Content feed Comments Feed

Daha önce tam 7 kez ABD tarafından işgal edilen Orta Amerika ülkelerinden Honduras, bu kez de düzenlenen darbeyle dünya gündemine geldi. Ülkede devrik Devlet Başkanı Jose Manuel Zelaya darbeciler tarafından Kosta Rika’ya sürülürken, yerine ise “de facto” bir biçimde sermaye çevrelerinin muhafazakar destekçisi olan Roberto Micheletti getirildi. Ülkede binlerce kişi sokaklara çıkarken devlet televizyonu buna dair hiçbir haber vermiyor, yabancı yayın organlarının haber vermeleri de engelleniyor. Olayların kökeninde ise Devlet Başkanı Zelaya’nın 28 Haziran tarihinde düzenlemek istediği ve Kasım ayında düzenlenecek seçimlerde yeni bir anayasa oluşturulması yolunda bir kurucu meclis seçiminin de yapılıp yapılmaması sorusunu içeren referandum yatıyor. Honduras Yüksek Mahkemesi, söz konusu referandumu geçen hafta verdiği kararla “yasadışı” ilan ederken, silahlı kuvvetler komutanı Romeo Vásquez Velásquez de seçim sandıklarını dağıtmayı reddetti. Bunun üzerine 25 Haziran günü Velásquez’i görevden alan Zelaya, ülkedeki demokratik kitle örgülerini de yanına alarak 15 bin seçim sandığını temin etme çabasına girişti. Ancak Savunma Bakanı Ángel Edmundo Orellana, Velásquez ile dayanışma amacıyla istifa etti ve askerler sokağa çıktı. Gelişmelerin ardından acil bir oturum yapan Amerikan Devletleri Örgütü giderek bozulan durumun değerlendirilmesi çağrısında bulundu. Zelaya ise Ulusal Kongre’nin, Yüksek Mahkeme’nin, başlıca partilerin çoğunluğunun, ticaret odasının ve Katolik Kilisesi’nin muhalefetine rağmen kararından dönmedi ve halk tabanından aldığı destekle bağlayıcı olmayan referandumu gerçekleştirmeye karar verdi. Ancak Zelaya’nın bu kararından bir gün sonra darbe gerçekleşti.

Darbenin ardından yemin ederek göreve başlayan Roberto Micheletti ise göreve bir darbeyle gelmediğini ve Zelaya’nın istifa ettiğini iddia ederek, “Bu göreve kesinlikle yasal olan bir geçiş süreciyle geldim” dedi. 11 Nisan 2002’de Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’e karşı gerçekleştirilen darbe sonrasında Venezüella Ticaret Odası Başkanı Pedro Carmona’nın Chavez’in yerine geçmesi gibi Micheletti de salonda alkışlandı, sokakta protesto edildi. Ancak Carmona’dan farklı biçimde, ABD de dahil hiçbir devlet Micheletti’nin hükümetini tanımadı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Başkanı Miguel d'Escoto Brockmann, Honduras ordusunun müdahalesini bir “suç eylemi” olarak nitelerken, cunta hükümetinin hiçbir devlet tarafından tanınmamasına rağmen bazı uluslararası medya kuruluşları Micheletti’yi başkanmış gibi tanıtmaktan geri kalmadı. CNN web sayfasında kendisiyle yapılan bir röportaj yayımlanan Venezüella’nın muhafazakar eski büyükelçisi Diego Arria, darbeyi kınamazken Zelaya’yı “Honduras anayasasına karşı bir darbe denemesinde bulunmakla” suçladı.

Pazar günü yapılması planlanan referandum, muhalifleri tarafından Zelaya’nın gelecek senenin başlarında dolacak olan görev süresini uzatmak yolunda yeniden seçilmesinin önündeki dönem sınırlamasını kaldırmak amacı taşıyormuş gibi gösterilse de, esas amacın Venezüella benzeri bir Kurucu Meclis kurma yolunda bir adım atmak olduğu ve referandumda Zelaya’nın yeniden seçimine dair hiçbir sorunun sorulmayacağı belirtiliyor.

Ülkede halk protesto amacıyla sokakları doldururken TeleSUR’a konuşan sendika liderlerinden Ángel Alvarado emekçilere darbeye karşı genel grev çağrısında bulundu. Düzenlenen genel greve ve başkanlık sarayı önündeki protesto gösterisine katılım ağır silahlı askerlerin varlığına rağmen yüksek olurken, TeleSUR kanalı askerlerin silah kullandığı, olaylarda 23 kişinin yaralandığı ve bir muhabirlerinin de askerlerin silahlarından çıkan plastik mermiyle yaralandığı haberini verdi. Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega ise darbenin ardından ülkesi ile Honduras arasındaki sınırın Honduras ordusu tarafından kapatıldığını açıkladı.

