Monthly Review’da 2017 yılı Mart ayında yayımlanan bir söyleşide, söyleşiyi yapan Michael Yates, emperyalizme ilişkin bir soruda, tanınmış Marksist bilim insanı David Harvey’in “zengin ülkelerdeki servetin, Küresel Güney ülkeleri tarafından hortumlandığını iddia ettiğine” (1) dikkat çekmişti. Yates özellikle Harvey’den alıntılamıştı:
“Emperyalizmin eski kategorilerinin bu zamanlarda yeterince iyi işlemediğini düşünenler, servet birikiminin büyümesine ve gücün, dünyanın bir tarafında diğer tarafının zararına toplanmasına neden olan karmaşık değer akışlarını hiçbir şekilde inkâr etmez. Sadece akışların daha karmaşık ve sürekli yer değiştiren biçimde olduğunu düşünürüz. İki yüzyıldan bu yana Doğu’dan Batı’ya gerçekleşen tarihsel servet akışı, örneğin, son 30 yıl boyunca büyük oranda tersine dönmüştür.”
Seymour, Yates’in söylediklerinin Harvey için çok ağır bir itham olduğunu iddia etmişti. Yani, Prabhat ve Utsa Patnaik’in “A Theory of Imperialism” (2) kitaplarından yapılan yukarıdaki Harvey alıntısının, Küresel Güney’in Tayvan ve Güney Kore gibi makul zenginlikte belirli ülkelerinin şu anda “alt-emperyalist” olabileceği anlamına gelmesi gerekir. Monthly Review yayınlarından çıkan “21. Yüzyılda Emperyalizm” (3) kitabının yazarı John Smith, Seymour’un, Harvey’in sözlerine ilişkin yorumuna itiraz ediyor. Smith aşağıda argümanını açıklıyor. Smith’in yorumları, kendisinin Yates’e gönderdiği çeşitli e-postalardan ve dosyalardan derlendi. Smith, görüşlerini doğru bir şekilde yansıttığından emin olmak için bunları gözden geçirdi.
I. Bir emperyalizm inkârcısı
Yeni Emperyalizm kitabının ve kapitalizmin tarihi ile Marksist ekonomi-politiğe ilişkin başka takdir göre kitapların yazarı David Harvey, tanınmış bir Marksist teorisyen olarak, Marksist ekonomi-politikle çelişen biçimde tek başına en önemli sorunda okurlarına hatalı bir şey öğretme doğrultusunda hatırı sayılır prestijini kullanan bir emperyalizm inkârcısıdır: değerin ve artı değerin Küresel Güney’den (düşük ücretin olduğu Doğu Asya ülkelerini dâhil ettiğim şey) emperyalist merkezlere devasa akış, neoliberal çağda ölçek ve önem anlamında fazlasıyla artmış bir akış.
Richard Seymour’a göre, Harvey’in “iki yüzyıldan bu yana Doğu’dan Batı’ya gerçekleşen tarihsel servet akışı, son 30 yıl boyunca büyük oranda tersine dönmüştür” şeklindeki aksi iddiası, Tayvan ve Güney Kore’nin “alt-emperyalizmler” haline gelmelerine bağlı olabilir. Bu alıntının yapıldığı çalışmada, bunun için bir temel görmüyorum. Dahası, Harvey’in, “Doğu”nun şu anda “Batı”yı sömürdüğü iddiası neredeyse kelimesi kelimesine 2014 yılındaki çalışması On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu’nda söylediği şeyi tekrar ediyor:
“Küresel çapta ülkeler arasındaki servet ve gelir dağılımı farklılıkları pek çok gelişmekte olan ülkede kişi başına gelirlerin yükselmesiyle büyük ölçüde azaldı. Doğu'dan Batı'ya iki yüzyıl boyunca devam eden net servet akışının yönü, özellikle Doğu Asya'nın küresel ekonominin enerji santralı konumuna yükselmesi sonucunda tersine çevrildi. 2007-9 travmalarından sonra dünya ekonomisindeki iyileşme (mecalsiz bir iyileşme de olsa) 2013'e kadar 'yükselen ekonomiler' denilen piyasalarda (esas olarak BRIC ülkeleri) gerçekleştirilen hızlı büyümelerden kaynaklandı. Bu atak, krizin her türlü etkisinden neredeyse tümüyle kurtulmuş görünen tek yeryüzü parçası olan Afrika'ya bile yayıldı.” (4)
Tüm bunlar, bunun Tayvan ve Güney Kore vakalarına ilişkin istisnai durumla sınırlı olmadığını, Harvey’in Kuzey ve Güney arasında değer akışının tersine döndüğü varsayımına ilişkin genel bir durum üzerinde durduğunu kuşkusuz netleştiriyor.
