class="MsoNormal">Bu tartışma, diğer pek çok tartışmayla birlikte, Marksizm
tarihine ve dolayısıyla solun entelektüel tarihine aittir. Ulusal sorun ve
diğer unutulmuş konular üzerine yapılan tartışmalar gibi, solun hafıza ve
teorisinin arka planının bir parçasını oluşturdukları için yeniden keşfedilmeli
ve yeniden yorumlanmalıdırlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Örneğin bugünün Katalonya’sında siyasi bir çözüm aramak için
kitabımı okumanın çok önemli olduğunu düşünmüyorum. Ama aynı zamanda
Katalanların bu tür sorunların başka bağlamlarda ve zamanlarda da var olduğunu
ve solun bunları çözmeye çalıştığını bilmelerinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Yani tartışma şuydu: bir ulus nasıl tanımlanır? Ulus nedir? Ulusların geleceği
nedir? Kitabımda incelediğim dönemin solu, farklı yaklaşımlar sergiliyordu.
Sosyalizmin, ulusal kimliklerin ve kültürlerin en yüksek ifadesini temsil
ettiğini söyleyen Marksistler vardı, diğerleri ise sosyalizmin insanlığın artık
uluslar arasında ayrım yapmayacağı post-ulusal bir dünyaya yol açacağını
savunuyordu. Aynı parti içinde bile bu iki yaklaşım sıklıkla bir arada var
oldu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">O zaman bazılarının sorduğu soru şuydu: Eğer ulus-sonrası,
kozmopolit bir dünyada, birleşik bir insanlıkla yaşarsak, hangi dil
konuşulacak? Elbette o dönemde Doğu Avrupa’da Ukraynaca, Litvanyaca veya
Ermenice gibi diğer dilleri bir kenara bırakarak Rusça baskındı. Evrenselci bir
bakış açısıyla ifade edilen milliyetçilik biçimleri ortaya çıktı. İnsanları
ayırarak bir ulus inşa etmeyi öneren gerici milliyetçi talepler de vardı. Bu,
bugün hâlâ yankılanan çok eski bir tartışmadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Ben de
tam bunu soracaktım. Birçok büyük “soru” olmuştur: yurttaş, Yahudi, güneyli,
siyah. Uluslararası sol; kimlikleri, milliyetçiliği ve “öteki”nin rolünü geniş
çapta tartıştı. Ötekilikten bahsettiniz. Son zamanlarda yapılan bazı röportajlarda
ortak kimlik duygusu, dışlayıcı olmayan kimlikler de fark ettim. Ötekilik, “öteki”
ve azınlık kavramlarını geliştirebilir misiniz?</b></p>
<p class="MsoNormal">Azınlıkların, milliyetçiliğe meydan okuyan unsurlar olduğunu
söyleyebilirim. Bir demokrasinin seviyesini ölçmek için bir tür gösterge işlevi
gördükleri için önemlidirler. Azınlıklarına saygı duyan bir demokrasinin,
ötekiliği reddeden ve kendisini demokratik değerlerle bağdaşmayan homojen ve
monolitik bir yapı olarak gören bir demokrasinin aksine, gerçek bir demokrasi
olduğuna inanıyorum. Azınlıklar genellikle bir iktidar sisteminin tüm
çelişkilerini, belirsizliklerini ve olumsuz eğilimlerini ortaya çıkarır.
Örneğin, merkezi devlet tarafından engellenen bir referandum ve ardından gelen
baskı ile 2017’de yaşanan Katalan krizi (1 Ekim 2017 tarihinde gerçekleşen
Katalonya bağımsızlık referandumuna işaret ediyor; ç.n.) ve olası bir affa
karşı yakın zamanda gerçekleşen eylemler, İspanya’daki geçiş sürecinden doğan
demokrasinin çelişkilerini ortaya koymuştur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak azınlıklar hakkında konuşmak her zaman diyalektik bir
yorum gerektirir çünkü çok uluslu bir devlet çerçevesinde, bir bağlamdaki
azınlıklar olanlar başka bir bağlamda çoğunluk olabilir. Dahası, baskı
karşısında hakları için mücadele eden ve bu mücadeleyi kazanan azınlıklar,
kendi azınlıklarına karşı hoşgörüsüz hale gelebilirler. Dolayısıyla, Yahudi
sorunuyla ilgili olarak, azınlıkların kültürel kimliğini damgalayabilecek
asimilasyonun ilerleme olarak mı kabul edileceği, yoksa bağımsızlık, ulusal ve
kültürel özerklik ya da federal bir devlet için mi mücadele edileceği sorusu
ortaya çıkmıştır. Örneğin, çarların imparatorluğunda ya da Avusturya-Macaristan
imparatorluğunda bu seçeneklerin hepsi geçerli olabilirdi.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Şu anda
Batı Avrupa’da Yahudi sorunu, örneğin Müslüman ya da Çingene sorunu gibi yeni
sorunlara doğru mutasyona uğruyor olabilir mi?</b></p>
<p class="MsoNormal">Çingenelere karşı önyargılar ne yazık ki çok fazla
tartışılmıyor. Belki İspanya’da diğer yerlere göre daha fazla. Milliyetçiliğin,
özellikle de faşizmle simbiyotik bir ilişkisi olan sağ milliyetçiliğin 21.
yüzyılda antisemitizmden İslamofobiye doğru bir metamorfoz geçirdiğini
söylerken, İslam sorununun Avrupa’nın demokratik kimliğini tanımlayacağı bir
prizma haline geleceğine işaret ediyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Eğer radikal sağın yükselişiyle birlikte Avrupa’nın İslam’la
bağdaşmayan Yahudi-Hıristiyan köklere sahip olduğu fikri onaylanırsa, bu,
Avrupa’nın bir demokrasi olamayacağı anlamına gelecektir. Dolayısıyla Avrupa’nın
çoğulcu demokratik bir çerçevede İslam’ı bileşenlerinden biri olarak entegre
edebilmesi, sağlıklı bir demokrasi yaşayacağının göstergesidir.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">- </span><b style="text-indent: -18pt;">Bugünlerde
kitabı tekrar okurken, İberyalı bir okuyucunun 1492’den sonra modern dünyada
bir Yahudi sorunu olmadığı için Yahudi’nin özgürleşmesi kavramını
anlamayabileceğini fark ettim. Bu süreci daha iyi anlamak için Yahudi’nin
özgürleşmesi meselesini biraz açıklayabilir misiniz diye merak ettim.</b></p>
<p class="MsoNormal">Yahudilerin özgürleşmesi, 18. yüzyılda Yahudilerin
hukuki-siyasi özgürleşmesini, yani onlara haklar verilmesini talep eden
Aydınlanma’nın bazı figürlerinin ortaya çıkmasıyla başlayan bir süreçtir. Eş
zamanlı olarak, Yahudi dünyası içinde de kendi kurtuluşlarını talep eden
figürler ortaya çıktı. Bu, Yahudileri hoş görülen, dışlanan ve ayrımcılığa
uğrayan bir azınlıktan -imparatorluk vatandaşları için ortak olan bir dizi
hakka erişim hakkına sahip olmadıkları için- tam vatandaşlara dönüştürmekle
ilgiliydi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu konu, vatandaşlığın yeniden tanımlanmasını içerdiği için
büyük bir tartışma yarattı. Yani, bir Yahudi Fransız, Alman, İtalyan vs.
vatandaşı mıdır, ki bu da dini vatandaşın hayatının özel bir yönüne indirgemek
anlamına gelir, yoksa Yahudi, Musevi dinine mensup bir Fransız ya da Alman
olarak değil de bir Yahudi vatandaşı olarak mı tanınır? Yahudi bir vatandaş
olarak mı? Bu, o dönemde önemli bir tartışma konusuydu ve halen de öyle. Ancak
Yahudi özgürleşmesinin anahtarı, bunun bir Yahudi kurtuluş mücadelesinden
kaynaklanan bir fetih değil, daha ziyade yukarıdan gelen bir güç tarafından
verilen bir fetih olmasıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yahudileri özgürleştiren, Yahudilerin çok marjinal bir rol
oynadığı Fransız Devrimi olmuştur. Yahudilere vatandaşlık hakkı tanıyan
Napolyon Savaşları’nın getirdiği değişiklikler ve daha sonra Almanya’nın
birleşmesi de buna katkıda bulunmuştur. Bu durum, örneğin Haiti Devrimi ve
kölelerin, köleliğin kaldırılması için verdikleri mücadele ile bağlantılı olan
siyahların özgürleşmesi ile tezat oluşturmaktadır. Bunun pek çok anlamı vardır.
Yahudiler, modern dünyanın tarihi boyunca, kendilerini özgürleştiren güce
borçlu olduklarını düşünmüşlerdir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha 20. yüzyılda, devrimci hareketlere katılan Yahudi
devrimci figürünün ortaya çıkışı -sadece Yahudi değil, aynı zamanda evrensel-
kendi özgürlüklerini fethetmemiş olmanın ayrıcalığına sahip olduğunun
bilinciyle devam eder.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Bunun bir
sonucu olarak, evrenselcilik ve tikelcilik arasındaki güncel tartışmalarda çeşitli
akımlar veya fikirler ortaya çıkmıştır. Örneğin, Etienne Balibar’ın “eşitlik”
teorisi, “çok evrensellik”ten bahseden sömürgecilik karşıtı teoriler ya da “isyancı
evrenselcilik” kavramını savunan Asad Haider’in Misunderstood Identities adlı
kitabı. Sizce evrenselcilik ve tikelcilik arasındaki çelişkiyi ya da
diyalektiği çözecek sol politik öneri ne olmalıdır?</b></p>
<p class="MsoNormal">Bu diyalektik, evrenselcilik ve tikelcilik arasındaki
çelişkinin üstesinden gelmeyi içerir. Tikelleri reddeden bir evrenselcilik
zararlıdır ve evrensel bir perspektifin parçası olmayan bir tikelcilik de
zararlıdır. Evrenselcilik, tikelliklerden ve çeşitlilikten oluşan bir
bütünlüktür. Siyasetin özü de budur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu açıdan Hannah Arendt’i pek çok açıdan eleştirel değerlendiriyorum
ama siyasetin tanımı konusunda onun mirasını çok önemli buluyorum. Siyaset,
farklı öznelerin bir arada varoluşunu ima eder; farklı özneler arasındaki
etkileşimdir ve ötekilik ve çeşitlilik ilkesi siyasetin kurucusudur. Eğer
siyaset homojen bir topluluğun yaratılması haline gelirse, bu siyasetin
olumsuzlanmasıdır, yani faşizmin siyasetidir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Mantıksal kategorilerden bahsetmişken, elitlerin kozmopolit
vizyonu olan bir evrenselcilik ve aşağıdan bir evrenselcilik vardır, bu da
başka bir evrenselcilik türüdür ve verimli bir evrenselciliktir. Bir devrimin
başarısı olan çoğul bir toplum, barbar bir halkı eğitmek isteyen aydınlanmış
bir elitin bulunduğu çoğul bir toplumdan çok daha iyi çalışır.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Avrupa’da
soldan gelen ancak aşırı sağın siyasi ve medya gündeminin büyük bir bölümünü
paylaşan akımlar ortaya çıkıyor: dışlayıcı milliyetçilik, sınırlar, göçler,
feminizm karşıtlığı ve çevrecilik karşıtlığı değişen derecelerde ve ölçülerde.
Bunlar, önceki zamanların yankıları olabilir mi? Tarihin başka dönemlerinde de
böyle bir sol var mıydı?</b></p>
<p class="MsoNormal">Bu gerici eğilimlerin tanınması gerektiğini düşünüyorum.
Bunlar solun tarihine ait. Periyodik olarak yeniden ortaya çıkan bir miras.
Örneğin, Alman solu söz konusu olduğunda, bunlar Alman tarihinin gidişatıyla
bağlantılıdır. Ancak benzer milliyetçi eğilimler Fransa’da da mevcuttur.
Örneğin ulusal-cumhuriyetçilik bunlardan biridir. Ya da Fransız solunun bazı
kesimleri peçeye karşı çıkıyor, yani Müslümanların hariç olduğunu açıklıyorlar,
çünkü bu, Müslüman ötekiliğiyle bağdaşmayan bir Fransız kimliğini olumlamanın bir
yolu. Ancak bu, Fransız solunun tamamının pozisyonu değildir. Bununla birlikte,
bu eğilimler mevcuttur ve bunların tüm ülkelerde bulunduğuna inanıyorum.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Peki bu
akımlara karşı mücadele edilebileceğini düşünüyorsunuz?</b></p>
<p class="MsoNormal">Bunlarla ideolojik, entelektüel ve siyasi bir mücadele
yoluyla yüzleşmek çok önemli. Irkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı bir
mücadele örgütlendiğinde işler daha basit hale gelir. Oyunun kurallarını
belirlemeden bunu yapamazsınız çünkü sorunlar çok özel çözümler gerektirir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Nihayetinde bu, net pozisyonlar belirlemekle ilgilidir.
Örneğin, yabancı kökenli Fransızların solun seçim listelerindeki konumu nedir?
Ya da Müslüman olan Türk kökenli Almanların azınlıkta olduğu Almanya’da. Bazı
partilerin bu konuları diğerlerinden daha iyi ele alması dikkat çekiyor.
Örneğin, bazı ülkelerde Türk soyadlı ulusal liderler ve parlamenterler var.
Yabancı düşmanlığına karşı mücadele elbette sağa karşı bir mücadeledir, ancak
aynı zamanda sol içinde de bir mücadeledir.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">1945’in
Avrupa’da antisemitizm için bir dönüm noktası olduğu söylenebilir mi?</b></p>
<p class="MsoNormal">Antisemitizm hem Avrupa’da hem de Amerika Birleşik Devletleri’nde
halen varlığını sürdürmekte ve sinagog katliamları ve terör eylemleri gibi
şiddet eylemleriyle kanıtlanmaktadır. İslami terörizm güçlü bir şekilde antisemitiktir.
Antisemitizmin milliyetçi muhafazakârlığın bir ekseninden başka bir şey
olmadığına dair bir farkındalık oluşmuş olsa da, antisemitizmle mücadele solun
siyasi gündeminin bir parçası olmaya devam etmektedir.</p><p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Solda,
genellikle Filistin’in ya da Filistinlilerin haklarının savunulmasıyla
bağlantılı antisemitizm suçlamalarını gördük. Bunun Jeremy Corbyn gibi
liderlere karşı nasıl kullanıldığını da gördük. Solun iç mücadelelerinde
antisemitizmin bu şekilde kullanılması hakkında ne düşünüyorsunuz?</b></p>
<p class="MsoNormal">Solun iç sorunlarını çözmek için antisemitizmin
araçsallaştırıldığı aşikâr. Bir iç tartışmada rakibini antisemitizmle suçlamak,
Avrupa’da oldukça alet edilen bir taktik. Antisemitizmin, özellikle de Siyonizm
karşıtlığını küçümsemek ya da damgalamak için demagojik bir şekilde
kullanılması ciddi bir sorundur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Siyonizmi eleştirmeyen bir sol, özellikle de Siyonizmin
Benjamin Netanyahu gibi figürlere ve yarı-faşist bir hükümete yansıdığı bir
dönemde, sol olarak tanımlanmayı hak etmiyor demektir. Solun bu konuda net bir
duruş sergilemesi ve bizi haksız yere suçlayan sağcı medya kampanyalarına boyun
eğmemesi gerektiğine inanıyorum. Solun fazla “Yahudi hayranı” olmakla
suçlandığı 20. yüzyılın 20’li ve 30’lu yıllarındakiler ile benzerlik gösteren bu yanlış
fikirleri açıklığa kavuşturmak hayati önem taşımaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://jacobinlat.com/2023/10/30/enzo-traverso-una-izquierda-que-no-critique-el-sionismo-no-es-izquierda/">https://jacobinlat.com/2023/10/30/enzo-traverso-una-izquierda-que-no-critique-el-sionismo-no-es-izquierda/</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.</i></b></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-90922010468427321352023-10-26T11:02:00.000+03:002023-10-26T11:02:06.149+03:00 HKP (Maoist): Adalet ve barış, demokratik-laik Filistin ile mümkün<p><b><i>Hindistan Komünist Partisi (Maoist) Merkez Komitesi, sözcü Abhay imzası
ile yazılı bir açıklama yaparak Hamas’ın “Aksa Tufanı” operasyonunu selamlarken
Filistinliler için gerçek adaletin ve barışın ‘demokratik-laik Filistin ile
mümkün olacağını’ belirtti.</i></b></p><p><b><i><br /></i></b></p><p><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijGfiR6MIFjhNcLV4bCTlBqwxf9avxH28C26zVnmz-ht_EfUV-66AnuS_iEu7A6qSqryYEKBYJgV-tmwfjG8wEFDWu4BsxE9_JF8Ko-zKTKEvXgmW1hpsA3_TUv3oaCtg9B5OzTrS32BNinHP-ovKVmXQR60ltAwZUih7mokdWFi0IoiVgVtEzuBXQ2m8/s1200/cpi.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="1200" height="426" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEijGfiR6MIFjhNcLV4bCTlBqwxf9avxH28C26zVnmz-ht_EfUV-66AnuS_iEu7A6qSqryYEKBYJgV-tmwfjG8wEFDWu4BsxE9_JF8Ko-zKTKEvXgmW1hpsA3_TUv3oaCtg9B5OzTrS32BNinHP-ovKVmXQR60ltAwZUih7mokdWFi0IoiVgVtEzuBXQ2m8/w640-h426/cpi.png" width="640" /></a></b></div><b><br /><i><br /></i></b><p></p>
<p class="MsoNormal">İsrail işgalinin kaçınılmaz sonucu olan HAMAS'ın eşi benzeri
görülmemiş saldırısını ve Filistin kurtuluş hareketinin özlemlerini selamlayın!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">ABD emperyalizminin kukla yerleşimci devleti İsrail'in
Gazze'ye yönelik devam eden acımasız hava saldırılarını durdurun!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Modi'nin brahmanik hindutva faşist Hindistan Hükümetinin
İsrail yanlısı tutumunu şiddetle kınayın!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">HKP (Maoist) Merkez Komitesi, İsrail'in Filistin’i işgalinin
ve Filistin halkının kurtuluş özlemlerinin kaçınılmaz sonucu olan HAMAS’ın 7
Ekim’de İsrail’e yönelik eşi benzeri görülmemiş roket saldırılarını
selamlamaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">HAMAS’ın saldırısını bahane eden azılı İsrail Savunma
Kuvvetleri (IDF) Gazze’yi dört bir yandan esir alarak gıda, elektrik, yakıt ve
hatta ilaç tedarikini kesmiş ve ciddi bir insani krize yol açmıştır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gazze’ye 7 Ekim’den bu yana binlerce insanın öldüğü ve
binlercesinin de sakat kaldığı sürekli hava saldırıları düzenlenmektedir. Hâlihazırda
bir milyon insan evlerinden sürülmüş durumda. Gelen haberlere göre İsrail,
Filistin halkına karşı daha büyük bir saldırı planlamaktadır. Partimiz, kukla
yerleşimci devlet ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki ileri karakolu İsrail’in
son üç gündür Gazze’ye yönelik acımasız hava saldırılarını şiddetle kınamakta
ve durdurulmasını talep etmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">ABD emperyalizmi, 7 Ekim’de HAMAS’ın saldırısını terörist
bir saldırı olarak kınamakla kalmadı, aynı zamanda derhal askeri destek ilan
etti ve kısa süre içinde vahşi saldırı köpeği İsrail’e silah ve diğer askeri
teçhizat göndermeye başladı. ABD, İngiltere, Almanya ve İtalya, İsrail’i
destekleyen ortak bir açıklama yaptılar. Emperyalistlerin bu iğrenç eylemi,
dünyanın mümkün olan her köşesinden kınanmalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hindistan Başbakanı Modi, başta ABD olmak üzere emperyalist
efendilerinin peşinden giderek utanmadan İsrail’e yönelik dayanışmasını ifade
etmiştir. Modi’nin brahmanik hindutva faşisti Hindistan hükümetinin İsrail
yanlısı tutumuna şiddetle karşı çıkıyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Partimiz, İsrail’in haksız savaşından ve HAMAS’ın haklı
direnişinden, ABD emperyalizminin ve Siyonist İsrail devletinin sorumlu
olduğunu, bunun sonucunda her iki taraftan da insanların hayatını kaybettiğini
ancak Filistin halkının ağır kayıplar verdiğini ve yıkıma uğradığını
düşünmektedir. İsrail, Gazze’ye yönelik saldırılarını derhal durdurmalı ve
HAMAS’ın elindeki rehineleri güvenli bir şekilde serbest bırakılmalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İsrail devletinin 1948 yılında emperyalistler tarafından,
özellikle de ABD ve İngiltere tarafından Filistin’de Yahudiler için bir vatan
kurma bahanesiyle kendi çıkarlarına hizmet etmek üzere kurulduğu tüm dünya
tarafından bilinmektedir. Bu, aynı zamanda ABD ve müttefiklerinin kontrolü
altındaki Birleşmiş Milletler tarafından da tanınmaktadır. O zamandan beri
Filistinliler için gerçek bir barış olmadı. İsrail, bugüne kadar Araplarla
savaştı ve Filistin topraklarını sürekli işgal etti. Filistinliler o zamandan
beri solun temsilcilerinden İslami güçlere, feodal güçlerden ulusal burjuvaziye
kadar farklı bayraklar ve önderlik güçleri altında özgürlükleri için
İsraillilerle mücadele ediyorlar. Gerilemeler, önderlik ihanetleri yaşadılar
ama kendilerini toparlayıp tekrar savaşmaya başladılar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Filistinliler için gerçek adalet ve barışın ancak İsrail
devleti yıkıldığında ve tek ülke Filistin, demokratik laik Filistin olduğunda
mümkün olacağı çok açıktır. Yahudiler de dâhil olmak üzere tüm Filistin
halkının eşit haklarla bir arada yaşayabileceği ve gerçek özgürlüğün tadını
çıkarabileceği bir yer kurulmalıdır. İsrail, ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki
en önemli ileri karakolu olduğu ve “Yahudilerin yurdunu” temsil etmediği için,
emperyalizm yıkılmadan bu mümkün olmayacaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bunun için Filistin’in devrimci kitleleri,
Marksizm-Leninizm-Maoizm biliminin rehberliğinde, işçi sınıfının öncüsünün
önderliğinde uzun süreli bir halk savaşı yürütmek zorundadır. Bugün gerçekçi
görünmese de, emperyalizm ve proleter devrim çağında, bir gün gelecek Filistin halkının
kurtuluş mücadelesi bu hedefe mutlaka ulaşacaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Partimiz, Filistin
halklarının haklı davası olan kurtuluş hareketine olan sarsılmaz desteğini bir
kez daha teyit eder. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Merkez Komitemiz, tüm Marksist-Leninist-Maoist partileri, sol
güçleri, demokratik ve ilerici örgütleri ve insanları, dünyanın her yerindeki ezilen
milliyetleri Filistin halklarının kurtuluş hareketini desteklemeye çağırır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Merkez Komitemiz ayrıca, tüm baskı ve sömürünün kökünün
kazınabilmesi ve sosyalizm-komünizmin kurulması hedefine ulaşılabilmesi için
yukarıda sayılan herkesi birleşmeye ve emperyalizmi ve onun tüm uşaklarını
yenmeye davet eder.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Abhay<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sözcü<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Merkez Komite<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://maoistroad.blogspot.com/2023/10/on-palestine-statement-communist-party.html">https://maoistroad.blogspot.com/2023/10/on-palestine-statement-communist-party.html</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p><p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><br /></i></b></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-79959697840377572892023-10-20T10:31:00.000+03:002023-10-20T10:31:00.615+03:00 Gazze savaşı ve İsrail’in faşizm tartışması (Alberto Toscano)<p><b><i>İsrail'in apartheid politikalarını ve aşırı sağcı hükümetini eleştiren
Batılılar sıklıkla antisemitizmle suçlansa da, solcu ve sol-liberal İsrailliler
yıllardır ülkenin faşizme sürüklenmesini yeriyor. Sosyal teorisyen ve çevirmen Alberto Toscano, Verso Books
için kaleme aldığı yazısında faşizmin İsrail’in sömürgeci projesinin mantığına
gömülü olduğunu savunuyor.</i></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMUOcVLTZPTSlXioLSSiY6JP6SPUycsdnz5qtPSSMpLpkPvPt6tZSade11An6AWWZOLxeSz4Kl0Qgxg22RKwh1vou_ff0-iJs36P5SlXVEds0YRd3nLwdEd05SnfxWGMFtXiUwD_VSiAStqcvAxpNHJ9HRUMA6nPbvL4ydrrta7D9as-xO9_3Xjxpqfj8/s870/free.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="440" data-original-width="870" height="324" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhMUOcVLTZPTSlXioLSSiY6JP6SPUycsdnz5qtPSSMpLpkPvPt6tZSade11An6AWWZOLxeSz4Kl0Qgxg22RKwh1vou_ff0-iJs36P5SlXVEds0YRd3nLwdEd05SnfxWGMFtXiUwD_VSiAStqcvAxpNHJ9HRUMA6nPbvL4ydrrta7D9as-xO9_3Xjxpqfj8/w640-h324/free.png" width="640" /></a></div><br /> <p></p>
<p class="MsoNormal">Batılı hükümetler tarafından yeşil ışık yakılan ve sayısız
insan hakları hukuku uzmanı tarafından açık bir ‘soykırım niyeti’ taşıdığı
ifade edilen İsrail Devleti’nin Hamas’ın 7 Ekim’deki El Aksa Tufanı saldırısına
misillemesi de birçok çevrede faşizmden söz edilmesine neden oldu. Birzeit
Üniversitesi Öğretim Üyeleri ve Çalışanlar Sendikası, yayımladığı ortak
bildiride ‘sömürgeci faşizmden’ ve ‘yerleşimci Siyonist politikacıların siyasi
çizgilerin ötesinde Araplara yönelik pornografik ölüm çağrılarından’ söz etti; İsrail
Komünist Partisi (Maki) ve sol koalisyon Hadash, kendi deklarasyonlarında ‘keskin
ve tehlikeli tırmanışın tüm sorumluluğunu faşist sağ hükümete yükledi’; bu esnada
Kolombiya Devlet Başkanı Gustavo Petro, Gazze’ye yönelik saldırıyı iklim
felaketi ve kapitalist kökleşmenin damgasını vurduğu ‘küresel 1933’te ‘hepimizi
tek kullanımlık sayan ilk deney’ olarak tanımladı. Bu satırları alıntılamak
bile, özellikle Boykot, El Koyma ve Yaptırımlar hareketi kisvesi altında İsrail
apartheidına karşı barışçıl uluslararası dayanışma aktivizmini kısıtlama
çabalarında önemli bir araç olarak hizmet eden IHRA’nın (Uluslararası Holokost
Anma İttifakı) antisemitizm tanımına muhtemelen ters düşmektedir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yine de son Netanyahu hükümetinde ve hatta genel olarak
İsrail toplumunda yeni başlayan bir faşizmin tanınması, ana akım olmasa da,
İsrail’deki kamusal söylemde kesinlikle öne çıkıyor gibi görünüyor, özellikle
de İsrail Yüksek Mahkemesi’nin övünülen özerkliğini ortadan kaldırmayı
amaçlayan son yargı reformlarına karşı protestoların ardından. Hamas
saldırısından dört gün önce Ha’aretz gazetesi ‘İsrail Neo-Faşizmi, İsraillileri
ve Filistinlileri Tehdit Ediyor’ başlığı altında bir başyazı yayımladı. Bir ay
önce 200 İsrailli lise öğrencisi, askere alınmayı reddettiklerini şu şekilde
ilan etti: "Şu anda hükümetçe kontrol edilen bir grup faşist yerleşimciye hizmet
edemeyeceğimize samimiyetle karar verdik.’ Mayıs ayında Ha’aretz’in bir
başyazısında ‘altıncı Netanyahu hükümeti totaliter bir karikatür gibi görünmeye
başladı. Totalitarizmle ilişkilendirilen neredeyse hiçbir hareket yok ki, aşırı
uçtaki üyelerinden biri tarafından önerilmemiş ve kimin daha tam faşist
olabileceğini görme yarışında, içerdiği diğer beceriksizler tarafından
benimsenmemiş olsun’ derken, başyazarlarından biri de ‘İsrail faşist devrimi’ni,
öldürücü ırkçılıktan zayıflığı hor görmeye, şiddet arzusundan
anti-entelektüalizme kadar kontrol listesindeki tüm maddeleri işaretleyerek
tanımladı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu son polemikler ve öngörüler, çağdaş İsrail’de 'büyüyen
faşizm ve erken Nazizm’e benzer bir ırkçılık’ olduğunu yazan ünlü aşırı sağ tarihçisi
Ze’ev Sternhell ya da on yaşında Nazi Almanya’sından kaçan ve 2018’deki
ölümünden kısa bir süre önce şunları söyleyen gazeteci ve barış aktivisti Uri
Avnery gibi önde gelen entelektüeller tarafından öngörülmüştü: <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">“Filistinlilere karşı
hayatın hemen her alanında uygulanan ayrımcılık, Nazi Almanya’sının ilk
döneminde Yahudilere yapılan muameleyle karşılaştırılabilir. (İşgal altındaki
topraklarda Filistinlilere uygulanan baskı, Münih ihanetinden sonra “himaye”
altındaki Çeklere yapılan muameleye daha çok benzemektedir). Knesset’teki ırkçı
yasa yağmuru, hâlihazırda kabul edilenler ve üzerinde çalışılanlar, Nazi
rejiminin ilk günlerinde Reichstag tarafından kabul edilen yasalara büyük
ölçüde benzemektedir. Bazı hahamlar, Arap dükkânlarının boykot edilmesi
çağrısında bulunuyor. Tıpkı o zamanki gibi. ‘Araplara ölüm’ ('Judah verrecke'?)
çağrısı futbol maçlarında düzenli olarak duyuluyor.”<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal">Elbette bu yeni bir benzetme değil. Hannah Arendt ve Albert
Einstein gibi isimler 1948’deki Deir Yassin katliamının ardından New York Times’a
bir mektup yazarak Herut’u (Netanyahu’nun Likud partisinin selefi) ‘örgütlenmesi,
yöntemleri, siyasi felsefesi ve toplumsal çekiciliğiyle Nazi ve Faşist
partilere benzeyen’ bir parti olarak kınamıştı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Avnery ayrıca şu anki Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’i de
'iyi niyetli bir Yahudi faşist’ olarak nitelendirdi. Kendisini memnuniyetle ‘faşist
homofobik’ olarak tanımlayan Smotrich, Filistinlilerin ulus olma umutlarını ‘ortadan
kaldırmaya’ ve Nakba’yı tekrarlamaya yönelik kendi soykırım niyetinin teolojik
temellerini ortaya koymuştur. Bir röportajında şöyle demiştir: <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">“Joshua ben Nun (İncil’deki
peygamber) topraklara girdiğinde, orada yaşayanlara üç mesaj gönderdi: (yönetimimizi)
kabul etmek isteyenler kabul edecek; ayrılmak isteyenler ayrılacak; savaşmak
isteyenler savaşacak. Stratejisinin temeli şuydu: Biz buradayız, biz geldik,
burası bizim. Şimdi de üç kapı açık olacak, dördüncü kapı yok. Gitmek
isteyenlere -ve gidenler olacak- yardım edeceğim. Umutları ve vizyonları
kalmadığında gidecekler. Tıpkı 1948’de yaptıkları gibi. (...) Gitmeyenler ya
Yahudi devletinin yönetimini kabul edecekler-ki bu durumda kalabilirler-, gitmeyenlere
gelince, onlarla savaşacağız ve onları yeneceğiz. [...] Ya onu vuracağım ya
hapse atacağım ya da sınır dışı edeceğim.”<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İsrail Devleti'nin
ilk yıllarında laik David Ben-Gurion için de ideolojik bir referans işlevi
gördüğü için Yeşu Kitabı’ndan bahsedilmesi dikkate değerdir. Eski Ahit’teki
yıkıma övgü, bugün de rahatsız edici bir şekilde yankılanmaktadır: “Yeşu
tepelerdeki, güneydeki, vadilerdeki, pınarlardaki bütün ülkeyi ve krallarını
vurdu; hiçbirini bırakmadı, İsrail'in Tanrısı Rab’bin buyurduğu gibi, soluk
alan her şeyi yok etti. Yeşu onları Kadeş-Barnea’dan Gazze’ye kadar ezdi” (Yeşu
11:40-41). <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak Netanyahu'nun ‘vaftiz babası’ olduğu faşizm sadece
köktendinci yerleşimcilere ve onların mülksüzleştirme stratejilerine (Smotrich’in
yerleşimci STK’sı Regavim’in devletteki derin kolları ve Filistinlilerin toprak
ve mülkiyet haklarına karşı yürüttüğü hukuk mücadelesi dâhil) indirgenemez;
Aynı zamanda, Hindistan ve ABD’de olduğu gibi İsrail’de de, çökmekte olan
metropol ‘elitlerine’ karşı ulusal-muhafazakâr seferberlikleri, kâr ve
ayrıcalığın acımasızca savunulmasıyla birleştirmekten mutluluk duyan
milyarderlerin ticari çıkarlarına ve yasama manevralarına sıkı sıkıya bağlıdır.
İsrailli Holokost tarihçisi Daniel Blatman, yakın zamanda verdiği bir
röportajda şu gözlemde bulunmuştur: <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">“İsrail Devleti'nin varlığını sürdürmesine yönelik en büyük
tehdidin ne olduğunu biliyor musunuz? Likud değil. Bölgede başıboş dolaşan
haydutlar bile değil. Kohelet Politika Forumu (ABD’li zengin bağışçılar
tarafından desteklenen muhafazakâr, sağcı bir düşünce kuruluşuna atıf). İsrail
tarafından benimsenmesi halinde onu bambaşka bir ülkeye dönüştürecek geniş bir
sosyal ve siyasi manifesto oluşturuyorlar. İnsanlara ‘faşizm’ dediğinizde
akıllarına sokaklarda dolaşan askerler geliyor. Hayır. Öyle görünmeyecek.
Kapitalizm hâlâ varlığını sürdürecek. İnsanlar -eğer diğer ülkelere girmelerine
izin verilirse- yurtdışına çıkabilecekler. İyi restoranlar olacak. Ancak bir
insanın kendisini rejimin iyi niyeti dışında koruyan bir şey olduğunu hissetme yetisi
-çünkü rejim uygun gördüğü şekilde onu koruyacak ya da korumayacak- artık
olmayacak. İsrail toplumu mevcut hükümeti kabul etmeye hazırdı. Likud’un zaferi
nedeniyle değil, en aşırı kanat herkesi peşinden sürüklediği için. Bir zamanlar
aşırı sağ olan bugün merkezde. Bir zamanlar uçlarda olan fikirler meşru hale
geldi. Alanı Holokost ve Nazizm olan bir tarihçi olarak bunu söylemek benim
için zor ama bugün hükümette neo-Nazi bakanlar var. Bunu, ideolojik olarak saf
ırkçı olan bakanları başka hiçbir yerde -ne Macaristan’da ne de Polonya’da- göremezsiniz.”