İki piyade taburu darbecilerden koptu

Bu arada Es Lo de Menos radyosunun haberine göre Dördüncü Piyade Taburu ve Onuncu Piyade Taburu, Honduras’taki darbecilerle bağlarını kopardı. Ülkenin en büyük toplumsal örgütü olan ve darbe sonrasında ülkedeki otoyolları başarıyla bloke eden uluslararası köylü hareketi Via Campesina’nın lideri Rafael Alegria, Alba TV’ye yaptığı açıklamada halk direnişinin ülkenin tamamında yükseldiğini ifade ederek, “Ülkedeki tüm otoyollar bloke edilmiş durumda. Dördüncü Piyade Taburu da artık Roberto Micheletti’nin emirlerine uymayacak” diye konuştu. Radio Mundial’e konuşan Honduras Halk Birliği Bloku’ndan Angel Alvarado ise şunları söyledi: “İki piyade taburu Roberto Micheletti’nin gayri meşru hükümetine karşı ayaklandı. Bu taburlar, ikisi de Atlántida eyaletinde bağlı olan Tela şehrindeki Dördüncü Piyade Taburu ve La Ceiba şehrindeki Onuncu Piyade Taburu.”

TeleSUR da, muhabirlerinin Associated Press muhabiri ile birlikte darbeciler tarafından gözaltına alındığı haberini verdi.

http://upsidedownworld.org/main/content/view/1938/1/ , http://narcosphere.narconews.com/notebook/al-giordano/2009/06/reports-two-military-battalions-turn-against-honduras-coup-regime ve http://narcosphere.narconews.com/notebook/kristin-bricker/2009/06/honduras-first-full-day-under-coup-rule adreslerinde yayımlanan haberlerden yararlanılarak oluşturulmuştur.

ABD’de Vietnam Savaşı’na karşı sokakta gösterilen direnişle ortaya çıkan ve 1967 yılından bu yana faaliyet gösteren sosyalist partilerden olan Peace and Freedom Party, yaptığı açıklama ile tartışmalı seçimler sonrasında İran halkının ihtiyacı olan şeyin “müdahalesizlik” olduğunu belirtti. Partinin Kaliforniya Eyalet Başkanı Kevin Akin imzasıyla yapılan açıklamada İran’daki baskı rejiminin ülke halkının kendi iradesiyle yıkılması gerektiği vurgulanırken, ABD yönetimine de kendi ezilenlerinin sorunlarını çözmek için çaba gösterme çağrısında bulunuldu:

“Peace and Freedom Party, İran’daki son politik karışıklığın sonucunda İran halkının, en zengin İranlılarla yakın ortaklık içindeki vaizlerin hakim olduğu rejim tarafından ezilegelen İran işçi sınıfı için daha büyük özgürlükler ve imkanlar kazanabilmesini umuyor. İşçi hakları en aza indirilmiş, sendika önderleri hapsedilmiş, işçi sınıfının politik örgütlülükleri bastırılmış, sosyalizmi savunanlar tutuklanmış, işkence görmüş ve öldürülmüş durumda. İran solu varlığını yer altında veya sürgünde sürdürmekte. Fakat bunlar bir boşlukta gerçekleşmedi. İran’daki bu problemlerin birçok sebebi var, fakat ABD hükümetinin geçmişteki ve bugünkü müdahaleleri şüphesiz ki tüm bu nedenler arasında sayılmalı.

ABD’deki iki sermaye partisinin, Cumhuriyetçi ve Demokratların seçilmiş yetkililerinden ve parti liderlerinden gelen bir dizi açıklama, açıklanan sonuçlarını birçok kişinin hileli addettiği İran başkanlık seçimleri sonrasından yeni bir seçim talep eden İranlılara sempatiyi ifade etmekte. Özellikle Cumhuriyetçilerden gelen açıklamalarda, ABD hükümetinden “sert konuşmaktan” sınırsız askeri müdahaleye kadar değişen aralıklarda eylemler talep edilmekte. Tabii ki askeri müdahale talep edenler bundan aylar önce, seçimlerden önce de başka gerekçelerle aynı şeyi talep ediyorlardı. Peace and Freedom Party, İran’a yönelik bugüne kadar çok fazla ABD müdahalesinin olduğunu ve tüm bunlarsın İran halkına yardım etmekten çok acı verdiğini belirtiyor.