Harvey’in, üretimi düşük ücretlerin olduğu ülkeler üzerinden dışarıda yaptırmanın, Güney emeğinin ABD, Avrupa ve Japon çokuluslu şirketlerince doğrudan ya da dolaylı aşırı sömürüsünde önemli büyüme anlamına geldiğini kabullenmeyi reddetmesi ve bu dönüşümün, emperyalizmin en yüksek aşamasına değil de gelip geçmesine işaret ettiğine ilişkin düşüncesi, emperyalist ülkelerde kendilerini Marksist olarak tanımlayanlar –her ne kadar emperyalizmin bu gerçekliğinin inkârı, bilhassa Monthly Review ve Radikal Ekonomi-Politik Birliği (URPE) ile ilişkili bilim insanları ve aktivistlerden önemli dirençle karşılaştıysa da- arasında hâkim görüş olmuştur ve belki de öyle olmaya devam etmektedir. Aşağıda, 21. Yüzyılda Kapitalizm kitabımdan, Harvey’in meşhur Sermayenin Sınırları kitabına kadar çeşitli çalışmalarında aşırı sömürüyü ve sonucunda artı değerin Güney-Kuzey yönlü akışını inkârının izini süren bir alıntıya yer verdim. Alıntı, Michael Yates’in, David Harvey’in argümanına dair tanımlamasının tamamen haklı olduğuna dair bol bol ek delil sunuyor.
Örneğin, Harvey’in Sermaye Muamması’nda sadece şu anda Doğu’nun, Batı’nın servetini kendi yönüne hortumladığı fikrinin erken bir yinelemesini değil, aynı zamanda bu fikrinin kaynağını da buluruz. Harvey, “ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin Obama’nın seçilmesinden kısa süre sonra yayımlanan dünyanın 2025 yılında neye benzeyeceğine ilişkin anlaşılmaz tahminlerine” onaylar şekilde atıfta bulunuyor. “
Belki de ilk kez, resmi bir ABD kuruluşu o gün geldiğinde ABD'nin dünya meselelerinde önemli bir oyuncu olmaya devam etmesine rağmen artık hâkim konumda olmayacağını öngörmüştür… Her şeyden önemlisi, ‘şimdiden başlamış olan, göreli zenginlikte ve ekonomik güçte kabaca batıdan doğuya eşi görülmemiş kayma devam edecektir." Ve devam ediyor: “
Bu ‘eşi görülmemiş kayma’ doğu, güneydoğu ve güney Asya’dan Avrupa'ya ve Kuzey Amerika'ya on sekizinci yüzyıldan beri devam etmekte olan uzun vadeli hortumlamayı tersine çevirmiştir.”
(5)
Harvey bir başka yerde şöyle itirafta bulunuyor: “
Sermaye fazlasına boğulmuş ABD kökenli şirketler kıyı ötesi üretime aslında 1960'lı yıllarda başlamıştı, ama bu yönelişin gerçekten istim kazanması için bir on yıl daha gerekecekti”
(6) ve “Dünyanın neresinde olursa olsun, tercihen işgücünün ve hammaddelerin daha ucuz olduğu yerlere” olan bu üretimin yönünü değiştirme, ABD’li kapitalistlerin içeride yatırım yapmaktansa sermayelerini ihraç etme kararıyla güdümlenmişti. Oysa bütün bunlar, hassas ekonomiler üzerinde artan metropolitan güce ve faal emeklerinin sömürüsünün artmış olduğuna işaret ediyor, emperyalizm terimini hak ediyor(aslında gerektiriyor). Harvey’in bunu nasıl rasyonalize ettiğini açıklamaya yardım edecek ipucunu, şunları söylediği Yeni Emperyalizm kitabında bulunabilir:
“
… şu ya da bu ulus-devlette merkezi bulunsa da emperyalizmin daha önceki aşamalarında düşünülmesi mümkün olmayacak şekilde dünya haritasında yayılan, ulusaşırı nitelikteki kapitalist şirketlerin (Lenin ve Hilferderg’in hepsinin belli bir ulus devlete sıkı sıkıya bağlı olduğunu belirttiği tröstler ve karteller) ortaya çıkmasıyla ilgiliydi.”