<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İçgörülerine rağmen bu pasaj, faşizmin yükselişine karşı
liberal İsrail polemiklerinin neyi paranteze aldığını da acı bir şekilde
gösteriyor. Yani Filistinliler. İsrail ve işgal altındaki Filistin’de askerler
sokaklarda dolaşıyor. İsrail egemenliğindeki milyonlarca insan yurt dışına
çıkamıyor. Ya da evlerine dönemiyor. Smotrich ve Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar
Ben-Gvir gibilerin hiç tereddüt etmeden dile getirdikleri ‘saf’ ırkçılık, sersem
faşistler kadar kötü niyetli liberaller için de sömürgeci tahakkümü yapılandıran
ve yeniden üreten ırkçılığın bir ürünüdür.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bill Mullen ve Christopher Vials’ın gözlemlediği üzere,
Siyah radikallerin ve Üçüncü Dünya anti-faşizminin yanı sıra yerli direnişinin
uzun vadeli gelenekleri bize şunu öğretmiştir: “Irksal olarak liberal
demokrasinin haklar sisteminin dışında kalanlar için ‘faşizm’ kelimesi her
zaman uzak ve yabancı bir toplumsal düzeni çağrıştırmaz. George Padmore’un 1930’larda
‘dünyanın klasik faşist devleti’ olarak nitelendirdiği Güney Afrika gibi
yerleşimci-sömürgeci ve ırksal faşist rejimlerde, Alman-Yahudi avukat Ernst
Fraenkel’in anatomisini çıkardığı ‘ikili devlet’in bir versiyonuyla
karşılaşıyoruz: egemen nüfus için ‘normatif devlet’ ve egemenlik altına
alınanlar için ‘herhangi bir yasal güvence tarafından denetlenmeyen sınırsız
keyfilik ve şiddet’ uygulayan bir ‘ayrıcalıklı devlet’. Angela Y. Davis'in 1970’lerin
başında ABD nüfusunun geri kalanı için devlet ırkçı terörünün nelere gebe
olduğuna atıfta bulunarak gösterdiği gibi, normatif ve ayrıcalıklı devlet
arasındaki sınır geçirgendir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu durum bugün İsrail’de, hükümet bakanlarının savaş
bahanesini ‘ulusal morale zarar verebilecek ya da düşman propagandasına temel
teşkil edebilecek bilgileri yaydıklarına inandıkları takdirde polise sivilleri
tutuklama, evlerinden çıkarma ya da mallarına el koyma yetkisi veren
düzenlemeleri teşvik etmek’ için kullanmalarıyla açıkça görülmektedir. Faslı
Yahudi Marksist Abraham Serfaty’nin on yıllar önce Filistin’in kurtuluşu
üzerine hapishane yazılarında analiz ettiği gibi, Siyonist yerleşimci-sömürgeci
mülksüzleştirme, tahakküm ve yerinden etme projesinin merkezinde ‘faşist bir
mantık’ vardır. Bu mantık liberaller tarafından reddedilse de, temel
mekanizmaları tamamen ortadan kaldırılmadığı sürece, her krizde yeniden ve
şiddetle ortaya çıkmaktan başka bir işe yaramayacaktır. İki devletli bir çözüm
istediklerini iddia eden ancak bunu asla gerçekleştirmeye niyetli olmayanların
ikiyüzlülüğüne karşı söylediklerinin de gösterdiği gibi, iktidardaki İsrail
aşırı sağı sessiz olanı birçok şekilde çok yüksek sesle söylüyor. İşgalin ve
Filistinlilere yönelik vahşetin normalleştirildiği ve tüm niyet ve amaçlar için
bitmez tükenmez olarak görüldüğü bir zamanda, faşist yerleşimci ve dinci sağ,
İsrail’i bir yerleşimci-sömürge projesi olarak imleyen yapısal şiddeti ve
insanlıktan çıkarmayı onaylama ve kutlama noktasına geldi -liberallerin
hafifletmeyi veya asgariye indirmeyi düşündüğü, ancak asla gerçek anlamda mücadele
etmediği bir proje. Bugün pek çok başka bağlamda olduğu gibi İsrail’de de
faşizmin yükselişi başlangıçta bir kırılma ya da istisna gibi görünebilir, ancak
bu yükselişin kökleri, gerçek kurtuluşu asla desteklemeyecek olan sömürgeci
liberalizm tarafından sağlanmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-war-on-gaza-and-israel-s-fascism-debate">https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/the-war-on-gaza-and-israel-s-fascism-debate</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-42693598046500652922023-10-13T09:21:00.003+03:002023-10-13T09:21:41.817+03:00 İsrail Demokrat Kadınlar Hareketi: İki devletli çözüm tek çıkış yoludur<p><b><i>Hamas’ın 7 Ekim’de başlattığı Aksa Tufanı operasyonu ve ardından başlayan
İsrail’in Gazze saldırısına dair bir açıklama yapan İsrail Demokrat Kadınlar
Hareketi, İsrail hükümetini ‘faşizm yanlısı bir rejim’ olarak tanımlayarak
çatışmaların ancak iki devletli çözümle sona erebileceğini vurguladı.</i></b> </p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2FSYK5YWtV_Kk5Q3cv9-dVHqToaB07eX8oOZsLZinj721_oax3U9V4iH0cfLWrNlr0YMil-LiuB2IT9vy02Pe5rzLjCf8AKAWTtQlaNQ3mpqpVpf00MPPHgBiV3Ih8lAo2F6ZnmY1vssYnPO5K-Qnkw99RfA_-6Z9ePjh2fuSd1LInDXcHlPYKH4YoHA/s1180/9%20-%20death%20toll_1.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="585" data-original-width="1180" height="318" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh2FSYK5YWtV_Kk5Q3cv9-dVHqToaB07eX8oOZsLZinj721_oax3U9V4iH0cfLWrNlr0YMil-LiuB2IT9vy02Pe5rzLjCf8AKAWTtQlaNQ3mpqpVpf00MPPHgBiV3Ih8lAo2F6ZnmY1vssYnPO5K-Qnkw99RfA_-6Z9ePjh2fuSd1LInDXcHlPYKH4YoHA/w640-h318/9%20-%20death%20toll_1.png" width="640" /></a></div><br /><p></p>
<p class="MsoNormal">İsrail Demokrat Kadınlar Hareketi, İsrail ve Gazze Şeridi'ni
hedef alan askeri operasyonların artmasından ve hem Filistinli hem de İsrailli
masum insanların trajik bir şekilde hayatını kaybetmesinden duyduğu derin
endişeyi ifade eder.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hareket, ABD Başkanı Joe Biden’ın İsrail’e önemli miktarda
silah fonu tahsis etmesini ve Akdeniz bölgesinde donanma gemilerinin
konuşlandırılmasını şiddetle eleştirmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Diplomatik bir çözüme ihtiyaç vardır ve bu, kan
dökülmesinden tek çıkış yoludur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">7 Ekim'de başlatılan kanlı saldırı, İsrail hükümetinin Gazze
Şeridi'ne yönelik ısrarlı ablukasına ve Filistin topraklarındaki yasadışı
işgaline bir tepkiydi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hamas, koordineli bir saldırı başlatarak İsrail'e binlerce
roket atarken, militanları da İsrail kasabalarına ve kırsal köylerine sızdı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Saldırı sonrasında 70'ten fazlası asker olmak üzere 700'ün
üzerinde İsrailli hayatını kaybetti ve 2.400'den fazla kişi de yaralandı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gazze'de ise İsrail bombardımanları nedeniyle en az 560
Filistinli yaşamını yitirdi, 2.900'den fazla kişi de yaralandı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Farklı medya platformlarında görüntülerini gördüğümüz,
aralarında kadın, çocuk ve yaşlıların da bulunduğu İsrailli sivillere yönelik
korkunç saldırılar son derece üzücüdür. Bütün aileler evlerinde öldürüldü ya da
esir alındı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hareketimiz, esir tutulan kadın ve çocukların durumundan
özellikle endişe duymaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Uluslararası toplumu, başta çocuklar ve kadınlar olmak
üzere, hukuksuz bir şekilde esir tutulan İsrailli ve Filistinli tüm sivillerin
derhal serbest bırakılması için ilgili tüm taraflara baskı yapmaya çağırıyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Masum sivillere yönelik her türlü saldırıyı şiddetle kınıyor
ve karşısında duruyoruz. Ancak bunun Filistinli sivilleri de kapsadığını açıkça
ifade ediyoruz ki bu, İsrail hükümeti tarafından paylaşılmayan bir tutumdur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu trajik olayları, devam eden işgal, Gazze ablukası ve
yerleşimcilerin Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki günlük ihlalleri bağlamında
analiz etmek çok önemlidir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu tırmanışın her iki tarafta da başta masum siviller,
özellikle de kadınlar ve çocuklar olmak üzere tüm taraflara zarar vereceği
konusunda uyarıda bulunuyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Faşizm yanlısı bir rejim olarak nitelendirdiğimiz İsrail
hükümeti, Filistinlilere yönelik etnik temizliğe varan şiddetli saldırıları
sadece onaylamakla kalmıyor, aynı zamanda bunlara öncülük ediyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Filistinlilerin ve şimdi de trajik bir şekilde İsraillilerin
kanlarının dökülmesiyle sonuçlanan durumun işaretleri açıktı. Devam eden
gelişmeler, bölgede yıkıcı sonuçları olacak büyük bir çatışma riski
yaratmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs'te 1967 öncesi
ateşkes hatları dâhilinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını da
içeren iki devletli çözümün, süregelen katliama karşı adil ve kalıcı bir çözüm
olduğuna inanıyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://morningstaronline.co.uk/article/f/movement-democratic-women-israel-feat">https://morningstaronline.co.uk/article/f/movement-democratic-women-israel-feat</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-40235866193525910342023-10-08T10:41:00.004+03:002023-10-08T10:41:56.155+03:00Tarık Ali: Filistin'de başkaldırı<p><b><i>Pakistanlı yazar Tarık Ali, Filistin direniş güçlerinin El Aksa Tufanı operasyonunun ardından New Left Review için bir yazı kaleme alarak direnişin ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkının meşruiyetini vurguladı.</i></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkXlDSKzcDqT_AizwW-lORAQUf3VVsA4lA_juNyejuNTPFxkPtLufnXTrgqCgClu_1ehX5hz74Dz8mb_qfRWPptJ9Xd3EsO_WH9rLIeh2UrZwBpH7JiapgnIx35u3BsvhqMQn_c5XfmofGeiTKc_7r6DTdFZOjNfNP4m2Ym8dzYHuVRw-lN3OVTRRUub0/s755/operation-al-aqsa-flood-20231008013844.webp" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="424" data-original-width="755" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkXlDSKzcDqT_AizwW-lORAQUf3VVsA4lA_juNyejuNTPFxkPtLufnXTrgqCgClu_1ehX5hz74Dz8mb_qfRWPptJ9Xd3EsO_WH9rLIeh2UrZwBpH7JiapgnIx35u3BsvhqMQn_c5XfmofGeiTKc_7r6DTdFZOjNfNP4m2Ym8dzYHuVRw-lN3OVTRRUub0/w640-h360/operation-al-aqsa-flood-20231008013844.webp" width="640" /></a></div><br /><p><br /></p><p>Aralık 1987'de Filistin'de yeni bir intifada patlak verdi ve İsrail'in yanı sıra Arap dünyasının elitlerini de sarstı. Birkaç hafta sonra, yaşlı Suriyeli şair Nizar Qabbani, bugün yozlaşmış, işbirlikçi Filistin (Hayır) yönetimi tarafından temsil edilen eski nesil Filistinli liderleri kınadığı 'Taşların Çocukları Üçlemesi'ni yazdı. Bu üçleme, birçok Filistin kafesinde okundu ve söylendi:</p><p><br /></p><p>Taşların çocukları</p><p><br /></p><p>kağıtlarımız dağıldı</p><p><br /></p><p>elbiselerimize mürekkep döküldü</p><p><br /></p><p>eski metinlerin sıradanlığıyla alay etti.</p><p><br /></p><p>Ey Gazze'nin Çocukları</p><p><br /></p><p>Yayınlarımıza aldırmayın</p><p><br /></p><p>Bizi dinlemeyin</p><p><br /></p><p>Biz duygusuz hesaplama insanlarıyız</p><p><br /></p><p>Toplama, çıkarma</p><p><br /></p><p>Savaşlarınızı sürdürün ve bizi yalnız bırakın</p><p><br /></p><p>Biz öldük ve mezarsızız</p><p><br /></p><p>Gözleri olmayan yetimler.</p><p><br /></p><p>Gazze'nin çocukları</p><p><br /></p><p>Yazılarımıza atıfta bulunmayın</p><p><br /></p><p>Bizim gibi olmayın.</p><p><br /></p><p>Biz senin idolünüzüz.</p><p><br /></p><p>Bize tapmayın.</p><p><br /></p><p>Ey Gazze'nin çılgın insanları,</p><p><br /></p><p>Deliye binlerce selam</p><p><br /></p><p>Siyasi akıl çağı çoktan geride kaldı</p><p><br /></p><p>Öyleyse bize deliliği öğret.</p><p><br /></p><p>O zamandan bu yana Filistin halkı anlamlı bir kendi kaderini tayin hakkı elde etmek için her türlü yöntemi denedi. Onlara 'şiddetten vazgeçin' dendi. Bir İsrail vahşeti sonrasında yaşanan tek tük misillemeler dışında bunu yaptılar. Yurt içindeki ve diasporadaki Filistinliler arasında Boykot, Tecrit ve Yaptırımlara (BDS) büyük destek vardı: sanatçılar, akademisyenler, sendikalar ve zaman zaman hükümetler arasında dünya çapında ilgi görmeye başlayan mükemmel bir barışçıl hareket. ABD ve NATO ailesi, Siyonist lobi gruplarının yardımıyla İsrail'i boykot etmenin 'antisemitik' olduğunu iddia ederek BDS'yi Avrupa ve Kuzey Amerika'da kriminalize etmeye çalışarak karşılık verdi. Bunun büyük ölçüde etkili olduğu kanıtlandı. İngiltere'de Keir Starmer'in İşçi Partisi, yaklaşan ulusal konferansında 'İsrail apartheid'ından söz edilmesini yasakladı. İhraç edilmekten korkan İşçi Partisi solu bu konuda sessizliğe büründü. Üzücü bir durum. Bu arada Arap ülkelerinin çoğu Washington'a teslim olma konusunda Türkiye ve Mısır'a katıldı. Suudi Arabistan şu anda İsrail'i resmen tanımak için Beyaz Saray'ın arabuluculuğunda müzakereler yürütüyor. Filistin halkının uluslararası izolasyonu daha da artacak gibi görünüyor. Barışçıl direniş hiçbir yere varamadı. </p><p><br /></p><p>Bu süre zarfında IDF (İsrail Savunma Kuvvetleri) boş vakitlerinde Filistinlilere saldırıp onları öldürürken, birbirini izleyen İsrail hükümetleri de devlet kurma umutlarını sabote etmek için çalıştı. Yakın zamanda, bir avuç eski IDF generali ve Mossad ajanı Filistin'de yapılanların 'savaş suçu' anlamına geldiğini itiraf etti. Ancak bunu söyleyecek cesareti ancak emekli olduktan sonra toplayabildiler. Hâlâ görevdeyken, işgal altındaki topraklarda faşist yerleşimcilere tam destek verdiler; evleri yakmalarına, zeytin tarlalarını yok etmelerine, kuyulara çimento dökmelerine, Filistinlilere saldırmalarına ve 'Araplara ölüm' sloganları atarak evlerinden sürmelerine seyirci kaldılar. Batılı liderler de tüm bu olanlara ses çıkarmadan seyirci kaldılar. Qabbani'nin de dediği gibi, siyasi akıl çağı çoktan geride kalmıştı.</p><p>Sonra bir gün, Gazze'deki seçilmiş liderlik karşılık vermeye başlar. Açık hava hapishanelerinden kaçıp İsrail'in güney sınırını geçerek askeri hedeflere ve yerleşimci nüfusuna saldırırlar. Filistinliler bir anda uluslararası manşetlere taşınır. Batılı gazeteciler onların gerçekten direniyor olmasından dolayı şok olur ve dehşete düşerler. Ama neden direnmesinler ki? İsrail'deki aşırı sağcı hükümetin, ABD ve gevşek ağızlı AB'nin desteğiyle acımasızca misilleme yapacağını herkesten daha iyi biliyorlar. Ancak yine de Netanyahu ve kabinesindeki suçluların, halklarının çoğunluğunu kademeli olarak sınır dışı etmesine ya da öldürmesine seyirci kalmak istemiyorlar. İsrail devletinin faşist unsurlarının, Arapların toplu katliamını onaylamaktan çekinmeyeceklerini biliyorlar. Ve buna karşı ne pahasına olursa olsun direnilmesi gerektiğini biliyorlar. Bu yılın başlarında Filistinliler, Tel Aviv'deki gösterileri izlediler ve 'sivil hakları savunmak' için yürüyenlerin işgal altındaki komşularının haklarını umursamadıklarını anladılar. Meseleyi kendi ellerine almaya karar verdiler. </p><p>Filistinlilerin maruz kaldıkları kesintisiz saldırıya direnmeye hakları var mı? Kesinlikle var. İki taraf söz konusu olduğunda ahlâki, siyasi ya da askeri bir eşdeğerlik söz konusu değildir. İsrail, tepeden tırnağa ABD tarafından silahlandırılmış nükleer bir devlettir. Varlığı tehdit altında değildir. Tehdit altında olan Filistinliler, onların toprakları ve yaşamları. Batı medeniyeti onlar yok edilirken seyirci kalmaya istekli görünüyor. Öte yandan onlar sömürgecilere karşı ayaklanıyorlar.</p><p><br /></p><div><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div><div><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"><b><i><a href="https://newleftreview.org/sidecar/posts/uprising-in-palestine">https://newleftreview.org/sidecar/posts/uprising-in-palestine</a> adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.</i></b></span></div><div><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div><div><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </div>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-86228503258773825142023-10-05T09:32:00.001+03:002023-10-05T09:32:21.958+03:00 Frantz Fanon ve sömürgeleştirilmiş öznenin psikiyatrisi*<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7hp0p9gRRrEHmuy_oKSLDSMgqbuyrrtbixwolu5cf_N9dKhVdudwGSl6KWdYpDsjCzPjbqOX4RLIKyBjAXGY0moHHPFMvTEpwbfX0zTAl0oCfv-ROWAae_9dXsWe_Mukjovv5qD557DJgxC8UhCLHgZpCkRRqul0PGBDbaW_pSQoeUekKdTbxgv-AhUg/s1139/fanon.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="1139" height="450" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7hp0p9gRRrEHmuy_oKSLDSMgqbuyrrtbixwolu5cf_N9dKhVdudwGSl6KWdYpDsjCzPjbqOX4RLIKyBjAXGY0moHHPFMvTEpwbfX0zTAl0oCfv-ROWAae_9dXsWe_Mukjovv5qD557DJgxC8UhCLHgZpCkRRqul0PGBDbaW_pSQoeUekKdTbxgv-AhUg/w640-h450/fanon.jpg" width="640" /></a></div><br /><br /><p></p><p>Martinikli bir siyah olan Fanon'u Cezayir'le bu kadar yakından ilişkilendirmeye iten şey neydi? Cezayirlilerin Fransa'daki kötü durumu, Fanon'un gözlerini diğer ırksallaştırılmış grupların gündelik ırkçılığı nasıl deneyimlediğine açtı. Fanon, 'Kuzey Afrika Sendromu' (1952) üzerine yaptığı psikiyatrik çalışmada, Fransa'daki Kuzey Afrikalılara ıstırap çektiren gizemli hastalığı analiz eder. Freud'un filogeni ve ontogeni kavramlarını temel alan Fanon, ırksallaştırılmış veya sömürgeleştirilmiş özneleri etkileyen nevroz ve patolojilere toplum kökenli (sosyojenik) bir yaklaşım geliştirir.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">'Ontogenik yaklaşımlar bireysel organizmayı' ve 'filogenik yaklaşımlar türü ele alırken', sosyojenik 'sosyal dünyadan, kültürün, tarihin, dilin ve ekonominin özneler arası dünyasından ortaya çıkan şeylerle ilgilidir'. Fanon, bu nevroz ve patolojilerin ontolojik olarak verili değil, toplumsal olarak üretilmiş olduğunu göstererek, bu açıklanamayan acıları hayali hastalıklar olarak ciddiye almayan psikiyatristlerin ırkçı önyargılarına meydan
okuyordu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kuzey Afrikalının sömürgeci inşasını çıkış noktası olarak
alan psikiyatristler, hastalarını etkileyen 'yabancılaşmış şekillenme'
sorunlarını görmezden gelmişlerdi. Aslında Cezayirlileri hasta eden ırkçı
toplumdu ve psikiyatri hastaneleri, işleri daha da kötüleştiriyordu. Fanon çok
geçmeden toplumsal yabancılaşma sorunlarının psikiyatrik tedavisinin
olamayacağını fark etti; ırksallaştırılmış ve sömürgeleştirilmiş özneleri
hastalıklarından ancak toplumsal ilişkilerin topyekûn dönüşümü
iyileştirebilirdi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Fanon'un Cezayir'e dönüşünü William Gardner Smith'in ilk kez
1963'te, Cezayir'in bağımsızlığından bir yıl ve Fanon'un ölümünden iki yıl
sonra yayımlanan romanı Taş Yüz üzerinden de okuyabiliriz. Smith'in kahramanı
Simeon Brown, romanın başlarında acımasız bir ırkçı saldırıda bir gözünü
kaybeden siyah Amerikalı bir adamdır ve beyaz birini öldürerek intikam alma
dürtüsünden kaçmak için Paris'in yolunu tutmuştur. Siyah edebiyatçılardan aşina
olduğumuz bir Paris'e, Siyah Amerikalıların, Birleşik Devletler'in her şeyi
kapsayan ırkçılığından görünüşte kaçabildikleri bir Paris'e varır - Baldwin'in
deyişiyle, 'Fransızlardan nefret edemezdim, çünkü beni yalnız bıraktılar'.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak yüzyılın başlarında Claude McKay, "(Paris'teki)
Zenci (Yazar burada özellikle Negro kelimesini kullanmış; ç.n.) entelijansiyasının
tamamen Fransa'dan yana olduğundan" şikayet etmişti ve bu Smith'in
romanında da geçerliliğini koruyor: Küçük göçmen grubu, Sol Kıyı'daki (Paris’te
Latin Amerikalıların yaşadığı bölge; ç.n.) kafeleri sık sık ziyaret etmekle
yetiniyor ve Fransa'nın başkentindeki diğer ırktan insanların -özellikle de
"les Arabes "ın- durumuna pek aldırış etmiyor. Simeon ve arkadaşları
için Paris, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı bir panzehir sunuyor. Burada
nihayet (beyaz) burjuva toplumunun ritüellerine katılabilirler. Her halükarda
Cezayir mücadelesini destekleme konusunda isteksizdirler ve beladan uzak
durmayı tercih ederler.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Fransız toplumu hâlâ açık biçimde ırkçıdır, sadece Simeon ve
onun göçmen arkadaş grubuna karşı değil. Simeon bir cinsel saldırıya müdahale
ettikten sonra bir kavgaya karıştığında, artık Fransızlar için 'öteki'
olmadığını fark eder. Memurlar Simeon'u serbest bırakırken, kavga ettiği Cezayirli
adam tutuklanır. Cezayirli Hossein ertesi gün Simeon'u gördüğünde, Simeon'a
Fransa'da ayrıcalıklı bir konumda olduğunu hatırlatır. ('Hey! Beyaz bir adam
olmak nasıl bir duygu? ... Biz burada zenciyiz!') Hossein ilk başta mesafeli
dursa da, Cezayirli genç bir tıp öğrencisi olan arkadaşı Ahmed, Simeon'dan
hoşlanır. Simeon, Paris'teki Cezayirlilere daha bağlı hissetmeye başladıkça, siyah
arkadaşlarına onların durumundan bahsetmeye çalışır. Ancak onlar,
'Cezayirlilerin zencilerle birlikte olduklarında beyaz insanlar olduklarını'
iddia ederek ayrıcalıklarına dair her türlü tartışmayı bir kenara iterler. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Elbette Cezayirlilerin de kendi önyargıları vardır;
Simeon'un bir Polonya toplama kampından kurtulan kız arkadaşıyla yaptığı tartışmada,
Ahmed'in arkadaşlarından biri, Simeon'u dehşete düşürecek şekilde
antisemitizmini açığa vurur. Ancak iki Cezayirli kadın ona, Cezayir'de Fransız
askerlerinin yaptığı tecavüz ve işkenceleri anlatınca mücadeleye katılmaya
karar verir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Taş Yüz, Simeon'un Paris'te FLN tarafından düzenlenen bir
gösteriye katılmasıyla doruk noktasına ulaşır. Bunu, polisin yüzlerce
Cezayirliyi öldürüp cesetlerini Sen Nehri'ne attığı 1961 Paris katliamının
canlı bir tasviri izler. (Taş Yüz, katliamın ilk edebi anlatılarından biridir.)
Adam Shatz'ın belirttiği gibi, 'Orijinal taslak ... Simeon'un Cezayirli
arkadaşlarının onu teşvik ettiği gibi Afrika'ya gitmesiyle sona erdi'. Ancak
son versiyonda, bunun yerine insan hakları hareketine katılmak için ABD'ye
döner ('herhangi bir yanmış dağdaki gerillalarınkinden daha zorlu bir savaş').
Akademisyen Paul Gilroy bu sonu, anti-emperyalist dayanışmadan geri çekilme ve
'Smith'in evrenselleştirici argümanının aşmış göründüğü dar bir kültürel
akrabalık versiyonunun taleplerine teslim olma' olarak yorumlamıştır. Ancak
Shatz, romanın sonunu yorumlamanın başka bir yolu olabileceğini düşünüyor:
"Cezayir mücadelesi ona sadece kaçtığı taş yüzle yüzleşme cesareti
vermekle kalmamış, Amerikan ırkçılığını daha geniş bir Batı tahakkümü tarihi
içine yerleştirerek anlayışını da değiştirmiştir".<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ancak Smith'in, kahramanının aksine, hiç hoşlanmadığı bir
ülke olan ABD'ye dönmekle pek ilgilenmediği düşünüldüğünde bu pek de inandırıcı
görünmüyor. Bunun yerine Kwame Nkrumah'ın Gana'sına yerleşmeyi seçmiştir. Smith
gibi Fanon da Afrika'ya taşındı. Tıp eğitimini Cezayirlilerin sömürgecilerle
savaşmasına yardımcı olmak için kullanabileceğine ikna olarak 1953'te Afrika'ya
gitti. Başlangıçta Cezayir'deki Blida-Joinville Hastanesi'nde Cezayirlilere
işkence eden Fransız askerlerini ve onların kurbanlarını tedavi etmekle
görevlendirildi. Ancak kurtuluş savaşı patlak verdiğinde Fanon, hastane
arazisini, FLN savaşçılarını sağlıkçı ve hemşire olarak eğitmek için kullandı.
Siyasi faaliyetleri nedeniyle 1957'de Cezayir'den sınır dışı edildi, ancak
başka bir isimle Kuzey Afrika'ya dönerek Tunus'ta FLN'ye katıldı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha sonra, sürgündeki geçici Cezayir hükümetinin bir üyesi
ve temsilcisi olarak, Sahra boyunca ikmal hatları kurarak tıbbi malzeme ve
silah temininde onlara destek bile oldu. Fanon, sonraki yıllarının çoğunu
Cezayir davasına adadı. Ona göre bu, sömürgeleştirilmiş halkları
özgürleştirecek ve sonunda özgür olabilmeleri için bir 'yabancılaşmama'
sürecinden geçmelerini sağlayacak evrensel bir projenin başlangıcıydı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bağımsızlığın, yeni, sömürgesizleştirilmiş bir öznenin
ortaya çıkması için gerekli manevi ve maddi koşulları yaratacağını umuyordu.
Ancak Fanon, kurtuluş savaşının sonucuna (tam olarak umduğu gibi olmasa da)
asla tanık olamadı. Cezayir'in nihayet bağımsızlığını kazanmasından sadece
birkaç ay önce, 1961'de Amerika Birleşik Devletleri'nde bir hastanede öldü.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">*Bu metin, Kevin
Ochieng Okoth’un “Red Africa: Reclaiming Revolutionary Black Politics /Kızıl
Afrika: Devrimci Siyah Siyaseti Yeniden Kazanmak” kitabından versobooks.com
tarafından alıntılanan bölümden oluşmaktadır.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/frantz-fanon-and-the-psychiatry-of-the-colonised-subject">https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/frantz-fanon-and-the-psychiatry-of-the-colonised-subject</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-89705705041426772922023-09-18T14:37:00.001+03:002023-09-18T14:37:13.224+03:00 Enzo Traverso: Eleştirel teori ile toplumsal hareket arasındaki bağı kaybediyoruz<p><b><i>“Devrim: Bir Entelektüel Tarih” kitabında Fransız ve
Amerikan devrimlerinden Rus ve Çin devrimlerine kadar devrimlerin
diyalektiğini, çelişkilerini ve sınırlarını analiz eden tarihçi-akademisyen Enzo
Traverso, efsyn.gr’den Tasos Tsakiroglou ve Tasos Pappas ile bir söyleşi
gerçekleştirdi.</i></b></p><p><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFQttae3o4LnYzkQ0W7Wd1PU71q5tMimHM-AcSiSh40ANj104cSeaapgqe7xoPpeocXWGPAABYQ1xgHkgtxBrqn3riiDuVeb3eCzl8B5A84XXrf5R88fbGdfq5bpeFg2saCDxfCveUI_qvSXg3wqgqOD4bSMTpW3pLJ8xKd1BJzEJi84Jr7cLEvo4LKbw/s1300/traverso.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="650" data-original-width="1300" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjFQttae3o4LnYzkQ0W7Wd1PU71q5tMimHM-AcSiSh40ANj104cSeaapgqe7xoPpeocXWGPAABYQ1xgHkgtxBrqn3riiDuVeb3eCzl8B5A84XXrf5R88fbGdfq5bpeFg2saCDxfCveUI_qvSXg3wqgqOD4bSMTpW3pLJ8xKd1BJzEJi84Jr7cLEvo4LKbw/w640-h320/traverso.jpg" width="640" /></a></b></div><b><br /><i><br /></i></b><p></p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kitabınızda,
“devrimler, tarihin nefesidir” diye yazıyorsunuz. Ancak, on yıllardır gerçek
devrimler görmüyoruz. Bu, tarihin nefesinin tükendiği anlamına mı geliyor?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bence devrimlere siyasi durumsallık açısından değil,
tarihsel bir perspektiften bakmalıyız. Devrimlerin tarihin nefesi olduğunu
yazdığımda, genel olarak moderniteden bahsediyorum. Bunun hem 19. hem de 20.
yüzyıllar için doğru olduğunu düşünüyorum. Ancak 21. yüzyılda, 10 yıl önce Arap
dünyasında gerçek devrimler yaşadık, sadece bir ülkede değil, tüm bölgeyi
etkileyen bir devrim dalgasıydı ve bir yıl önce İran'da solmuş ya da
bastırılmış ya da batmış bir devrimden bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Ayrıca,
bu cümleyi yazarken genel bir kavram olarak devrime atıfta bulunduğumu düşünüyorum.
<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu anlamda, devrimin bir 20. yüzyıl deneyimi olduğunu ve
artık "kapanmış" bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Ama ne oldu? Üç
yıl önce, 2019'da Şili'yi düşünün. Genç bir solcu başkanın seçilmesiyle
sonuçlanan güçlü bir toplumsal ve siyasi hareket ya da sekiz yıl önceki
Yunanistan'ı düşünün. Bu vakalar, 1958'de Küba'da ya da 1917'de Rusya'da olduğu
gibi bir devrim değildi. Ancak çok güçlü birer toplumsal ve siyasi hareketti ve
bana göre bu hareketler, Avrupa'da yerleşik ekonomik sınıfa karşı bir isyanın
ön koşuluydu. Bu bahar Fransa'yı düşünün. Dolayısıyla Fransa'da meydana gelen toplumsal
ve siyasi çatışmalar, liberal demokrasinin alışılagelmiş diyalektiği değildi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kitabınızda,
komünizm ve nasyonal sosyalizmde -tarihsel ve ideolojik çıkış noktalarındaki
tüm büyük farklılıklara rağmen- ortak bir eğilimi, Rus Devrimi liderlerinin
siyasi tercihlerini de etkileyen bir teknoloji kültünü ve dönemin pozitivizmini
vurguluyorsunuz. Bu, pratiğe nasıl yansıdı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Öncelikle, bu teknoloji tapınmasının, teknolojinin bu
şekilde fetişleştirilmesinin kesinlikle faşizme ve sosyalizme özgü bir durum
olmadığını, teknolojinin bu şekilde idealize edilmesinin liberal demokrasi de dâhil
olmak üzere modern kültürün karakteristik bir özelliği olduğunu söyleyebilirim.
Herbert Marcuse gibi bir filozof bunu, yani geç kapitalizmdeki bu teknoloji
mitini çok iyi analiz etmiştir ve bence Sovyet Rusya’da, faşist İtalya’da ya da
Nazi Almanya’sında yaşananlar teknolojiyi idealize etme yönündeki daha büyük
bir eğilimin parçasıdır: yani teknolojinin her türlü sorunun çözümü olduğuna
inanmak. Bu yanılsamaların 21. yüzyılın başlarındaki toplumlarımızda derin
kökleri olduğunu düşünün. İnsanların kaç kez "evet, ekoloji ve politik
ekoloji gerçek sorunlar teşkil ediyor, ancak teknoloji bunlara bir çözüm
bulacaktır" dediğini duyuyoruz?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Tarihsel
revizyonistlerin temel argümanlarından biri, nerede ve ne zaman bir devrim
olmuşsa, bunun terörizme ve totalitarizme yol açtığıdır. Bu ne kadar doğrudur
ve karşı argüman nedir?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Totalitarizmin, sadece devrimlerin bir sonucu olarak
açıklanabileceğini düşünmüyorum. Elbette Stalinizm Rus Devrimi'nin, Maoizm Çin
Devrimi'nin ve Kamboçya trajedisi de devrime dönüşen bir iç savaşın ürünüydü.
Ancak aynı şekilde totalitarizmin karşı devrimin bir ürünü olduğunu ve
İtalya'da yaşananların, yani Mussolini'nin iktidara gelişinin, 1919-1920
ayaklanmalarından sonra saf bir karşı devrim olduğunu söyleyebiliriz.
Almanya'da yaşananlar, Bolşevik devrimi tehdidine karşı tüm Alman elitleri
tarafından desteklenen bir tür önleyici karşı-devrimdir. Fransa'da, İspanya'da
iç savaş sırasında yaşananlar, karşı devrim tarafından kurulan bir tür
totaliter rejimdi. Örneğin Latin Amerika'yı ya da Şili'yi de göz önünde
bulundurun.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Devrimin
mirasını savunuyorsunuz ama yeri geldiğinde hem Marksizm’in klasiklerini hem de
Rus Devrimi’nin liderlerini eleştirmekten de çekinmiyorsunuz. Bu, solda pek sık
rastlanan bir durum değil. Solun kendini yeniden keşfetmeye ihtiyacı var mı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Evet, solun kendini yeniden keşfetmesi gerektiği benim için
çok açık, bu yüzden benim kaygım ve kitabımın amacı kesinlikle solun mirasını
savunmak değil. Bence 20. Yüzyıl, devrimin tarihi bir yenilgisiyle sona erdi ve
bu yenilgi aynı zamanda sola dair pek çok yanlış anlamanın ve sınırlamanın da
ürünüdür. Solun kesinlikle kendini yeniden keşfetmesi gerekiyor, sadece eski
reçeteleri başarısız olduğu için değil, aynı zamanda 21. yüzyılda eski solun
kültürüyle, komünizmle, sosyalizmle, anarşizmle ya da komünizmin çeşitli sapmış
akımlarıyla kesinlikle ele alınamayacak bir dizi sorunla karşı karşıya
olduğumuz için. Buna, 20. yüzyıl solunun tamamı da dâhildir. Eski solu geri
getirmemeliyiz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bolşevik
devriminin gidişatını ve sonucunu kimsenin tahmin edemeyeceğini savunuyorsunuz.
Ancak çeşitli siyasi akımlardan pek çok kişinin Lenin ve Troçki'yi tehlikeler
konusunda uyardığını biliyoruz. Bunların arasında Kautsky, Rosa, Plehanov, Emma
Goldman da var. Bolşevik liderlerin göremediği ya da görmek istemediği neyi
gördüler?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Kitabımda Bolşevizm ve Bolşevik politikaya yönelik bu sol
kanat eleştirisine dikkat çekiyorum. Kautsky, Emma Goldman ve Plehanov'un
Bolşeviklere farklı eleştiriler getirmesi gibi çok farklı eleştirilerden
bahsettiniz. Bu tarihsel bir tartışma. Kimin doğru kimin yanlış pozisyonu
savunduğunu söylemenin çok verimli olacağını sanmıyorum, böylece bir yüzyıl
sonra geriye dönüp bu eleştirilerin doğru olup olmadığına karar verebiliriz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Elbette birçoğunun haklı olduğu ortaya çıktı. Geriye dönüp
bakıldığında Bolşeviklerin 1917'den sonra bir diktatörlük kurduklarını anlamak
çok zor değil. Ve bu diktatörlük çok hızlı bir şekilde otoriter bir rejime
dönüştü. Ancak Bolşevik yönetimini eleştirenlerin hepsi Rusya'da değildi, en
azından çoğu. Dolayısıyla Bolşevikleri dışarıdan eleştirdiler, oysa Bolşevikler
önceden belirlenmiş reçeteleri ya da programları mekanik olarak uygulamadılar.