ABD, İran’ı 1942’den 1945’e kadar işgal altında tutan müttefik işgal güçlerinin parçasıydı ve 1946 yılında İran’da solun bastırılmasına yardım etti. CIA 1953 yılında seçilmiş İran hükümetini devirmek ve Amerikan petrol şirketlerinin çıkarlarına CIA güdümünde hareket eden Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin başında olduğu anayasal monarşiyi tesis etmek için gerici politikacıları, gerici sanayicileri ve sermayedarları kullandı. Şah, CIA’in teknik desteği ile bütünüyle kokuşmuş bir baskı, işkence ve cinayet rejimi kurdu. İktidarı, bütün halkın Şah’ı devirmek için ayaklanması ile 1979 yılında sona erdi. Şah, ABD’nin Demokrat başkanı Jimmy Carter’ın kuvvetli desteğine rağmen devrildi. Ertesi yıl Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak, ABD’nin siyasi, ekonomik ve askeri teşvikiyle Irak’ı işgal etti. İşgal, Reagan yönetiminde devam eden ve kimyasal silahları, diğer korkunç kitle imha silahlarını ve hem İran güçlerine hem de Iraklı Kürt güçlerine ve halka yönelik kullanılan ABD uydularının hedef belirleme istihbaratlarını içeren askeri yardımlarla yıllarca sürdü.

1979’dan beri ABD, İran’a yönelik değişen derecelerde bir ekonomik ambargo sürdürüyor. Reagan’ın adamlarının, Carter’ın yenildiği 1980 ABD seçimlerine dek ABD elçilik personelinin İran’ın elinde tutulması için gizlice pazarlık etmesinden sonra Reagan’ın yardımcıları, İranlı yetkililerle Reagan’ın Orta Amerika’daki kirli savaşı finanse edecek para karşılığında gelişmiş silahlar temin etmesine dair başka gizli pazarlıkları devam ettirdi. Bu arada İranlı yetkililer ülkede solu baskı altına aldı, on binlerce eylemciyi hapsetti. Reagan yönetimi ile İran’daki gerici dini liderler arasındaki bağlantının doruk noktasında binlerce İranlı solcunun, hemen hemen bütün liderlerin ve çeşitli partilerden tanınmış eylemcilerin yargısız infazla öldürülmesini de içeren bir cezaevi katliamı vardır. Bu katliamda iç gerekçeler de vardı ve katliam Irak Savaşı bağlamından kopuk olarak gerçekleşmemişti ancak kuşkusuz ki pazarlıklara dahil olan Reagan’ın yetkililerini memnun etmiş olmalıydı.

Şu anda, aylar önce rapor edildiği üzere İran’ın çeşitli bölgelerinde oraya aslında Bush yönetimi tarafından bir saldırı ya da işgali hazırlamak üzere gönderilmiş ABD askeri ve casus ekipleri mevcut. Son 30 yılda uygulanan ekonomik ambargo şiddetlendi ve batısında Irak’ı, doğusunda ise Afganistan’ı işgal eden ABD kuvvetleri var. Son İran seçimlerinin ve neticesinin görülmesi gerektiği durumun önemli bir parçası. Demokrat ve Cumhuriyetçilerin akıllarındaki soru orada bir ABD müdahalesi olmalı mı olmamalı mı değil, aksine bu müdahalenin ne yönde değişim göstermesi gerektiği.

Peace and Freedom Party’nin duruşu gayet net: Devletimiz İran’a halihazırda yeterince zararı vermiş durumda. Tüm müdahaleler durdurulmalı, Irak ve Afganistan’daki bütün ABD birlikleri derhal geri çekilmeli, ambargo sonlandırılmalı ve ABD ile İran arasında karşılıklı faydası olan ticaret yeniden başlamalı. İran’ın iç siyasi sorunları casuslar ve sabotaj ajanları veya açık tehditler ve zorbalık “yardımı” olmaksızın İranlıların kendi kararlarına bırakılmalı. İran’ın sorunlarına yönelik yıllarca süren yıkıcı ABD müdahalesinden sonra her şey derhal düzelmeyecek ama İran’ın gelecekte iç durumundaki ve dünya ile ilişkilerindeki iyileşmeler için sıkı bir müdahalesizlik politikasının temeli atılmalı.