(7)
Bir başka deyişle bu, ABD ve Avrupa çokuluslu şirketleri ve onların kapitalist sahipleri değil, üretimin düşük ücretlerin olduğu ülkelere doğru kaydırılmasından kâr sağlayan köklerinden koparılmış, yerinden yurdundan edilmiş, kişiliksizleştirilmiş bir “küresel sermaye”dir.
Harvey’in, Patnaik’in yeni kitabına ilişkin yorumu, aşırı sömürü kavramına çalışmalarında herhangi bir yerde ilk kez başvurması bakımından dikkat çekicidir:
“
Tropikal ve subtropikal kıta, aşırı sömürüye olanak sağlayan koşullarda yaşayan devasa bir emek rezervi barındırıyor. Son 40 yıldır (ve bu yeni bir şey), sermaye giderek artan biçimde bu emek rezervini endüstriyel gelişme vasıtasıyla daha yüksek kâr arayışı doğrultusunda harekete geçirme çabasında. Tropikal kıtanın ayırt edici özelliğini teyit eden bir harita varsa, bu harita yüzde 90’ı tropikal kıtada olan serbest üretim bölgelerinin yerini gösteren harita olur. Ve cazip olan tarımsal taban değil, emek rezervidir (toplumsal yeniden üretim olarak gerçekleşen kısmi proleterleşme toprak konusunda ele alınsa da, sermayenin emeği asgari ücretin altında tam anlamıyla sömürmesi şüphesiz önemli)."
(8)
Aşırı sömürüyü tarif etmiyor, ancak yakarması bile önemli bir yola çıkış. Bununla birlikte, yola çıkıyor ancak varamıyor: “sermaye” burada ruhani, bölgesellikten koparılmış bir soyutluk olarak beliriyor emperyalist ülkeleri merkez edinmiş çokuluslu şirketler olarak değil; bu da onun bariz sonuçtan kaçınmasına olanak sağlıyor: bu yeni ve çok önemli gelişmenin, değerin, düşük ücretlerin olduğu ülkelerden emperyalist merkezlere akışında önemli bir itme gücü anlamına geldiği sonucundan.
Harvey’in modern emperyalist sömürüye ışık tutmak yerine bunun üstüne bir perde çekmek üzere tasarlanmış görünen son yazılarında başka pek çok şey var –örneğin yukarıdaki alıntıyla aynı sayfada şunu diyor:
“
Metropolitan merkez ile çevresi arasındaki rezerv farkı, son zamanlarda küreselleşme eliyle epey azaltılmıştır; öyle ki, sermaye-emek çatışmasının küresel ekonomi alanları boyunca daha birleşmiş olduğunu makul bir şekilde aklımızdan geçirebiliriz.”
(9)
Sonuç olarak: Harvey’in, şu anda “Doğu”nu “Batı”yı sömürdüğü iddiası, üretimin düşük ücretlerin olduğu ülkelere küresel kaydırılmasının, emperyalist sömürüde önemli derinleşme ifadesi olduğunu inkârıyla uyumludur. Serbest üretim bölgelerinde ve “tropikal kıta”daki başka yerlerde aşırı sömürünün olduğuna dair gecikmiş ve kafası karışık kabulü, mozaik (Seymour’un, yukarıda başvurulan röportajında Harvey’i savunurken kullandığı bir kelime) şöyle dursun, okurlarını kandırmak üzere tasarlanmış aptalca bir yol döşememiz olduğunun işaretidir.
II. 21. Yüzyılda Emperyalizm kitabından David Harvey’e ilişkin alıntı; sayfa 199-202
Günümüz Marksist teorisyenleri arasında öne çıkan isimlerden olan David Harvey, Marx’ın değer teorisine, neoliberalizme ve yeni emperyalizme dair bir dizi etkileyici kitap yayımladı. Görüşleriyle kazandığı geniş okuyucu kitlesi nedeniyle bunları, sadece burada meydana atılabilecek bir görev olarak ciddi bir değerlendirmeye tâbi tutmak gerekli.
Harvey’in yeni emperyalizm teorisinin ana argümanı, sermayenin aşırı birikiminin kapitalistleri ve kapitalizmi, giderek artan biçimde talanın kapitalist olmayan biçimlerine başvurmaya, yani ister kamu malı, ister el değmemiş doğa olsun, sermayenin müştereklere el uzatmasından kaynaklanan şekilde toplumsal mülkiyete el koymaktan servetin özelleştirilmesine dek, ücretli emekten artı değer çıkarmaktan başka biçimlere zorladığıdır. Yeni emperyalizmin, “
şu anda karşı karşıya kaldığı birincil çelişki” olacak şekilde önemin “
genişletilmiş yeniden üretim yoluyla birikimden, mülksüzleştirme yoluyla birikime kayması” ile karakterize edildiğini iddia ediyor.