Bir iç savaşın ortasında yeni bir devrimci güç icat ettiler ve bence bu,
1920'lerin başında Rusya'da olanları anlamanın anahtarıdır. Ve bu yaklaşım
elbette Stalinizmin suçlarını ortadan kaldırmayı ya da göreceleştirmeyi
amaçlamıyor, sadece tarihselleştirmek ve politikalarını bir bağlama oturtmak
istiyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">“Eğerler”,
tarihi sonradan yeniden yazmak için değil, düşünme fırsatı sundukları için
büyüleyicidir. İşte büyüleyici ve popüler bir “eğer”: Stalin'in yerinde Troçki
olsaydı, devrimci Rusya'da ve genel olarak dünyada durum nasıl olurdu diye
tahmin yürütebilir miyiz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bu büyüleyici bir soru, ancak gerçek tarihin olasılıkları,
olumsallığı ve sınırları ile ilgili. Elbette Stalin kaçınılmaz değildi ama
Hitler de kaçınılmaz değildi ve belki de Troçki, Stalin'e karşı iktidarı ele
geçirebilirdi. Her zaman açık seçenekler vardır. Machiavelli bunu daha 16.
yüzyılda çok iyi anlamıştı ve çoğu tarihçi Hitler'in Alman elitlerinin yaptığı
bazı yanlış hesaplamalar sonucunda iktidara geldiği konusunda hemfikirdir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Elbette Troçki'nin, Stalin'e karşı iktidarı ele
geçirebileceğini ve belki de Almanya'da ona karşı otoriter bir hükümet
kurulabileceğini söyleyebiliriz, ancak bunun ne olabileceğini veya gerçekte ne
yaratacağını söyleyemeyiz. Tabii ki alternatifler vardı ama bunların
sonuçlarının ne olacağını söyleyemeyiz. Başka bir deyişle, Troçki iktidarı
alabilirdi ve şimdi Rusya harika bir sosyalist ülke olurdu deseydim, bu çok
naif bir peri masalı olurdu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sonsözde
"21. yüzyılın solu artık eski referans noktalarından uzaklaşarak kendini
baştan icat etmek zorunda" diye yazıyorsunuz. Peki bu çok parçalılık
(ortaya çıkışından beri süregelen bir hastalık) nasıl tedavi edilebilir? Tedavi
edilebilir bir hastalık olmadığı ve kurucu eyleminin temel bir unsurunu teşkil
etmediği sürece.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Açık konuşmak gerekirse, ben bu konuya hastalık açısından
yaklaşmıyorum. Sol hastalığı hakkında konuşabileceğimizi sanmıyorum çünkü bu
durumda sorunları çözmek için iyi bir doktor bulunması gerekir. Bence bu, çok
daha zor ve karmaşık bir konu. Şaşırtıcı ve paradoksal olan şey, bir yandan
oldukça gelişmiş ve güçlü bir eleştirel teoriye sahip olmamız. Küresel ölçekte,
birçok kıtadan bahsediyorum, eleştirel düşünce artık Batı'ya özgü bir şey
değil, içinde yaşadığımız dünyaya ait bir şey. Öte yandan, farklı zamanlarda
farklı yerlerde ortaya çıkmış, belki de güncelliğini yitirmiş daha güçlü
hareketlerimiz var ama eleştirel teori ile toplumsal hareket arasındaki bu
bağlantı şimdiye kadar kurulamadı. Sorun da bu zaten.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://www.efsyn.gr/nisides/402682_mas-leipei-i-syndesi-metaxy-kritikis-theorias-kai-koinonikoy-kinimatos">https://www.efsyn.gr/nisides/402682_mas-leipei-i-syndesi-metaxy-kritikis-theorias-kai-koinonikoy-kinimatos</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir. </i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><b><i><br /></i></b></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-31337664156611734562023-08-11T15:25:00.000+03:002023-08-11T15:25:00.518+03:00T. J. Clark ile Pasolini üzerine: “Cehennemin içinde”<p><b><i>Sanat tarihçisi T. J. Clark, Verso Books’tan Daniel Ward’ın, Pier Paolo
Pasolini’nin yeni gerçekçiliği, Komünist Parti’nin savaş sonrası İtalyan
kültürü üzerindeki etkisi ve Pasolini’nin resim üzerine yazılarından oluşan ve
yeni yayımlanan ‘Heretik Estetik’ kitabı üzerine sorularını yanıtladı.</i></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidyZJ9H9M8ptWy2gcZLJGiAHy6EQOKJu3PVfj-uSV_lx9Ct92mNfdkFdas6Fo4SgJd53wfJRQs7nrdEDXtVTJZr_oQnv3oPpjEHepUbRUNBXJ9gzvK6aL3Lt7sHuc6j-98eIKvYp1VFzfziYieE0f28qhYKjkWirhvNQCTr-P5I01dPQOsR_Ut_0LYwkQ/s1128/pasolini_gramsci.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="768" data-original-width="1128" height="436" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEidyZJ9H9M8ptWy2gcZLJGiAHy6EQOKJu3PVfj-uSV_lx9Ct92mNfdkFdas6Fo4SgJd53wfJRQs7nrdEDXtVTJZr_oQnv3oPpjEHepUbRUNBXJ9gzvK6aL3Lt7sHuc6j-98eIKvYp1VFzfziYieE0f28qhYKjkWirhvNQCTr-P5I01dPQOsR_Ut_0LYwkQ/w640-h436/pasolini_gramsci.jpg" width="640" /></a></div><br /> <p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sizinle
sinema ve özellikle de Pasolini hakkında konuşmaya ancak Bir Fikre Veda
kitabınızdan bazı kapanış satırlarını sorarak başlayabileceğimi hissediyorum.
Sonuç bölümünde, Pasolini'nin 'Gramsci'nin Külleri' şiirinden alıntı yapmadan
hemen önce, savaş sonrası İtalyan modernizminin sizin için öneminden ve
Rossellini'nin bir filminin afişinin uzun süre yatak odanızın duvarında asılı
kaldığından bahsediyorsunuz. Bu önemi, bu eserlerin ve o dönemin anlamını
açıklayabilir misiniz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">1960'larda birçoğumuz için sinema sanatın ta kendisiydi.
Cahiers du Cinéma ve Movie'ye (İngilizce eşdeğeri) ve daha sonra Screen'e (Cahiers
du Cinéma, Movie ve Screen, Fransızca ve
İngilizce sinema dergileridir; ç.n.) takılmıştık. Ve eğer soldaysanız, sanırım
'popüler' ama aynı zamanda sınıflı bir toplumu tüm gerilimleri ve çelişkileriyle
sunmaya kararlı - ya da bunu deneyen - bir sinema arıyordunuz. Karşılaştığım
ilk ya da ilk iki yeni gerçekçi filmi izleyişimi hatırlayabiliyorum -bunlardan
birinin Rossellini'nin Paisá'sı olduğunu biliyorum - ve "Vay canına, işte
bu!" diye düşündüğümü. Paisá bir mihenk taşıydı ve ardından (biraz daha
geç izlenen) La Terra Trema, Roma Açık Şehir ve Bisiklet Hırsızları geldi. Ama
sanırım ilk izlediğim İtalyan filmleri, 50'lerin sonu ve 60'ların başında,
yönetmenlerin yeni gerçekçiliğin ötesinde bir yol aradıkları filmlerdi.
Fellini'nin Notte di Cabiria'sı. Antonioni'nin Il Grido'su. Antonioni bizim
için çok önemliydi. 1960-62 arasında yaptığı üçleme ve ardından Kızıl Çöl
(1964). O zamanlar bizim için bunlar ileriye giden yol gibi görünüyordu - film
yapmanın garip yeni bir yoluna doğru...</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sanırım yeni gerçekçiliğe olan ilgi bir ölçüde geçmişe
dönüktü. Antonioni'nin kim olduğunu ve ilk filmlerinin neye benzeyebileceğini
merak ediyorduk -nereden çıkmıştı? Bu durum Visconti ve Fellini için de
geçerliydi. Rossellini de 1960'larda kendi tuhaf tarzıyla hâlâ çok aktifti, La
Prise de pouvoir par Louis XIV (1966) ve televizyon için yaptığı filmler. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ne kadar çabuk olduğunu hatırlamıyorum ama kısa süre sonra
40'ların sonu ve 50'lerin başındaki yeni gerçekçi döneme geri döndük. Ve bu şaşırtıcıydı.
Gördüğüm diğer sinemalara hiç benzemiyordu. Söylediğim gibi, filmler işçi
sınıfının yaşamıyla ilgiliydi. Ama yine de bu onların doğrudan 'popüler'
oldukları anlamına gelmiyordu. Eğer ölçü gişe ise; Fellini, Rossellini ve
arkadaşları savaştan sonra İtalya'ya akın eden Amerikan sinemasının çok
gerisindeydi. Ancak yeni gerçekçilik bir anlamda Hollywood ile rekabet
halindeydi: sinemanın, işçi sınıfı izleyicisine neler sunabileceğine dair başka
bir model sunuyordu. Elbette söylenmesi gereken bir diğer şey de Marksizm ve
Partito Communista Italiano/İtalyan komünist Partisi (PCI) tarafından doğrudan
etkilendiğidir. Film yapımcılarının çoğu gerçek parti üyesi değildi. Ancak
Giuseppe De Santis gibi komünist yönetmenler vardı - oldukça Marksist,
kesinlikle bir Parti entelektüeli - yeni gerçekçiliğin 'partizan' temelinin çok
iyi olduğunu, ancak şimdi zor olanın bunu Amerikan filmlerinin cazibesi ve
erotizmiyle rekabet edebilecek bir şeyle harmanlamak olduğunu savunuyordu. Bu
nedenle Acı Pirinç/Riso Amaro (1949), Marksist entelektüeller kuşağına muazzam
bir şekilde hitap etti. Italo Calvino'nun bu konuda yazdığı harika bir uğrak
vardır. Po'da Acı Pirinç'in setine gider ve tabii ki Silvana Mangano gözlerini kamaştırır ama aynı zamanda bunun, merkezinde
sınıf mücadelesi olan gerçek bir 'kitle sineması' yapmak için ciddi bir girişim
olduğunu düşünür. Yani yeni gerçekçilik bunların hepsiydi; artı tabii ki bir
dönüm noktasındaki İtalya efsanesi, faşizm sonrası İtalya, savaşın sonundaki
İtalya -sinema ve partizanlar, sinema ve direniş. Paisá (1946) bunun simgesidir.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Bence bu
filmlerin simgeleri ve imgeleri kayda değer ve dikkatle gönderme yapıyor. O
dönemdeki pek çok eser, sanayi öncesi İtalya'ya (kırsal yaşam, köylüler,
kilise, aile) ve bu İtalya'nın kapitalizm altında geçirdiği dönüşüme dair
fikirlere odaklanıyor. Bu imge referansları nereden geliyor, o dönemde resim ve
film arasında doğrudan bir diyalog var mıydı?</b></p>
<p class="MsoNormal">İlginç bir ileri-geri gidiş vardı, şimdi İtalya'daki resim
ve film yapımı hakkında daha fazla şey anlıyorum. Yeni gerçekçiliğin resimsel eşdeğerleri
vardı. Filmler kadar başarılı olamadılar. Ama Calvino'nun bir keresinde
söylediği gibi, 'yeni gerçekçi', İtalyan kültüründeki o savaş sonrası dönemin
karakteri için çok yetersiz bir kelime. Sonuçta kim Visconti ya da Fellini'den,
hatta Pasolini'den daha az 'gerçekçi' (her türlü) olarak nitelendirilebilir ki?
Hepsi de başına buyrukların en tuhaflarıydı. Belki de 'yeni gerçekçilik’in, bir
tür belgesel gereksiniminin esas göründüğü kısa ömürlü savaş sonrası dönemin adı
olduğunu söyleyebiliriz. 1945 sonrası İtalya'sında aslında İtalya'nın tüm
siyasi ve sınıfsal yönü için gerçek bir mücadele vardı. Dolayısıyla, acil
politik sebeplerden ötürü bir belgesel, 'ajit-prop' zorunluluğu vardı, ancak
bunun içine her türden çok tuhaf kişilikler ve üslup tutumları çekildi.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sanırım hepsi de erken dönem sinemanın (proleter bir sanat
olduğu ölçüde) kesinlikle sadece, hatta esas olarak 'gerçekçi' olmadığının
farkındaydı. Bir yanda Méliès'in, diğer yanda Lumière'in sineması gibi
fantastik bir sinemaydı. Sinema her zaman iki kutup arasında gidip gelmiştir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Bir
keresinde Pasolini'yi, James Ensor ve Andrei Platonov ile birlikte, sosyalist
ya da anarşist bir ortamdan çıkan en tuhaf sanatçılardan biri olarak
tanımlamıştınız. Bu tuhaflığı nasıl betimlersiniz?</b></p>
<p class="MsoNormal">Şey, o tamamen fantastik bir karakter! Açıkçası, cinselliği
tuhaf ve tehlikeliydi. Kutsal olana ve dine karşı tutumu da garip. Önsözde
Accattone (1961) hakkında yazdığı bir gazete makalesinden alıntı yapıyorum:
"...dindarlık, kişisel kurtuluş ihtiyacında değil... tüm hikâyeyi
belirleyen kadercilikte değil... [filmin] dünyayı görme biçiminde, görmenin
teknik kutsallığında yatıyor." Demek istediğim, Komünist Parti'nin sadık bir
destekçisi olan (ya da çoğunlukla olmak isteyen...) birinden gelen bu ifadeler
şaşırtıcı!</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ama belki de bir kez daha düşününce, ‘garip’ doğru kelime
değildir. Çünkü elbette PCI (ya da İtalya'daki herhangi bir sol siyaset biçimi)
sürekli olarak İtalyan Katolikliği ile uzlaşmaya -müzakere etmeye, üstün
gelmeye, nasıl adlandırırsanız adlandırın- çalışıyordu. Hâlâ baskın, hegemonik
bir ideoloji ile mücadele içinde olduklarının farkındaydılar. Yine de
Pasolini'nin Katoliklikle ilişkisindeki stratejilerinin benzersiz olduğunu
söyleyelim! Ama yine de bu bile yeterli değil... Her zamanki gibi güneşin
altında yeni bir şey yok. İsa Mesih'i proleter devrimci olarak yeniden
yaratmaya çalışan olağanüstü bir girişim olan The Gospel According to St
Matthew’un (1964) büyük bir hayranıyım. Ama elbette Rossellini de aynı şeyi
yapmıştı ya da The Flowers of St. Francis (1950) ile yapmaya çalışmıştı. Bu filmde
Fransisken metni ile sinemasal görüntü arasındaki ilişki büyüleyicidir.
Rossellini film boyunca (yağmur altında yürüyen kardeşlerin en baştaki unutulmaz
görüntülerinden itibaren) “Aziz Francis'in ne olduğunu ya da ne olduğunu
düşünüyoruz? Onu gerçek bir tarihi karakter olarak yeniden hayal edebilir
miyiz?”, "Fransisken bir sinema nasıl olurdu?" diyor. Pasolini'nin
The Flowers'a sıkı baktığını düşünüyorum.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Pasolini'nin garipliğiyle kastettiğim de buydu. Elbette
zamanının Marksizm’ine karşı bir öfkeydi. 'Kötü bir Marksist' olarak çok
saldırıya uğradı ve parti tarafından reddedildi -sadece cinselliği yüzünden
değil.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Onun
'kötü' Marksizmi, bu yeni derlemeye (Heretik Estetik) yazdığınız önsözde
bahsettiğiniz bir şey. Yani Pasolini'nin, Marksizm’in parti dışında yeniden
inşa edilebilmesi için kötü olma zorunluluğu. Bu onun hayatında ve eserlerinde
pek çok biçim alıyor, en çok da cinselliği, ama aynı zamanda suçlulara ve o
korkunç 'lümpen' ya da alt-proletarya kategorisine odaklanmasıyla. Bu, dönemin geçerli
politikalarına ve PCI'ya ters mi düşüyordu? Bu 'kötülük' neyi mümkün kılıyor?</b></p>
<p class="MsoNormal">Parti, bundan ne anlam çıkaracağını bilmiyordu. (Pasolini) 'ileri'
bir işçi sınıfı ve farklı ve ıskartaya çıkarılabilir bir lümpen olduğu fikrini
reddediyordu. Bu mesele aslında o andan itibaren pek çok İtalyan sinemasının arasından
geçip yolunu buluyordu -filmler bu ukala, ortodoks ayrımla mücadele etmeye
devam ediyor. Visconti'nin ‘Rocco ve Kardeşleri'nin (1960) sonunda hayran
olduğum şeylerden biri de budur. Filmin sonunda, kardeşlerin Milano'daki
ıstırabından sonra, parti üyesi, iyi kardeş, sanayi toplumuna uyum sağlayan
namuslu aile babası ortaya çıkar - ve son dakikalarda onu banliyödeki evine
giderken görürsünüz. Visconti bir anlamda bunun bir son olduğunu söylüyor.
Diğer kardeşler, uyumsuz kardeşler, hepsi de çılgın, katil olarak resmedilmiyor
mu? Peki film sizi nerede bırakıyor -dramatik olarak, estetik olarak? İyi
kardeşin tarafında mı?</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Nihayetinde bütün bu dönemde hayranlık duyduğum şey, film
yapımcılarının katıksız enerjisi ve konularına olan yakınlıklarıdır. O dönemde
Pasolini’ye herkes hayranlık duyuyordu ama belli ki birçoğu ondan ne anlam
çıkaracağını bilmiyordu. Ancak Fellini'nin Cabiria'nın Geceleri (1957) için onu
çağırması ilginçtir -Roma'nın kenar mahallelerindeki lümpen-proletarya
hakkında, dili ve şehrin sırtlarının manzarasının unutulmaz bir şekilde yakalanmasıyla
harika bir filmdir. Pasolini, Cabiria için senaryo yazarı ve 'diyalog
danışmanı' olarak getirildi, çünkü Fellini onun üslubu anlayan ve tüm yaşam
tarzının tadına varan biri olduğunu biliyordu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Sanat ve
resim üzerine yazdıklarına dönecek olursak, bu konuya nasıl geliyor? Ve bu,
onun çalışmalarını -ve 'görme' felsefesini- bize nasıl farklı bir şekilde (eğer
varsa) açıyor?</b></p>
<p class="MsoNormal">Resme ve ressamlara büyük önem veriyor. Özellikle 1950'lerde
en yakın işbirlikçileri ve arkadaşlarından bazıları, 'yerelliğini' savunduğu
Friuli ve Po Vadisi’nden ressamlardı. Toti Scialoja, Renzo Vespignani, Federico
De Rocco ve Giuseppe Zigaina. Ünlü değillerdi... Pasolini daha sonra ünlü
ressamlarla arkadaş oldu -örneğin Renato Guttuso ve Carlo Levi. (Yine de Levi,
duvar resimlerinden ziyade İsa Eboli'de Durdu adlı anı kitabıyla yaşayacak
kuşkusuz... Ama Matera'daki duvar resimlerini gördüyseniz -köylü ve proleter
yaşamının devasa bir duvar resmi dizisi- ne kadar güçlü bir ressam olduğunu
bilirsiniz).</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bazıları doğrudan (acemice) 'yeni gerçekçi' olan bu
ressamlar Pasolini için çok önemliydi. Resim, onun sinemaya giden yoluydu. Çok
genç bir adamken, her zaman başlıca görsel öğretmeni olarak gördüğü büyük sanat
tarihçisi Roberto Longhi'den ders aldı. Her zaman Longhi'nin derslerini
çağrıştırma yetisine sahiptir. La Ricotta (1962) davası sırasında, dine
hakaretten neredeyse hapse girecekken, filmi savunan bir makale yazar. Filmde
"Masaccio'nun atölyesindeki bir çırağın gözünde daha da değerli"
olacak bir etki yaratmak istediğinden bahseder. Bu kısmen provokasyon, kısmen
de kesin bir ciddiyettir. Çünkü bu, Pasolini'nin dünyasıdır. “Aziz Matyas'a
Göre İncil”de, karakterlerin aniden Piero della Francesca şapkaları taktığı
meşhur anlar vardır elbette. Bu sevimlidir -ama aslında İtalyan sanatının
geçmişine olan borç çok daha derin, çok daha nüfuz etmiştir- alıntının çok
ötesine geçer. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Pasolini, İtalyan sinemasının ve 20. yüzyıl İtalyan görsel
sanatının güçlü yanlarından birinin, uzun görsel geçmişiyle süreklilik içinde
olması (diğer tüm ulusal sinemalardan daha çok) olduğuna derinden inanıyordu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Sanat
tarihine dair kaygıları nelerdir (eğer böyle adlandırabilirsek), yazılarında ve
filmlerinde bir süreklilik var mı?</b></p>
<p class="MsoNormal">Hem de çok fazla. Her zaman ortak yaşama, çoğunluğun
yaşamına nasıl biçim vereceğimizden bahsediyor. Görsel sanatın tüm kaynaklarını
öyle ya da böyle seferber etmedikçe, yani mirasımızı gerçekten kullanmadıkça
bunu yapamayacağımızı hemen fark ediyor. Bu değişmez bir tema.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kitapta Alessandro Giammei ve Ara H. Merjian tarafından çok
iyi çevrilmiş bir kısım var... PCI tarafından Roma’da düzenlenen büyük bir
Picasso sergisi sırasında Picasso hakkında yazılmış uzun bir şiir. Bu şiiri
daha önce hiç İngilizce olarak okumamıştık. Sergi, komünizmin en ünlü
sanatçısının bir kutlamasıydı - sanırım 1953 ya da 54'te düzenlenmişti. Şiir,
Pasolini'nin büyük kasidesi 'Gramsci'nin Külleri'nin ilginç bir tamamlayıcı
parçası... bir bakıma ‘Picasso'nun Külleri’ de denebilir. Özellikle Picasso'nun
1950'lerin başında yaptığı tuhaf karikatürize (ve ona katılıyorum, oldukça
kötü) büyük resimlere bakıyor, tuhaf bir sözde çocuksu tarzda yapılmış Savaş ve
Barış adlı duvar resimleri -Guernica'yı yeniden yapma girişimleri -. Ve
Pasolini, onlardan nefret eder. "[Tüm] bunların içinde insanlar yok"
diyor, "uğultulu sesleri bu tuvallerde, bu galerilerde sessizliğe gömülen
insanlar..." Bunu 53'teki bir komünistin ağzından, partinin yoldaşı için
düzenlediği büyük kutlamanın başrol oyuncuları hakkında bir yargı olarak
düşünün. Bence bu Pasolini'nin 'gerçekçiliğine' hitap ediyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Pasolini'nin
film ve sinema üzerine yazılarında, bu araç hakkında nasıl yeterli bir şekilde
yazılacağına dair bir kaygı var (bu kaygının, sizin görsel sanatlar hakkındaki
kaygınızla benzer olduğunu belirtmek isterim). Pasolini, görsel sanatlar ve
resim üzerine nasıl yazıyor?</b></p>
<p class="MsoNormal">Resim hakkında çok düpedüz ve bir dereceye kadar sağduyuyla yazıyor.
Oysa film hakkında ve örneğin Accattone'nin 'sakral' ya da kutsal boyutu
hakkında konuşmaya başladığında, hemen kamera açısı ve odak derinliği hakkında
konuşmaya başlıyor -teknik konuşuyor, üsluptan bahsediyor. Yine, bunun kısmen
provokasyon olduğunu düşünüyorum, "Peki, sakral derken neyi kastediyorum?
Sanırım f/32 ile şu kadar enstantane hızını kastediyorum. Ve şu kadar hızlı, şu
kadar uzağa hareket eden bir takip çekimi..." Okuyucularını teknik bir
dünyaya sürüklüyor. Ama resim hakkında konuşurken hiç de teknik değil. Sanat
hakkında meraklı, resme büyük ilgi duyan bir sinemacı bakış açısıyla yazıyor,
ama asla bir sanat tarihçisi ya da kuramcısı olarak değil.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ekphrasis (Görsel sanat eserinin dramatik, sözel veya grafik
tasviri; ç.n.) yazmıyor, resimleri anlatan şiirler yazmıyor. Resimleri
gerçekten hiç betimlemiyor. Ama betimleme -bildiğiniz gibi bu söylediğim eski,
tanıdık bir şarkı!- çok zor bir iştir. Son derece zordur ve bu nedenle sanat
tarihi disiplini bundan kaçınma eğilimindedir -işi sizin için yapacak (ya da
yapıyor gibi görünecek) bir metin ya da bağlam bulmak çok daha kolaydır.
Pasolini resimlerle, niyetleriyle ve ortaya çıktıkları şeyle, yani yerel
koşullarla olan ilişkileriyle ilgilenir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Anglofon
dünyada bazen Pasolini'nin garip bir imgesine sahip olup olmadığımızı merak
ediyorum - şiirlerinden, eleştirilerinden ve romanlarından (çoğu hâlâ çevrilmemiş)
büyük ölçüde arındırılmış bir imge. Acaba onda, kaçırdığımız sağduyulu bir yön
mü var? <o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bence baştan sona var. Onun sineması ve hikâye anlatma biçimi
sürekli olarak dünya işlerine geri dönüyor. Bu temel 'gerçekçilik', -her zaman
kasıtlı sapkınlık, yıkılan tabular, aşırılık, provokasyon, 'mahzendeki vahşi
köpekler' ile ölüm kalım mücadelesi içinde. Sonuçta, Aziz Matyas'a Göre
İncil'in, Saló ya da Sodom'un 120 Günü (1975) ile bir arada var olduğu bir sinema
nasıl bir sinemadır!</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Son
olarak Pasolini'nin mevzusuna geri dönebilir miyim? Onun 'tipler' galerisine.
İşçi sınıfına Marksist bir bakış açısıyla yeniden bakması, ancak pek çok
'Marksist' varsayımı ve ayrımı bir kenara bırakma kararlılığı... 'Köylülüğü',
nostalji ya da küçümseme olmadan tasvir etmek mümkün mü? Proleter yaşamın
şiddeti ve yoksunluğu, yaklaşan (siyasi) bir 'kurtuluş' çerçevesi olmadan
ekrana nasıl yansıtılabilir?</b></p>
<p class="MsoNormal">Evet, bence Pasolini'nin kaygıları bunlar. ‘Kaygılar’,
farkındayım, çok zayıf bir kelime! Sık sık işkence görüyor, acı çekiyor... Yeni
bir tür proleter kahraman yaratmak istiyor -korkacağımız, tüm kategorilerimizi
karıştıracak bir kahraman. Ve bize tepeden tırnağa 'köylü' olan bir İsa sunmak
istiyor. İsa'nın bir köylü devrimci olduğunu düşünüyor. Ancak bu kategorileri -'köylü',
proleter- klişeye geri dönmeden nasıl yeniden keşfedebilir ve yeniden
değerlendirebiliriz? Aziz Matyas'a Göre İncil'e tekrar bakın. Açıkça –bariz bir
şekilde- stilize edilmiş, taviz vermeksizin kahramanlaştırılmıştır -o pürüzlü suratlar
galerisi, havariler ve kıssaları dinleyen halk kitlesi, Matera'nın mağara
kayalıklarının ihtişamı, İsa'nın güneşe karşı sarp yüzü, vesaire.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/inside-the-inferno-t-j-clark-on-pasolini">https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/inside-the-inferno-t-j-clark-on-pasolini</a>
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>adresinde yayımlanan söyleşinde
çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Çeviri: </b>Gerçeğin
Günlüğü<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-83381277005881830092023-08-10T11:02:00.005+03:002023-12-16T13:16:55.278+03:00Toni Negri 90 yaşında: “Negri’nin kısa yüzyılı” (Söyleşi)<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div>İtalya merkezli Il Manifesto gazetesinden Roberto Ciccarelli, 90. yaşına giren İtalyalı düşünür Toni Negri ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Negri söyleşide, kapitalist stratejinin "galip" görünmesi, komünizmin güncel anlamı, işçicilik gibi konular üzerinde duruyor.<div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9VZCSYA9NptU_Pr6rCyuJ2z27ZWiOryocDu8oNzlWSqOlIgPzfLW3hz6rfrwfc8gxLTsvMJO_UCHCR5pViS6BkOAbXoG9Xju_dvv8Cc9OHg8YS54pwJIikjBoM-CNGyd3d0irC9XN0CUtysRN8WlMtkH25ockdHm8rhXJZaMDJrL1bIh0fTbPU_bKxQw/s940/negri1.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="634" data-original-width="940" height="432" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj9VZCSYA9NptU_Pr6rCyuJ2z27ZWiOryocDu8oNzlWSqOlIgPzfLW3hz6rfrwfc8gxLTsvMJO_UCHCR5pViS6BkOAbXoG9Xju_dvv8Cc9OHg8YS54pwJIikjBoM-CNGyd3d0irC9XN0CUtysRN8WlMtkH25ockdHm8rhXJZaMDJrL1bIh0fTbPU_bKxQw/w640-h432/negri1.jpg" width="640" /></a></div><br /><div><br /><p><span style="text-indent: -18pt;">-<span style="font-size: xx-small;"> </span></span><b style="text-indent: -18pt;">Toni
Negri, 90 yaşına bastınız. Bugün zamanınızı nasıl yaşıyorsunuz?</b></p>
<p class="MsoNormal">Gilles Deleuze'ün de benimkine benzer bir rahatsızlıktan mustarip
olduğunu hatırlıyorum. O zamanlar bugün sahip olduğumuz destek ve teknoloji
yoktu. Onu son gördüğümde, oksijen tüpleriyle dolu bir el arabasıyla
dolaşıyordu. Gerçekten çok zordu. Bugün benim için de öyle. Bu yaşta geçen her
günün bir gün daha eksik olduğunu düşünüyorum. O günü büyülü bir gün haline
getirecek gücünüz yok. Güzel bir meyve yediğinizde, ağzınızda müthiş bir tat
bırakması gibi. Bu meyve muhtemelen hayattır. Bu, onun en büyük meziyetlerinden
biri.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Doksan
yıl, kısa bir yüzyıldır.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Birkaç kısa yüzyıl olabilir. Hobsbawm tarafından tanımlanan
ve 1917'den 1989'a kadar süren bir klasik dönem vardır. Amerikan yüzyılı vardı
ama o çok daha kısaydı. Bretton Woods'ta mali anlaşmalar ve dünya otoritesinin tanımlanmasından
Eylül 2001'de İkiz Kulelere yapılan saldırılara kadar sürdü. Bana gelince;
benim uzun yüzyılım ben doğmadan kısa bir süre önce Bolşevik zaferiyle başladı
ve işçi mücadeleleri ile katıldığım tüm politik ve sosyal çatışmalarla devam
etti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bu kısa
yüzyıl dev bir yenilgiyle sona erdi.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bu doğru. Ama onlar tarihin sona erdiğini ve barışçıl
küreselleşme döneminin başladığını düşünüyorlardı. Otuz yılı aşan bir zamandır her
gün gördüğümüz üzere, bundan daha yanlış bir şey olamaz. Bir geçiş çağındayız
ama aslında hep öyleydik. Gizliden gizliye de olsa kendimizi, sert bir karşılık
verilen mücadelelerin küresel çapta yeniden canlanmasının damga vurduğu yeni
bir dönemde buluyoruz. İşçi mücadeleleri; feminist, ırkçılık karşıtı,
göçmenleri ve hareket özgürlüğünü savunan ya da ekolojik mücadelelerle giderek
daha fazla kesişmeye başladı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Padova'daki
kürsüye çok genç yaşta geldiniz. İtalyan işçiciliğinin (İtalyanca ‘Operaismo’
kavramının karşılığı olarak bu metinde ‘işçicilik’ kullanılacaktır; ç.n.) dergisi
Quaderni Rossi'de görev aldınız. Marghera'daki petrokimya tesisinden başlayarak
fabrikalarda bir araştırma yaptınız, temel çalışmalarda bulundunuz. Önce Potere
Operaio'nun, ardından Autonomia Operaia'nın bir parçası oldunuz. Uzun İtalyan
Altmış Sekizi ile başlayıp Torino'da Corso Traiano'daki zorlu işçi Altmış
Dokuz'unu deneyimlediniz. Bu hikâyenin doruk noktasına ulaştığı politik moment neydi?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Kzx67KlSAOiF6vu9PaLYBbuvs5wke4lEcy4klPHKAK32S9o0VbjHpt9JXBt82i8TCA2kJMS0bP2OGY6W4vX8JUwF0jmrB-RofbAp1IScyUAbbyPaUsN7xug3ouk20VUWdx1oOKB7OSP7_fFGawbGH6Elhbwq1L5xRuwZqi1ZdIaSZMXsPFujLrsI3VU/s550/negri2.jpg" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="367" data-original-width="550" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh9Kzx67KlSAOiF6vu9PaLYBbuvs5wke4lEcy4klPHKAK32S9o0VbjHpt9JXBt82i8TCA2kJMS0bP2OGY6W4vX8JUwF0jmrB-RofbAp1IScyUAbbyPaUsN7xug3ouk20VUWdx1oOKB7OSP7_fFGawbGH6Elhbwq1L5xRuwZqi1ZdIaSZMXsPFujLrsI3VU/s320/negri2.jpg" width="320" /></a></div><br />1970'ler, kapitalizmin kendi geleceği için bir strateji
öngördüğü yıllardı. Küreselleşme yoluyla, endüstriyel emeği tüm değer birikimi
süreciyle birlikte güvencesiz hale getirdi. Bu geçişte yeni üretici kutuplar tetiklendi:
entelektüel emek, duygusal emek, dayanışma inşa eden sosyal emek. Yeni değer
birikiminin temelinde elbette hava, su, canlılar ve sermayenin 60'lardan beri
bildiği kâr oranının düşmesine karşı koymak için sömürmeye devam ettiği tüm
ortak mallar da vardır.<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1970'lerin
ortalarından beri neden kapitalist strateji galip geldi?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Çünkü soldan bir yanıt gelmedi. Gerçekten de, uzun bir süre
boyunca bu süreçler konusunda tam bir cehalet söz konusuydu. Yetmişli yılların
sonundan itibaren, bu dönüşümün önemini göstermeye çalışan ve işçi hareketinin
yeni toplumsallaşma ve siyasi ve kültürel örgütlenme biçimleri etrafında
yeniden örgütlenmesini amaçlayan her türlü entelektüel veya politik güç, hareket
bastırıldı. Bu bir trajediydi. İşte, kısa yüzyılın sürekliliği şu anda
yaşadığımız zamanda ortaya çıkıyor. Solun, politik çerçeveyi sahip oldukları
ile kenetleme iradesi vardı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Peki solun
sahip oldukları nelerdi?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Güçlü bir imge ama o zamanlar zaten yetersizdi. Başka bir
şey istediğinin farkına varmadan sanayi işçisi figürünü mitleştirdi. Agnelli'nin
fabrikasında yer almak değil, onun şirketini yok etmek istiyordu; kimseyi
köleleştirmeden başkalarına sunmak için araba üretmek istiyordu. Marghera'da
kanserden ölmek ya da gezegeni yok etmek istemiyordu. Temel olarak Marx'ın
Gotha Programının Eleştirisi'nde yazdığı şey budur: sosyal demokrasinin,
metalaşmış emek yoluyla özgürleşmesine karşı ve emek gücünün metalaşmış emekten
özgürleşmesi için. Komünist Enternasyonal'in -açık ve trajik bir biçimde Stalinizmle
birlikte ve ardından giderek daha çelişkili ve şiddetli bir şekilde- aldığı
yönün, devasa kitleleri harekete geçiren arzuyu yok ettiğine inanıyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bu muharebe
meydanında savaşan neydi?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bir yanda kurtuluş fikri vardı. İtalya'da bu fikir Nazi
faşizmine karşı direnişle aydınlanmıştı. Kurtuluş fikri, biz çocukların o zaman
yorumladığı şekliyle Anayasa'nın kendisine yansıtılmıştı. Ve bu konuda, Katolik
Kilisesi'nin İkinci Vatikan Konsili ile doruğa ulaşan toplumsal evrimini de hafife
almayacağım. Öte yandan, İtalyan Komünist Partisi'nin sosyal demokrasiden miras
aldığı, çeşitli kökenlerden Amendolalar ve Togliatticilerin gerçekçiliği vardı.
Bunların hepsi 1970'lerde dağılmaya başlarken, bunun yerine yeni bir yaşam
biçimi, komünist olmanın yeni bir yolunu icat etme imkânı vardı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kendinizi
komünist olarak adlandırmaya devam ediyorsunuz. Bugün bu ne anlama geliyor?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Genç bir adam olarak benim için anlamı şuydu: özgür olmak,
daha az çalışmak ve birbirimizi sevmek için iktidarı fethedeceğimiz bir
geleceği bilmek. Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik gibi burjuva kavramlarının
işbirliği, dayanışma, radikal demokrasi ve aşk sloganlarıyla
gerçekleştirilebileceğine ikna idik. Biz böyle düşündük ve böyle davrandık,
sola oy veren çoğunluk da böyle düşündü ve bunu var etti. Ancak dünya tahammül
edilemezdi ve şu anda da tahammül edilemez; birlikte yaşamanın temel
erdemleriyle çelişkili bir ilişkisi vardır. Yine de bu erdemler kaybolmaz,
kolektif pratikle kazanılır ve üretkenlik fikrinin dönüşümüne eşlik eder ki bu
da daha az zamanda daha çok mal üretmek ya da daha yıkıcı savaşlar çıkarmak
anlamına gelmez. Aksine, herkesi doyurmaya, çağdaşlaştırmaya, insanları mutlu
etmeye hizmet eder. Komünizm; mülkiyet, sınırlar ve sermaye üçlüsüne karşı
savaşan neşeli, etik ve politik bir kolektif tutkudur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">İşçilerin
otonomi hareketine yönelik baskının ilk anı olan 7 Nisan 1979'da gerçekleşen
tutuklama bir dönüm noktasıydı. Farklı nedenlerle, bana göre, yıllarca süren coşkun
bir güvence kampanyası, hareketlerin militanlarıyla, bir grup cesur
entelektüelle, radikal partiyle yürütülen eşsiz bir gazetecilik vakası, "manifesto"
tarihi için de bir dönüm noktasıydı. Sekiz yıl sonra, 9 Haziran 1987'de, sürekli
değişen ve asılsız suçlamalardan oluşan kale yıkıldığında, Rossana Rossanda
bunun "telafisi mümkün olmayan bir şey için geç kalınmış, kısmi bir
telafi" olduğunu yazdı. Tüm bunlar bugün sizin için ne ifade ediyor?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSPRL5MVHhX80s6OHZYowUU7YZDPgWBi-tF9eeLhYmH8nvwaNAqwpz2_Y_FOKSQoxPnU1NsXurBckjOxgunQB_Spo1tevMIHe6yIr7ba9lCZhchPfsJXiaLTSkg2rz8j3eE4Ae1qvLfBGm4Wdr6RtflspMbY6vpIOw3pgBwWEUDgibYSCX5RczJGgfL6Y/s1145/negri3.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1024" data-original-width="1145" height="286" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhSPRL5MVHhX80s6OHZYowUU7YZDPgWBi-tF9eeLhYmH8nvwaNAqwpz2_Y_FOKSQoxPnU1NsXurBckjOxgunQB_Spo1tevMIHe6yIr7ba9lCZhchPfsJXiaLTSkg2rz8j3eE4Ae1qvLfBGm4Wdr6RtflspMbY6vpIOw3pgBwWEUDgibYSCX5RczJGgfL6Y/s320/negri3.jpg" width="320" /></a></div><br />Her şeyden önce, hiçbir zaman inkâr edilmemiş bir dostluğun
işaretiydi. Rossana bizim için inanılmaz cömertlikte bir insandı. Belli bir
noktada o da dursa bile: PCI'nın (İtalya Komünist Partisi; ç.n.) geldiği hali, PCI'ya
yakıştıramıyordu.<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal" style="tab-stops: 93.75pt;"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ne hale
gelmişti?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bir zalim. Kendisini içine soktuğu pisliği kınayanları
katletti. O yıllarda ona bunu söyleyen çok kişi vardı. İşçi sınıfını, öğrenci
hareketini, kadınları, sosyal, politik ve demokratik tutkuların kendilerini
örgütlediği tüm yeni biçimleri dinlemekten geçen başka bir yol vardı. Dürüst,
temiz ve kitlesel şekilde bir alternatif önerdik. Büyük fabrikaları, okulları,
nesilleri kapsayan devasa bir hareketin parçasıydık. PCI'nın bitişi, terörist
aşırılıkların doğmasına neden oldu: bu şüphe götürmez. Her şeyin bedelini ağır
bir şekilde ödedik. Ben tek başıma toplam on dört yıl sürgün ve on bir buçuk
yıl hapis yattım. Manifesto her zaman masumiyetimizi savundu. Benim ya da
Autonomia'dan diğerlerinin Aldo Moro'yu kaçıranlar ya da yoldaşların katilleri
olarak görülmesi tamamen aptalcaydı. Bununla birlikte, cesur ve önemli olan bu
masum mücadelede önemli bir husus geride bırakıldı.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Hangi husus?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">PCI ve DC (Hıristiyan Demokrat Parti; ç.n.) arasındaki
tarihi uzlaşmaya karşı çok daha geniş bir hareketten siyasi olarak sorumluyduk.