Cumhuriyetçi ve Demokratların yetkililerinin açıklamalarındaki dikkate değer bir özellik de ikiyüzlülükleri. Cumhuriyetçilerin, 2000 yılında Florida’da yüksek mahkemenin oy sayımını durdurmak için müdahale etmesinin ardından dikkatli bir oy sayımı kampanyası sürdürmesi çok komik. Sanki bazı üyeleri kendi ofisleri önündeki gösterilere engel olmaya çalışmamış gibi İran’da gösteri özgürlüğü için kampanya yürütüyorlar. Elbette gösterilerin dağıtılmasına dair bu sahte açıklamaları duyan halkın bir kısmı, aynı yetkililerin son yıllarda Seattle’daki ve her iki partinin kongrelerinin yapıldığı salonların önündeki gösterilerin dağıtılmasına ve gözaltılara öncülük ettiklerini hatırlamalı. Ayrıca İran’da başkan adaylarının sayısını ülke zenginleriyle işbirliği içindeki seçilmemiş dini liderlerin küçük çemberi vasıtasıyla kısıtlayan süreci eleştiren bu kişiler ABD’de tartışmaların iki büyük sermaye partisinin adaylarıyla sınırlandığı benzeşik süreci tamamen göremez durumda.

İran’daki insan hakları ihlallerini kınayan ABD’li yetkililerin bazıları, ABD’de ve müttefiklerindeki insan hakları ihlallerini hevesle destekleyenlerle aynı kişiler. FBI’ın cinayet komplosu kurduğu ancak açıkça suçsuz olan kahraman yerli Amerikan lideri Leonard Peltier, Obama tarafından serbest bırakılmayacağından on yıllar boyunca cezaevinde kalacak. Bütün Chagos Takımadaları halkı, Obama dönmelerine izin vermediği için Diego Garcia Adası ve takımadaların geri kalanından sürgünde. “Kübalı Beşler”, Obama onları Küba’ya göndermeyecek diye, yüksek mahkemenin saçma bir şekilde taraflı olan yargılamanın sonuçlarına engel olmaması nedeniyle hâlâ cezaevinde. Uzun liste böyle devam eder. Ve hâlâ aynı başkan İran’daki insan hakları ihlallerine dair endişelerini ifade ediyor. Biz de her ülkede olduğu gibi İran’daki insan hakları ihlallerine dair endişeliyiz, ancak biz çabalarımızı kendi ülkemizdeki ezilen ve sömürülenlerin insan haklarını temine ve ülkemizin başkalarının işlerini daha kötü yapmasını engellemeye yönlendiriyoruz.”

http://peaceandfreedom.org/home/about-us/resolutions-and-statements/524-the-iranian-people-need-non-intervention-from-the-united-states adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.

Geçmişte İran’ın komünist partisi olarak bilinen ancak Musaddık rejimine karşı yapılan darbe sonrasında giderek güç kaybeden, şu anda da illegal biçimde varlığını devam ettiren Tudeh, İran’da başkanlık seçimleri sonrasında devam eden gösteriler ve dini lider Ali Hamaney’in Cuma günü yaptığı açıklamaya dair bir bildiri yayınladı. Yayınlanan bildiride, tüm ilerici güçlere baskı rejimine karşı mücadeleyi birleştirme çağrısı yapıldı:

Şiddetin ve tehdidin dili, haklı mücadelelerinde halkı durduramayacak

İran’ın zinde halkı!

Son günlerde yükselen protesto hareketinin ve İran’ın küçük ve büyük şehirlerinde devam eden kitlesel gösterilerin ortasında Cuma günü Tahran’da Cuma namazında dini lider (Ali Hamaney – ç.n.) sadece gerçeği çarpıtarak kuklalarının darbesini savunup Açık biçimde Ahmedinejad yönetimini desteklemedi, aynı zamanda halkı ve 10. başkanlık seçimlerindeki adayları da tehdit etti. Onun konumu ve seçimler ve sonucunun rejimin “mutlak zaferi” olarak sayılması ve “yasadışı tuhaflıklara” izin verilmediği noktasına yaptığı vurgu, güçlü halk hareketinin ciddi biçimde rejimin kanını dondurduğunun işaretini veriyor ve rejim bu hareketi frenlemek için tüm kaynaklarını ve gücünü kullanıyor. Ali Hamaney’in Tahran’daki Cuma namazında belirttikleri, Velayet-e-Faqih (İslam Hukuku Muhafızları; İran’da İslam rejiminin temelini oluşturan en önemli kurumlardan – ç.n.) rejiminin resmi politikaları nedeniyle beklenmeyen şeyler değildi. Bu politika adeta kitlesel protestoların ve gösterilerin ilk gününden beri izlenmekte ve titizlikle uygulanmakta. Halkın kanla bastırılması, çok büyük ve anlamlı gözaltılar, hareketin gücünü çeşitli yöntemlerle zayıflatma denemeleri, reformcuları ve özgürlük savaşçılarını bölme ve halk hareketindeki reform destekçisi bireylerin direncini kırma çabaları, söz konusu politikanın çeşitli unsurları ve parçaları.