(10) Harvey, mülksüzleştirme yoluyla birikimin eski ve yeni biçimlerinin devam eden ve hatta artan önemine dikkat çekmekte haklı, fakat emperyalizmin üzerine durmadaki en önemli değişimin tamamen farklı bir yönde olduğunu kabul etmiyor –üretimin, tamamen emek-sermaye ilişkisine içkin bir olgu olan küresel emek arbitrajı odaklı küreselleşmesi vasıtasıyla, kendi artı değer çıkartma temel süreçlerinde meydana gelen dönüşümüne doğru değişim.
(11)
Harvey’in Sermayenin Sınırları kitabı, kasten belirsiz bırakılan bir başlık taşıyor. Kitap, sermayenin durmak bilmeyen ilerleyişine sınırlar keşfetme ve aynı zamanda Marx’ın kapitalist kalkınma teorisi olan Kapital’e sınırlamalar belirleme girişiminde bulunuyor. Sermayenin Sınırları, emperyalizme ilişkin Kapital’den çok daha az şey söylemektedir. Aslında emperyalizmin bahsi, sadece kısa ve gelişigüzel bir şekilde geçer: “
…emperyalizme dair olanların çoğu, bir çeşit üstün, baskın ve baskıcı gücün koruması altında bir bölgedeki halkların başkaları tarafından sömürüsüne dayanmaktadır... Burada tarif edilen süreçler , (bir taraftan üretim ve toplumsal bölüşümü birbirinden ayrıştırırken, diğer taraftan) artı-değerin coğrafi üretiminin kendi coğrafi bölüşümünden kopuşmasına izin verirler.”
(12) Bu önemli kavrayışı genişletmek yerine, bununla daha fazla ilgilenmiyor. Harvey, üretimin düşük ücretlerin olduğu ülkelere doğru coğrafi yer değişimi konusuna, bu durumun derinleşen emperyalist sömürünün bir işareti olarak görülmediği Portmodernliğin Durumu’nda (1990) dönüyor:
“
1970’li yılların ortalarından itibaren…yeni sanayileşen ülkeler belirli ürünlerde (tekstil, elektronik vb.) ileri kapitalist ülkelerin piyasalarında ciddi köprü başları (ilerlemeler; ç.n.) elde ettiler. Bunlara kısa süre sonra bir dizi başka yeni sanayileşen ülke (Macaristan, Hindistan, Mısır) ile daha önce ithal ikameci bir strateji izlemiş olan ülkeler (Brezilya, Meksika) katıldı. İleri kapitalizmin küresel ekonomi politiğinde I 972'den bu yana ortaya çıkan bazı güç değişiklikleri gerçekten çarpıcıdır. ABD'nin dış ticarete bağımlılığı…1973-80 arasında ikiye katlanıyordu. Gelişmekte olan ülkelerden ithalat neredeyse on katına çıktı.”
(13)
Bu, gerçekliği tamamen farklı bir şekilde sunuyor: düşük ücretlerin olduğu ülkelere doğru güç kayması şöyle dursun, dış ticaretin büyümesi, emperyalist çokuluslu şirketlerin bu ülkeler üzerindeki gücünde muazzam büyümeyi gösterir –ve bu şirketlerin, söz konusu ülkelerin işçilerinden artı değer çıkarmaya olan bağımlılıklarında artışı. Aynı çalışmada Harvey’in teşhisiyle şu yargı öne sürülmüştür: “
Bu yeniden canlanmaya paralel olarak, çokuluslu sermayenin Fordist kitle üretimi sistemlerini ülke dışına taşıma konusunda artan kapasitesi, orada son derece zayıf konumda bulunan kadın işçilerin emek gücünün, aşırı derecede düşük ücret ve hemen hemen hiçbir güvencesi olmayan çalışma koşullarında sömürülmesini olanaklı kılar.”