Bize karşı sağcı polis tepkisi vardı ve bu anlaşılabilir bir durum. Ancak PCI'nın
buna verdiği cevabın kapsamını anlamak istemiyorduk. Temel olarak, sınıfın
siyasi ufkunun değişeceğinden korkuyorlardı. Eğer bu tarihsel meseleyi
anlamıyorsanız, bugün İtalya'da bir solun var olmamasından nasıl şikâyet
edebilirsiniz?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">7 Nisan
ve “Calogero teoremi” denilen şey, solun azımsanmayacak bir kısmının
adaletçiliğe ve yargı gücüne siyasi temsilciye dönüşmesi yönünde bir adım
olarak değerlendirildi. Böyle bir tuzağa düşmek nasıl mümkün oldu?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">PCI, ahlaki mücadelenin merkeziliğini ekonomik ve siyasi
mücadele ile değiştirdiğinde ve bunu kendi alanına çekilen yargıçlar
aracılığıyla yaptığında, yolculuğunu sonlandırdı. Gerçekten de sosyalizmi inşa
etmek için adaletçiliği kullandıklarını mı düşünüyorlardı? Adaletçilik,
burjuvazinin en sevdiği şeylerden biridir. Hukukun, hapishanenin ya da polisin alttakilere
karşı sınıfsal kullanımını görmemizi engelleyen yıkıcı ve trajik bir
yanılsamadır. O yıllarda genç yargıçlar da değişti. Önceden çok farklıydılar.
Onlara "saldırı praetorları" (İtalyancada ‘yüksek idari yetkili’
anlamında kullanılan, aynı zamanda Sezar’ın muhafızlarına verilen isim; ç.n.) deniyordu.
Benim de çalıştığım Demokrasi ve Hukuk dergisinin ilk sayılarını hatırlıyorum.
İçimi sevinçle dolduruyorlardı çünkü kitle adaletinden bahsediyorduk. Sonra
adalet fikri çok farklı bir şekilde geriletildi, yasallık ve meşruiyet
kavramlarına geri getirildi. Ve yargıda artık siyasi bir bildirim değil, sadece
akımlar arasında hizalanmalar oldu. Ardından bugün, artık ülkenin gerçekliğine
bile uymayan bir kurallar paketine indirgenmiş bir anayasamız var.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Hapishanede
siyasi mücadeleye devam ettiniz. 1983 yılında cezaevinde Il Manifesto
tarafından yayımlanan "Devrimi Hatırlıyor musunuz" başlıklı bir metin
yazdınız. İtalyan 1968'inin özgünlüğünden, 1970'lerdeki hareketlerin "öncü
yılları"na indirgenemeyeceğinden söz ediliyordu. O yılları nasıl
yaşadınız?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bu belge biraz utangaçlıkla önemli şeyler söylüyordu.
Sanırım az önce bahsettiğim şeyleri aşağı yukarı söylüyor. Zor bir dönemdi.
İçerideydik, bir şekilde dışarı çıkmamız gerekiyordu. İtiraf edeyim ki, o büyük
acılar içinde Spinoza üzerine çalışmak, içine kapatıldığımız saçma kasveti
düşünmekten daha iyiydi benim için. Spinoza hakkında büyük bir kitap yazdım ve
bu bir tür kahramanlık eylemiydi. Hücremde beşten fazla kitap bulunduramazdım.
Ve sürekli özel hapishaneler değiştirdim: Rebibbia, Palmi, Trani, Fossombrone,
Rovigo. Her seferinde yeni bir hücrede, yeni insanlarla. Günlerce bekledim ve
baştan başladım. Yanımda taşıdığım tek kitap Spinoza'nın Etika'sıydı. Şans,
1981'de Trani'deki isyanda özel kuvvetlerin her şeyi yok etmesinden önce, metnimi
bitirdim.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1983
yılında parlamentoya seçildiniz ve birkaç aylığına hapisten çıktınız. Sizi
cezaevine geri gönderme kararı aldıkları ve Fransa'da sürgüne gitmeye karar
verdiğiniz ana dair ne düşünüyorsunuz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bunun acısını hâlâ çok çekiyorum. Tarihsel ve tarafsız bir
yargıda bulunmam gerekirse, ayrılmakta haklı olduğumu düşünüyorum. Fransa'da
kuşaklar arası ilişkiler kurma konusunda faydalı oldum ve eğitim aldım. Félix
Guattari ile çalışma fırsatım oldu ve dönemin tartışmalarına girmeyi başardım.
Sans Papiers'in (Sans Papiers yani ‘kâğıtsızlar’, oturma ve çalışma izni
olmadan yaşayan göçmenlere verilen isimdir; ç.n.) hayatlarını anlamamda bana
çok yardımcı oldu. Ben de öyleydim; kimlik kartım olmamasına rağmen öğretmenlik
yaptım. Paris 8 Üniversitesi'nden yoldaşlarım bana yardımcı oldu. Ama başka
açılardan, kendime, yanıldığımı söylüyorum. Hayatımın en güzel yıllarını,
isyanları ve dört yıllık önleyici gözaltı sürecini beraber yaşadığım
yoldaşlarımı cezaevinde bıraktığım gerçeği beni derinden sarstı. Onlardan
ayrılmak beni hâlâ incitiyor. O cezaevi, sevgili yoldaşlarımın ve çoğu zaman
ailelerinin hayatlarını mahvetti. Doksan yaşındayım ve kendimi kurtardım. Bu
beni o dram karşısında daha dingin yapmıyor.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Rossanda
da sizi eleştirdi…<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Evet, benden Sokrates gibi davranmamı istedi. Ben de sonumun
filozof gibi olma riskini göze aldığımı söyledim. Hapishanedeki raporlar
yüzünden ölebilirdim. Pannella beni maddi olarak hapisten çıkardı ve sonra beni
dünyadaki bütün suçlardan sorumlu tuttu çünkü geri dönmek istemedim. Beni
aldatan pek çok kişi vardı. Rossana o zaman beni uyarmıştı ve belki de
haklıydı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bunu
yaptığı başka bir zaman var mıydı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Evet, 14 yıllık sürgünden sonra 1997'de Paris'ten İtalya'ya
dönmememi söylediğinde. Ayrılmadan önce onu son kez ulusal Orta Çağ müzesi olan
Cluny Müzesi'nin yakınındaki bir kafede gördüm. Uçağa binmemi önlemek için beni
zincirlemek istediğini söylemişti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">O zaman
neden İtalya'ya dönmeye karar verdiniz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">1970'lerdeki tüm yoldaşlar için bir af için mücadele
ettiğime ikna olmuştum. Sonra çift meclis vardı, bu mümkün görünüyordu. 2003'e
kadar altı yıl hapis yattım. Belki de Rossana haklıydı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bugün
onunla ilgili ne hatırlıyorsunuz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Onu en son Paris'te gördüğüm zamanı hatırlıyorum. Çin'e
yaptığım seyahatler için endişelenen, zarar göreceğimden korkan çok tatlı bir
arkadaşımdı. O zaman ve her zaman harika bir insandı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kızınız
Anna Negri, bu hikâyeyi sevdiklerinizin ve başka bir neslin gözünden anlatan
"Tarihe Dolanmış Bir Ayakla" (DeriveApprodi) kitabını yazdı.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Anna, Francesco ve Nina adında üç muhteşem çocuğum var ve
onlar yaşananlardan tarifsiz acılar çektiler. Bellocchio’nun <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Moro ile ilgili dizisini (Yönetmen Marco
Bellocchio’nun 2003 yılı yapımı olan ve Aldo Moro’nun Kızıl Tugaylar tarafından
kaçırılışını, kaçırma eylemini gerçekleştirenlerden birinin gözünden anlatan ‘Günaydın
Gece’ isimli filminden bahsediyor ancak muhtemelen Giovanni Bianconi’nin yönetmenliğindeki
aynı isimli ve aynı konudaki 2002 yapımı dizi ile karıştırmakta; ç.n.) seyrettim ve bu inanılmaz trajediden benim
sorumlu tutulmama hayret etmeye devam ediyorum. Okula giden ilk iki çocuğumu
düşünüyorum. Birileri onları bir canavarın çocukları olarak gördü. Bu çocuklar
öyle ya da böyle muazzam olaylara maruz kaldılar. İtalya'dan ayrıldılar ve geri
döndüler, o uzun kışı birinci şahıs olarak yaşadılar. En azından onları bu
duruma sokan ebeveynlerine karşı biraz öfke duyabilirler. Benim de bu hikâyede
belli bir sorumluluğum var. Tekrar arkadaş olduk. Bu benim için muazzam
güzellikte bir hediye.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Doksanlı
yılların sonunda, yeni küresel hareketlere ve ardından savaşa karşı, Michael
Hardt ile birlikte "İmparatorluk" ile başlayarak güçlü bir tanınırlık
elde ettiniz. Uzmanlaşmaya, gerici ve elitist fikirlere geri dönüşün yaşandığı
günümüzde felsefe ve militanlık arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Bu soruya cevap vermek benim için zor. Bana bir opera
yaptığımı söylediklerinde cevap veriyorum: Opera mı? Farkında mısınız? Yüksek
sesle gülüyorum. Çünkü ben filozoftan çok bir militanım. Bu birilerini
güldürecek ama ben kendimi Papageno gibi görüyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Ama hiç
şüphe yok ki birçok kitap yazdınız.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Kendimi felsefe ve militanlık arasında bulduğum için
şanslıydım. Hayatımın en iyi dönemlerinde sürekli olarak birinden diğerine
geçiş yaptım. Bu benim, kapitalist iktidar teorisiyle eleştirel bir ilişki
geliştirmemi sağladı. Marx'a odaklanarak Hobbes'tan Habermas'a geçtim, Kant,
Rousseau ve Hegel'den geçtim. Uğraşılacak kadar ciddi insanlar. Öte yandan
Machiavelli-Spinoza-Marx çizgisi gerçek bir alternatifti. Tekrar ediyorum:
benim için felsefe tarihi, Platon'dan Heidegger'e kadar tüm Batı kavrayışını burjuva
uygarlığıyla harmanlayan ve böylece işlevsel kavramları iktidara aktaran bir
tür kutsal metin değildir. Felsefe kültürümüzün bir parçasıdır, hizmet ettiği şey
için, yani dünyayı dönüştürmek ve daha adil hale getirmek için kullanılmalıdır.
Deleuze, Spinoza'dan bahsetmiş ve onu Masaniello (Napoli Krallığı’nda, Habsburg
İspanyası’na karşı gerçekleşen 1647 İsyanı’na liderlik etmiş olan balıkçı;
ç.n.) rolünde sunan ikonografiye devam etmişti. Keşke bu benim için de doğru
olsaydı. Doksan yaşıma gelmiş olsam bile felsefeyle bu ilişkiyi sürdürüyorum.
Militanlığı yaşamak daha zor, yine de bir sürgün durumunda yazmayı ve dinlemeyi
başarıyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bugün
hâlâ sürgünde misiniz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Kısmen evet. Ama bu farklı bir sürgün. Bu, içinde yaşadığım
iki dünyanın, İtalya ve Fransa'nın çok farklı hareket dinamiklerine sahip
olmasına bağlı. Fransa'da, bugün yeniden keşfediliyor olsa bile, işçiciliğin
geniş bir takipçisi yoktu. Fransa'daki sol hareket her zaman Troçkizm ya da
anarşizm tarafından yönlendirildi. Doksanlı yıllarda, Futur Antérieur
dergisiyle, arkadaşımız ve yoldaşımız Jean-Marie Vincent ile birlikte, solculuk
ve işçicilik arasında bir dolayımlama bulduk: yaklaşık on yıl boyunca işe
yaradı. Ama bunu çok dikkatli şekilde yaptık. Fransız politikası hakkındaki
kararı Fransız yoldaşlara bıraktık. Dergide İtalyanlar tarafından yazılan tek
önemli başyazı, İtalyan mücadelelerine çok benzeyen '95 yılındaki büyük
demiryolu işçileri greviyle ilgili olandı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span></span></span></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><span style="font-size: xx-small;"> - </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bugün
işçicilik neden küresel bir yankı uyandırıyor?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Çünkü diyalog kurduğu diğer eleştirel kültürlerde olduğu
gibi direniş ve mücadelelerin yeniden başlaması ihtiyacına yanıt veriyor:
feminizm, politik ekoloji, postkolonyal eleştiri gibi. Ve hiçbir şeyin ya da
hiç kimsenin kirişi olmadığı için. Bazılarının kendilerini kandırdığı gibi,
hiçbir zaman PCI’nın tarihinde bir bölüm olmadı. Bilakis, iktidarı işveren, mal
sahibi ve kapitalist kutup etrafında bir araya getiren kusursuz bir sınıf
mücadelesi fikri ve bir egemenlik eleştirisidir. Ancak iktidar her zaman
bölünmüştür ve alternatifi yokmuş gibi göründüğünde bile her zaman açıktır.
Frankfurt Okulu ve onun son açılımları tarafından tahakküm ve otoritenin bir
uzantısı olarak ortaya konan iktidar teorisinin tamamı, ne yazık ki baskın olmaya
devam etse de yanlıştır. İşçilik, bu acımasız okumayı tahrip eder. Bir çalışma
ve düşünme tarzıdır. Hareket halindeki geniş kitleler tarafından yapılan tarihi
aşağıdan ele alır, açık ve üretken bir diyalektik içinde tekilliği arar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l1 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Francesco
d’Assisi’ye (Hıristiyanlığın saygı duyulan figürlerinden İtalyan aziz; ç.n.) sürekli
yaptığınız atıflar beni her zaman etkilemiştir. Azize olan bu ilginiz nereden
geliyor ve komünist olmaktan duyduğunuz mutluluğun bir örneği olarak neden onu
seçtiniz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal">Küçüklüğümden beri sevgi kelimesini kullandığım için bana
gülündü. Beni bir şair ya da kandırılmış bir insan zannettiler. Öte yandan, sevginin
her zaman insanlığı bir arada tutan temel bir tutku olduğunu düşündüm. Yaşamak
için bir silaha dönüşebilir. Savaş sırasında perişan olmuş bir aileden
geliyorum ve bana bugün hâlâ yaşayan sevgiyi öğrettiler. Francesco temelde,
burjuvazinin kendisini dönüştürme ve insanların birbirini ve yaşamayı sevdiği
bir dünya yaratma olasılığını kavradığı bir dönemde yaşayan bir burjuvadır. Ona
yapılan gönderme, benim için Machiavelli'nin Ciompi'sine yapılan gönderme
gibidir. Francesco, mülkiyete karşı sevgidir: tam da 1970'lerde yapabileceğimiz
şey, bu gelişmeyi tersine çevirmek ve yeni bir üretim biçimi yaratmaktı.
Francesco hiçbir zaman yeterince filme alınmadı ve Fransiskanlığın İtalyan
tarihinde sahip olduğu önem de yeterince dikkate alınmadı. Bundan bahsediyorum
çünkü sevgi ve neşe gibi kelimelerin siyaset diline girmesini istiyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://ilmanifesto.it/il-secolo-breve-di-toni-negri">https://ilmanifesto.it/il-secolo-breve-di-toni-negri</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.</i></b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Çeviri: </b>Gerçeğin
Günlüğü<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span></p></div>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-23164180268164147662023-02-24T11:31:00.004+03:002023-02-24T11:32:44.286+03:00Ugo Palheta ile faşizm, neo-faşizm ve "faşist enternasyonal"in doğuşu üzerine <p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"></p><p class="MsoNormal"><b><i>Philosophie Magazine’den
Samuel Lacroix, Sosyolog Ugo Palheta ile Trump ve Bolsonaro destekçilerinin iki
yıl arayla ortaya koydukları ayaklanma girişimlerinden yola çıkarak yükselen
faşizm, neo-faşizm ve “faşist enternasyonal”in doğuşu üzerine bir söyleşi
gerçekleştirdi.</i></b></p>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjp4j2HhEHSFe_lg1wCnEF-OTCGj-29BT2OkQbSPeRXuLZjKjESHOjzNSYeQUsJstnZ7iDsJUJfWCCFgfrMxlZ64ofWn-JQjf8-i7BeF-wdqTndptpS-h20gWLRQ1QtctpUdB5aD8AxU5ctprJGXGqdTy9RcXvFB2coem9bFxEYS_SKgnjNluoq23yk/s1290/ceviri.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="860" data-original-width="1290" height="426" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjp4j2HhEHSFe_lg1wCnEF-OTCGj-29BT2OkQbSPeRXuLZjKjESHOjzNSYeQUsJstnZ7iDsJUJfWCCFgfrMxlZ64ofWn-JQjf8-i7BeF-wdqTndptpS-h20gWLRQ1QtctpUdB5aD8AxU5ctprJGXGqdTy9RcXvFB2coem9bFxEYS_SKgnjNluoq23yk/w640-h426/ceviri.jpeg" width="640" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal">Brezilya hükümet binaları ile iki yıl önce Capitol Hill’deki
olaylar arasındaki benzerlik dikkat çekici. Yakın zamanda La Nouvelle
Internationale Fasciste kitabını yayımlayan ve Minuit dans le siècle isimli bir
aylık podcast hazırlayan sosyolog Ugo Palheta’ya göre aşırı sağın hem teoride
hem de pratikte kendisini küresel olarak örgütlediğine dair açık işaretler
mevcut.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Trump
destekçilerinin Capitol Hill’e yaptıkları saldırı gününden neredeyse iki yıl
sonra dikkat çekici benzerliklerle gelen Bolsonaristlerin Brezilya hükümet
binalarına yönelik saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Bu saldırı kesinlikle öngörülebilir
idi ve Brezilya solu Jaïr Bolsonaro ve destekçilerinin, Lula’nın kazanması
durumunda boş boş durmayacakları konusunda aylardır uyarıda bulunuyordu. Bu sadece
Bolsonarist eylemcilerin seçim sonuçlarına itiraz eden çeşitli eylemlerini (stratejik
akslarda yol kesmeler, orduyu harekete geçmeye davet etmek amacıyla kışlalar
önünde kurulan kamplar vs.) takiben aşırı sağ taraftar seferberliği nedeniyle değildi.
Aynı zamanda Bolsonaro’nun en az bir buçuk yıldır -ABD bağlamındaki Trump ile
benzer şekilde- destekçilerini kurumlara karşı (özellikle Yüksek Mahkemeye
karşı) harekete geçirme çabasına ara vermemesi, seçimlere hile karıştırılacağı,
zaferinin çalınacağı vb. doğrultusunda çeşitli kereler açık biçimde beyanda
bulunması nedeniyle idi. Hatta 2018 yılındaki seçime de hile karıştırılmış olabileceğini
ve muhtemelen aslında ilk turda kazandığını bile ifade etti. Yani, Bolsonaro
açıktan ayaklanma çağrısı yapmamaya dikkat etse de devletin en üst kademesinde
bu türden bir eylemin zemini çok önceden hazırlanmıştı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bu iki
olay arasında farklar da yok muydu? Mesela Bolsonaro, destekçilerini cesaretlendiren
ve hatta darbe girişimini kışkırtan Trump’a oranlar daha temkinliydi ve
eylemcilerle arasına mesafe koymuştu.<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Buna karşın, Bolsonaro orduda Trump’a
göre çok daha fazla desteğe sahipti. Bununla birlikte, hükümetinde birtakım üst
rütbeli askeri yetkililer mevcuttu ve bu yetkililerden birçoğunu bakanlıklara
getirmişti. Ancak hem ordu yetkilileri hem de Bolsonaro, ABD’nin –yanı sıra Çin
ve diğer başlıca güçlerin- bir darbeye şiddetle karşı olduklarını biliyorlardı.
Böyle bir şeye girişmek, geleceği olmayan bir macera olurdu ve Bolsonaro da isyana
teşvikle yargılanma riski taşırdı. Asgari stratejik zekâ, dört unsuru aklında
tutarak zamanının beklemeyi gerektirir: Ekim ayında gerçekleştirilen parlamento
seçimlerinde partisi müthiş sonuçlar elde etti; kendisinin ikinci tura elde
ettiği sonuç (yüzde 49,1), kamuoyu araştırmalarının aylardan beri işaret ettiği
orandan çok daha yüksekti; konumunu, son dört yıl boyunca sokakta harekete
geçebilme, soldaki muhaliflerine tehdit oluşturabilme ve ülkenin başlıca
politik kurumlarını cüretle basabilme yetisine sahip militan bir taban oluşturma
konusunda başarıyla kullandı; ve son olarak, Lula, kendisini iktidara getiren
koalisyonun son derece heterojen karakteri sebebiyle, politik girişimlerinde
engellenme riski ile yüz yüze. Tüm bunlar, Bolsonarizm ile ve hatta Bolsonarizmin
ne olduğu ile, yani neofaşizmin Brezilya’daki ana çeşidiyle katiyen işimizin
bitmediği anlamına geliyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bu iki
darbe arasındaki benzeşimlerde, sizin “yeni faşist enternasyonal” dediğiniz
şeyin tohumlarını görüyor musunuz?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Bu iki darbe girişimi arasında
tabii ki benzerlikler var. Bu noktada her ikisinin de sefalet içinde başarısız
olduğunu ve aynı zamanda komik biçimsel yönlere sahip olmalarının, (mesela,
Capitol Hill koridorlarında rakun derisi ve bufalo boynuzları ile dolaşan
komplocu şaman gibi) onların önemini küçümsememize sebep olmaması gerektiğini
vurgulamalıyım. Bunlar, uluslararası düzeyde şekil alan bir neo-faşist
hareketin belirtileri; tabii ki ulusal bağlamlarına bağlı olarak farklı
şekiller alabiliyor ama şu anda gelişiminin erken bir aşamasında. Bu nedenle,
sıfıra yakın değilse de zayıf bir stratejik zekâya sahip, çünkü hem bir
projeniz hem de ana devlet aygıtından desteğiniz yok iken birkaç bin kişiyle
darbe yapamazsınız. Bu hareketlerde gördüğümüz bir diğer benzerlik, -buna, 2020
yılında Almanya’da Federal Meclis’i işgal girişimini ve 2021’de, göstericilerin
hükümet binasını ele geçirmeyi başaramamalarının ardından başlıca İtalyan
sendikası CGIL’in binalarının yağmalanmasını da eklemeliyiz- radikal gerici
akımlar, neo-faşist örgütler ve militan olmayan, genellikle orta sınıfa mensup
sıradan insanlar arasındaki kesişim noktasıdır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Böyle bir
Enternasyonalin ana hatlarını sıralayabilir misiniz? Kendisini ortak pratiklerle
ifade ediyor mu? Ortak bir ideoloji mi? Belirli bir yerde mi yoksa her yerde
mi? Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerden bahsediyorsunuz. Bir ‘BRICS etkisi’
var mı?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Bu enternasyonalin ne olmadığı
ile başlayabiliriz. Bu, merkezi bir önderlikle yapılanmış, ideolojik açıdan
homojen ve emir ile harekete geçme yetisine sahip bir örgüt değil. Fakat bir
Enternasyonal fikri; şu anda büyümekte olan politik dalganın küresel
karakterinin, kelimelerin dolaşımının, ithalinin ve çevirilerinin, sözde
teorilerin ya da neo-faşist duygulanımların (örneğin ‘büyük yer değiştirme’ gibi)
ve ideologların, düşünce kuruluşlarının, vakıflar ya da entelektüel ağların (en
ünlüsü kuşkusuz Steve Bannon’dur ancak Fransız yeni sağının <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>-Nouvelle Droite- birçok ülkedeki gerici ideologlarla
uzun zamandan beri bağları vardır) ve hatta bazı patronlar gibi belirli
aktörlerin ulusötesi aktivizminin altını çizme olanağı tanır. Müşterek bir
doktrin bir yana, ortak bir programı bile yok –fakat muhteşem faşizm tarihçisi Robert
Paxton’ın açıkça belirttiği gibi, klasik faşizmde de öyle-. Bununla birlikte, her
türü –aynı ülke içinde bile- aslen eşitlik nefreti (ve dolayısı ile eşitlik
talebinde olan tüm hareketlere nefret: solun türevleri, sendikalar, feministler,
ırkçılık karşıtları, LGBTQI+ hareketler) çevresinde dönen ana unsurların özel
bir sentezini sunsa da, geniş çapta ortak bir ideoloji mevcut. Uygulamalar
açısından; kurumsal yönelimli bir kol, seçim vitrinini oluşturan partiler ya da
yasal yöntemlerle iktidarı ele geçirmeye çalışan liderler (Trump ve Bolsonaro)
ile şiddet içeren, “vatan hainlerini”, “gayrı milli unsurları” şiddet yöntemleriyle
cezalandırmak için can atan sokak temelli kol arasındaki etkileşimi –bu ille de
örgütlü bir koordinasyon anlamına gelmez- her yerde görüyoruz. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Doğru
tabir “faşist” mi? Neden daha yaygın kullanılan tabirlerle “popülist” ya da “aşırı
sağ” olmasın? <o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">“Popülist”, bu hareketlerce
önerilen politikalara dair hiçbir şey söylemiyor ve neredeyse her zaman, hemen
her konuda karşıt olan hareketlerin birbirine karışmasına neden oluyor: Le Pen
ve Mélenchon, Trump ve Sanders, Vox ve Podemos vb. Faşist ya da neo-faşist
hareketler apaçık “popülist”tir, fakat “popülizm” tekeline sahip değillerdir.
Tarihsel olarak, neoliberal popülizm var olmuştur (Örneğin Thatcher ya da
Reagan, belirli bir ölçüde Macron da) ve siyaseten heterojen pek çok Latin
Amerika hareketinin (Peronizmden Chavizme dek) yanında komünist söylem de
sıklıkla popülist niteliklere sahiptir; tarihsel popülizmlerden (Rus ya da
Amerikan) bahsetmiyorum bile. Bence “aşırı sağ” daha uygun bir kategori, fakat
tamamen “coğrafi” (geleneksel sağın sağında) olma ve dolayısıyla siyasi muhteva
hakkında hiçbir şey söylememe gibi bir kusura sahip. Olsa olsa, “milliyetçi” ya
da “gerici” tabirleri gerçeğe daha yakındır, ancak ilki, yani milliyetçi, bana günümüzün
aşırı sağ hareketlerinin şiddetini ıska geçiyor gibi gelirken, ikincisi, yani
gerici ise genel olarak hem modernleştirici hem de gerici olan (tarihsel
faşizmde olduğu gibi)bu hareketlerin daha karmaşık karakterlerini
yakalayamıyor. Yeni bir faşizmin, şu aşamada henüz tamamlanmamış olan (özellikle
kitleleri harekete geçirme yetisi bakımından), fakat yeni ekonomik ve politik
koşullara olduğu kadar sosyal ve kültürel ya da duygusal koşullara göre de
biçimlendirilmiş bir faşizmin doğuşuna şahit oluyoruz; uygunsa: yeni politikleştirme
biçimlerinden faydalanan ve parlak bir gelecekten ziyade açık biçimde mitolojik
hale getirilmiş bir altın çağa dönüş hayalini kuran, rekabetçi güçler pahasına
dünyayı fethetmekten ziyade “iç düşman” (yabancılar, göçmenler, azınlıklar) olarak
algılanan gruplar pahasına kapalı bir dünyayı kabul ettirme arzusuna sahip post-Fordist
bir faşizm.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><o:p> </o:p><b><i><a href="https://www.versobooks.com/blogs/5562-the-attempted-coups-in-the-united-states-and-brazil-are-the-early-stage-of-an-international-neo-fascism">https://www.versobooks.com/blogs/5562-the-attempted-coups-in-the-united-states-and-brazil-are-the-early-stage-of-an-international-neo-fascism</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden
çevrilmiştir.</i></b></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><b><i><br /></i></b></p><p class="MsoNormal"><o:p><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</o:p></p><p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><b></b></p><p class="MsoNormal"><o:p><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><o:p> </o:p></p><br /><p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-35966966722443851482022-11-09T15:49:00.008+03:002022-11-10T14:48:02.343+03:00İran Komünist İşçi Partisi-Hikmetist: Cezaevi kapılarını kıralım!<p><b>İran’da 227
milletvekilinin, gösterilerde bugüne kadar gözaltına alınan/tutuklanan 14 bin 823 kişinin hızla
idamını talep etmesine dair
İran Komünist İşçi Partisi-Hikmetist tarafından bir açıklama yapıldı.</b></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirgAkgjJ-UxDYI5h_Cj7oxX-l2utitT_jFp7S_d8VamygsrWymjaxhvoJqiq22dXrMsxtXWxKh5iHMW5_lKzkWOjksoq2XrU0Dv-PghjlXuj-zOVnY-CoFkRBlSBYkOQ6lDGlFcVmWrvJwoxAHPZrWZuTpGJlULz1eKFX1FiwJRg_kC7eviOadWO14/s980/hek.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="539" data-original-width="980" height="352" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirgAkgjJ-UxDYI5h_Cj7oxX-l2utitT_jFp7S_d8VamygsrWymjaxhvoJqiq22dXrMsxtXWxKh5iHMW5_lKzkWOjksoq2XrU0Dv-PghjlXuj-zOVnY-CoFkRBlSBYkOQ6lDGlFcVmWrvJwoxAHPZrWZuTpGJlULz1eKFX1FiwJRg_kC7eviOadWO14/w640-h352/hek.jpeg" width="640" /></a></div><p><br /></p>İdam talep eden katil milletvekillerine, yakışır bir cevap
verelim!<p></p><p></p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Meclis’te, İslam Cumhuriyeti’ni temsil eden 227 çete üyesi,
bir açıklama ile tutuklanan devrimci kadın ve erkeklerin idam cezası ile
cezalandırılmalarını talep etti. Kasap iktidarının infaz makinesi ceza hâkimi
Salvati, davaları başlattı ve Mohammad Qabadlo, Saman Saidi, Mohsen Rezazadeh
Qaraqlou, Saeed Shirazi, Mohammad Broghni, Abolfazl Mehri, Hossein Hajilu,
Manouchehr Mehman Nawazdel, Sohail Kho adlı 9 protestocu için idam cezası talep
edildi. Rap şarkıcısı Saman Yasin de idama mahkûm edildi. Protestolarda bugüne
kadar hayatını kaybedenlerin sayısı 50’si çocuk 319’a, tutuklananların sayısı
ise 14 bin 823’e ulaştı. Siyasi tutsaklarımızın hayatları tehlikededir ve
derhal gerekli adımlar atılmalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kokuşmuş caniler, devrimcileri “yeryüzünde yozlaşmaya sebep olmak”
ile suçluyor. Amaçları, sistemi savunmak, halkı ve devrimcileri korkutmaktır. Kendilerini
tatmin için birbirlerinin üstüne basan ve “idam edilmeliler” diye slogan atan
meclisin haydutları, kendilerini devrimcilerin doğrudan hedefi haline
getirdiklerinin farkındalar mı? “Vururuz ve yanımıza kalır” dönemi geçti,
sadece vurmuyorsunuz, yiyorsunuz da ancak aynı zamanda gölgenizden de korkmalısınız.
Evlatlarımızı idam etmeye çalışanlar bunun bedelini ödemelidir. Günyüzü görmeye
cesaret edemez hale getirelim ve Merivan’ın devrimci halkının yaptığı gibi, bu
paralı askerlerin ofislerini tahrip edelim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Devrimciler; kadınlar ve erkekler!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Cezaevi, mahkeme, polis ve zor gücü, devletin ve otoriter
yönetimlerin belkemiğini oluşturur. Mevcut ayrımcı, sömürücü ve çürümüş düzeni,
baskı ve boğma ile ayakta tutan çerçeve budur. Bugün bu temele saldırmalıyız.
Dikkatleri cezaevlerine, açık ve gizli gözaltı merkezlerine çekelim. Her yerde
cezaevlerine saldırmayı, buraları ele geçirmeyi ve tutsakları serbest bırakmayı
planlayalım. Ancak devrimci gücümüzün kudretiyle cezaevlerinin kapılarını
kırabilir ve tutsakları özgürleştirebiliriz. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Siyasi tutsaklar koşulsuz şartsız serbest bırakılmalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İslam Cumhuriyeti’ne ölüm!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Özgürlük, eşitlik, emekçi hükümeti!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İran Komünist İşçi Partisi-Hikmetist<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://hekmatist.org/archives/10027">https://hekmatist.org/archives/10027</a>
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>adresinde yayımlanan açıklamadan
çevrilmiştir.</i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</o:p></p><b></b><p></p><p class="MsoNormal"><o:p><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span></o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-90193239272169268732022-09-20T14:08:00.006+03:002022-09-20T14:14:48.664+03:00İran Komünist Partisi (MLM): İslamcı faşist rejimin aygıtları herkesi boğuyor<p><b>İran Komünist Partisi
(Marksist-Leninist-Maoist), Mahsa Amini’nin ahlak polisi tarafından gözaltında
katledilmesine ilişkin yazılı bir açıklama yaparak, herkesi başörtüsü
dayatmasına karşı gelmeye ve kadın karşıtı yasaları ayaklar altına almak
üzere sokağa çıkmaya davet etti.</b></p>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_1XD1QgugRb2n7jt12wMsY0TrFokIYZx_AFJ6IdUuN3s3taJtunfa6SBrPZkmwkeAEjBYWDgUcB0Q1DfXdi-ZlCcVDupWSP8j1yxwblLC_U_r9Ztd22Nc8e8pehk96LJW9vDnNjYW0ZTlhxEA-D1bOSj4v7VLkF72zSA6YswzUeKOitntQ2FmOTnd/s520/mahsa.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="346" data-original-width="520" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi_1XD1QgugRb2n7jt12wMsY0TrFokIYZx_AFJ6IdUuN3s3taJtunfa6SBrPZkmwkeAEjBYWDgUcB0Q1DfXdi-ZlCcVDupWSP8j1yxwblLC_U_r9Ztd22Nc8e8pehk96LJW9vDnNjYW0ZTlhxEA-D1bOSj4v7VLkF72zSA6YswzUeKOitntQ2FmOTnd/w400-h266/mahsa.jpg" width="400" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal">Mahsa’nın öldürülmesi, İslam Cumhuriyeti için varoluşsal bir
gerekliliktir. Bu rejimin başına bir taş vurmak ve onu devirmek, toplumdaki tüm
ezilenlerin, sömürülenlerin kurtuluşu ve kadınlar için varoluşsal bir zorunluluktur.
İslam Cumhuriyeti’nin dinsel-faşist doğası, onun dayattığı kölelik ilişkilerine
boyun eğmeyen kadınları sindirerek yeniden üretiliyor. Bu gerçek, karanlık fikirli
ve gerici Humeyni’nin zorunlu başörtüsü emrini çıkardığı ilk günden beri
bizimleydi ve aynı zamanda on binlerce asi kadın, bu kibre ve kadınların
insanlıkları ile özgürlüklerinin ihlaline karşı, yeni dini rejimin devrilmesi
gerekliliğiyle ayağa kalktı. Güçlerini tüm topluma gösterdiler. Humeyni, 44
sene önce bu kanlı nefret için dua etmişti ancak ömrünün, dine dayanan ve
sınıflı toplumun karanlık gecesi kadar sürdüğü kısa sürede anlaşıldı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sakkız şehrinden 22 yaşındaki Mahsa Amini, İslami
köktendinci devriye güçleri tarafından Tahran'da tutuklandı ve iki saat sonra
yarı canlı bedeni kulaklarından akan kanla hastanenin yoğun bakım ünitesine
alındı. Nakledildi ve doktorlara göre aldığı darbe nedeniyle komada öldü.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Halkın yüreğinde büyük bir öfke ve nefret patladı ama rejimi
devirmek için bunu şiddetli bir mücadeleye dönüştürmek gerekiyor. İslam
Cumhuriyeti, kadınların mevcudiyetiyle, erkek ve kadınların elleriyle yere
dökülen her damla kanın hesabını soracak bir düşmanla karşı karşıya olduğunu
bilmektedir. Zorunlu başörtüsüne ve şeriat yönetimine karşı kavga uzlaşmazdır.