Reform isteyenler, özgürlük sevdalıları ve ilerici partiler ile güçler!


Devam eden güçlü protesto hareketi, egemenlerin tepkilerine ve zorbalara meydan okumakta. Halkın sonsuz gücü, halkın taleplerini gerçekleştirmesi yani seçim sonuçlarının iptali için en anlamlı destektir. Dini liderin Cuma hutbesinde bu etmeni vurgulamasının yani diğer her şeyden çok halkın gücünü vurgulamasının ve reform destekçisi liderlerden kendilerini halktan ayırarak onları evlerine göndermelerini isteyerek bu liderleri açıkça tehdit etmesinin nedenlerinden biri de bu. Dini liderin bu duruşunda veya hilekâr taktiğinde göz ardı edilemeyecek çok önemli bir nokta var. Dini lider önderliğindeki darbe faillerinin amacı şu ana kadarki görkemli direnişleriyle halk hareketini etkili biçimde güçlendiren ve yönetenlerin kuvvetini yenilgiye uğratan reformcular arasında bir bölünme yaratmak. Halkın ve kaygılı milyonlarca İranlının haklı olarak sabır, birlik ve reform destekçisi güçler ile özgürlük savaşçıları arasındaki ittifak ve dayanışmayı güçlendirmeye çağrılmasının nedeni bu. İhtilaf yaratacak eylemlerden şüphesiz ki kaçınılmalı; gösterilere veya her biçim ve şekildeki protestolara çağrılar eşgüdümlü ve birleşik olmalı, her çeşit dağınıklığın karşısında durulmalı.


Hareketin gücü, onun birleşik eyleminden gelir. Dini liderin reform destekçisi güçleri bölme ve birbirinden uzaklaştırma entrikası ancak eşgüdüm, uyum ve eylem birliğiyle yenilebilir. Görünen o ki, dini liderin ve darbe faillerinin güçlü entrikaları açıkgöz bir şekilde ve kitlelerin gücüne güvenerek yenilgiye uğratılmalı. Rejimi geri çekilmeye zorlayan şey, yasaların ve hakların açıkça ihlalini protesto eden kitlelerin aralıksız ve güçlü varlığı. Halk hareketinin meşru protestosunun güçlü sesi hem ülkede hem de tüm dünyada her zamankinden daha fazla yankılanıyor. Savaşkan halkımızın bu sesi daha güçlü bir şekilde yankılandırmasını diliyoruz.

İran’ın savaşçı halkı,

Dini lider baskı altına almak için tehdit etmekte. Bu türden tehditler halkımız için yeni değil. Onlar, rejimin gerçek baskıcı doğasını ve bu bilinçle hakları için mücadeleyi adımlıyorlar. Kahraman İran halkının da dahil olduğu dünya üzerindeki tüm ulusların mücadele deneyimi, bu baskı, öldürme ve zor kullanmanın gücün göstergesi olmadığının ispatıdır. Diktatörler, şiddet kullanarak ve insanları öldürerek güçsüzlüklerini gösterirler. Dini liderin Cuma namazında özetlenen resmi konumu ve politikası bu noktanın bir istisnası değildir. Dini lider, hiçbir şekilde güçlü bir duruştan kaynaklanmayan bir şekilde halkı ve reformcu adayları (Musavi ve Karrubi) bastırmakla tehdit ediyor. Güçlü halk dalgasına karşı ellerinde bulunan devasa kaynaklara rağmen dini liderin ve darbe faillerinin durumu aşırı derecede zayıf. Bu nedenle barışçıl mücadele ve birçok sokağı kaplayan, kökleri ulusumuzun yaygın ve devrimci geleneğinde olan gösterileri ve oturma eylemlerini içeren direnişin bileşimiyle, karşı tepki geri adım atmaya zorlanabilir.

El ele ve birleşik biçimde, seçim sonuçlarının iptali, son eylemlerde tutuklananların ve aynı zamanda politik tutukluların serbest bırakılması, insanların öldürülmesi emrini verenlerin ve öldürenlerin yargılanması ve cezalandırılması, seçim darbesini planlayan ve uygulayanların bildirilmesi ve yargılanması talebiyle dini lidere ve karanlık düşünceli darbe failleriyle mücadeleye ve karşı karşıya gelmeye devam edeceğiz.