(14) Ayrıca, düşük ücretlerin olduğu ülkelere yönelik küresel yer değiştirme, çokuluslu şirketler tarafından rekabet gücü ve kârlılıklarını desteklemek ve fayda yaratmak amacıyla yönlendirildi –oysa Harvey bunu emperyalist rekabet gücünde düşüşün belirtisi olarak sunuyor. Harvey’e göre, çekirdek sermaye, aşırı birikim krizini “
kapitalist üretimin içinde gelişebileceği yeni mekanların (örneğin altyapı yatırımlarıyla) üretimini, ticaretin ve doğrudan yatırımların büyümesini ve emek gücünün sömürülmesi için yeni olanakların araştırılmasını”
(15) gerektiren mekânsal bir onarım ile çözmeye çalışıyor. Bu, Marx’ın kaotik bir anlayış dediği şeydir. Emek-gücünün sömürülmesinin yeni olasılıklarının keşfinin kasti muğlaklığı yerine, düşük ücretli emeğin şiddetlenmiş sömürüsü gibi çok daha dolambaçsız bir şeye ne dersiniz? Sonuçta, Harvey’in, Marx’ın kapitalizm teorisine mekânsal bir boyut katma girişimi çuvallamıştır, çünkü göçmenlik kontrollerinin, emperyalist ve yarı sömürge ülkeler arasında derinleşen ücret farkının ve küresel ücret arbitrajının mekânsal içerimlerini tartışmayı göz ardı eder.
Harvey, 2003 yılında yayımlanan Yen Emperyalizm’de, üretim süreçlerinin küreselleşmesine iki sayfa ayırır. Bu gelişmeyi, kendi temel sermayenin aşırı birikimi tezinin arasına sokar: “
Kolayca sömürülen düşük ücretli işgücü ve üretimin coğrafi hareketliliğinin artması, sermaye fazlasının karlı bir biçimde istihdamı için yeni fırsat kapıları açtı. Fakat kısa dönemde bu durum, dünya çapındaki sermaye fazlası üretim sorununu daha da kesifleştirdi.”
(16)
Endüstriyel kapitalistler ile finansal kapitalistleri şeklen ayırarak, dış kaynak temini dalgasının itici kaynağını, üretim sermayesi üzerindeki egemenliklerini savunan finans kapitalistlerin zincirlerinden kurtulmuş gücüne yorar:
“
…bir dizi teknolojik ve örgütsel değişimler…hiper hareketli mali sermayenin beslediği üretim sermayesinin coğrafi hareketliliğini arttırdı. Mali güç ABD'ye birçok doğrudan fayda sağlasa da, bu gücün, kendi endüstriyel yapısı üzerinde de felaket düzeyinde olmasa da sarsıcı etkileri oldu…yayılan endüstrisizleştirme (deindustrialization) dalgaları, ABD içinde tek tek endüstrileri ve bölgeleri vurmaya başladı… ABD, mali gücün etkisini tüm dünyaya yayarak üretimdeki üstünlüğünü zayıflatmakta hatalıydı. Fakat bunun faydası, ABD'nin bağımlı olduğu sonsuz tüketimciliği körükleyecek ucuz malların başka yerlerden temin edilmesi oldu.”
(17)
Bunun milliyetçi ve korumacı perspektifini ve başka yerlerdeki daha ucuz malların başka yerlerdeki daha ucuz emek ile mümkün kılındığını, yani aşırı sömürüyü fark edememesini bir kenara koyarsak, Harvey’in argümanı ölümcül bir kusur içeriyor. Dış kaynak temini, finansın uyanışıyla çok fazla işlememiş, üretim kârı oranındaki durağanlık ve gerilemeyle ve endüstrinin liderlerinin buna karşı koyma çabalarıyla işlemiştir. Ucuz üretilmiş malların ithalat artışı, akaryakıt tüketiminden çok daha fazlasını gerçekleştirdi, Kuzey Amerika’nın sanayi devlerinin kârlılıklarını ve rekabetçi konumlarını da destekledi ve bunlar tarafından bilfiil desteklendi. ABD egemenliğine –bir başka deyişle, şirketlerinin artı değerden aslan payını alma yetilerine- son vermek şöyle dursun, dış kaynak temini ABD, Avrupa ve Japon sermayedarlarına küresel imalat sanayi üretiminde egemenliklerini sağlamlaştırmaları için yeni yollar açmıştır.
Harvey’in temel hatası, “
Kautsky'nin çok önceden öngördüğü gibi, kapitalist güçlerin koalisyonuyla ulaşılan daha yararlı yeni bir ‘Yeni Anlaşma’ emperyalizmine dönülecektir… (Bu) mevcut konjonktürde…mücadele etmek için şüphesiz yeterlidir”
(18) sözleriyle özlemini ifade ederek Yeni Emperyalizm’in sonucunda berbat reformizmini açıklamasına kadar varırken, 20 yıl önce Sermayenin Sınırları’nın sonuç bölümünde ne yazdığını unutuyor: “
Dünya, büyük buhranın dehşetinden sadece bir görkemli 'New Deal' ya da Keynezyen iktisadın merkez bankalarına sihirli dokunuşu ile değil, aynı zamanda küresel savaşın yıkım ve ölümü sayesinde kurtarılmıştır.”