Sadece rejimin destekçileri ve yandaşlarına değil, sessiz kalan her birey ve
gruba, pozisyonlarını belirlemeleri konusunda meydan okunmalıdır –faşistlerle birlikte
olmanın sonu hiç kimse için mutlu bir son getirmez. Kadın karşıtı yasaların ve
İslami şeriatın kadınlara yönelik özel şiddeti, insanların kitlesel protestosu,
bilinçli ve örgütlü tepkisiyle karşılanmalıdır. Toplum için daha iyi bir
gelecek, kadınlar ve İslam Cumhuriyeti arasındaki bu uzlaşmaz mücadelenin, bu
konuda İslam Cumhuriyeti'ne karşı milyonlarca insanın açık bir buluşması haline
gelmesine ve İslam Cumhuriyeti'nin anti-feminist küstahlığının toplumdan güçlü
bir yanıt almasına bağlıdır. İslami başörtüsü ve kadınlara karşı yasalar toplu
olarak ayaklar altına alınmalı ve İran genelinde büyük bir trend haline gelmelidir;
bunu yapabilirsek, şüphesiz ülkede taze ve özgürleştirici bir nefes ve esaslı farklı
bir gelecek için umut tohumları olacaktır. Ve binlerce kez daha iyisi için
savaşma kararlılığı, milyonlarca ezilenin ve İslam Cumhuriyeti kurbanının
kalbine ekilecektir. İslam Cumhuriyeti'nin gerici kırmızı çizgisi geniş çapta
ve milyonlarca kişi tarafından ihlal edilmelidir ki rejimin ve baskıcı temsilcilerinin
bunu sürdürmesi imkânsız hale gelsin. Kadınların ezilmesi, cehalet ve dini geri
kalmışlık, kadın erkek her insanın hayatına baskıcı mührünü basmıştır. Birçok
kez söylediğimiz gibi, işçi, öğretmen, öğrenci, emekli vb. protesto
hareketlerinin önemsenmemesi, rejimin tüm protesto hareketlerini bastırmadaki
elini güçlendirmekten başka bir şey değildir. Bu gerekliliği yanıtsız bırakmak,
daha kötü bir durumun önünü açar. Bu gerçekten hiç şüphe edilmemelidir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İslam Cumhuriyeti’ne ölüm, çok yaşa yeni sosyalist İran
Cumhuriyeti!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b>İran Komünist Partisi (M.L.M.)</b></p><p class="MsoNormal"><b><br /></b></p><p class="MsoNormal"><b>İran Komünist Partisi (M.L.M.) web sayfasında <a href="https://cpimlm.org/1401/06/26/%d8%ad%d8%ac%d8%a7%d8%a8-%d8%a7%d8%ac%d8%a8%d8%a7%d8%b1%db%8c-%d9%88-%d9%82%d8%aa%d9%84-%d8%b2%d9%86%d8%a7%d9%86%d8%8c-%d8%a7%d8%a8%d8%b2%d8%a7%d8%b1-%d8%b1%da%98%db%8c%d9%85-%d9%81%d8%a7%d8%b4%db%8c/" target="_blank">yayımlanan açıklamadan </a>çevrilmiştir.</b></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p><p class="MsoNormal"><b><o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-68239332921919285402022-08-04T17:07:00.008+03:002022-08-05T08:19:34.825+03:00Enzo Traverso: Devrimler hâlâ tarihe yaşam veriyor<p><b>Il Manifesto
gazetesi, İtalyan tarihçi Enzo Traverso ile “Devrim: Bir Entelektüel Tarih” kitabı üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.</b></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-8fdpPakF3KJVlXwtkpS73MwV5tSAzQwiXHsf8v7Ipi-A8cJ3ygkAyHqMFe_7mNzD1rIT2icDNjSA1SZwj95jEot4TWlYqwHdF52pxZisNGHiENP6u5LfU5UYNBjiPEBiH5Hb1pw9SkNDpG-7ILvQqsUL2K9pQdLDcUPnEdfAKeaY-nyrF-EZmEqK/s800/traverso.jpeg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="492" data-original-width="800" height="394" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi-8fdpPakF3KJVlXwtkpS73MwV5tSAzQwiXHsf8v7Ipi-A8cJ3ygkAyHqMFe_7mNzD1rIT2icDNjSA1SZwj95jEot4TWlYqwHdF52pxZisNGHiENP6u5LfU5UYNBjiPEBiH5Hb1pw9SkNDpG-7ILvQqsUL2K9pQdLDcUPnEdfAKeaY-nyrF-EZmEqK/w640-h394/traverso.jpeg" width="640" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p> </o:p></b></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bugün siyasi
ve toplumsal devrimin düşmanları, son model cep telefonlarını, en son marka diş
macunlarını satarken ya da seçim yarışındayken “devrim”den bahsediyorlar.
Oysaki devrimin taraftarı olanlar sessizler. Bensaïd’in dediği gibi, devrim
bugün hâlâ hangi anlamda bir “stratejik hipotez”dir?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p>“Devrim” kelimesine yönelik, onu
bağlamından yoksunlaştırarak boş gösteren durumuna getiren bir anlaşılmaz hale
getirme olagelmiştir. Solun reform ile devrim arasında tercih yapmak zorunda
olduğu bir dönem vardı. Bugün, “devrim” kelimesi iPhone’un son modeline, “reform”
kelimesi ise neoliberal yönetimin takdimiyle bağlantılı bazı toplumsal açıdan
geriletici tedbirlere (çalışma reformları, sağlık sistemi reformları,
üniversite reformları vs.) işaret ediyor. Bu başkalaşım, İspanya İç Savaşı ve
Paris Komünü gibi olayların devrimci boyutu görmezden gelinme eğilimindeyken “faşist
devrim” -kendisi, faşist retoriğe ait
olan- fikrinin yaygın olduğu tarih yazımı alanında da dikkate değer. Politik
kullanımları değiştiği gibi, “devrim” kavramı da değişiyor. Eric Hobsbawm gibi
bir tarihçinin bu kavramı, moderniteyi yorumlamada kilit yaptığı çağı çok
geride bıraktık. Ben, bu sönüşün kökenlerinin, -siyaset ve kültür endüstrisinin
iletişim stratejilerine ilişkin meselelerden ziyade- yirminci yüzyıl
devrimlerinin yenilgisinde yattığına ikna oldum. Yirminci yüzyıl aslında sadece
savaşlar ve totalitarizm değil, aynı zamanda devrimler çağıydı. “Umut ilkesi”
yüzyılında, Ernst Bloch’un anlayışıyla komünizm somut ve olası bir ütopya haline
gelmişti. Bu “beklentiler/olasılıklar ufku” ortadan kayboldu. </p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Son 15
yıl, hatta daha uzun bir süre boyunca hareketlerin bir tarihsel bellek ortaya çıkarmadıklarını,
ancak geçmişin tutsakları olmadıklarını ve kendilerini yeniden keşfetmeleri
gerektiğini yazıyorsunuz. Bu koşullar altında, bir devrimci politik gelenek
yaratmak nasıl mümkün olabilir?</b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Açıkçası mesele, gençleri
tarihsel bellek yoksunluğu nedeniyle suçlamak değil. Bundan ziyade, bugün hâkim
olan tarih “anlayışı” ile uzlaşma meseledir. Yeni toplumsal ve politik
hareketler hatırı sayılır potansiyele sahipler, fakat geçmişin tam olarak
devrim fikriyle özdeşleşmiş ütopist ufkunu tahliye eden tarihsel dönüm
noktasının evlatlarılar. Tarihini ve anlamsal değişimlerini yeniden inşa etmek
muhtemelen bize, zamanımız için bir pusula olarak kaldığını anlamamızda
yardımcı olacaktır. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Bir
devrim belleğine sahip olmamak ne anlama gelir?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Bu, yirminci yüzyılın devrimler
döneminin son bulduğu ve bizim, bunun sonuçlarını yaşadığımız anlamına gelir. Bir
yüzyıl boyunca tarih, önermesi, iktidarın askeri güç ile zaptı olan sosyalizme doğru
koşuyor gibiydi. Bu vizyon, günümüz entelektüel evreninin fersah fersah
uzağında. Yeni hareketlerin, tarihsel bir sürekliliğe uymasını engelleyen işte bu
olayların beklenmedik şekilde gelişmesidir. Bu, artık devrim olmayacağı
anlamına gelmez. Aksine, son yıllarda hâlihazırda gerçekleşen bazıları var –sadece
“Arap Baharı”nı hatırlayın-. Bu devrimler, artık kendilerini bugün hükümsüz,
tükenmiş ya da yenilmiş olan geçmiş modeller –sosyalizm, ulusal kurtuluş,
Pan-Arabizm gibi- ile tanımlamıyorlardı ve nereye gittiklerini gerçekten bilmiyorlardı.
Bin Ali ve Mübarek’in baskıcı rejimleri devrildiğinde onları nasıl değiştireceklerini
bilmiyorlardı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Güçlü
modeller varken bile birçok devrim yenilgiye uğradı. Duruş biçimlerinin
yitirilmesi kötüleştirici bir etken mi?</b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Bu aynı zamanda daha çok
özgürlüğe imkân veren bir durumdur. Radikal dönüşüm fikri, kendisini yirminci
yüzyıldan miras alınan modellerin, özellikle komünizm ve sömürgecilik karşıtlığının
mirasçısı olarak görmese de varlığını sürdürüyor. Ancak henüz görünürde yeni
bir model yok. Bu boşluk, kendilerini yeniden keşfetmeye zorlanan hareketlerde
mevcut olan olağanüstü bir yaratıcılığın -hatta olağanüstü bir teorik
kapsamlılık bile diyebilirim- kökenindedir. Bu yaratıcılığın temelinde bir
devrimci soru var: dünyayı nasıl değiştirebilir, kapitalizme nasıl son
verebilir, gezegeni nasıl kurtarabilir, toplumlarımıza musallat olan korkunç
eşitsizliğin üstesinden nasıl gelebiliriz? Bugün bu ihtiyacın gençler arasında
yaygın şekilde hissedildiğini düşünüyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Birçok
kitabınızda, örneğin Solun Melankolisi (Türkçede yayımlanmış ismi ile “Solun
Melankolisi-Marksizm, Tarih ve Bellek; ç.n.) kitabınızda 1960’lara ve 1970’lere
atıfta bulunuluyor. O yıllarla günümüz arasındaki farklar nelerdir?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">1970’lerde siyaseti keşfedenler, çizgiler
belirgin çok çeşitli hareketler ve örgütler arasından seçim yapmak zorunda
kaldılar. Şükür ki, ideolojik kafeslere kapatılmış hissi olmaksızın düşünen ve
hareket eden insanlar olan günümüzün gençleri için bu sorun değil. Fakat bu
değişim sadece avantajlar sunmuyor, büyük bir kırılganlığı da beraberinde
getiriyor, çünkü kesinlikle bu hareketler tarihsel bir devamlılık içinde bulunmuyor.
Gelip geçiciler, kısa ömürlü kıvılcımlar. Uzun ömürlü ve oturmuş bir politik
varlık kurmayı başardıklarında, Podemos ile, Syriza ile ya da hatta İşçi Partisi’ni
aşağıdan yenileme girişiminin duvara tosladığı Büyük Britanya’da gördüğümüz
şekliyle geleneksel siyaset tarafından yeniden soğurulma riski ile karşı
karşıyadırlar. İtalya’da, son yirmi yılda ortaya çıkan bütün hareketler, her
türlü hevesi boğacak mikro-aygıt koalisyonları haricinde kendilerine siyasi bir
ifade kazandırmayı başaramadılar. Bir beklenti ufkunu yeniden inşa etmek,
gelecek fikrini yeniden keşfetmek için, bu kısa kabarmaların ötesine
geçmeliyiz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Singular
Pasts: The “I” in Historiography kitabınızda incelediğiniz neoliberal
toplumlarda, başarısızlık ve yenilgi korkusu var. Bu bizi, yeniden denemeyi
düşünmekten bile alıkoyuyor mu?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Belki de, ancak sosyalizm
yenilgiyi “çalışarak”, yani Restorasyon ile sonuçlanan Fransız Devrimi’nin
sonucunda doğdu. Yirmi birinci yüzyıl, bir başka tarihsel yenilgiden, küresel
uzanımların yenilgisinden doğdu. Daha genç nesiller muhtemelen bunun farkına
varmıyor, ancak bu mirasın sorumluluğunun ağır biçimde yüklendiği bir durumda hareket
ediyorlar. Bir tarih anlayışının yeniden edinilmesi, dünyayı değiştirmenin,
geçmişi çok eskiye dayanan bir tasarı olduğunu bilmek –yirminci yüzyılda sadece
olası gibi görünen değil, aynı zamanda fiiliyata da geçirilen bir tasarı- ne
kadar istikrarsız olursa olsun bir kimlik sunabilir ve bizi daha az savunmasız
hissettirebilir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Son
yıllarda hareketlerden ortaya çıkan en dikkat çekici fikirlerden biri
kesişimsellik, mücadelelerin çakışması ve çoklu baskıların nesnesi ve olası
direnişlerin öznesi olarak yeni bir sınıf fikri. Bu perspektif çoğunlukla,
yaşadığınız ve düşündüğünüz ülke olan Fransa’da akla geldi ve La France
Insoumise/Boyun Eğmeyen Fransa (2016 yılında kurulan sol/sosyalist siyasi parti;
ç.n.) deneyimini de içeriyor. Bu, devrimci perspektif algısını inşa etmek için
yararlı bir pratik olabilir mi?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">La France Insoumise, pozitif bir
şekilde gelişti. Birçok çirkin milliyetçi ya da “egemenlikçi” partiden ayrıldı ya
da kendilerinden ayrılmaları istendi. Harekette itici güç olmasa da Sarı
Yelekliler hareketine katıldı. Çevresel boyutu entegre edebildi ve toplumsal
cinsiyet, ırk ve sınıfa dayalı istek ve talepler arasında kesişimsellik pratiği
–mümkün olduğunca- yaptı. Çünkü işçi sınıfı banliyölerindeki ırkçılık karşıtı
hareketlere uyum sağladı, Fransız sosyalizminin eski çerçevesi olan “ulusal-cumhuriyetçilik”in
dar sınırlarını aştı. Sol koalisyon önemli bir seçim başarısı elde etti fakat
bu şüphesiz devrim değil. Birçok engeli aşması gerekiyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Nasıl
yani?<o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Tamamen şekilsel bir bakış
açısından, sol NUPES koalisyonunun programı, 1981’de François Mitterrand’ın Union
de la gauche/Sol Birlik’inin programından daha orta yolcu. Ekonominin belirli
kilit sektörlerinin kamulaştırılmasını içermiyor. Mélenchon bunu dürüstçe kabul
etmiştir: cumhurbaşkanı olmuş olsaydı bile, şu anda mevcut bulunmayan güçlü
toplumsal hareketlerin desteği olmaksızın programını uygulayacak güce sahip
olmayacaktı. Sorun, çekimserliğin çok yüksek düzeyde olması. Mevcut durumda,
sosyal demokrasinin eski programı –refahın yeniden dağıtımı, sosyal reformlar,
ücret ve emekli maaşlarının savunulması, eğitim, ulaşım ve sağlığa erişim-
neoliberal düzenden bir kopuşa işaret eder. La France Insoumise, bu kopuşu
somutlaştırıyor. Savaş sonrası dönemde, sosyal demokrasi, küresel çapta bir “umut
ilkesi” olarak gözler önüne serilen sosyalizmin devasa meydan okuması
karşısında, kapitalizmin “insanileştirilmesi”nin aracıydı. Bugün sosyal
demokrasi sosyal demokrasinin önemli sütunlarından biri haline geldi. Evrensel
şeyleştirme çağında, hakiki bir sosyal demokrat program, kapitalizmin hâkim
modeliyle bir kopuş olmaksızın gerçekleştirilemez.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sadece
devrimler tarihi değil, karşı devrimler tarihi de mevcut. Bu modern devrimlerin,
Fransız ve Sovyet devrimlerinin başlangıcından bu yana yıkıcı etkileri olan bir
mesele. Karşı devrimler sadece tepkiler midir, yoksa kendilerine ait yeni bir
gerçeklik üretirler ve özerk midirler? </b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Bu bir çeşit tarihsel kuraldı: karşı
devrim olmaksızın devrim olmaz, simbiyotik bir ilişkiyle bağlıdırlar. Sovyet iktidarı
krizdeyken ve artık bunları bastırmak için tanklarını gönderemiyorken ortaya
çıkan “kadife devrimler” istisnaydılar. Karşı devrimler, dönüşümlerden geçen
kendi kültür ve ideolojilerine sahiptirler. Yirminci yüzyılda bunlar faşizmi
ürettiler. Faşizmin retoriğinin “devrimci” olması hedeflendi, ancak ana unsuru
Bolşevizm’e tepkiydi. Yirminci yüzyıl; karşı devrimi, eski rejimi geri getirmek
değil, yeni bir iktidar biçimi icat etmek iddiasındaydı. Bazıları onu sadece bir
“anti-kültür” olarak değerlendirse bile, kültürü önemsiz değildi; her ne olursa
olsun, faşizm, yeni bir medeniyet fikri icat etti. Almanya’da faşizm, Jünger,
Schmitt ve Heidegger gibi büyük şahıslar üretti. Fransa’da, yirminci yüzyılın ilk
yarısının edebiyatı, Proust’tan sonra, Céline ve Drieu la Rochelle gibi bir
dizi faşist ile göze çarpar. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Mevcut
neoliberal dönem, 1960 ve 1970’lerdeki küresel devrimci döneme bir tepki olarak
karşı devrim olarak yorumlanabilir mi?</b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Evet. Bir tarihçi olarak Fernand
Braudel’in “longue durée”sini hatırlatarak yanıtlamak isterim. Bugün içinde
yaşadığımız neoliberal çağ, uzun yirminci yüzyıl devrimleri dönemine bir karşı
tepki olarak –bu anlamda, bir karşı devrim- görülebilir. Toplumsal düzlemde bu
bariz. Geçen yüzyılın bütün toplumsal kazanımları sorgulanmıştır. Küresel
ölçekte sınıflar arasındaki güç ilişkileri derinden değişmiştir. Brooklyn’de,
Amazon deposu işçileri sendikalarının tanınması kazanımını elde ettiler –ve bu,
son yılların en büyük kazanımlarındandı. 1960 ve 1970’lerdeki emek hareketinin
ne olduğunu düşününce, bu başarının korkunç bir gerileme durumunda geldiği
şüphe götürmez. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Yaşamakta
olduğumuz karşı devrimin tarihi nedir?</b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">On yıllar boyunca, neoliberalizm
üst sınıfların kültürü içerisinde sapkın bir akımdı. İkinci Dünya Savaşı
sırasında; Sovyetler Birliği, ABD ve Büyük Britanya’nın Nazizm ve faşizm ile
savaştığı bir zamanda Roosevelt’i totalitarizm için bir beşinci kolcu (Ülke
içinde düşman adına çalışma yürüten grup/kişi; ç.n.) olarak sunan Kölelik Yolu gibi
bir kitabı kim ciddiye alırdı? O dönemlerde, Hayek’in fikirleri kabul
edilemezdi. Bir dönüşün ilk işareti 1973’te Şili darbesiyle geldi. Chicago Boys
(Şili’deki darbenin ve neoliberal dönüşümün arkasındaki ekip; ç.n.) geldi ve
Gabriel Boric’in çevresindeki solun bugün hâlâ mızrakla dövüşmek zorunda
kaldığı yapısal reformları ortaya koydu. Pinochet, silahlı karşı devrimi
cisimleştirdi. Akabinde, neoliberalizm, liberal demokrasi ve piyasa toplumunun
kombinasyonunu temel alan bir “anti-totaliter” retorik ile kendini dayattı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Dolayısı
ile neoliberalizm sadece bir tepki değil, aynı zamanda kurumsallaşmış bir siyasi
form ve sürekli kendini yenileme peşinde olan özel bir yaşam biçimidir. Bunu “devrimci”
olarak nitelemek doğru mudur?</b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Neoliberal “devrim” –ekonomik
biçim olarak neoliberalizmin çok ötesine uzanan- imajların, tarzların ve illüzyonların
sürekli bombardımanıdır. Tek kelimeyle bir “özelleştirilmiş ütopya”dır. Masum
bir operasyon değildir. Felaketler ve uçsuz bucaksız acılar üreten
sosyo-ekonomik düzen, medeniyet olarak kapitalizm sabit kalsa bile, etrafımızdaki
her şeyin dönüştüğü hissini aşılamaya çalışır. Neoliberalizmin, kendisini
sadece ordular vasıtasıyla değil, her şeyden önce, bütün bir yirminci yüzyıl
tarihinin içine sokuşturulduğu totalitarizme “demokratik” bir alternatif olarak
dayattığını vurgulamak isterim. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]--><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Devrim, karşı
devrimciler tarafından çalındıysa, bu bakış açısı nasıl tersine çevrilebilir? <o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Kimsede bunun formülünün olduğunu
düşünmüyorum. Devrim, ezilenlerin kendi güçlerinin, kolektif eylem ile dünyayı
değiştirme yeterliliklerinin farkına vardıkları bir tarihsel momenttir. Walter
Benjamin, anımsatıcı bir formül kullanmıştı: olağanüstü ve patlayıcı güçleri
serbest bırakan atomun bölünmesi. Devrim, tarihin çizgiselliğinin aniden
kırıldığı ve her şeyin mümkün hale geldiği, yeni ufukların açıldığı andır: devrimler,
ütopya fabrikalarıdır. Bu, kaçınılmaz şekilde riskler içerir, çünkü tehlikeli
yollar da alınabilir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Ancak devrimler, kararnameler ile
gerçekleşmezler; aşağıdan doğar ve Jules Michelet’in dediği gibi, yılan saçlı
tanrıçalar gibi saçılırlar. Ancak şunu bilmek gerekir ki, devrimler sürekli
olarak defedilseler de hâlâ tarihe hayat veriyorlar.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p><b><i><a href="https://www.versobooks.com/blogs/5394-revolutions-are-still-breathing-life-into-history">https://www.versobooks.com/blogs/5394-revolutions-are-still-breathing-life-into-history</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.</i></b></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><br /></p><b></b><p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-4791370738667227182022-04-29T11:36:00.003+03:002022-04-29T11:41:05.688+03:00 Panagiotis Sotiris: Bir sol Avrupa (Birliği) şüpheciliği için<p><b>Patras Yunan Açık
Üniversitesi öğretim görevlisi ve Historical Materialism dergisi editöryal
kurulu üyesi Panagiotis Sotiris, Tribune gazetesi için kaleme aldığı yazıda,
solun Avrupa Birliği şüpheciliğinin hem başka bir dünya tahayyülü için hem de
aşırı sağın siyaset alanının daraltılması açısından önemini vurguladı.</b></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYC9xobJZSpuUKpkFSvh8rTxFOA9nYPz9AaIEAichP7oQ5iomhxR_n23MS5pRznrMHQLECBSovyZmtvjfjyH6urc5NlDcPYbyo1nuAFeGRCNpOSH9Plf7CdvHHooamHFJRqA2OCtkmR7xDWlJ38wsRTJJDesbIczizTQHGn4YJFVKslI_Cw2oT0TdO/s700/18844937_303.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="394" data-original-width="700" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjYC9xobJZSpuUKpkFSvh8rTxFOA9nYPz9AaIEAichP7oQ5iomhxR_n23MS5pRznrMHQLECBSovyZmtvjfjyH6urc5NlDcPYbyo1nuAFeGRCNpOSH9Plf7CdvHHooamHFJRqA2OCtkmR7xDWlJ38wsRTJJDesbIczizTQHGn4YJFVKslI_Cw2oT0TdO/w640-h360/18844937_303.jpg" width="640" /></a></div><br /><b><br /></b><p></p>
<p class="MsoNormal">Odada bir fil var. Büyük ve şişman, fakat kimse ondan
bahsetmiyor. Bu fil, “Avrupa yolu”nun krizi. Avroda kalma adına uygulanan
barbarca kemer sıkmadan ve toplumsal felaketten, Avrupa’daki göçmenleri
katletme kalesine, genelgeler komisyonu tarafından halk egemenliğinin yok
edilmesinden, Ukrayna hükümetindeki faşistlere yönelik suçlu hoşgörüye kadar, “Avrupa
rüyası” gündelik bir kâbusa dönüşüyor. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ve görkemli Avrupa yapısının böylesine büyük bir meşruiyet
krizinden geçtiği, çelişkilerinin öne çıktığı ve milyonlarca Avrupa
vatandaşının, Avrupa Birliği’nin kendilerine düşman bir yapı olduğunu hissettiği
–haklı olarak- bir zamanda Avrupa Solu güçlerinin büyük kısmı hâlâ, neredeyse
zorunlu olarak, Avrupa Birliği’nin “reforme edilebileceğine” inanmakta ısrar
ediyor. Avrupa Sol Partisi’nin açıklamaları, kaynakların yeniden dağıtıldığı “iyi”
bir avro, bir “kalkınma” Avrupa Merkez Bankası (ECB), “demokratik” bir Avrupa
Parlamentosu, bir “dayanışma” Avrupa Komisyonu olasılıklarına yönelik
çağrılarla doludur. Fakat biz biliyoruz ki, fantezi çoğu zaman gerçeklikten
uzaktır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">SYRIZA’nın da içinde olduğu Avrupa solunun omurgası, sanki
Avrupa sermayesinin en stratejik tercihiyle çatışmak istemiyor ve “mevcut
neoliberalizm”in kurumsal konsolidasyonunun en uç biçimlerinden birini, bir
ilerici siyasetin kaçınılmaz sınırı olarak kabul ediyor. SYRIZA’nın korkakça “avro
için hiçbir fedakârlık yok” noktasını bile terk etmesinden beri sürekli olarak
daha “gerçekçi” pozisyonlara çekilmesi bir tesadüf mü?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha da kötüsü, bu, aşırı sağda eleştirel bir siyasi alana
yol veriyor. Aşırı sağcı Ulusal Cephe’nin avro sorununu öne çıkaran tek
milliyetçi parti olduğu Fransa seçimlerinin sonuçları ya da Avrupa (Birliği)
şüphecisi UKIP’nin daha güçlü göründüğü Britanya örneği alarmları çalıyor. Avrupa
aşırı sağı, kendi muhafazakâr, istihdam yanlısı, ırkçı ve yabancı düşmanı
ajandasını gerçekleştirmeye çalışmak için Avrupa vatandaşlarının avro ve AB’ye
yönelik öfke ve infialinden faydalanıyor, kendini, ulus devlette ısrar eden yegâne
güç olarak yansıtıyor. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Avrupa solunun birçok eğiliminin mücadeleyi, özellikle
Avrupa düzeyinde mücadeleyi desteklediği doğrudur. Ama bu neden hafife
alınıyor? Halk egemenliğinin resmi kurumlarının bile olmadığı, muazzam
tarihsel, siyasi, sinematik ve kültürel eşitsizliklerin olduğu Avrupa düzeyinde
mücadele, Yunanistan gibi çelişkilerin patladığı ve giderek daha da güçlendiği
ülkelerde ne zamandan beri ulusal düzeydeki mücadeleye tercih edilir oldu? “Avrupa
entegrasyonu”nun “çelik kafesi”nden kopmak mümkün mü? Sol, enternasyonalizmini
neden AB gibi özünde sermaye milliyetçiliği”nin ifadesi olan neoliberal bir
yapı üzerinden tanımlasın? Yunanistan’ı, tüm Avrupa geneline gelgitli umut
dalgaları gönderecek bir mücadele ve yıkımın örneği yaparak bir kopuşun
olabileceğini, “avro ve AB dışında bir yaşamın olduğunu” göstermek için neden
daha çok enternasyonalist olmayasınız? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sol, her geçen gün daha fazla otoriterleşen, neoliberalizmin
dozunu artıran ve şiddete başvuran Avrupa mitini reddetme cesaretinde olmalı.
Çünkü “Avrupa entegrasyonu”na dair pan-Avrupa memnuniyetsizliği sol için bir
fırsattır. Avro ve AB anlaşmaları gibi “hâlihazırdaki küreselleşme”
mekanizmalarından çıkışın “ulusal izolasyonculuk” değil, küreselleşmiş
piyasaların sistemik şiddetine karşı toplumsal korumanın gerekli koşulu
olduğunu göstermek için fırsattır. Kolektif katılım, özyönetim, kamu malları
üzerinde toplumsal denetim, “kanun ve nizam” doktrinini değil, dayanışmanın
sunduğu güvenliği temel alan üretken bir model arayışı için fırsattır.