İran Tudeh Partisi Merkez Komitesi

19 Haziran 2009-06-21

http://www.tudehpartyiran.org/TPI-CC-statement-election-No5-19June09.pdf adresinde yayımlanan bildiriden çevrilmiştir.

Tamil Eelam Kurtuluş Kaplanları’nın (LTTE) geride kalan birkaç lideri, Sri Lanka’daki eski gerilla hareketini “uluslar ötesi bir hükümete” dönüştüreceklerini açıkladı.

LTTE Uluslararası İlişkiler Şefi Selvarasa Pathmanathan tarafından yapılan açıklamada, örgütün liderleri Prabhakaran’ın ölümüne rağmen ayrı bir Tamil devleti hedefini kovalamayı sürdüreceği ifade edildi. Pathmanathan, “Tamil Eelam halkının mücadelesi yeni bir devlete kavuşmaktadır. Politik vizyonumuzla özgürlüğümüze doğru ilerleme zamanıdır” diye konuştu.

Açıklama, LTTE lideri Velupillai Prabhakaran’ın ve temsilcilerinin çoğunun hükümet saldırısıyla öldürülmelerinden yaklaşık bir ay sonra geldi. İnsan hakları örgütlerine göre söz konusu çatışmalarda binlerce sivil de hayatını kaybetti. Şu anda tahminen 250 bin Tamil mülteci “enterne kampları” olduğu eleştirisi alan askeri kamplarda yaşıyor.

Pathmanathan, “geçici uluslar ötesi bir Tamil Eelam hükümetin” kurulmuş olduğunu belirterek, denizaşırı yasal danışmanları olan Rudrakumaran Vishwanathan’ın “demokratik ilkeler çerçevesinde” bir hareket tarzı belirleyecek olan komiteye başkanlık yapacağını dile getirdi. Interpol tarafından “silah kaçakçılığı” gerekçesiyle aranan Pathmanathan’ın nerede olduğu ise bilinmiyor.

Yeni perspektifin, sayıları 1 milyonu bulan Tamil diasporasından da destek aldığı belirtiliyor.

http://english.aljazeera.net/news/asia/2009/06/20096173150357259.html adresinde yayımlanan haberden yararlanılarak hazırlanmıştır.

İran’da başkan adayı Hüseyin Musavi’yi destekleyen reformist liderler, Cuma günkü seçimlerin sonuçlarının ardından gelen şiddet olaylarından sonra alıkonuldu.

Muhafazakar Mahmud Ahmedinejad’ın seçimleri kazandığının ilan edilmesinin ardından başkent Tahran’da binlerce kişi sokaklara çıkarak aralıksız biçimde polisle çatışmaya devame diyor. Eski Devlet Başkanı Muhammed Hatemi’nin yakın müttefiki ve eski başkan yardımcısı olan Muhammed Ali Abtahi, reformist liderlerinin dün gece evlerinden alındıklarını söyledi. Eski devlet başkanının 2000 yılındaki seçimlerde 290 kişilik parlamentoda 100 koltuk kazanan İran İslam Ortak Cephesi üyeleri arasında yer alan erkek kardeşi Muhammed Rıza Hatemi de gözaltına alınanlar arasında.

El Cezire’nin Tahran muhabirlerinden Alirıza Ronaghi, İran resmi haber ajansı IRNA’nın gösterileri Musavi’nin başlıca iki destekçisinin önderliğindeki komitenin organize ettiğini iddia ettiğini belirtti. Ronaghi, “Seçim sonuçları karşısındaki tepkinin gerçekten içten bir öfke patlaması olup olmadığını henüz bilmiyoruz ancak reformistler ve liderleri üzerinde büyük baskı olduğunu görüyoruz” dedi.

Bununla birlikte başkent sokakları Pazar sabahı sakindi. Ronaghi, sokakların normalde işlerine gidenler nedeniyle kalabalık olduğunu ifade ederek, “İnsanlar korktu ve işyerlerini bugün için açmamaya karar verdi” şeklinde konuştu.

İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre Ahmedinejad’ın yüzde 62.63 oy alarak açık ara başkanlığı kazandığı açıklanırken, en büyük rakibi Musavi’nin ise yüzde 33.75 oy aldığı belirtildi. Ancak Musavi seçimleri “hileli” olarak yorumladı ve destekçilerini “yalanlar ve diktatörlük” üzerine temellendiğini dile getirdiği hükümete karşı direnmeye davet etti. Ahmedinejad ise yaptığı televizyon konuşmasında seçimlerin “tamamen özgür” gerçekleştiğini ve sonucun İran adına “büyük bir zafer” olduğunu söyledi. Ahmedinejad, Cumartesi günü geç saatlerde yaptığı konuşmada “Bugün İran halkı diğer ülkelere ilham verdi ve kötülüğünü isteyenleri hayal kırıklığına uğrattı. İran dışındaki ve bazen de İran içindeki propaganda olanaklarının halkımıza karşı seferber edildiği bir zamanda bu büyük bir zaferdir” diye konuştu. Ahmedinejad ülkenin gençlerini övdü ancak protestolardan doğrudan söz etmedi.

“Önceden kestirilemezlik”

Analistler ise oy sayımının hızını ve Ahmedinejad’ın zaferinin boyutunu sorguluyor. Ancak Katar’daki Georgetown Üniversitesi kampüsünde yer alan Uluslararası ve Bölgesel Çalışmalar Merkezi Yöneticisi Mehran Kamrava, Musavi’ye verilen desteğin tam olarak hilenin göstergesi olmadığına dikkat çekti. El Cezire’ye konuşan Kamrava, “Batı medyası büyük çoğunlukla Ahmedinejad’a karşı oy verme eğiliminde olan Kuzey Tahran’daki insanlarla konuşuyor. Ancak şehirli İranlıların birçoğunun, başlıca şehirlerin diğer bölgelerindekileri tam olarak yansıtmayan öncelik ve eğilimleri olduğunu unutmayalım ve bu insanlar kolaylıkla Ahmedinejad’a oy verebilir. İranlı siyasetçiler herkesin bildiği gibi ne yapacaklarının belli olmadığını ispatladılar ve bu da söz konusu önceden kestirilemezlik durumlarından biri olabilir” şeklinde konuştu.

İran, uluslararası seçim gözlemcilerine izin vermiyor.

http://english.aljazeera.net/news/middleeast/2009/06/200961445310869719.html adresinde yayımlanan haberden çevrilmiştir.

Peru’da ormanların çokuluslu şirketlere açılmasına dair ihtilaflı tasarının askıya alınmasının ardından ülkenin dört bir yanında binlerce kişi toprak hakları için mücadele eden Amazon yerlilerine destek vermek amacıyla gösteri düzenledi.

Mızraklarla donanmış yerli kabileleri ise, geçtiğimiz hafta onlarca kişinin ölmesiyle sonuçlanan şiddetli çatışmalara sahne olan Amazon çanağındaki yolları ve akarsu yataklarını bloke etmeyi sürdürüyor.


And şehirleri Puno, Ayacucho, Ica ile güney ve sahil bölgelerinde de kabileleri desteklemek amacıyla sendikalar ve insan hakları grupları tarafından gösteriler düzenlendi. Peru’nun ikinci büyük şehri Arequipa’da ise göstericiler Devlet Başkanı Alan Garcia’nın kana bulanmış bir kuklasını yaktılar. Lima’daki başkanlık sarayının önündeki gösteri ise sendika lideri Mario Huaman tarafından “hükümetin Amazon halklarına karşı küstah, hoşgörüsüz, baskıcı ve ayrımcı tutumunun reddi” olarak ilan edildi.

Kanun yapıcılar Çarşamba günü Peru’nun kuzeydoğu Amazonlarındaki ormancılık ve faunayı kapsayan 1090 numaralı kararnameyi askıya aldı ve özel yatırımı düzenleyen bir başka kararnameyi de durdurdu.

Görgü tanıkları: Cesetler ırmağa atıldı

Tasarının askıya alınmasının ardından yerliler ve insan hakları örgütleri çatışmaların yol açtığı kayıp ve ölülerin bir listesini çıkarmaya çalışıyor. Bazı görgü tanıkları, çatışmalar sonrasında polisin cesetleri bir helikoptere doldurduğunu ve Marañón Nehri’ne attığını belirtirken, savcılık yetkilileri bölgede yaptıkları üçüncü aramada da ceset bulamadı. Amazonlarda bulunan Río Santiago bölgesinde yaşayan Awajun yerlilerinden Luis Padilla, IPS’e yaptığı açıklamada helikopterin cesetleri atmak üzere nehir üzerinde en az üç kez durduğunu ifade etti. Padilla, polisin 5 Haziran sabahı saat 6’da Bagau’ya giden otoyolun Curva del Diablo olarak adlandırılan noktasındaki barikatta duran protestoculara helikopterden ateş açtığını ve kendilerinin de buna karşılık olarak mızraklarını kullandıklarını söyledi. “Bazı protestocuların cesetlerini yaktılar” diyen Padilla, hem yaşanan kaos hem de protestocuların 356 farklı köy ve topluluktan gelmiş olmaları nedeniyle kurbanların isimlerini tespitte zorlandıklarını vurguladı.