(19)
REFERANS METİNLER
1- Michael D. Yates tarafından Richard Seymour ile yapılan ve Monthly Review dergisinin 68/10:17-24 sayısının 21. sayfasında yayımlanan “Matem ve Militanlık” başlıklı söyleşiden.
2- Prabhat Patnaik ve Utsa Patnaik, A Theory of Imperialism (Bir Emperyalizm Teorisi), sf. 169
3- John Smith, 21. Yüzyılda Emperyalizm / Imperialism in the Twenty-First Century (New York: Monthly Review Press, 2015)
4- David Harvey, On Yedi Çelişki ve Kapitalizmin Sonu (İstanbul, Sel Yayıncılık, 2015), sf. 176
5- David Harvey, Sermaye Muamması: Kapitalizmin Krizleri (İstanbul, Sel Yayıncılık, 2010), sf. 45-46
6- a.g.e., sf. 26
7- David Harvey, Yeni Emperyalizm (İstanbul, Everest Yayınları, 2004), sf. 58
8- Prabhat Patnaik ve Utsa Patnaik, A Theory of Imperialism (Bir Emperyalizm Teorisi), sf. 165. Patnaiklerin, kitabında (sf. 168-169) Yeni Emperyalizm’deki aşırı sömürüye atıfta bulunulur: “Metropolitan ülkelerde bilgisayarları satan Apple, yüzde 27 kâr açıklarken, Güney Çin’deki göçmen emeği üzerinden aşırı sömürücü çalışma koşulları altında Apple bilgisayarları üreten Foxconn yüzde 3 kâr açıklıyor.”
9- a.g.e.
10- David Harvey, Yeni Emperyalizm, (İstanbul, Everest Yayınları, 2004)
11- Anwar Shaikh ve Ahmet Tonak, Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi kitabında kapitalist üretim sürecinde çıkarılan artı değer ve sermaye ile örneğin küçük mal üreticileri arasındaki etkileşimden elde edilen kapitalist kârlar arasındaki önemli farkı açıklarlar: “Marksist teorinin en soyut düzeyinde, toplam kâr, basit olarak toplam artı değerin parasal ifadesidir. Ancak çoğu zaman kârın, sermaye dolaşımı ve toplumsal yaşamın diğer alanları arasındaki aktarımlardan da ortaya çıkabileceği unutulur. Marx, kârın bu ikinci biçimini, -artı değerden kârdan farklı olarak- esasen bir tür eşitsiz değişime bağlı olan yabancılaştırma yoluyla kâr (Tonak’a göre, yabancılaştırma yoluyla kâr kavramının aktarmak istediği, ticari ilişkilerde malın alım satımı sırasında, satış ve alış fiyatları farklılığı yüzünden ortaya çıkan kârdır; ç.n.) olarak adlandırır. Varlığı, değerlerden üretim bedellerine dönüşümle meydana gelen kârlar toplamı ve artı değerler toplamı arasındaki farka ilişkin meşhur bulmacayı çözmemizi mümkün kılar. (Anwar Shaikh ve Ahmet Tonak, Milletlerin Zenginliğinin Ölçülmesi, İstanbul, Yordam Kitap, 2012)
12- David Harvey, Sermayenin Sınırları, (Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 2008), sf. 527
13- David Harvey, Postmodernliğin Durumu (İstanbul, Metis Yayınları, 1996), sf. 190
14- a.g.e., sf. 177
15- a.g.e., sf. 209
16- David Harvey, Yeni Emperyalizm, (İstanbul, Everest Yayınları, 2004), sf. 55
17- a.g.e., sf. 56
18- a.g.e., sf. 174
19- David Harvey, Sermayenin Sınırları, (Ankara, Tan Kitabevi Yayınları, 2008), sf. 530
NOT: David Harvey'in, John Smith'in eleştirilerine yanıtını içeren metin, önümüzdeki günlerde blogumuzda yayımlanacaktır.
https://mronline.org/2017/08/26/a-critique-of-david-harveys-analysis-of-imperialism/ adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü'nü, Facebook üzerinden takip etmek için
buraya tıklayınız