Demokrasiyi ve halk egemenliğini; aşağıdan günlük iktidar pratiği olarak, yaşamak
için emek gücünü satmaya bağımlı olan tüm halkın kolektif siyasi organı
vasıtasıyla yeniden kurmak için fırsattır. Ulus şeklindeki “hayali cemaat”e ve
müstehzi –ve bazen denizaşırı- “yatırımcılar ulusu”na karşı, gerçek cemaati,
tek bir yerde yaşayan, çalışan, savaşan herkesin ortak kimliğini, açık
yüreklilikle “işçilerin anavatanı”nı talep etmek için fırsattır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bugün solun; işçi hareketinin demokratik, enternasyonalist
ve yıkıcı geleneklerine aşılanmış bir Avrupa (Birliği) şüpheciliği, Avrupa
kurmaylarını korkutacak ve gerçek umut bulvarları açacaktır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p><b><i><a href="https://www.tribune.gr/politics/news/article/25869/gia-enan-aristero-evroskeptikismo.html">https://www.tribune.gr/politics/news/article/25869/gia-enan-aristero-evroskeptikismo.html</a> adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.</i></b></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-47143607629351176322022-04-28T15:17:00.002+03:002022-04-28T15:17:21.338+03:00Alain Badiou: Kapsamlı bir tepki vermenin zamanı geldi<p></p><p class="MsoNormal"><b><i>Fransız Komünist Partisi’nin yayın organı olan l'Humanité gazetesinden Pierre Chaillan, Fransız düşünür Alain Badiou ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Rusya’nın Ukrayna saldırısının başlamasından önce, Şubat ayında gerçekleştirilen söyleşide Badiou, dünyada bir “yönelim bozukluğu”na ve bununla bağlantılı olarak büyük savaşlar çıkması ihtimaline işaret ederek, gidişatın değiştirilebilmesi için komünist siyasetin gerekliliğine vurgu yapıyor. </i></b></p><p class="MsoNormal"><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMDCOn9QwDDJnQ-scKc2ZmUxRDQ8Vfhi2qJVZVWTbLYnqT6fEyS8p3qPczsEVQ_zh3TS63gBwxRnq9HklD9EyWtZSoGYZYGitUQ47tai6bzgonk-n-RCkcJhDXxmX8rrwhNekC2Q5eA4bNqN4BgNObHyRTbA1lFuz-Ihld86UXG9kVEAP8gUiHf9gO/s900/bad.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="506" data-original-width="900" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMDCOn9QwDDJnQ-scKc2ZmUxRDQ8Vfhi2qJVZVWTbLYnqT6fEyS8p3qPczsEVQ_zh3TS63gBwxRnq9HklD9EyWtZSoGYZYGitUQ47tai6bzgonk-n-RCkcJhDXxmX8rrwhNekC2Q5eA4bNqN4BgNObHyRTbA1lFuz-Ihld86UXG9kVEAP8gUiHf9gO/w640-h360/bad.jpg" width="640" /></a></b></div><b><br /><i><br /></i></b><p></p><p class="MsoNormal"><b>- Kitabınızda “dünyanın, yöneliminin bozulmasını” tahlil ediyorsunuz. Bu durum nasıl karakterize edilir?</b></p><p class="MsoNormal">Siyasi düzlemde, yönelim bozukluğu, “demokrasi” adı verilen, benim ise “kapitalo-parlamentarizm” dediğim hâkim siyasi rejimin rezilce yöneliminin bozulması olarak görünüyor. Bu, büyük kapitalist ülkelerde, Fransa’da solun fiilen ortadan kaybolmasıyla kendini gösteren devlet-politik modelinde işlev bozukluğunun ortaya çıkması gerçekliğinden kaynaklanmaktadır –Fransa’da solun muazzam seçim zayıflığını kastediyorum. Sonuç olarak, çoğunluk ile muhalefet arasında demokratik temsiliyet dengesiz hale gelmiştir. Bu daha doğru, çünkü kendisini muhalefet olarak sunan şeyin bir kısmını soldan bile daha fazla mensubu olan aşırı sağ oluşturuyor. Bu, sistemsel politik yönelim bozulmasının bir belirtisidir. Biz bunu, ABD’de Trump, Fransa’da Marine Le Pen ya da Éric Zemmour gibi tekil şahsiyetlerin ortaya çıkışında gördük.</p><p class="MsoNormal">Daha stratejik bir düzlemde, yönelim bozulması, küreselleşme olgusunun yeterince dikkate alınmaması nedeniyle erişilen ve tartışılan hiçbir şeyin güncel durumla baş edememesi gerçeğinden kaynaklandı. Küresel düzlemde, hâkim yapıları tanımlamak ve bir alternatife imkân tanıyan yolları tespit etmek mümkün olmalı. Şu ana kadar bu yapılmadı. Birçok insan yapılanlardan, beyan edilenlerden memnuniyet duymuyor, ancak diğer yandan kendilerini yaratıcı ve olumlu bir şekilde yönlendirmek amacıyla oluşturulmuş referans noktalarından yoksunlar. Bütün bu fenomenler, hep birlikte politik yönelim bozulmasını oluşturur. Dolaylı olarak da milliyetçi ve kimlikçi grupların patolojik ortaya çıkışlarını.</p><p class="MsoNormal"><b>- Size göre, bu yönelim bozulmasının “aktif etkenleri”, “en kötüyü” bile kabul edilebilir hale getirebilir. İnsanlığımız bunlar hakkında yaygın şekilde uyarılmışken, neden bugün “sabıkalı” önermeler geçerliliğini koruyor?</b></p><p class="MsoNormal">Böylesine açık “tarihten dersler” olduğu konusunda emin değilim. Tarihin dersleri, politik yönelimin belirginleştiğini varsayar. Paris Komünü’ne bakalım: 19. yüzyılın sonuna dek, Komün tamamen göz ardı edilen bir hadiseydi. Ancak Lenin, kendisini teslim olup Birinci Dünya Savaşı’na giren sosyal demokrasiden ayrıştırmak için onu kavradığında insanların zihninde yeniden göz önüne alınabilir, yeniden adlandırılabilir ve yeniden yönlendirilebilirdi. Dolayısı ile, tarihin dersleri bazen artık işlemez çünkü bunlar artık güncel bağlamda yorumlanamaz durumdadır. Bugün, ülke nüfusunun bir kısmını yok etmeye hazırlanmış yabancı düşmanı ve ırkçı aşırı sağın yeniden ortaya çıkışına tanık oluyoruz. Tabii ki bu insanların krematoryuma gönderilmeleri gerektiğini söylemiyorlar, ancak gözümüzün önünden kaybolmaları gerektiğini ilan ediyorlar. Bu hafife alınmamalıdır. </p><p class="MsoNormal"><b>- Yönelim bozulması tahliliniz, Zygmunt Bauman’ın “sıvılaşma” tahliliyle örtüşüyor gibi görünüyor. Sorun, kendimizi yönlendirmek ya da biraz katılık, bazı referans noktaları bulmak olacak. Bu, sizin “komünist siyaset” dediğiniz şey mi? </b></p><p class="MsoNormal">Evet. İkisi diyalektik olarak bağlantılı. Duruşunuzu belirlemekte zorluk çekiyorsanız, yeni bir yeniden yönlendirmeye başlamak için bazı dayanak noktalarına ihtiyacınız olur. Aslında bu, komünist siyaset dediğim şeydir. Emmanuel Macron’u, ülkeyi günümüz kapitalizminin küresel gereksinimlerine uyduran bir figür olarak tanımlarsak, ona karşı durabileceğimiz tek şey bu noktada farklı bir yönelim durumu olabilir. Ben hâlâ komünist yönelimin, kapitalizmin, toplumların yönetimini eline aldığı çağda insanlığın tamamına önerilen yegâne yönelim olduğuna ikna olmayı sürdürüyorum. Bu ele almanın küreselleşme halini aldığı noktadayız ve sadece ekonomik karmaşa değil, aynı zamanda küresel ölçekte savaş şeklinde ciddi risklerle de yüz yüzeyiz. Mevcut durum, yirminci yüzyılın başlarındaki durum ile karşılaştırılabilir halde. </p><p class="MsoNormal">Farklı olan bağlama karşın, 1914 savaşının arifesi ile benzerlikler dikkat çekicidir. Muazzam kapitalist kutuplaşmalar mevcut, özellikle de Çin ile ABD arasında. Avrupa’ya gelirsek, henüz bozulma öncesinde kendini yapma sürecinde ve gerçek bir güç teşkil etmenin araçlarını bulamamış durumda. Deneyim gösteriyor ki, eğer buna karşı koymak istiyorsak ülkelerin liderlerinin sermaye temsilcileri olmamaları gerektiğini kabul etmeliyiz. Muhalefetin varlığını kabullenen “demokratik” rejimlere de itibar edemeyiz. Bu muhalefet aslında tamamen şekilseldir. Gerçek bir muhalefet radikal ve ilkeli olmalı, söz konusu olanın başka bir dünya, başka bir ekonomi, başka bir siyaset vizyonu olduğu gerçeğine dayanmalıdır. Saldırgan komünizmin kökleri ve yöntemlerini geri kazanmalıyız. Aksi halde, tahayyül ettiğimizden de kötü olacak bir şeylere doğru gidiyoruz. Bu, hem aşırı sağın yükselişi hem de bununla bağlantılı olarak savaş risklerinin artması olacak. </p><p class="MsoNormal"><b>- Hem mevcut dünyaya hem de güçlü anti-kapitalist protestolara yönelik eleştirilerinizde, “hiçbir zaman olumlu bir şey önermeksizin gösteri yapan solculuk” konusunda yumuşak olmaktan uzaksınız. Sizden daha uzlaşmacı bir tutum bekleyebilirdik…</b></p><p class="MsoNormal">Bu kapitalizme karşı protesto büyük oranda simgesel. “Kapitalizm” kelimesi telaffuz edilir, fakat talep ve protestoların içsel kültüründe, mevcut düzenin, hükümetin en ufak bir gerçek öneri olmaksızın, eleştirilen düzenin yerini alması gereken en ufak bir genel vizyon olmaksızın oldukça soyut bir genel olumsuzlaması vardır. Siyasette, salt olumsuzlama hiçbir zaman anlamlı değildir. Bunu daha çok söylüyorum çünkü kendim de uyguladım. Düşmanı yararlı şekilde eleştirebilecek bir konumda olmak için protestonun kendisi bir alternatif taşımalıdır. Aksi halde, cevap her zaman başka bir yol olmadığı ve kendimizi silahsız bulacağımızdır. Marksizm’i eleştirel bir girişime indirgemek çok zararlıdır. Birçok kez denenmiş olan bu operasyon, her seferinde çok sulandırılmış bir versiyon ile sonuçlanmıştır. Marksist gerçekliği içinde komünist hareketin özü, görünüşte olumsuzlamalar olan fakat gerçekte güç ilişkilerini ve olumlu önerileri gerektiren etkili önerilere dayanır. Katı bir olumsuzluk içinde olmak ne Marksist ne de hakikaten devrimcidir. Gerçekte, kelimenin kötü anlamıyla aşırı solculuktur.</p><p class="MsoNormal"><b>- Geçmiş ya da bugünkü deneylerin başarısızlıklarının, burada yine bir “komünist olumlama”dan değil, “kapitalizmin olumsuzlama politikası”ndan kaynaklandığını düşünüyorsunuz. Bu nasıl tercüme edilir?</b></p><p class="MsoNormal">Bir yeniden yönlendirmede değerlendirme gereklidir. Komünizm nerede duruyor? Geniş bir küresel tartışma başlatmak bana göre elzem görünüyor. Tartışma, Lenin ile Kautsky’ninki gibi stratejik düzlemde yürütülmeli. Bu, proleterlerin olduğu her yerde eş zamanlı olarak militan titizlik, anketler, orada bulunma ile yapılmalıdır. Üç döneme ayırabileceğimiz bir taslak öneriyorum. 19. yüzyılın ikinci yarısını kapsayan ilk işçi sınıfı deneyleriyle kuruluş. Bu dönem, kapitalist rekabetin en kötüsünü, sömürgecilik ve savaşı destekleyen sosyal demokrat partilerin oluşumu ile sonuçlandı. Bu yozlaşmaya karşı, Marx ve Engels, Alman sosyal demokrasisi ile çatışmaya girdi. Ardından, savaşla birlikte, Lenin’in Bolşevik Parti’si ve onun, teorik komünizmi müdafaa eden merkezi partisi öncülüğünde devrimci düzeni oluşturması ile birlikte sosyal demokrasinin bu yozlaşmasının radikal eleştirisi açıldı. Bu ikinci evre, 20. yüzyılın komünist partilerinin evresi ilginç unsurlar içeriyordu, ancak devletin sönümlenip gitmesinin yerine devlet komünizminin kalıcı paradoksunu getirdi. Bu nedenle, üçüncü bir dönemin en başındayız. </p><p class="MsoNormal"><b>- Gezegenin varlığını sürdürebilmesi açısından iklim mücadelesine ilişkin bir farkındalık var. Bununla birlikte, çevre bahsine gelince, mevcut ekolojik söylemde dini bir boyut görüyorsunuz. Bununla neyi kastediyorsunuz?</b></p><p class="MsoNormal">Çevrecilerin sunduğu gibi, saik apolitiktir ve kamufle edilmiş bir dini boyut içerir. Ekolojistlerin dindar olduğunu söylemiyorum, fakat eskatolojik (Ahiret, dünyanın sonu ile ilgilenen anlamında teoloji terimi; ç.n.) vaazın, insanları yeni bir siyasi alanın açılmasını yasaklayan temel bir korkuda birleştirmeye dayandığını ve bunun iki sebeple olduğunu belirtiyorum. Birincisi, siyasetin büyük toplumsal çelişkilerden oluştuğunu unutmak için. Herkesi, sevgili gezegenimiz adına bir araya getirerek siyaset yapılamaz. İkinci sebep, kapitalizmin kendi doğasını değil, etkilerinden birini ele almamızdır. Gezegeni yağmalamak ile suçlanıyor ancak bu onun sorunu değil. Kapitalizm, isterse, gezegenin korunması için bir bakanlık oluşturabilir, fakat onun gerçek doğası, ona ait olan sömürü çehresi önemli zararlara yol açar. Şeylere sonuçları ile yaklaşmak, merkezi mekanizmaya dokunmamak anlamına gelir. Büyük sermayenin kasalarını beslemeye gelince, herkesin gezegenin kaderi ile ilgilendiği doğru değildir.</p><p class="MsoNormal"><b>- Öyleyse, bir “yenilenmiş komünist siyaset” nasıl bir yol izleyecektir? Toplanılacak bir ilk destek noktası var mı?</b></p><p class="MsoNormal">Marx ve Engels’in büyük oranda İngiltere’deki işçi sınıfına dair bir araştırmadan faydalandıkları gibi, Fransız tekilliğini incelemek için açıklamaya özelleştirmelere karşı koşulsuz bir mücadeleden başlanarak girişilebilir, fakat savunmacı bir şekilde değil. Bu, programın bel kemiğini oluşturacaktır. Ciddi şekilde Marx'ın sözüne dönmeli ve mevcut koşullarda “özel mülkiyetin kaldırılmasını” yeniden etkinleştirmeliyiz. Neden bütün hükümetler özelleştirme konusunda bu kadar hevesli? Bu, mevcut rejimin sınıfsal doğasını açığa çıkarmaktadır. Bu konu üzerine inatçı bir şekilde gösteriler yapılması çağrısında bulunmalıyız: özelleştirme yapılmaması, gerçekleştirilen özelleştirmelerden geriye dönülmesi ve geniş bir kamu sektörünün yeniden inşası. Bu gereklilik, sermayenin vekilinin ta kendisi olan Macron ile tamamen zıt olduğumuz için anlaşılabilir.</p><p class="MsoNormal"><b>- Bu, komünist “yeniden yönelim”in pusulası olabilir mi?</b></p><p class="MsoNormal">Pandemi, halk sağlığına yönelik sinsi bir saldırının ortasında geldi. Enerji ve EDF'yi (Électricité de France-Fransa merkezli elektrik iletim şirketi; ç.n.), demiryolu ulaşımını ve SNCF'yi (Société Nationale des Chemins de Fer Français-Fransa’da devlete ait demiryolu taşımacılığı kurumu; ç.n.), kentsel ulaşımı ve sağlığı etkiledikten sonra, özelleştirmeler şüphesiz yüksek öğrenime ve eğitime saldıracaktır. Kapitalizmin, Direniş’in –De Gaullecüler ile komünistlerin birleşik ittifakı- kamulaştırma programına karşı bu kapsamlı saldırısıyla karşı karşıya kalındığında belirli konular üzerinde genel bir mücadele vermek mümkündür. Doktordan metro vatmanına, çöp toplayıcısından öğretmenine kadar ilgili tüm personeli etkilediği için bir direniş savaşı başlatmanın zamanı geldi. Çünkü sadece iki yol var: son dönemlerde büyük başarılar elde eden egemen kapitalist yol ve çok zayıflamış olan komünist yol. Ve ikincisini diriltmeden, ilkine karşı nasıl siyaset yapılabileceğini gerçekten anlamıyorum. </p><p class="MsoNormal"><b><br /></b></p><p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://www.humanite.fr/en-debat/alain-badiou/alain-badiou-il-est-temps-de-satteler-une-riposte-generale-742499">https://www.humanite.fr/en-debat/alain-badiou/alain-badiou-il-est-temps-de-satteler-une-riposte-generale-742499</a> adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir. </i></b></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p><p class="MsoNormal"><b><br /></b></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-88720018971838694542022-04-07T10:33:00.003+03:002022-04-07T10:49:43.840+03:00Raúl Zibechi: Jeopolitiğe sıkışmayalım<p><b>Uruguaylı gazeteci-yazar
Raúl Zibechi, Latin Amerika ve Karayipler merkezli yayın yapan nodal.am internet
portalı için kaleme aldığı yazısında Rusya’nın Ukrayna işgalinden yola çıkarak,
jeopolitik kavramının ve bu kavrama dayanan siyaset yapma anlayışının sistemle olan
yakın bağına vurgu yapıyor.</b></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3sByNZprIqCOL2-dNjoRI49jVy8XhgKvuyMf9WDWN0sumEf_4h73gHJu9Px7Q0Z-m6GcuwC3J7rcpl_5hsk93U6p7RaJd1DXwaqXT_wsf1krC3VYFUPBeqPCi8cdp2vs0Yt1ZogpU0ESEnTA1rneBjvJ4FHhuvayPLfvu2S_vmvAHhpH4XJtYJwH9/s750/zz.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="430" data-original-width="750" height="366" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi3sByNZprIqCOL2-dNjoRI49jVy8XhgKvuyMf9WDWN0sumEf_4h73gHJu9Px7Q0Z-m6GcuwC3J7rcpl_5hsk93U6p7RaJd1DXwaqXT_wsf1krC3VYFUPBeqPCi8cdp2vs0Yt1ZogpU0ESEnTA1rneBjvJ4FHhuvayPLfvu2S_vmvAHhpH4XJtYJwH9/w640-h366/zz.jpg" width="640" /></a></div><p><br /></p>Jeopolitik, en güçlü devletlerin hizmetindedir, emperyal
düşünce ve dünyayı görme biçimleri ile ilgilidir. Bu şekilde ortaya çıkmıştır
ve bazı entelektüeller bir çeşit solcu, hatta devrimci jeopolitikten bahsetse
de hâlâ öyledir.<p></p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Jeopolitik, 20. yüzyılın başlarında coğrafi gerçeklikleri
uluslararası ilişkiler ile bağlantılandıran Kuzeyli coğrafyacılar ve askeri
stratejistler arasında ortaya çıkmıştır. Kavram ilk kez, İsveçli coğrafyacı Rudolf
Kjellén’in “Bir Yaşam Biçimi Olarak Devlet” (1916 basımı; ç.n.) isimli
kitabında ortaya çıkmıştır. ABD’li amiral Alfred Mahan deniz hâkimiyeti
stratejisini geliştirirken Nicholas Spykman, Latin Amerika’yı, ABD’nin küresel
egemenliğini güvence altına almak için mutlak kontrolünü sürdürmesi gereken
bölge olarak tanımlıyordu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Jeopolitik, 20. yüzyılın başında Almanya’da büyük gelişme
kaydetmiş, Nazizm döneminde muazzam nüfuza ulaşmıştı. Latin Amerika’da, diktatörlük
döneminde (1964-1985) Golbery do Couto e Silva liderliğinde ordu; Brezilya’nın
yayılmasını, Amazon işgalinin tamamlanmasını savunmak ve bölgesel hegemon güç haline
gelmek için kendini jeopolitik üzerinde temellendirdi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu disiplini didiklemeyle değil, bunun halklara getirdiği sonuçlarla
ilgileniyorum. Jeopolitik, devletlerarası ilişkilerle, özellikle de dünyaya
hâkim olmayı amaçlayan devletlerin rolüyle ilgiliyse, bu düşünüşteki büyük
eksiklik analizlerde isimleri bile anılmayan halklardır, ezilen halk
yığınlarıdır. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini haklı gösterenlerin birçoğu,
ABD mezalimlerini kınamak için sayfaları dolduruyor. Birileri bize şunu
hatırlatıyor: ABD, 1990’larda 48 askeri müdahale gerçekleştirdi ve 21. yüzyılın
ilk 20 senesi boyunca sonu gelmeyen çeşitli savaşlarla meşgul oldu. Bu dönemde
ABD’nin, dünya genelinde 24 askeri müdahale ve 100 bin hava bombardımanı
gerçekleştirdiğini, Barack Obama başkanlığında sadece 2016 yılında 7 ülkeye 16
bin 171 bomba attığını ekliyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu analizin mantığı şuna benzer bir şey söylüyor: A
imparatorluğu korkunç düzeyde zalim ve cani; ancak B imparatorluğu çok daha az
zararlı, çünkü kuşkusuz işlediği daha az suç var. ABD, her yıl yüz binlerce ya
da on binlerce insanı öldüren bir emperyal mekanizma iken, neden Rusya gibi
sadece birkaç bin insanı öldürenlere karşı sesinizi yükseltiyorsunuz? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu, insanların acılarını hesaba katmayan, insanları sadece ölüm
istatistiklerindeki sayılar, salt ölmeye giden askerler, sadece şirket ve
devletlerin kârlarını hesaplayan bir ölçekte sayılar olarak gören ürpertici ve
bencil bir siyaset yapma biçimi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aksine, aşağıdan gelen bizler ezilen halkları, sınıfları,
ten renklerini ve cinsiyetleri ön planda tutuyoruz. Çıkış noktamız ne devletler
ne silahlı kuvvetler, ne de sermayedir. Küresel bir senaryonun, yayılmacı ve
emperyalist devletlerin varlığından bihaber değiliz. Ancak bu senaryoyu, aşağıdan
hareketler ve örgütler olarak nasıl davranacağımıza karar vermek doğrultusunda
analiz ediyoruz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">1916 yılında, Birinci Dünya Savaşı sırasında yazdığı “Emperyalizm-Kapitalizmin
En Yüksek Aşaması” kitabında Lenin, tekelci kapitalizmi savaşın nedeni olarak tahlil
etmişti. Ancak taraf tutmamış ve kıyımı devrime dönüştürmeye çalışmıştı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Immanuel Wallerstein da böyle çalıştı. Onun dünya sistemi
teorisi, toplumsal dönüşümü destekleme amacıyla, küreselleşmiş bir gezegende
politik ve ekonomik ilişkilerin nasıl çalıştığını anlamayı ve açıklamayı
hedefler. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bunlar, faal insanlar için yararlı araçlardır. Çünkü
sistemin nasıl işlediğini anlamak, rakip güçlerden birini haklı göstermeye
neden olmak şöyle dursun, aşağıdakiler üzerinde ne sonuçları olacağını öngörmemize
sebep olur. Zapatismo, deneyimlediğimiz sistemik kaosu bir fırtına olarak
adlandırır ve ayrıca, kapitalizmin işleyişindeki değişimleri anlamanın gerekli
olduğunu düşünür. İlki, yani fırtına hususunda sonuç, daha önce deneyimlemediğimiz
aşırı durumlarla karşılaşmaya hazır olmamız gerektiğidir. Önümüzdeki birkaç yıl
içinde atom silahlarının kullanılabileceğini düşündük mü?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İkinci, yani anlama hususunda, Zapatistalar hatırladığım
kadarıyla açık şekilde bahsetmiyorlarsa da, en zengin yüzde 1’in ulus-devletleri
gasp ettiği, medyanın bulunmadığı, sadece zehirlenmenin olduğu ve seçim
demokrasilerinin soykırım işlemenin mazereti değilse de birer peri masalı
olduğu açık. Sonuç olarak, kendilerini devlet mantığına sıkıştırmaya geçit vermezler.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İnsanlığın varlığını sürdürmesi için çarpıcı zamanlardan
geçiyoruz. Gözlerimizi açmalı ve jeopolitik bataklığına sürüklenmemize izin
vermemeliyiz. Sis, ışık ile gölgeyi ayırt etmemizi engelleyecek kadar yoğun iken,
bizi ileriye taşıyacak olan etik ilkelere sarılalım.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><a href="https://www.nodal.am/2022/03/no-nos-dejemos-aplastar-por-la-geopolitica-por-raul-zibechi/">https://www.nodal.am/2022/03/no-nos-dejemos-aplastar-por-la-geopolitica-por-raul-zibechi/</a>
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-16209605199863603132022-03-24T13:17:00.004+03:002022-03-24T13:17:50.730+03:00Enzo Traverso ile “Devrim: Bir Entelektüel Tarih” üzerine (Söyleşi)<p><b><i>Tarihçi-akademisyen Enzo Traverso, ABD’nin Cornell
Universitesi’nin yayını Cornell Chronicle ile yeni kitabı “Devrim: Bir
Entelektüel Tarih” üzerine söyleşi gerçekleştirdi.</i></b></p><p><b></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRtf-u8TFjcNY1LvPHHA9_51VY8EYffcpio-IcvKScHJ-QviR7LPjVFmX0b9H9Sn2IGxqmGhbhs0rzh39beB8yHeF-ugIg8bAJs4MheTlGzRf7ZXfs43DHUhJXHcCkDH0DH13uihebasYFTwsCtdQ0j7J1Ye8SDmF6TW6g-NqT3-rBRm58hicTzeo1/s2560/traverso.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2560" data-original-width="1674" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiRtf-u8TFjcNY1LvPHHA9_51VY8EYffcpio-IcvKScHJ-QviR7LPjVFmX0b9H9Sn2IGxqmGhbhs0rzh39beB8yHeF-ugIg8bAJs4MheTlGzRf7ZXfs43DHUhJXHcCkDH0DH13uihebasYFTwsCtdQ0j7J1Ye8SDmF6TW6g-NqT3-rBRm58hicTzeo1/w418-h640/traverso.jpg" width="418" /></a></b></div><b><br /><i><br /></i></b><p></p><p class="MsoNormal"><i>Bir devrim, sadece kurulu düzenle sert bir kopuş değil, aynı
zamanda halkın doğurduğu bir sosyal ve politik değişimdir. Ve devrim, sadece
geçmişe ait değildir diyor romantizm çalışmaları akademisyeni Enzo Traverso.
Traverso, Ekim 2021’de yayımlanan “Devrim: Bir Entelektüel Tarih” kitabında,
19. ve 20. yüzyıl devrimlerinin tarihini, bir imgeler takımı üzerinden yeniden
yorumluyor: Marx’ın “tarihin lokomotifi”nden Lenin’in mumyalanmış bedenine, Paris
Komünü’nün Vendome Sütunu’nu yıkışına; sorunlu şimdimize, devrimci geçmişin yeni
bir entelektüel tarihini sunuyor. </i><o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]-->-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> - </span><b>Bu araştırma
dizisi için size ilham veren nedir?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal">Bu kitap, bir önceki kitabım Solun Melankolisi’nin tarihsel
yankısını genişletiyor ve derinleştiriyor. Birkaç on yıl boyunca modern
şiddetin –topyekûn savaşlar, faşizm, totalitarizm, soykırım ve entelektüellerin
sürülmesi- tarihini incelememin ardından bunun tamamlanmamış, sakat bırakılmış
bir alan olduğunu fark ettim; çünkü on dokuzuncu ve yirminci yüzyılın bereketli
bir yorumlayıcısı, onların özgürleştirici mücadele ve devrimlerini de
içermelidir. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Devrimler neredeyse her yerde başarısız oldu ve çok sık
biçimde, bunların enkazları resmin karanlık tarafında dâhil oldu: despotizmin,
tiranlığın ve otoriter iktidarın parçası haline geldiler. Bununla birlikte,
gizil güçleri hiçbir şekilde göz ardı edilebilir değildir ve mirasları dikkate
değer şekilde varlığını korur.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">SSCB tarihi; özgürlükten yoksunluk, diktatörlük ve şiddet
ile kurulmuştur ve tüm yörüngesini totalitarizm ve gulag ile özdeşleştirmeye
alışığız. Ancak tarihin diyalektiği karmaşıktır: modernitenin birkaç temel
özelliğinde bahsedersek; demokrasinin ortaya çıkışı, genel oy hakkı, kadın
hakları ve dekolonizasyon, Fransız ve Haiti devrimlerinden Rus ve Çin
devrimlerine kadar devrim tarihinden ayrılamaz. <o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]-->-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> - </span><b>Bize,
devrimin kısa ve öz bir tanımını verebilir misiniz?</b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Hukuki ve politik tabirlerle, devrim, kurulu düzenle, bazen
ülkenin ekonomik ve sosyal yapılarında dönüşümü de içeren sert bir kopuş
anlamına gelir. Ancak devrimler, aşağıdan doğan sosyal ve politik depremlerdir;
toplumun yönetilen ve madun tabakalarını –genellikle “halk” şeklinde
tanımlananları- tarihsel öznelere dönüştürürler. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Bir devrim boyunca yaşam; yeni, beklenmeyen ve olağandışı
bir yoğunluk kazanır. Aniden, halk kendi gücünün farkına varır ve kendini, dünyayı
değiştirebilir hisseder. Birçok şahidi, devrimleri, Chagall’ın resimlerinde
yerçekimi kanununun üstesinden gelerek köylerin ve tepelerin üzerinde uçmanın
tadını çıkaran karakterler gibi, bir hafifleme hissi olarak tasvir etmiştir.<o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]-->-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> - </span><!--[endif]--><b>Bu kitap
sadece politik devrimleri mi betimliyor, yoksa kapsamı daha mı geniş?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal">Kitabımın ikinci başlığı, “bir entelektüel tarih”ten bahsediyor.
Devrimler, politik değişimlerden çok daha fazlasıdır; bazen antropolojik
değişimleri de içerirler. Yaşama ve düşünme biçimlerini, toplumu algılama ve
yansıtma biçimlerini derinlemesine dönüştürürler. Politik değişimlerin çok
ötesine geçerler, çünkü toplumsal ilişkileri ve kültürleri derinden etkiler,
estetik ve edebiyat âlemlerini sarsarlar. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Kitabımda, hem düşüncelerle hem de imgelerle ilgileniyor,
bağlantılarını inceliyorum. Böylece devrimlere; teorileri, ideolojileri, ütopik
tasarımları ve kolektif hisleri yoğunlaştırak “diyalektik imgeler” olarak
bakıyorum. Bayraklar ve barikatlar gibi devrimci sembollerle ilgilenen çok
geniş bir ikonografi biliyoruz, ancak alegorileri ihmal etmememiz gerektiğini
düşünüyorum. Sadece iki örnek vermek gerekirse; “tarihin lokomotifi” ya da “cennet
fırtınası” olarak devrimlerin betimlemeleri, bir tarih felsefesini ve insanların
genel bakışını ortaya koyan alegori ve metaforlardır. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Devrimler, ütopya fabrikalarıdır. Fransız Devrimi, insanlığa
“yeniden hayat vermeyi” amaçladı ve bütün bir 19. yüzyıl, ideal toplumsal
düzeni kurma doğrultusundaki ütopik tasarımlarla dolup taştı: bu, bütünlüklü
özgürlük ve insan ile doğa arasındaki kusursuz harmoniyi (Fourier) içeren en
bonkör fantezilerden, rasyonelleştirilmiş disiplin sistemi (Cabet) şeklindeki
en korkunç fikirlere uzanan bir kapsamdadır. Fransız Devrimi, 19. yüzyılın başından
sonuna dek ilerleme fikrini ateşledi ve Haiti Devrimi, kölelerin ve
sömürgeleştirilmiş halkların yeni bir kendini özgürleştirme çağını ilan etti. Rus
Devrimi ile ütopyalar “hem gerekli hem mümkün” hale geldi; dünyayı
değiştirmenin, günün görevi haline geldiği hissini yaydı. 1920’ler boyunca
Rusya’da, bütünlüklü özgürlük, evrensel kardeşlik ve eşitlik hayalleri, “ölümsüzlük”
gibi çılgın fikirlerle, “yeni insan” yaratma, bilim ve teknoloji vasıtasıyla
gezegeni yeniden şekillendirme gibi tehlikeli projelerle birleştirildi. Bu
garip ve büyüleyici karmaşıklık, ne
idealize edilmeyi ne damgalanmayı hak eder; eleştirel olarak anlaşılmasını
gerektirir.<o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]-->-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;">
</span><!--[endif]--><b>Bu
kitapta ortaya koyduğunuz ve analiz ettiğiniz devrimler arasında nedensellik
bağları var mıdır? Devrimlerin azmettiricileri geçmişten nasıl faydalanır?</b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Kitabımın amaçlarından biri, devrimlerin determinist
nedensellikler aracılığıyla açıklanamayacağını göstermek. Tabii ki bütün
tarihsel olaylar gibi birçok temek dayanakları, devrim süreci tükendiğinde ve
başarıyla sonuçlandığında netlik kazanan çok sayıda “nedenleri” vardır. Bu
tarihçilerin görevidir, fakat nedenleri saptamanın, onu açıklamak değil, karmaşık
ve türlü türlü görünüşü aydınlatmak anlamına geldiğinin farkında olmalılar. Devrimler,
öncüllerini aşar ve geleceği keşfeder; öngörülemezlerdir, genellikle
beklenmezler ve sonuçlarını önceden bilemezler. Dinamiklerinin ve sonuçlarının,
“sebeplerinin” içinde barınacağını düşünmek saf ve basite indirgenmiş bir
tarihsel erekselciliktir (bkz. <a href="https://tr.wikipedia.org/wiki/Teleoloji">Teleoloji</a>;
ç.n.).<o:p></o:p></p><p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]-->-<span style="font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant-east-asian: normal; font-variant-numeric: normal; line-height: normal;"> - </span><b>“Devrim:
Bir Entelektüel Tarih”, yayıncının “sorunlu şimdimiz” şeklinde tanımladığı şeye
nasıl bir umut sunuyor?<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal">Benim alanım entelektüel tarih ve kitabım, gelecek için bir
reçete sunma iddiasında değil. Bu benim görevim değil. Bununla birlikte, bir
yurttaş ve kendini adamış bir tarihçi olarak, “sorunlu şimdimiz”e kayıtsız
kalamam ve kitabım –bu tüm tarih kitapları için geçerlidir- sadece geçmişi
anlama değil, yaşadığımız dünyayı da anlama çabasına ortak oluyor.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal">Devrimi, günümüze belirli bir yaklaşıma işaret eden,
tarihsel yorumlamanın anahtar kategorisi olarak yeniden sunmak istiyorum. Devrim
sadece geçmişe ait değildir; Arap ülkelerindekiler ve neredeyse bütün kıtalarda
ortaya çıkan küresel değişim talepli hareketler başta olmak üzere 21. yüzyıl şimdiden
devrimler tecrübe etti. Devrimler başarısız oldular ya da yenildiler ve
tarihçiler, trajik sonuçlarının nedenlerini soruşturmalılar, ancak tarihçiler
aynı zamanda gizil güçlerini, dönüm noktalarını, belirgin çekişmelerini ve
aktörlerini parçalayan açmazlarını da soruşturmalılar. Devrimler, ana akım betimlemelerde
görünen ön yüzünden ötede, kolektif hafızanın gizli yanlarının içinden geçerler:
bilim insanlarının, kendi zamanlarının tarihsel bilinçdışını sorgulamaları
gerekmez mi?<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"><b><i><a href="https://as.cornell.edu/news/new-history-revolution-offers-hope-our-troubled-present">https://as.cornell.edu/news/new-history-revolution-offers-hope-our-troubled-present</a>
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.</i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p><p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p>
</p><br /><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-81822210575634642492021-12-17T12:19:00.001+03:002021-12-17T12:19:44.852+03:00Şili'de halk isyanının ardından gelen seçim: Solun adayı Boric mi, faşist Kast mı?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhA-0ds0J_LBQwTjK0nngXw9PylYnooRbzHaLec5NBUN1DQPNpePo_VL9fvEAZ6uWTQSLS0_EwI1nR5ORi3-AsORNXuVX0kQMLeF_VnVjvl3S1PhCDmnn89xVJF2Ovt2Lf1zZyykCGoPWjYxFcleciSeYj3bwAjfLOJCeJ9Y7wuXPh1pfW6JxaHveCP=s600" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="338" data-original-width="600" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhA-0ds0J_LBQwTjK0nngXw9PylYnooRbzHaLec5NBUN1DQPNpePo_VL9fvEAZ6uWTQSLS0_EwI1nR5ORi3-AsORNXuVX0kQMLeF_VnVjvl3S1PhCDmnn89xVJF2Ovt2Lf1zZyykCGoPWjYxFcleciSeYj3bwAjfLOJCeJ9Y7wuXPh1pfW6JxaHveCP=w400-h225" width="400" /></a></div><br /><p><br /></p><p>Şili’de, faşist lider Augusto Pinochet döneminden beri sürdürülen
ve ülkenin, neoliberalizmin laboratuvarı olarak tanımlanmasına neden olan
ekonomik kalkınma modeli, 2019 yılına gelindiğinde geniş kitleler tarafından
fiili ve kitlesel eylem ile reddedilmeye başlandı. 2019 yılının Ekim ayında,
lise öğrencilerinin ulaşım zammına tepki eylemleriyle başlayan sokak hareketi,
aylar süren, onlarca kişinin ölümü ve plastik mermilerle gözünü kaybetmesine
neden olacak düzeyde şiddetle yanıtlanmasına karşın bastırılamayan bir hâl
aldı. Geniş kitlelerin neoliberal politikalara son verilmesi talebi, bu
politikaların el kitabı olan Pinochet anayasasının yürürlükten kalkarak yeni
bir anayasa oluşturulması doğrultusunda bir referandum ile karşılığını buldu. Referandum
sonucunda solun-sosyalistlerin ve yerli halkların ağırlıkta olduğu bir anayasa
meclisi ortaya çıkarken, bu sürecin bir yansıması da, ülkede uzun yıllar sonra
solun-sosyalistlerin bir iktidar alternatifi olarak yükselmesi oldu. 21 Kasım
2021 tarihinde gerçekleşen devlet başkanlığı ilk tur seçiminde, çeşitli sol-sosyalist
partilerin anayasa referandumu sürecinde bir araya gelerek oluşturduğu Apruebo
Dignidad (Haysiyeti Onaylıyorum) ittifakının adayı Gabriel Boric Font’un aşırı
sağ aday José Antonio Kast
ile birlikte 19 Aralık’ta gerçekleşecek ikinci tur seçimlere kalması da bu
yükselişin göstergelerindendi.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Katalan bir anne, Hırvat bir babanın çocuğu olan Gabriel Boric;
2018 yılında Movimiento Autonomista (Otonomist Hareket), Izquierda Libertaria (Liberter
Sol), Nueva Democracia (Yeni Demokrasi) ve Socialismo y Libertad (Sosyalizm ve
Özgürlük) isimli politik yapıların bir araya gelmesi ile oluşturulan
Convergencia Social (Toplumsal Yaklaşım) partisinin önde gelen isimlerinden.
İki dönemdir milletvekili olan ve politik faaliyetleri nedeniyle hukuk
öğrenimini yarıda bırakan 35 yaşındaki Boric, Apruebo Dignidad (Haysiyeti
Onaylıyorum) ittifakı içinde yer alan ve liderliğini 23 yaşında bir kadının, Alondra
Arellano’nun yaptığı partisinin adayı olarak 18 Temmuz’da ön seçimlere girdi. <span style="color: #0f1419; mso-bidi-font-family: "Segoe UI";">Otonomcu, liberter
sosyalist olarak tanımlanan ve 2019 yılında Komünler isimli politik harekete
dönüşen Izquierda Autónoma (Otonom Sol) isimli gençlik örgütünün içinden gelen</span>
<span style="color: #0f1419; mso-bidi-font-family: "Segoe UI";">Boric, bu ön seçimde
sürpriz yaparak, Apruebo Dignidad ittifakının başkan adayı olmasına neredeyse
kesin gözüyle bakılan Komünist Parti üyesi Daniel Jadue’yi geride bıraktı ve
sosyalistlerin adayı oldu. Seçimin ardından Salvador Allende’nin son sözlerine
atıfta bulunan Boric, “Daha iyi bir toplum inşa etmek için özgür insanların
geçeceği büyük caddeler yeniden açılacak. “Şili, nasıl ki neoliberalizmin
beşiği idiyse, mezarı da olacaktır” demişti. </span>Boric’in, 2019 yılı Aralık
ayında, yani ülkeyi yeni bir anayasa yazılmasına kadar götüren büyük
protestoların başlamasının ardından çıkarılan ve “anti-barikat yasası” adı
verilen yasaya ‘evet’ oyu vermiş olması sık sık tartışmalara neden oluyor. Boric
o dönem kendini, “Biz, barikatları toplumsal mücadele bağlamında direnişin meşru
bir ifadesi olarak görüyoruz. İlk gününden beri protestoların içindeyiz. Fakat
sosyal protestoları, yağma ve kundaklama fırsatı olarak görüp bunları
kriminalize edenlere karşıyız” şeklinde savunmuştu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Boric, seçim sürecinde başkan olması halinde isyan
tutsakları için bir af düzenlemesi yapıp yapmayacağına ilişkin sorulara ise
böyle bir çalışmanın istisnalar ile yapılacağını, genel bir af olmayacağını
belirterek, “Bir kiliseyi yakan birini ya da marketi yağmalayan birini
affedemezsiniz” demişti. Bu açıklamaları tepki gören Boric, Temmuz ayında isyan tutsaklarıyla görüşmek üzere bir cezaevine yaptığı ziyaret sırasında bir tutsağın
yumruklu saldırısına da uğramıştı.</p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Küba’daki rejim karşıtı protestolara dair, “Küba’ya yönelik
ambargoyu kınıyoruz. Fakat bugün, daha fazla özgürlük için ayağa kalkan Küba
halkının yanında durmalıyız” şeklindeki açıklamasının ardından Daniel Jadue
tarafından, “Zamanında anti-barikat yasasına verdiği destekten dolayı bugün birçok
politik tutsak var. Kendisinden daha fazla tevazu rica ediyorum, çünkü böylesi
bir ciddiyetle kınadığı ülkede (Küba’da) hâlâ çıkarılmış gözler, başının
üstünden kamyon geçen insanlar yok ve ben, Şili’de olanlar için endişelenmemizi
istiyorum” şeklinde eleştirilmişti. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ön seçim öncesinde bu süreçteki rekabetin de etkisinin
olduğu düşünülen tüm bu eleştirilerine karşın Jadue, aynı ittifak içinde yer
aldığı Boric’in başkan adaylığına desteğini sık sık ifade etti ve seçim
çalışmalarına aktif olarak dâhil oldu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgUKvXzYTJxryoEEpvtisNvK4Mv5Ypxz3OdbjIQT_5pS2VQxrsEor9z1rwS61eIkZC7hdunyiZLRP6c4m6J7OxsNS33ABbRm24BoxPeSzI7EuNYi_6VbDSiRunxVmjWBvtfOh2bNmUDHYAwv_m00NBlvmwo1vfQOYS6ZJeQRwaJn4Tpdz-Vyv9W0OrQ=s654" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="436" data-original-width="654" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgUKvXzYTJxryoEEpvtisNvK4Mv5Ypxz3OdbjIQT_5pS2VQxrsEor9z1rwS61eIkZC7hdunyiZLRP6c4m6J7OxsNS33ABbRm24BoxPeSzI7EuNYi_6VbDSiRunxVmjWBvtfOh2bNmUDHYAwv_m00NBlvmwo1vfQOYS6ZJeQRwaJn4Tpdz-Vyv9W0OrQ=w400-h266" width="400" /></a></div><br />Boric, seçimin ilk turu sonrasında 230 sayfalık iktidar
programını 18 sayfaya düşürürken, merkezin oyunu alabilmek için de programda bazı
“esnemeler” gerçekleştirildi. Boric’in, “Büyük şirketlerin değil, halkın
hizmetinde” şeklinde tanımladığı programda, Pinochet döneminden bu yana
uygulanan ve geniş kesimlerin tepkisini çeken özel emeklilik sistemine son
verilmesi, KOBİ’lere uygun kredi sağlanması, büyük şirketler ve varlıklı
bireylerden, yani nüfusun yüzde 0,1’ini oluşturmasına karşın gayrisafi yurt içi
hasılanın yüzde 1,5’una sahip olan 11 bin kişiden daha yüksek vergi alınması,
sosyal hizmet harcamalarının arttırılması, öğrencilerin borçlarının silinmesi,
asgari ücretin 500 dolara çıkarılması ve çalışma saatlerinin kısaltılması gibi
başlıklar yer alıyor. Boric’in programındaki bir diğer başlık da polis
teşkilatına dair. Ülkede bir yıldan fazla bir zaman devam eden halk isyanı
sürecinde 34 kişinin ölümünün ve 464 kişinin kalıcı ya da geçici göz hasarı
almasının sorumlusu olan Carabineros adı verilen Şili polisi konusundaki, ‘teşkilatın
feshedilmesi’ çağrılarının aksine Boric, programında “insan haklarına tamamen
saygılı, yeni ve daha iyi eğitilmiş polisler” vaadinde bulunuyor. <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal">İki başkan adayı, Gabriel Boric ve <span style="color: black; mso-themecolor: text1;">José </span>Antonio Kast, bazı başlıklarda birbirine
tamamen zıt fikirlere sahip. Seçim sürecinde “Şili’nin Bolsonaro’su” olarak
tanımlanan aşırı sağ/faşist aday Kast, göçmenlere karşı sınırda üç metre
derinliğinde hendek kazmayı vaat edip, bunun “düşük maliyetli bir çözüm”
olduğunu belirtirken, Boric ise “Göçmenlere insan hakları perspektifinden
yaklaşılmalı” diyor. Mapuche halkına bakış konusunda da iki aday arasında büyük
fark var. Kast, Mapuche halkının yurdu olan Wallmapu’daki askeri yığınağın
sürmesi ve savunma amaçlı “meşru şiddetin” kullanılması taraftarı iken
“uluslararası radikal sol karşıtı koordinasyon” önerisinde bulunuyor. Boric ise
bölgenin militarizasyonuna karşı çıkarken, Kast’ın tahayyülünü “polis devleti”
olarak tanımlıyor. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha önce kamuoyuyla paylaştığı iktidar programında, Kadın
ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nı feshetmeye yer veren faşist aday
Kast, gördüğü tepkilerin ardından geçtiğimiz haftalarda bütün kadınlardan özür
dileyerek yaptıklarının bir hata olduğunu ve bundan vazgeçtiklerini belirtti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gabriel Boric, faşist bir aday karşısında Şili solunun geniş
bir kesimi tarafından desteklense de, özellikle ilk turun ardından merkezden oy
alma doğrultusunda yumuşatılan ve belki de İskandinav sosyal demokrasisinin bir
benzerini hedeflediği söylenebilecek programının da etkisiyle, çeşitli çevreler
tarafından eleştirilere de maruz kalıyor. Örneğin bu çevrelerden Devrimci İşçi
Partisi (PTR) tarafından geçtiğimiz günlerde yapılan açıklamada, Kast’ın, “Ekim
ayaklanmasında (2019 Ekim kastediliyor; ç.n.) savaşılan her şeyi temsil ettiği”
ve “topyekûn işçi sınıfına saldırı projesi olduğu” belirtilerek özetle,
“Bizler, Kast’tan nefret eden ve ona karşı durmak isteyen işçilerle, kadınlarla,
gençlerle ve farklı cinsiyet kimlikleriyle omuz omuza duruyoruz. Çağrımız,
Boric’e ve projesine güvenmeksizin Kast’ı ve sağı, işçi sınıfının ve halk
kesimlerinin gücü ve seferberliğiyle yenmektir. Boric, Ekim’in taleplerini
temsil etmemektedir. Son birkaç haftada, kendisinde hızlı bir merkeze ve
ılımlılığa yönelmeye şahit olduk. Bu, sadece bir seçim taktiği olmaktan ötedir,
söz konusu olan olası bir hükümetinin karakterinin ne olacağıdır” ifadeleri kullanılmıştı.
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sonuç olarak, seçime kısa süre kalmışken yapılan kamuoyu
araştırmalarında, müesses nizamın temsilcisi Kast ile başa baş görünen ve bazı
kesimlerce politik nedenlerle ve içten, bazı kesimlerce ise taktik nedenlerle
desteklenen Boric’in devlet başkanı olması halinde yapacakları ve
yapmayacaklarıyla bir restorasyonun mu, yoksa uzun yıllardır uygulanan neoliberal
politikaların topluma verdiği hasarı onarma ve ötesine geçme doğrultusunda
geniş kapsamlı bir dönüşümün mü yüzü olacağı belirsiz. Net olan, Boric’in
kaybetmesi halinde ömrü 40 yılı aşan ve Pinochet’nin kendisi ölse de mirası olarak
yaşayan rejimin, 2019 Ekim isyanı sürecinden anayasasını kaybetse de ideolojik
olarak güçlenerek çıkacağı ve bu yenilginin ülkedeki tüm ezilenlerin yenilgisi
olacağı. <o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><b>Gerçeğin Günlüğü</b></p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-7117191570269917092021-11-11T14:39:00.002+03:002021-12-12T13:39:29.798+03:00Enzo Traverso: Solun tarihsel devamlılığındaki kopuş, sağınkinden daha derin<p><b><i>Le Monde Diplomatique-Cono Sur baskısından
Micaela Cuesta, yazar Enzo Traverso ile bir söyleşi gerçekleştirdi. Söyleşide; neoliberalizmin
kökenleri, bugünkü durumu ve yeni sağ-neoliberalizm ilişkisi, sosyal medyanın ve
dijital araçların mücadele araç ve yöntemlerine etkisi gibi konular üzerinde
duruluyor.</i></b></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhe7k9uHN9rXT974DLgpF05xBpCWDf-NfDVCqQsiGUsvvwwCXqee4NfMemxVQ6IfIahZpYj0x3sSzZHkqyXYYozcjH3_F649qE-cIjouHC2aBZnfavoKOphVTp0S1uPP9uDwoFPyHZTDQg/s1504/traverso.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1080" data-original-width="1504" height="288" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhe7k9uHN9rXT974DLgpF05xBpCWDf-NfDVCqQsiGUsvvwwCXqee4NfMemxVQ6IfIahZpYj0x3sSzZHkqyXYYozcjH3_F649qE-cIjouHC2aBZnfavoKOphVTp0S1uPP9uDwoFPyHZTDQg/w400-h288/traverso.jpg" width="400" /></a></div><br /><p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><b><i><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"> - </span></span></span>Söyleşiye neyle başlayacağını seçmek kolay
değil, o nedenle kökenlere dair bir soruyla başlamak aklıma geliyor: içinde
yaşadığımız bu zamanın kökenlerini nasıl açıklarsınız? Hangi zamansallıkları
davet ediyor? Hangi genel özellikleri ve benzersizlikleri taşıyor?</i></b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Neoliberalizmin kökenleri çok
eskiye dayanıyor. Entelektüel anlamda, 1930’lara oturtmamız gerekir.
Kapitalizmin baskın biçimi olarak, Margaret Thatcher ve Ronald Reagan
tarafından 1980’lerin başında uygulandığından (laboratuvarı olan Latin Amerika’da
Pinochet ile bunun çok öncesinden deneyimlendi) en az 40 yaşında. Bu da,
neredeyse iki neslin neoliberal tarihsellik rejimi ile yaşadığı anlamına
geliyor. Gençler için neoliberalizm bir norm, gezegeni şekillendiren bir “yaşam
biçimi”. Deneyimlenmiş başka ekonomik ve toplumsal modellerle
karşılaştırabilmek için, bunun en az 70 yaşında olması gerekir. Özetle,
neoliberalizmin birtakım ekonomi politikalarından çok daha fazlası olduğuna
inanıyorum; kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine, ekonominin finansallaştırılmasına,
piyasaların kuralsızlaştırılmasına vb. hiçbir şekilde indirgenemeyeceğini
düşünüyorum. Şüphesiz, savaş sonrası sürecin baskın kapitalizm biçimi olan
“Refah Devleti”nin muzaffer alternatifi olarak görebiliriz, fakat bu
basitleştirme olur. Pierre Dardot ve Christian Laval’in vurguladığı üzere,
neoliberalizm, Weberyen anlamda bir “kendini hayatta idame etme” yolu,
değerleri, davranışları ve genel ahlâkı reçete eden bir antropolojik modeldir. Bireysellik,
rekabet ve özel çıkar arayışına dayalı varoluşun örgütlenmesini temel alan bir
antropolojik modeldir. Herkes kendi yaşamını kendisinin “girişimcisi” olarak
tasavvur etmelidir. Bazıları neoliberalizmi, zamanın yeni bir algılanışı ve
temsili olarak tanımlamıştır; neoliberalizm “şimdici”dir çünkü ben sadece
şimdiki zamanı bilirim; geçmişi ve geleceği şimdiye sıkıştırır. Değişmez bir
toplumsal ve ekonomik çerçevede yenilenme ve kalıcı değişim değilse artık
gelecek fikri yoktur; gelecek sadece bireysel “başarı” olarak düşünülebilir ve
bu sebeple aynı zamanda özelleştirilmiştir. Bu antropolojik mutasyonu mümkün
kılan, 20. yüzyıl devrimlerinin başarısızlığıdır. SSCB artık kimseye cazip
gelmemektedir ve karşılaştırırsak, neoliberalizm daha fazla bireysel alanı
sunuyor görünüyor (çoğunluk, Foucault bile buna inanmıştır), fakat SSCB’nin varlığı kapitalizme bir alternatifin mevcut olduğunu göstermişti. Bugün
kapitalizm “doğallaştırılmıştır” ve bu, onun en büyük başarısıdır. Margaret
Thatcher’ın tercih ettiği söylemsel kaide “Hiçbir alternatif yok” idi.</p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i> - </i></b></span></span></span><b><i>Farklı yazarlara göre, neoliberalizm ile
sembolik figürü büyük oranda Donald Trump olan ve sizin “Sağın Yeni
Çehreleri”nde “post-faşizmler” olarak adlandırdığınız şey arasında bir bağlantı
olabilir. Bu kitapta, Trump’ın başka şeylerin yanı sıra neoliberalizme bir
tepkiden ortaya çıktığı anlayışındasınız. Sorum, Trump ve günümüz aşırı sağının
diğer figürlerinin neoliberalizme bir tepki olarak değil de onun bir
devamlılığı veya yan ürünü olarak düşünülüp düşünülemeyeceği.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></i></b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Trump hiç şüphesiz
neoliberalizmin bir ürünü; İtalya’da Berlusconi’den başlayarak Brezilya’da
Bolsonaro ve kendinden önceki birçok başkası gibi. Neoliberalizmin bir siyasi
rengi yoktur, doğası gereği özel mülkiyete ve piyasaya saygılı bütün siyasi
rejimlerle uyumludur (ve bunların içinde eriyebilir). Amerikan finansal
elitleri dört yıl boyunca Trump’la çok iyi anlaştılar ve bugün Brezilya’da Bolsonaro
ile aynısı oluyor. Ancak 2017 ya da 2020’de adayları Trump değildi. Ocak
2021’de Trump, faşist dürtülerini açık edip seçim sonuçlarını yeniden
tartışmaya açmaya yönelerek açık biçimde yıkıcı olan bir hareketi destekleyince
elitler onu terk etti. Bunu, demokrasi aşığı ya da ırkçılık karşıtı
olduklarından yapmadılar, istikrara ihtiyaçları var ve ülkenin bir iç savaşa
sürüklenmesinde çıkarları yok. Wall Street, Pentagon, orta batı eyaletlerindeki
büyük şirketler ve Kaliforniya’daki çokuluslu yeni teknoloji şirketleri, Joe
Biden’ın başkan olmasını engellemek için beyaz üstünlükçü bir hareketi asla
desteklemeyecekti. Bugün Cumhuriyetçi Parti açık biçimde büyük zorluklarla
karşı karşıya çünkü Trump’a olan sadakati, Amerikan müesses nizamının taşıyıcı
kolonlarından olma şeklindeki geleneksel rolü ile neredeyse hiç uyumlu değil.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Avrupa’da neoliberal elitler Almanya
İçin Alternatif Partisi’ni (AfD), Marine Le Pen’i, Matteo Salvini’yi ya da
Vox’u desteklemiyorlar; onların temsilcileri Macron, Angela Merkel ve Mario
Draghi. Avrupa Komisyonu’nu ve Avrupa Merkez Bankası’nı destekliyorlar; ulusal
egemenliğe ve ulusal para birimine dönüşü talep eden aşırı sağı değil. Radikal
sağa doğru devinimin güçlü olduğu doğru. Eğer bu hareketler iktidara gelirlerse
neoliberalizme taahhütte bulunmaları ve programlarını gözden geçirmeleri
gerekir: Polonya’da ve Macaristan’da olan bu, İtalya’da Lega per Salvini
Premier partisinin Draghi hükümetine girmesiyle de bu gerçekleşiyor ve Marine
Le Pen’in avrodan çıkmayı düşünmediğini açıklamasının ardından Fransa’da da
olabilir. Fakat bu ufak bükülmeler, sağın neoliberalizme tâbi olmasının
belirtisi, aksi bir durumun değil. Bir otoriter neoliberalizm biçimi, aşırı
sağa ihtiyaç duymaz, Macron Fransa’sında polis şiddetindeki artışı gözlemlemek
yeterli. Neoliberal temellerde “faşistleştirilmiş” bir gezegen göz ardı
edemeyeceğimiz bir varsayım; teorik bakış açısından hiçbir şey buna karşıt değil.
Fakat bugün, bu bana baskın varsayım gibi görünmüyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i> - </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>Amerika kıtasının bu tarafında, Güney’de,
Trump’ımız yok ama Bolsonaro’muz var. İşaret ettiğiniz gibi, post-faşizmlerin
başvurduğu mitler, klasik faşizminkiler ile mukayese edilemez; ikisinde de bir
mitsel-ideolojik boyut olduğunu kabul etme konusunda benimle aynı fikirde
olacağınızı düşünüyorum. Soru şu olacaktır: hangi “mitolojiler” ya da doğrusunu
söylemek gerekirse hangi toplumsal söylem kırıntıları bu siyasi figürlerin
yerleştiği ideolojik kalelerin inşasına hizmet ediyor?</i></b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Radikal sağın mitolojisi 19.
yüzyıldan miras kalmıştır; muhafazakârdır ve klasik faşizmi karakterize eden
“ütopik” sorumluluğa ya da geleceğe yönelik bir projeksiyona sahip değildir. Şu
anda gezegenin geleceğini planlayanlar neoliberal elitler, aşırı sağ değil.
Radikal sağ mitleri, geçmişe dönmektir. Neoliberal sapmadan önceki, 19.
yüzyıldan kalma bir kapitalizm biçimiyle örtüşen milliyetçi, ırkçı ve yabancı
düşmanı bir kültürü bünyesinde barındırır. Bunu söylemek, hiçbir suretle
neoliberalizmi savunmak değildir. Microsoft, Amazon, Apple vb. çokuluslu
şirketler küresel bir boyuta sahip. Stratejileri, dünyanın büyük kısmında,
özellikle de Asya’da vahşi emek sömürüsü koşullarına ve yarı köleliğe yol açan
emeğin uluslararası bölünmesini gerektiriyor. “Ütopik” neoliberal vizyoner Elon
Musk bile kölelerin yerleştirildiği uydu gezegenlerde yerelleştirilmiş
üretimle, bahçeye dönüştürülmüş bir dünya hayal ediyor. Aynı çokuluslu
şirketler, Silikon Vadisi’ndeki şirketlerinde Hindistan, Pakistan, Afrika ya da
Latin Amerika’dan gelen bilgisayar mühendisleri, mimarlar, tasarımcılar ve
uzmanlaşmış teknisyenleri çok iyi koşullarda çalıştırıyor ve bunlara iyi
maaşlar ödüyor. Ve hiçbir şekilde çalışanlarının cinsel yönelimleriyle
ilgilenmiyorlar. Neoliberal kapitalizm çok ırklı, çok kültürlü ve inanç
bakımından çoğulcu Amerika’dan korkmuyor, çünkü bu, Birleşik Devletler’in
DNA’sıdır. Beyaz üstünlüğü, beyaz bir toplumun çok ırklı bir ülkede azınlığa
dönüşmesi korkusu, küreselleşmiş kapitalizmden önce gelen çok eski bir ırkçı
hayalettir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i>- </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>2008 yılında Massimo Modonesi’ye verdiğiniz bir
mülakatta şöyle demiştiniz: “Komünizme dair çalışmalarda, komünizm hatırasının
kamusal alanda gölgede kalmasıyla paralel bir genişleme var.” Bununla ilgili
olarak, bugün, belki de bu cehaleti temel alarak popülizmin rolünü oynamada
(korku üretmek) başarısız olduğu her seferinde komünizmin bir heyula olarak rolünü
yerine getirmeye çağrıldığını düşünüp düşünmediğinizi sormak istedim. Ve diğer
yandan, bu durum nasıl parçalanabilir?<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt; text-align: justify;">Massimo Modonesi, ortaya
koyduklarıyla kafa patlatılmayı hak eden gerçek bir çelişkiyi yakalamıştı. Komünizmin
kamusal alandan göreceli gözden kayboluşu ve tarihine ilişkin çalışmalardaki
buna paralel artış, “hafıza mekânı”na dönüşümü gösteriyor. Kavramı ilk kullanan
Pierre Nora’ya göre, “hafıza mekânları”, belleğin toplumsal bedende atmayı sona
erdirdiği ve artık kolektif bilgi, pratik ve deneyimler dizisi olarak nesilden
nesle aktarılmadığı zaman doğar. Komünizmin tarihselleştirilmesi, gerçek yaşamda
ortadan kaybolması ile aynı zamana denk gelir. Bu, anti-komünist söylemin
ortadan kaybolması anlamına gelmez: varlığını sürdürür ve çeşitli vesilelerle
demagojik yöntemler ile harekete geçebilir; 2019-2020’de Bernie Sanders’a karşı
kampanyayı düşünelim, İspanya sağının Podemos’a karşı kampanyasını vb., ancak
genel olarak anti-komünizm, artık sağın hayali ve kültürünün asli bir unsuru
değildir. Kültürel ve ideolojik “arşiv”inin bir parçası olarak herhangi bir
anda tekrar aktifleştirilmeye hazır biçimde arka planda durur. Bu bakış
açısından, bir mukayesenin taslağını çizmek ilgi çekicidir. Sahneden atılsa
bile, komünizm yeni alternatif hareketlerin kültür ve tahayyülünde neredeyse
tamamen yok iken anti-komünizm sağın ideolojik arşivinde varlığını sürdürür. Arap
Baharı’nda, Wall Street’i İşgal Et hareketinde, İspanya’daki 15M hareketinde,
Fransa’daki Nuit Debout (Çalışma kanunu reformlarına karşı Fransa’da 2016
yılında başlayan yaygın protestolar; ç.n.) protestolarında vb. bu işleviyle
ilgili bir rol oynamadı. Aşırı sağ, repertuarına –milliyetçilik, ırkçılık,
yabancı düşmanlığı, homofobi, kadın düşmanlığı vb.- bağlı kalarak bazı
varyantları (İslamofobi, antisemitizmin yerini alma eğilimindedir) piyasaya
sürüyor. Alternatif hareketler kendilerini yeniden keşfetmelidir, ancak komünist
gelenekte kesinlikle var olan fakat baskın olmayan sömürgecilik karşıtı ve
ırkçılık karşıtı bir kültür haricinde geçmişle herhangi bir süreklilik
iddiasında bulunmazlar. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Bu bakış açısından, tarihsel
devamlılıktaki kopuş, solda, sağdakinden daha derindir. Yeni alternatif
hareketler, liberter bir geleneği yeniden keşfediyorlar; öğretisel anlamda
anarşizm anlamında değil, bundan ziyade anti-otoriter hassasiyet, yerleşik
geleneklere kayıtsızlık, yatay demokrasi, kolektif katılım, tüm hiyerarşilerin
reddi olarak. Pratiklerinde, ekolojide, yeni haklar talebinde, toplumsal
eşitsizlik eleştirisinde, sınıf, ırk, din ve cinsiyet ayrımcılığı eleştirisinde
bir tür “biçimsel kesişimcilik” içinde aynı meşruiyete sahiptir. Bazen bu
hareketler, gizlenmiş gelenekleri toprağa gömülü olduğu yerden çıkarır, örneğin
Paris Komünü, 20. yüzyıl boyunca komünizmin ona verdiği imajın dışında, bir
doğrudan demokrasi deneyimi olarak yeniden keşfedildi: Ekim Devrimi’nin henüz
olgunlaşmamış bir habercisi şeklindeki imaj.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i> - </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>Özgürleştirici bir eylemin yararına bir
kullanım/yeniden işlevlendirme hakkı ile özdeşleşmiş kavramları, yazarları ya
da kategorileri ele alma çağrısı, solun belirli akımlarının karakteristik bir
hareketidir. Bugün benzer bir harekete şahit oluyoruz gibi görünüyor ama tam tersi
yönde işaret var: taraftar toplamak için solun kavram ve kategorilerini alan
sağ. Onun tarafında yeni kalmış görünüyor; “devrim”, isyan, özgürlük ve hatta
bazı durumlarda cumhuriyet. Soru şu: Eleştiri, en önemli unsuru olan kelama,
yani sava bu kadar az değer biçiliyor görünürken nereye atfedilebilir? </i></b><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Sağ ve sol arasında böylesine
büyük bir “fikir alışverişi”nden bahsedilebileceği konusunda emin değilim. Sol,
sağdan bazı analitik kategorileri ödünç almıştır. Walter Benjamin’den Mario
Tronti’ye, çok iyi tanıdığınız yazarların “istisna hâli” ya da “siyasetçinin
özerkliği” gibi kavramları kullanmalarını bir düşünün. Hatta bütün bir damar
olarak Marksizm ve eleştirel teorinin Heideggerci ilişkisini, en başta da
Herbert Marcuse’u göz önünde bulundurun. Onların tarafında, bazı aşırı sağ
düşünürler (örneğin Alain de Benoit) Gramsci’yi kapsamlı biçimde kullanmıştır.
Jacob Taubes’in Schmitt ile mektuplaşmasında savunduğu gibi, bu, azaltılamaz
bir mesafeyi ima eden imkânsız bir “diyalog”dur. Bir diyalogdan öte, bu bir
simetridir: hem faşizm hem de komünizm, liberal geleneğe bir kez daha farklı
perspektiflerden ve zıt hedeflerle meydan okudu. O halde, kalıtımsal bir
yaklaşımı benimsersek geçişler sabittir: Frankfurt Okulu tarafından detaylandırılmış
araçsal rasyonalite kavramında Weber ve de Nietzsche’den izler ya da genç Lukács’ın
Marksizm’inde romantizmin izlerini vb. bulmak zor olmayacaktır. Ancak, analitik
kategoriler, değer veya ilkeler değildir. Ne sosyalizm ya da komünizm fikrini sağın
değerleriyle inşa edebilirsiniz ne de bir faşist düzen fikrini solun
değerleriyle. Sadece klasik liberalizmden ilham alan bir dünya görüşü sağın
değerleriyle solun değerlerini karıştırabilir. Bu hatanın en açık örneği,
siyasi düşünce tarihinin en muğlak ve aldatıcı kavramlarından olan totalitarizm
kavramıdır. “Devrimci” retoriğin milliyetçilik tarafından benimsenmesi yeni
değildir –geçmişi, faşizme ve “muhafazakâr devrim” dedikleri şeye kadar
dayanır- fakat bu, değerlerle değil her halükârda politik eylemin biçim ve
araçlarıyla ilişkilidir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Benim bugünkü izlenimim, yeni
sağın, eski “faşist devrimci” retoriğini terk ettiği ve solun fikirlerini
sahiplenmediğidir. Liberal geleneğin dil ve söylemini –“değerler”i ne ölçüde
yaptıklarını bilmiyorum- dönüştürüyor; demokrasi, cumhuriyet, özgürlük,
kurtuluş, haklar vb. sloganları lügatına entegre ediyor. Bununla birlikte, söz
konusu kavramlar 1848’de ya da 20. yüzyılın birinci yarısında hâlâ sahip
oldukları yıkıcı anlamı yitirmişlerdir. Bunlar artık evrensel kavramlardır,
herkesin sahip çıkabileceği kapsamda suiistimal edilmiş ve bitap düşmüşlerdir,
çünkü artık bir anlamları yoktur. Yeni sağın bu kavramlara verdiği içerik
muhafazakâr ya da gericidir: “demokrasi”, plebisiter mutabakat anlamına gelir;
“kurtuluş”, dışarıdan gelen kültürlerin (İslam) etkilerine karşı savunma
anlamındadır; hakların savunulması, Batı medeniyetinin fetihlerini tehdit
edebilecek azınlıkların dışlanması demektir; “feminizm”, İslami gericiliğe
karşı mücadeledir vb. Aşırı sağ, halk sınıflarında fikir ittifakı buluyorsa
(her yerde oluyor; ABD’den Brezilya’ya, Almanya’dan İtalya’ya) bu, yeni bir
dilin benimsenmesinden değil, solun bunları terk etmesinden, sol parti ve
sendikaların zayıflaması ve bugün olmamasından, kolektif eylem, örgütlenme ve dayanışma
hafızası ve kültürünün artık var olmamasındandır. Sol, kolektif kurtuluş
kavramını somutlaştırmıştır; aşırı sağ ise bir günah keçisi aramayı öneriyor.
Trump, Bolsonaro ve Le Pen’in seçim mutabakatı, solcu bir dili benimseme
olgusunda değil, -bazı durumlarda- protesto oyunu sermayeye çevirme becerisinde
yatar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i>- </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>Son soru ile bağlantılı olarak; başka şeylerle
birlikte kitaplarınız sayesinde de biliyoruz ki okuryazar kültürün
gerilemesinin hararetinde entelektüelin rolü ve onun kamusal alandaki etkisi de
gerilemiştir. Bu kültürün ürettiği dünya imgeleri, “videosfer”inkilerden
farklılık gösterir. Bu bakımdan, hangi “dünya görselleştirmeleri” (geçmiş ya da
bugünkü), hangi bilinçsiz düşünme biçimleri veya çağdaş “dijitosfer”imizde
–yakın zamanlardaki bir röportajınızda yarı şaka yarı ciddi böyle
adlandırdınız- hangi anlatılar hâkimdir?<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt; text-align: justify;">Saf olabilirim ama ben
“dijitosfer”in potansiyelleri konusunda epey iyimserim. Tabii ki benim bu
değişimi kavrayışım çok tahmini, çünkü başka iletişim araçlarını tercih eden bir
nesle aitim ve bu nesil, söz konusu yeni araçlara çok aşina değil, ancak bazı
iri ölçekli gerçekler ayan beyan ortada. Sosyal ağlar, kamusal alanın bütün
yapısını tamamen dönüştürdü, çünkü bir yandan şeyleştirmeyi tamamladılar –bütün
ağlar çokuluslu şirketlere ait-, fakat diğer yandan da yıkıcı aygıtlar haline
geldiler. Bu olgunun bir örneği, 2018 ve 2019 yıllarında Fransa’daki “sarı
yelekliler”. Geleneksel kamusal alanın bütün araçları –basın, televizyon
kanalları ve radyo- bu hareketi suçlu çıkarmak konusunda hemfikirdi: popülist,
ilkel, şiddet içeren, kültürel anlamda gerici, temsili demokrasinin kurumlarına
saygısız olacak düzeyde gerici vb. Sosyal ağlar sayesinde, bu kendiliğinden
hareket kendi yapılarını, kolektif tartışmanın ileri düzeyde demokratik
biçimlerini, bütün toplumsal sorunlara dair yatay tartışmayı yaratmayı başardı
ve kendi gösterilerini örgütledi. Kamuoyu araştırmaları gösterdi ki, her
şekilde suçlu çıkarılan bu hareket, nüfusun yüzde 70’inden fazlasının kendisi
ile fikir birliğini elde etmişti. Bu örnek genişletilebilir: 2011’deki Tunus
isyanından 2019’da Cezayir’deki “Hirak” protestolarına Arap Baharı, sosyal
medyaya çok borçlu. ABD’deki Black Lives Matter hareketinin, Hong Kong’da ve
son olarak Minsk ve Burma’daki hareketlerin taşıyıcısıydı sosyal medya
araçları. Sosyal ağlar, Habermas’ın kavramı kullandığı anlamda, muhtemelen 21.
yüzyılın kamusal alanının ayrıcalıklı ifade alanını oluşturmaktadır: aklın
eleştirel kullanımının icra edilebileceği bir sivil toplum alanı. Neoliberalizm,
“dijitosfer”i bir şeyleştirme ve yabancılaştırma alanı olarak destekler:
vatandaş olma statüleri yerini tüketiciler olmaya bırakmış izole bireyleri
birbirine bağlayan, piyasanın aracılık ettiği iletişim. Sosyal ağların yıkıcı
kullanımı, bu şeyleştirme taşıyıcılarını, toplumsal ve politik alanın yeniden
sahiplenilmesini hedefleyen seferberlik ve kolektif eylem taşıyıcılarına
dönüştürdü. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i>- </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>Şu anda, şimdiciliğin damga vurduğu bir zamanda
yaşadığımız tezini kabullenirsek pandeminin; ifade etme ve başkalarıyla
birlikte olma - her ikisi de bu durumu aşan bir şeyi organize etmek için
gerekli örnekler olan- zamanını ve imkânını elinden alan acil ve zorunlu bir durdurmayı
gerektirdiği için, bu deneyimi tamamlamaya geldiğini teyit etmenin uygun
olduğunu düşünüyor musunuz?<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt; text-align: justify;">Şimdicilik –şimdiye sıkıştırılmış
dünya- zamanımızın ufku olmayı sürdürüyor, fakat pandemi aynı zamanda onun
çelişkilerine de ayna oldu. Bir yandan neoliberalizmin zaferini kutladı. İlk defa
insanlığın kaderi –küresel bir pandeminin çözümü, tüm dünyanın saat yönünü
yavaşlattı- <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kapitalizmin ellerine teslim
edildi. Tüm devletler, aşı geliştirme ve üretme işini büyük çokuluslu
şirketlere emanet etti; özel şirketlerin hizmetine sunuldular ve şu anda
piyasadan satın aldıkları dozlar ile nüfuslarını aşılamaktan sorumlular. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;">Bu, ilkesel bir tercih, çünkü
araştırmalar kamu finansmanı sayesinde olağanüstü bir ivme gördü, fakat bu
finansman, bunları nasıl yöneteceğine karar veren özel şirketlere bağlandı.
Marx’ın dediği şekliyle, kapitalizm tüm yasal-politik üstyapılar üzerindeki
ontolojik üstünlüğünü göstermiştir, çünkü egemenlik ilkesinden vazgeçilmiş ve
sermayenin denetimine boyun eğilmiştir. “Siyasetin özerkliği” aniden
silinmiştir. Ancak bu, durumun sadece bir yüzü. Diğer yüz gösteriyor ki,
pandemi küresel ölçekte yaygın bir anti-kapitalist bilinci ateşledi. İnsanlar,
pandemiden ulusal çözümlerle çıkmanın imkân dâhilinde olmadığını, küresel
krizin küresel bir yanıt gerektirdiğini, bu yanıtın da kamusal güçlerin
yeninden etkinleştirilmesini beraberinde getirdiğini anladılar. Binlerce
insanın sağlığı, yalnızca kendi kârlarıyla ilgilenen bir avuç çokuluslu şirkete
emanet edilemez. Bütün ülkelerde tartışmalar, on yıllardır süren
özelleştirmeler ve kamu harcamalarındaki kesintilerle zayıflatılan ulusal
sağlık sistemlerinin yetersizliklerine –pandeminin ilk aylarında maske ve
oksijen tüpü sıkıntısı vardı- odaklandı. Sonunda, uluslararası kamuoyu yeni bir
küresel mutabakat talebini ifade ediyor. Biden’ın politikaları ve Avrupa
Birliği’nin yeniden başlama planları, bu toplumsal talebe ilk ve çekingen bir
yanıt olan yamuk gösteren ayna gibi. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="text-align: justify; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";"> </span><span style="font-family: "Times New Roman"; font-size: 7pt; font-stretch: normal; font-variant: normal; line-height: normal;"><b><i>- </i></b></span></span></span><!--[endif]--><b><i>Son olarak, Solun Melankolisi kitabınızda tipik
bir karmaşık entelektüel siyasi operasyon olarak adlandırdığınız şeyin, şimdiki
zamanda ne şekilde onu aşabilecek bir çatlak açabileceğini ve bugün engellenmiş
gibi görünen diğer yönleri hayal etmemize yol açabileceğini düşünüyorsunuz?<o:p></o:p></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt; text-align: justify;">Solun Melankolisi kitabımda, “iyileştirmeye”
çalıştım, yani, solun duygusal yapısına her zaman ait olan ancak yine her zaman
yerinden edilen, gizlenen ya da sansürlenen bir hissin meşruiyetini tanımaya. Tarihini
yeniden inşa etmeye çalıştım ama ona, 20. yüzyılın yenilgilerinin ardından
gerekli olan bir “yas özeni” dışında iyileştirici nitelikler atfetmeye asla çalışmadım.
Bana öyle geliyor ki, solun melankolisi bugünün mücadelelerine eşlik edebilir
ve yeni projelerin doğuşunu yüreklendirebilir, ancak kesinlikle onların yerine
geçmez. İlki, solun kendini tanımasına ve yeni bir özdüşünümsel olgunluğa ulaşmasına
yardım ediyorsa verimlidir, fakat yaratıcı erdemlere sahip değildir. Sol,
kapitalizm olmaksızın ve kapitalizme karşı yeni bir gelecek fikri icat
etmelidir. Önümüzdeki yol uzun, ancak çizgisel ve birikimsel bir süreç değil;
beklenmeyen tersine dönüşlere, değişimlere ve hızlanmalara hazırlanmalıyız. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><b><i><a href="https://www.eldiplo.org/notas-web/la-ruptura-de-continuidad-historica-ha-sido-mucho-mas-profunda-en-la-izquierda-que-en-la-derecha/">https://www.eldiplo.org/notas-web/la-ruptura-de-continuidad-historica-ha-sido-mucho-mas-profunda-en-la-izquierda-que-en-la-derecha/</a>
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>adresinde yayımlanan söyleşiden
çevrilmiştir.</i></b><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><b><br /></b></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-16263580422210832412021-08-18T10:36:00.002+03:002021-08-18T10:36:40.211+03:00Afganistan Dayanışma Partisi: ABD emperyalizmi, sırtlanlarını değiştiriyor<p><b>Afganistan’da,
Taliban’ın başkent Kabil’i ele geçirmesinin ardından ülkedeki sosyalist
partilerden Afganistan Dayanışma Partisi tarafından bir açıklama yapıldı. Parti
açıklamasında ABD, Rusya ve Çin başta olmak üzere çeşitli emperyal güçlerin tutumlarına
dikkat çekilerek, “Afganistan halkı 20 yıl önceki halk değil ve dünya 20 yıl
ileride. Yabancılara bağımlı ve onlar tarafından şişirilmiş olan Taliban, insanları
sonsuza dek terör ve tiranlık çemberinde tutamayacak” denildi.</b></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p> </o:p></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEnBzPa-p_vlBdwMv1k2GvLYNCUUTLW703wfH4ewwAAyJAjlVH2avj0mjjunnGCccOkuQodlWo38ZRkEAK-aGIcywCbWf0griyIQgOOpIS71cCFXQaXUAq3KSlG1HtZiGoDGByEYDYbCU/s2048/taliban.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1152" data-original-width="2048" height="360" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEnBzPa-p_vlBdwMv1k2GvLYNCUUTLW703wfH4ewwAAyJAjlVH2avj0mjjunnGCccOkuQodlWo38ZRkEAK-aGIcywCbWf0griyIQgOOpIS71cCFXQaXUAq3KSlG1HtZiGoDGByEYDYbCU/w640-h360/taliban.jpg" width="640" /></a></b></div><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><br /></b><p></p>
<p class="MsoNormal">İşgalci ABD devleti, iğrenç ve zalim doğasını dünya
karşısında bir kez daha ortaya koydu. 201 yılında bu cani devlet, diğer NATO üyesi
emperyalistlerle danışıklı olarak “terörizmle mücadele”, “demokrasi” ve “kadın hakları”
kisvesi altında Afganistan’ı işgal etti ve cihatçı kardeşlerinin yerini alarak Taliban’ın
orta çağ yönetimini birkaç gün içinde devirdi. Fakat 20 yıl ve yüz binlerce
yurttaşımızın katledilmesinden sonra bugün, Zalmay Zalilzad isimli hainin de
yardımıyla iki eski Taliban kökenli grup sunarak mafya ve teröristlerle dolu
harabe bir Afganistan bıraktı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Herkes bilir ki, ABD emperyalizmi içi boş hükümetlerine asla
halk arasında bir dayanak edinmek ve bir gün kendisine başkaldırmak için zemin
hazırlamaz. Bunun sonucu olarak; savaş ağalarından, katillerden ve hırsızlardan
oluşan 20 yıllık zengin Karzai hükümeti, Taliban’ın iktidarı almasının yolunu
yapacak şekilde aşırı çürümüş, ayaktakımı ve toplum tarafından nefret edilir
hale geldi ve bir avuç uyuşuk Facebook tüketicisi haricinde kimse hükümeti
desteklemedi. Şu anda yabancı sahipleri ve Taliban’ın paralı askerleri bir hava
boşluğuna saplanmış durumda. Pentagon, elçilik çalışanları ve destekçilerinin
tahliyesi ve Kabil Havaalanı’nda bazı gençlerin Taliban teröründen kaçmak için
Amerikan uçaklarına asılmaları ve daha sonra yüksekten düşerek dünya
haberlerine manşet olmalarıyla “şok” oldu. Vietnam’dan bugüne böyle. Bu
görüntüler ABD İmparatorluğu’nun zayıflığını ve yıkılışını temsil ederken
tekelci dünyanın nihai noktası olarak nitelendiriliyor. Katar’daki Taliban
isyancıları da, ABD’nin taleplerini dikkate alacak gelecekteki Taliban
hükümetini kurmak konusunda aciz. Molla Birader, “Hiçbir zaman bu şekilde iktidara
gelmeyi beklemiyorduk, ancak Allah bizim yanımızdaydı” itirafında bulundu,
çünkü “ABD’nin yardımıyla oldu” demek istemiyor. Saçma palavralarıyla Eşref
Gani, Rusya Büyükelçiliği’ne göre bazı civcivleri ve yüksek miktarda parayla birlikte
kaçtı. Ancak Noriega, Pinochet, Ziya ül Hak, Saddam Hüseyin ve Muammer Kaddafi
ile aynı kaderi paylaşmayan Gani’nin hâlâ en mutlu isimlerden olduğu da kabul
edilmeli. Atta Muhammed Nur, Raşid Dostum ve İsmail Han gibi cihatçılar ve savaş
ağaları Eşref Gani için o kadar değersiz hale geldi ki, onları nakletmeye bile
zahmet etmedi ve tam bir aşağılama içinde kaçtı. Kanuni, Wali, Ziya Mesud,
Selahaddin Rabbani, Halili, Muhakık, Latif Pedram ve bunlar gibi başka gruplar,
kendilerini kıdemliler olarak yeniden var etmek, gelecek hükümette bir koltuk elde
etmek ve Karun gibi sermayelerini güvence altına almak için İslamabad’daki
Pakistanlı yetkililerin ayaklarının altına atıldılar. Durun. Dikkatten
kaçmaması gerekir ki, emperyalizmin daimi düşmanları ve dostları yoktur ve
sadece kendi stratejik çıkarlarıyla ilgilenir; bu nedenle hem Taliban hem de
ABD’nin birbirlerine güvenlik sağlamaları sürpriz değildir. Taliban’ın cihadı
sadece halkımız için değilse neden şu anda Kabil Havaalanı’nda konuşlu olan 6
bin ABD askeri için olmasın? Çok yakın gelecekte, ister cihatçı ister teknokrat
olsunlar, dış güçlere köle olan hepsinin tekrar bir araya geleceklerini, çünkü esasında
bir farkları olmadığını unutmayalım. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Taliban, Pakistan, İran, Katar, Suudi Arabistan vb. orta çağ
rejimi altında ülkemiz karanlık ve yıkıcı bir zaman dilimi yaşayacak. Taliban,
geçmiştekinden farklıymış gibi geçinse de Afganistan genelindeki eylemleri aynı
özgürlük sevdalısı yağmacılar olduklarını ve en ufak bir değişime
uğramadıklarını gösteriyor. Meydanı boş gören büyük güçler, özellikle de Çin ve
Rusya, yaralı ve yarı ölü yurdumuzun bedeni üzerinde kendi çıkarlarını aramakta
ve Taliban’ın cani liderlerini sıcak bir şekilde karşılayarak halkımızın
katilleriyle rezil anlaşmalar yapmaya hazır olduklarını göstermekteler. Dolayısıyla
Afganistan, geriye kalan büyük güçlerin şiddetli rekabetinin arenası olmaya
devam ederken IŞİD ve Fâtımiler gibi terörist grupların ortaya çıkması
Afganistan ve bölge halkına yeni felaketler getirecektir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Özellikle ekonomik kriz ve koronavirüs salgını sürecini yönetmedeki
yetersizliği sonrasında küresel egemenliği zayıflayan diktatöryal ABD hükümeti,
yükselen ayaklanma ve protestolarla devrilmekten korkarken kendi iç
problemlerine eğilmek için Afganistan ve Irak’taki birliklerini çekti. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Amerikalı işgalcilerin vahşet tarihi ve özellikle Afganistan’daki
20 yıllık tutsaklık, hiçbir yararsız hükümetin bizim kurtarıcımız olmayacağını
ve ömrünün uzun sürmeyeceğini bir kez daha gösterdi. Yabancılara bağımlı ve
onlar tarafından şişirilmiş olan Taliban, insanları sonsuza dek terör ve
tiranlık çemberinde tutamayacak. Afganistan halkı 20 yıl önceki halk değil ve
dünya 20 yıl ileride, bu nedenle Taliban asla eski ve çağ dışı kanunlarını tamamen
uygulayamayacak, çünkü Arap efendileri bile bu cahil sınırları aşmaya zorlandılar.
<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kederli ve perişan yurttaşlarımız!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Baskının olduğu her yerde direniş de vardır. Mademki en
kanlı gericiliğin pençesindeyiz, mücadele ve direnişimizi mümkün olan her
düzeyde sürdürmemiz bize bağlı. Yeni yöntemlerle direnmeye devam etmekten başka
yol yok. Özgürlük, adalet ve gerçek demokrasiye sağlam bir bağlılığı olanlar
halkı harekete geçirebilir ve en kanlı ve baskıcı koşullarda hainlere karşı
savaşabilir. Taliban’a ve dış güçlere karşı olan ilerici hareketin ülkemizde
doruğa ulaşacağına ve Afganistan Dayanışma Partisi’nin geçmişte olduğu gibi bu
büyük mücadelede rolünü oynayacağına olan inancımız tamdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b>Afganistan Dayanışma Partisi</b></p><p class="MsoNormal"><b><o:p></o:p></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b><i><a href="http://www.hambastagi.org/new/fa/docs/statement/2911-usa-change-its-puppets.html">http://www.hambastagi.org/new/fa/docs/statement/2911-usa-change-its-puppets.html</a> adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir. </i></b></p><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri: </b>Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-68694355961374909.post-39142240234717272462021-06-11T09:41:00.001+03:002021-06-11T10:11:20.127+03:00Paris Komünü: Marx, Mao, Yarın<p><b>Alain Badiou, Paris
Komünü’nün 150. yıl dönümünde Monthly Review için kaleme aldığı makalesinde, Karl
Marx’ın Komün’e bakışından, özellikle 1960’ların ortalarında Çin ve Sovyetler
Birliği’nin Komün deneyimine sahip çıkış tarzlarına, parti-devlet anlayışına
karşı Komün’de aranan kurtuluşa, bunun üzerinden geliştirdikleri söylemsel
karşıtlıklara ve Komün deneyimine yaklaşımlarına dek geniş değerlendirmelerde
bulunuyor.</b></p>
<p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><o:p></o:p></b></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixe62TlHVFibhx471k82S0GXqPjLudrJn2zvRPDjTJGndLLBzUTKR9hyuAJdK8YA5LbKQZsb1seVsi6EdDZWwPlOGWjtR0ZlsKwfT1gsuZzETCHSfa2_LRa8Wkso5lYcRjAOcnjk2wv78/s1200/Illustration-of-the-Paris-Commune-from-Cassells-History-of-England.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="837" data-original-width="1200" height="446" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixe62TlHVFibhx471k82S0GXqPjLudrJn2zvRPDjTJGndLLBzUTKR9hyuAJdK8YA5LbKQZsb1seVsi6EdDZWwPlOGWjtR0ZlsKwfT1gsuZzETCHSfa2_LRa8Wkso5lYcRjAOcnjk2wv78/w640-h446/Illustration-of-the-Paris-Commune-from-Cassells-History-of-England.jpg" width="640" /></a></b></div><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><br /></b><p></p>
<p class="MsoNormal">Karl Marx, 1871 yılında Paris Komünü’ne tamamen devlet
sorunu ile ilişkili olan bir açıklama getirmişti. Ona göre, Komün,
proletaryanın bütün bir toplumun yönüne ya da idaresine dair geçici işlevini
benimsediği ilk tarihsel olayı meydana getiriyordu. Komün’ün girişimleri ve
açmazlarından, devlet aygıtının “alınmış” veya “işgal edilmiş” olması değil,
“parçalanmış” olması gerektiği sonucuna varıyordu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu arada, bu analizdeki başlıca hatanın, Mart-Mayıs 1871
arasında günün gereğinin iktidar sorunu olduğu kavrayışı olduğunu belirtelim.
Bu nedenle, şu azimli “eleştiriler” klişe haline gelmiştir: Komün, tahminen
karar alma kapasitesinden yoksundu; eğer hemen Versailles’a yürümüş olsaydı;
eğer Fransa Merkez Bankası’ndaki altınlara el koysaydı, vesaire. Bana göre, bu
‘eğer’ler gerçek bir içerikten yoksun. Hakikaten, Komün ne onlara esaslı bir
şekilde yön verecek araçlara ne de büyük ihtimalle onlara ulaşacak araçlara
sahipti. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Marx’ın açıklaması gerçekten muğlak. Bir yandan, devletin ve
daha spesifik olarak ulus-devletin çözünmesine yol açacak görünen her şeyi
övüyor. Bu bağlamda şunlara işaret eder: Komün’ün, doğrudan halkı silahlandırmak
adına profesyonel bir orduyu ortadan kaldırması; memurların seçilmeleri ve
görevden alınmaları konusunda aldığı bütün önlemler; belirleyici ve uygulayıcı
işlev lehine, kuvvetler ayrılığına verdiği son; Komün’ün enternasyonalizmi (Komün’ün
finansal temsilcileri Alman, askeri liderleri Polonyalıydı, vb.). Fakat diğer
yandan, gerçekte devletçi yetersizlikler olan yetersizliklere üzülüyor: zayıf
askeri merkeziyetçiliği; finansal öncelikleri tanımlamadaki yetersizliği; ulusal
soruna ilişkin eksik yönleri, diğer kentlere hitabı, Prusya’daki savaşa dair
söyledikleri ve söylemedikleri ve taşralı kitleleri bir araya getirmesi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">20 yıl sonra, 1891 yılında Marx’ın metninin yeni bir
baskısına yazdığı önsözde Friedrich Engels Komün’ün çelişkilerini aynı şeklide
resmeder. Aslında, 1871 hareketinde hâkim olan iki politik gücün,
Proudhoncuların ve Blanquicilerin, ortaya koydukları kendi ideolojilerinin tam
aksini yapmalarıyla sonuçlandığını gösterir. Blanquiciler aşırı
merkeziyetçiliğin ve az sayıda cesur adamın, iktidarı, emekçi kitlelerin
faydasına otoriter bir şekilde kullanmak üzere alacakları silahlı tertiplerin
taraftarıydılar. Fakat bunun yerine, bağımsız komünler federasyonunun ve devlet
bürokrasisinin imhasının ilanına sürüklendiler. Proudhoncular, üretim
araçlarına yönelik kolektif sahiplenmenin her türlüsüne muhalif idiler ve
küçük, öz yönetim girişimlerini destekliyorlardı. Fakat, büyük çaplı sanayiyi
yönetme amacıyla geniş işçi ortaklıklarının oluşumunu desteklemeleriyle
neticelendi. Engels, bu durumdan oldukça mantıklı bir şekilde, Komün’ün
zayıflığının, onun ideolojik formlarının devlete dair kararlar almaya uygun
olmamasında yattığı sonucunu çıkarır. Ve dahası, bu kutupsal karşıtlığın
neticesinin, açıkça tek bir “Marksizm”e yol açan Blanquicilik ve Proudhonculuğun
sonu olduğu sonucunu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Fakat 1871 yılında ve hatta çok daha sonrasında temsil
edilen Marx ve Engels’in duruma dair yeterliliği nedir? Komün’ün farz edilen
hegemonyası, onu hangi ekstra araçlarla donatabilirdi? <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İşin gerçeği şu ki, Marx’ın açıklamasının muğlaklığı, hem
sosyal demokrat eğilim hem de onun Leninist radikalleşmesi tarafından, yani bir
yüzyıldan fazla süre boyunca partinin temel motifinde yerini alacaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aslında, “sosyal demokrat” parti, “işçi sınıfı” partisi –ya
da “proletarya” partisi- ve sonrasında “komünist” parti de aynı anda hem devlet
ile ilişkisinde özgürdür hem de iktidarı kullanmaya hükmetmiştir. Bu, sübjektif
destekle –ideolojik kopuşla- oluşturulan tamamen politik bir araçtır ve bu
haliyle devletin dışındadır. Egemenlik bakımından özgürdür; devrim ya da
burjuva devletin yıkılması şeklindeki asli temasını taşır. Ancak parti, aynı
zamanda tamamen devlet iktidarının peşinde olan merkezileştirilmiş, disipline
edilmiş gücün örgütleyicisidir. Yeni devletin temasını, proletarya diktatörlüğü
devletinin temasını taşır.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bu nedenle, partinin, komüne dair Marksist açıklamanın
muğlaklığının farkına vardığı, ona şekil verdiği söylenebilir. Parti; devlet
olmayan, hatta devlet karşıtı olan bu özgürleşme siyasetinin karakteri ile bu
siyasetin zaferi ve sürecinin devletçi karakteri arasındaki temel gerilimin
politik mekânı haline geldi. Üstelik, zaferin isyan sonucu mu, seçim sonucu mu
olduğuna aldırmaksızın durum budur: zihinsel şema aynı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Partinin, parti-devlet suretini (özellikle Joseph Stalin’den
itibaren) ortaya çıkarmasının sebebi budur. Parti-devlet, Komün’ün çözülmemiş
olarak bıraktığı sorunları çözmek üzere tasarlanmış kabiliyetlerle
donatılmıştır: polisin ve askeri savunmanın merkezileştirilmesi; burjuva
ekonomik hükümlerin tamamen imhası; köylülerin, işçi hegemonyasına katılması ve
itaat etmesi; güçlü bir enternasyonalin yaratılması vb. Efsaneye göre, V.I.
Lenin’in, Bolşevik iktidarına erişildiği ve Paris Komünü’nün bütün yazgısının
sona erdirildiği süre olan 72 günü aştığı gün karda dans etmesi boşuna değildir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gerçi, Komün’ün çözemediği devletçi sorunlara bir çözüm
sunmuş olsa da, bunları çözme yolunda parti-devletin, Komün’ün farkına
varabildiği birtakım politik sorunları örtbas edip etmediğinin sorulmasının
gerekliliği bâkidir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Her halükârda çarpıcı olan şu ki, parti-devlet üzerinden
geriye dönük olarak düşünüldüğünde, Komün iki parametreye indirgenebilir:
birincisi, onun toplumsal belirlenimine (işçiler); ikincisi, kahramanca ancak
yetersiz iktidar pratiğine. Sonuç olarak, Komün bütün esaslı politik
içeriğinden soyutlanır. Muhakkak anılır, kutlanır, sahip çıkılır; ancak sadece,
devlet iktidarının toplumsal doğasının telaffuzu için soyut bir vurgu olarak.
Fakat bütün içeriği bu ise, Komün politik olarak köhnemiş demektir. Çünkü
Sylvain Lazarus'un, yegâne siyaset alanının parti olduğu Stalinist politik tarz
olarak isimlendirilmesini önerdiği şey tarafından böyle gösterilmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Bu nedenle
onun anılması, aynı zamanda yeniden canlandırılmasını yasaklar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Bu konuda,
Bertolt Brecht’le ilgili ilginç bir hikâye vardır. Savaşın ardından Brecht,
ihtiyatlı bir şekilde, yasaları Sovyet kuvvetlerinin koyduğu “sosyalist”
Almanya’ya döner. 1948 yılında, yurt dışından duruma dair haber almak amacıyla
İsviçre’de durarak yola çıkar. Burada kaldığı süreçte, o zamanlar sevgilisi
olan Ruth Berlau’nun da yardımıyla Komün Günleri isimli tarihi oyununu yazar.
Bu, tarihsel şahsiyetlerin popüler kahramanlarla birleştirildiği sağlam
belgelere dayalı bir çalışmadır. Epik olmaktansa lirik ve komik bir oyundur;
nadiren sahnelenmiş olsa da bana göre iyi bir oyundur. Almanya’ya varmasının
ardından Brecht yetkililere Komün Günleri’ni sahnelemeyi önerir. Pekâlâ, 1949
yılında bahsi geçen yetkililer böyle bir performansın yersiz olduğunu beyan
ederler! Sosyalizm, Doğu Almanya’da galip gelmiş bir şekilde kurulma sürecinde
olduğundan, Komün gibi zor ve modası geçmiş bir proleter bilinç vakasına geri dönmenin
hiç gereği olamaz. Kısaca, Brecht iyi bir kartvizit seçmemişti. Stalin’in
Leninizm’i “muzaffer devrimler çağının Marksizm’i” şeklinde tanımlaması –parti
kültüne indirgemesi - nedeniyle, yenilgiye uğramış devrimlere dönüşün anlamsız
olduğunu anlamamıştı.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Bununla birlikte, Brecht’in Komün’ü yorumlayışı neydi? Bunu
değerlendirmek için, “Komünarların Kararı” isimli şarkının son üç kıtasını
okuyalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>“Sizi, bize geçineceğimiz bir ücret vermeye <o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>İkna etmeyeceğimizin farkına varıyoruz<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Fabrikaları sizden almaya kesin karar verdik<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Sizin kaybınızın, bizim kazancımız olacağının farkına varıyoruz<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i> <o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Yönetenlerimizin bizlere verdiği sözlere<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Bel bağlamadığımızın farkına varıyoruz<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Bizim için iyi bir yaşamın özgürlükle başladığına <o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Geleceğimizin kendi buyruğumuzla inşa edilmesi gerektiğine karar
verdik<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i> <o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Toplarımızın gürleyişinin<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Sizinle konuşacak yegâne kelam <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>olduğunun farkına varıyoruz<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Size, dersimizi aldığımızı ispat ediyoruz<o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><i>Gelecekte silahları size çevireceğiz.”</i><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal">Net bir şekilde, buradaki genel çerçeve, klasik yorumlayışı
sürdürüyor. Komün; toplumsal, iktidara dair ve maddi tatminin yanında topların
bir bileşimi olarak biçimlendirilir.</p>
<p class="MsoNormal"><b><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Çin yeniden canlandırması</span></b><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Kültür Devrimi süresince ve özellikle 1966-1972 yılları arasında Paris
Komünü, Çinli Maoistler tarafından yeniden canlandırılıyor ve çok sıklıkla adı
anılıyordu; parti-devletin katı hiyerarşisinin kıskacına yakalanınca Ekim
Devrimi ve resmi Leninizm haricinde referanslar arıyorlarmış gibi. Bu nedenle,
muhtemelen büyük oranda Mao Zedong’un kendisi tarafından yazılan bir metin olan
Ağustos 1966’daki 16 Nokta Kararı’nda, özellikle de kitle hareketinde, yeni
örgütlerin liderlerinin seçilmesi ve geri çağrılmasına dair endişeler ortaya
çıkarken Paris Komünü’nde ilham arama tavsiyesinde bulunulur. Şangay
Belediyesi’nin Ocak 1967’de devrimci işçiler ve öğrenciler tarafından
devrilmesinin ardından, yeni iktidar organı isim olarak Şangay Komünü’nü
almıştır ki bu, bazı Maoistlerin, Stalinist parti formu tarafından
kutsallaştırılandan farklı bir biçimde, iktidar ve devlet sorunları ile politik
olarak bağlantı kurmaya çabaladıkları gerçeğine işaret eder. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Gerçi, bu girişimler istikrarsızdır. Bu duruma, iktidara “el konulmuş”
ve eyalet ve kent iktidarının yeni organlarını düzenlemek kaçınılmaz iken Komün
isminin hızla terk edilmesinde ve yerine çok daha muğlak bir adlandırma olan
Devrimci Komite’nin getirilmesinde şahit olabiliyorduk. Buna, 1971 yılında
Çin’de Komün’ün yüzüncü yıl dönümü töreninde de şahit olunabilir. Bu törenin,
sadece anmaktan fazlasını içerdiği, hâlâ bir yeniden canlandırmanın unsurlarını
kapsadığı, gösterilerin büyüklüğünden gün gibi ortadadır. Çin genelinde
milyonlarca insan yürüyüş gerçekleştirmiştir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Fakat, o
zaman bazılarımızın okuduğu ve çok çok daha az kişinin koruyarak tekrar
okuyabildiği (Çinliler için yapması muhtemelen çok zor bir hale gelen şey) bir
metin olan ve bu vesileyle yayımlanan metinde gün gibi ortada olan devrimci
parantez yavaş yavaş kapanıyordu. Bahse konu metin şudur: Yaşasın Proletarya
Diktatörlüğünün Zaferi! Paris Komünü’nün Yüzüncü Yılı Anısına.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Bu tamamen
ikircikli.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Anlamlı bir
biçimde, metin, önsözünde Komün döneminde Marx tarafından yazılmış bir reçete
içerir: “Eğer Komün yıkılırsa, mücadele ancak ertelenir. Komün’ün ilkeleri
ebedi ve yok edilemezdir; (bu ilkeler) işçi sınıfı özgürleşene dek kendilerini
tekrar tekrar sahneye koyacaklardır.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Bu tercih,
1971 yılında bile Çin’in, Komün’ü sadece işçi ayaklanmaları tarihinin şanlı
(ama modası geçmiş) bir parçası olarak görmediğini, yeniden canlandırılacak
olan ilkelerin tarihsel bir anlatımı olarak gördüğünü doğrular. Muhtemelen
Mao’nun olan ve Marx’ın açıklamasını yansıtan şu açıklamaya da kulak verin: “Kültür
Devrimi başarısız olursa, ilkeleri dönemin düzeni kadar mevcut kalacaktır.” Bu
da bir kez daha, Kültür Devrimi’nin, Ekim 1917’den daha çok Komün ile
bağlantılı bir seyri genişlettiğini tekrar gösterir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Komün ile
ilgi, Çinli liderlerin Sovyet liderlerine karşıt olduğu kutlamaların içeriğinde
de belirgindir. Örneğin:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">“Proletarya
ve dünya devrimci halkları, Paris Komünü’nün ihtişamlı yüzüncü yılını
kutlarken, Sovyet revizyonist dönek kliği rol keserek, “Komün’ün ilkelerine
bağlılık”tan üstünkörü bir şekilde bahsediyor ve kendini Paris Komünü’nün
halefi olarak ikame ediyor. Hiç utanma duyguları yok. Sovyet revizyonist
döneklerinin, Paris Komünü’ne dair konuşmaya ne hakları var?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Bu, hem
Mao’nun katkısını hem de garip bir biçimde Kültür Devrimi’nin kendisini Komün
ile bir devamlılık içinde konumlandırdığı yaratıcı devrimci Marksizm ile gerici
devletçilik arasındaki bu ideolojik karşıtlık çerçevesindedir:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">“Başkan
Mao’nun kendisi tarafından başlatılan ve liderlik edilen Büyük Proletarya
Kültür Devrimi’nin top atışları, dönek, gizlenmiş hain ve bozguncu Liu
Shao-chi’nin başını çektiği burjuva karargâhları tahrip etmiş ve emperyalistler
ile modern revizyonistlerin, Çin’de kapitalizmi geri getirme şeklindeki düşkün
rüyalarını boşa çıkarmıştır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Başkan Mao, proletarya
diktatörlüğünün tarihsel deneyiminin olumlu ve olumsuz yönlerini kapsamlı bir
biçimde özetledi, miras aldı, savundu, Marksist-Leninist proleter devrim ve
proletarya diktatörlüğü teorisini geliştirdi ve günümüzün en önemli sorununu
–proletarya diktatörlüğünü pekiştirme ve kapitalizmin restorasyonunu önleme
sorunu- hem teoride hem de pratikte çözdü.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Ana formülü
“proletarya diktatörlüğünü pekiştirmek”tir. Burada Paris Komünü’ne başvurmak,
proletarya diktatörlüğünün basit bir devletçi formül olamayacağını ve komünizme
doğru yürüyüşü sürdürmenin, kitlelerin devrimci seferberliğine başvurmayı
gerektirdiğini anlamak demektir. Bir diğer deyişle, 18 Mart 1871’de Parisli
işçiler tarafından tarihte ilk kez yapıldığı gibi, sürmekte olan bir devrimci
deneyim –her zaman bir parça şüpheli ve öngörülemeyen bir karar- içinde bir
proleter devlet için yeni formlar icat etmenin gerekli olduğu düşünülüyordu.
Dahası, makalenin başlangıcında Maoistler, Kültür Devrimi’ni “proletarya
diktatörlüğünün nihayet keşfedilmiş biçimi” olarak ilan etmişlerdi bile. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Buna rağmen,
siyaseti ve devleti ifade etmedeki genel kavrayış değişmemiş biçimde kalır. Paris
Komünü’nün devrimci yeniden canlandırılması girişimi ön hesapta yazılı kalır ve
özellikle hâlâ, partinin vesayet figürünün hâkimiyeti altındadır. Bu, Komün’ün
eksik yönleri paragrafında açık bir şekilde gösteriliyor:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">“Paris
Komünü’nün başarısızlığının temel sebebi, <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>tarihsel koşullardan kaynaklı olarak,
Marksizm’in işçi hareketinde henüz hâkim konuma gelmemiş olması ve Marksizm’in
rehber düşünce olduğu bir proleter devrimci partinin henüz vücut bulmamış
olmasıdır… Tarihsel deneyim, kitleler açısından çok elverişli bir devrimci
durumun ve devrimci coşkunun var olduğu yerlerde hâlâ güçlü bir proleter
önderlik çekirdeğine, yani ‘Marksist-Leninist devrimci teori üzerine ve
Marksist-Leninist devrimci tarzda inşa edilmiş devrimci parti’ye sahip olmak
gerektiğini göstermektedir.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Partiye dair
son atıf Mao’dan olsa da, bu aynı kolaylıkla Stalin’den de olabilirdi. Komün’e
ilişkin Maoist tasavvurun, nihayetinde parti-devlet çerçevesinin mahkûmu olması
ve dolayısıyla buna “ilk açıklama” adını vermem bundandır. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Klasik
yorumlamanın ve onun dışında kalan bu yorumlamanın taslağının sonunda, bugün
Paris Komünü’nün politik görünürlüğünün katiyen belirgin olmadığını
söyleyebiliriz. Yani, en azından “bugün”den kastımız, siyaseti, devlete tâbi
kılmanın dışında ve partilerin ya da partinin çerçevesinin dışında düşünmek
mücadelesine girişmemiz gereken ansa. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Yine de
Komün, kendisini tam olarak böyle bir tâbi olma ya da böyle bir çerçeve içinde
konumlandırmayan bir politik kesittir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Böylece
yöntem, klasik yorumlamayı bir kenara bırakmak ve komünün politik gerçekleri
ile tespitlerini bütünüyle farklı bir yöntemle ele almaktan ibaret olacaktır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">Sol nedir?<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span style="color: black; mso-themecolor: text1;">İlk olarak,
Komün’den önce Fransa’da devlet iktidarı sorunu ile diyalektik içinde, bir dizi
iyi kötü silahlı halk ve işçi hareketlerinin olduğunu belirtelim. İktidar
sorununun ortaya çıkmadığının düşünüldüğü korkunç Haziran 1848 günlerini
görmezden gelebiliriz: ulusal atölyelerin kapanması üzerine köşeye sıkıştırılan
ve Paris’ten kovalanan işçiler önderliksiz, perspektifsiz ve sessizce
savaştılar. Çaresizlik, öfke, katliamlar. Ancak Temmuz 1830’da </span><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; color: black; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-font-style: italic; mso-border-alt: none windowtext 0cm; mso-themecolor: text1; padding: 0cm;">Trois Glorieuses (Temmuz Devrimi; ç.n.) ve V. Charles’ın düşüşü vardı;
Şubat 1848 ve Louis Philippe’in düşüşü vardı ve son olarak 4 Eylül 1870 ve III.
Napoleon’un düşüşü vardı. 40 yıllık sürede, genç Cumhuriyetçiler ve silahlı
işçiler, iki monarşinin ve bir imparatorluğun yıkılmasına sebep oldular. İşte
bu nedenle, Fransa’yı “sınıf mücadelesinin geleneksel toprağı” olarak gören
Marx; Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i ve
Fransa’da İç Savaş başyapıtlarını yazdı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; color: black; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-font-style: italic; mso-border-alt: none windowtext 0cm; mso-themecolor: text1; padding: 0cm;">1830, 1848 ve 1870
konusunda, temel bir nitelikte, bugün hâlâ geçerli olduğu için daha da temel
hale gelen bir şeyde ortaklaştıklarını belirtmeliyiz. Kitlesel politik hareket
büyük oranda proleterdir. Ancak hareketin nihai sonucunun Cumhuriyetçi ya da
Orleansçı siyasetçilerin kliklerinin iktidara gelmesine yol açacağı şeklinde
genel bir kabul vardır. Siyaset ve devlet arasındaki uçurum burada somuttur: politik
hareketin parlamenter izdüşümü, aslında devlete ilişkin siyasi yetersizliği
ispat eder. Fakat bu yetersizliğin, orta vadede devlet ile politik düzen
arasındaki yapısal bir uçurumun bedeli olarak değil, hareketin bizzat
kendisinin başarısızlığı olarak deneyimlenmesi de dikkate değerdir. </span><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Esasında,
proleter hareket içinde öznel olarak, bir politik kitle hareketi ile onun
devletçi sonucu arasında bir devamlılık olduğu veya olması gerektiği tezi
baskındır. Dolayısıyla, yinelenen “ihanet” mevzusu (yani, iktidardaki
siyasetçiler politik harekete ihanet ederler. Ancak onların gerçekten de başka
bir amacı, başka bir işlevi var mıydı?). Ve her seferinde bu umutsuz ihanet
motifi, çoğu kez uzun periyotlar ile siyasi hareketin tasfiyesine sebep olur.</span><span style="background: white; border: 1pt none windowtext; color: black; mso-bidi-font-family: Arial; mso-bidi-font-style: italic; mso-border-alt: none windowtext 0cm; mso-themecolor: text1; padding: 0cm;"><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Bu son derece ilgi çekicidir. Mayıs 1968’deki halk hareketinin ve onun
“solcu” silsilesinin, 1981’in çok öncesinde François Mitterand’ın yardımına
koşarak kendilerini tükettiğini hatırlayın. Daha da ötede, 1940 ile 1945
yılları arasındaki direniş hareketlerinin radikal özgünlüğü ve politik
beklentisi, Charles de Gaulle himayesinde eski partilerin iktidara dönmeleriyle
kurtuluştan sonra azaldı. Bugün, ortamdaki “hareketçilik” –emeklilik reformuna
karşı sendikaların seferberliğinden, çalışma yasası reformuna karşı nuit debout
hareketinden, Sarı Yelekliler’e dek- ancak zamanımızın François
Hollande’larını, Emmanuel Macron’larını ya da Jean-Luc Mélenchon’larını
doğuruyor. Bütün bu mahluklar, Komün’ün katilleri ve Cumhuriyet’in hâlâ bilinen
kurucuları olan Jules Favre’lerin, Jules Simon’ların, Jules Ferry’lerin (Henri
Guillemin'in “Jules Cumhuriyeti” olarak adlandırdıkları) görevlerini
sürdürüyorlar. Ve bugün hâlâ “solu yeniden inşa etmeye” davet ediliyoruz. Ne
saçmalık!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Komün’ün belleğinin, parlamenter dolandırıcıların, kitle siyasetinin
patlamalarıyla ilişkili olarak üstlendikleri değişmez uyumlulaştırma
taktiklerine de şahitlik ettiği doğrudur: şehit düşen işçilerin cılız sembolü
Mur des fédérés (“Komünarlar Duvarı”, 28 Mayıs 1871’de 147 Komün savaşçısının
önünde kurşuna dizilerek öldürüldüğü ve önündeki bir hendeğe atıldığı Père
Lachaise Mezarlığı’nda bulunan duvardır; ç.n.), “Jules’lar” ile birlikte Üçüncü
Cumhuriyet’in parlamenter savaşçısı ve kurucusu olan Léon Gambetta'nın adının
verildiği heybetli bulvarın yanında yer almıyor mu? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Fakat Komün, bütün bunlara bir istisna teşkil eder. Çünkü Komün, halk
ve işçi siyasi hareketlerinin “parlamenter” ve “demokratik” yazgısıyla
Fransa’daki ilk ve bugüne kadarki yegâne kopuş olan şeydir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">18 Mart 1871’de işçi bölgelerindeki direnişin akşamında, askerler
topları alamadıkları için geri çekildiklerinde düzene geri dönmek, hükümetle
müzakerede bulunmak ve tarihin şapkasından yeni bir oportünistler kliği
çıkarmak için çağrı yapılabilirdi. Bu kez öyle bir şey olmayacaktı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Her şey, 19 Mart’ta yaygın bir biçimde dağıtılan Ulusal Muhafız Merkez
Komitesi’nin (Paris Komünü’nün devrimci yönetim organı/hükümeti; ç.n.)
bildirisinde yoğunlaşmıştı: “Paris proleterleri, yönetenlerin
başarısızlıklarının ve ihanetlerinin ortasında, kamu işlerinin idaresini kendi
ellerine alarak durumu kurtarmanın zamanının geldiğini anladılar.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Bu kez, bu eşsiz zamanda, yazgı, usta politikacıların ellerine teslim
edilmedi. Bu kez, bu eşsiz zamanda, ihanet, talihsiz bir tercihin basit sonucu
olarak değil, kaçınılması gereken bir durum olarak davet edildi. Bu kez, bu
eşsiz zamanda, tasarı, durumu sadece proleter hareketin kaynakları temelinde
ele almaktı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Burada, gerçek bir politik deklarasyon yatıyor. Görev, bunun içeriğini
düşünmektir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Ancak ilk olarak bir yapısal tanımlama şarttır: Müstesna bir siyasi
hareketin genel sonuçlarına katlanabilecek donanıma sahip olanların yalnızca
kendileri olduğunu beyan eden parlamenter siyasi kadrolar kümesine “sol” diyelim.
Ya da daha çağdaş bir ifadeyle, “toplumsal hareketler”i “politik perspektif”le
donatmaya muktedir yegâne kişiler olduklarını beyan eden. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Bu nedenle, 19 Mart 1871 bildirisini, tam olarak soldan kopuş
bildirisi olarak tanımlayabiliriz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"> Bu açıkça, bedelini komünarların kendi kanlarıyla ödemek zorunda
oldukları şeydi. Çünkü, en azından 1830’dan itibaren “sol”, büyük boyutlu
hareketler sırasında müesses nizamın tek başvuru kaynağı olmuştur. Yine Mayıs
1968’de Başbakan Georges Pompidou’nun hızla farkında vardığı şekilde,
fabrikalarda düzeni sadece Fransız Komünist Partisi yeniden tesis edebilecekti.
Komün, böyle bir ölçekte soldan kopuşun emsalsiz örneğidir. Aklıma gelmişken,
bu, 1965 ile 1968 yılları arasında Çinli devrimcilere ve 1966 ile 1976 yılları
arasında Fransız Maoistlere yaptığı modelsel katkıya, müstesna faydaya ışık
tutan şeydir: görevin, tam da bu temel simgeye, yani komünist partilerin
dönüştüğü bir simge olan “sol”a her türlü tâbi olma halinden kopmak olduğu
dönemler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Doğru; ezilmesinin ardından sol “bellek” Komün’ü soğurdu. Bu
paradoksal birleşmenin dolayımı, sürgündeki ya da hâlâ cezaevinde olan
komünarlara bir af için parlamenter bir mücadele şeklini aldı. Bu mücadele
yoluyla sol, seçim gücünü risksiz bir biçimde sağlamlaştırmayı umuyordu. Bunun
ardından –hakkında bir şeyler söylediğim- anmalar devri geldi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;">Bugün, Komün’ün politik görünürlüğü bir çözülme süreciyle geri
getirilmelidir: soldan kopuşla doğan Komün, kendisini uzun zamandan beri
altında ezmiş olan solcu yorumlayıcılardan çekilip alınmalıdır. Bunu yaparken,
rezilliği yapısal olan solun artık, benim sermaye-parlamenter düzen dediğim
şeyi sürdürmesine gerek olmayacak düzeyde düşmüş olduğu gerçeğinden
faydalanalım. Paris Komünü’ne sadakat, bir anma meselesi değil, yeni bir düşünüş
ve gelecekteki politik keşif meselesidir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><i><b><a href="https://monthlyreview.org/2021/05/01/the-paris-commune-marx-mao-tomorrow/ ">https://monthlyreview.org/2021/05/01/the-paris-commune-marx-mao-tomorrow/ </a>adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.</b></i></p><p class="MsoNormal"><b>Çeviri:</b> Gerçeğin Günlüğü</p><p class="MsoNormal"><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için </span><a href="https://facebook.com/gercegingunlugu/" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">, Twitter üzerinden takip etmek için </span><a href="https://twitter.com/GerceginG" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">buraya</a><span style="color: black; font-family: "Times New Roman"; font-size: medium;">, </span><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";">blogun Telegram kanalını takip etmek için ise </span><a href="https://t.me/gercegingunlugu" style="color: #ac0604; font-family: georgia, "century gothic", arial, verdana, sans-serif;">bu bağlantıya</a><span style="color: #504945; font-family: "Times New Roman";"> tıklayınız.</span> </p><p class="MsoNormal"><br /></p>...http://www.blogger.com/profile/13605128094942253587noreply@blogger.com0