Amazonlardaki Río Kanus bölgesi yerel lideri Edwin Montenegro, polislerin Curva del Diablo’daki Fernando Belaúnde Terry otoyolundaki 3 binden fazla yerliye sabahın erken saatlerinde helikopterlerden ateş açmadan hemen önce, “Burayı ölü ya da diri olarak tek edeceksiniz” dediğini dile getirdi. Montenegro, saldırıdan bir gün önce Polis Şefi Victor Uribe ile görüştüklerini ve ertesi gün saat 10’da tekrar buluşmak üzere anlaştıklarını, ancak saldırı nedeniyle bu buluşmanın gerçekleşemediğini sözlerine ekledi. Montenegro, “Amazonlar bizim pazarımızı, eczanemizi, evimizi, hayatta kalmamızı temsil ediyor; Amazonları halkımızın ve insanlığın çıkarına koruyoruz” diye konuştu.

Coordinadora de Derechos Humanos isimli insan hakları örgütünden hukukçular 50’den fazla yerlinin hâlâ gözaltında tutulduğunu belirtti.

Çatışmalara neden olan tasarıya, 65 farklı etnik gruptan oluşan ve Peru ormanlarında yaşayan 500 bin civarındaki yerli şiddetle muhalefet etmişti. Ormanların açılmasını yaşam tarzlarına bir saldırı olarak gören yerliler Nisan ayından bu yana bölge genelinde protestolar düzenliyorlar.

http://www.presstv.ir/detail.aspx?id=97819&sectionid=351020706 ve http://www.ipsnews.net/news.asp?idnews=47188 adreslerinde yayımlanan haberlerden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Yazan: Ben Powless

Şu anda bu yazıyı, And Dağları’nın zirvelerinde, Puno’da (Peru’da bir bölge) 5 gün süren Yerli Halklar Zirvesi’ne katıldıktan sonra yazıyorum. Bu toplantıda, aralarında Alberto Pizango’nun da olduğu Peru Amazonları halkının seçilmiş temsilcilerinden, Peru hükümetinin Amazon bölgesini “geliştirmek”, petrol, maden, ağaç kesme ve tarım işletmelerine açmak için yaptığı planlara muhalefet etmeleri sonucunda yüz yüze kaldıklarını baskıları ve devam eden mücadelelerini dinledim. 50 günden fazla süredir devam eden protestolar sonucunda Amazon’un bazı bölgeleri ve And Dağları’nda işler durdurulmuş.

Alberto Pizango, Titicca Gölü’nde Puno’da Amerika kıtasının dört bir yanından toplanan 3 bin dolayında yerliye hitap etti. Konuşması sık sık “Pizango, seninleyiz” sloganıyla kesildi.

Bu sabah durum daha da kötüleşti. Hükümetin protestoları bastırmak üzere polis göndermesiyle çıkan çatışmalarda 20, 30 ya da daha fazla insan öldü. Tanıklara ve yerel gazetecilere göre helikopterler gelip aşağıdaki insanlara ateş ettiği sırada protestocular son birkaç haftadır devam ettirilen bir barikata uyuyordu. Hükümet aynı zamanda, keskin öfke ve gerilim toplumun kendi içinden çıkmıyormuş gibi Pizango için “kışkırtma” gerekçesiyle bir tutuklama emri çıkarttı.

Hükümet son olarak ABD ve Kanada’nın da içinde olduğu ülkelerle bir dizi serbest ticaret antlaşması imzaladı ve söz konusu şirketler ile Lima’daki merkezi hükümetin çıkarına Amazon bölgesinde yabancı yatırımı teşvik etmek için yerel yasaları değiştirmeye çalışıyor. Bu yasaların birçoğu anayasaya aykırı ve BM yerli Hakları Deklarasyonu ile onaylanan karar alma sürecine katılım hakkının olduğu gibi yerli halkların Özgür, Öncelikli ve Bilgilendirilmiş Rıza haklarının da ihlali anlamına geliyor. Amazon yerli halklarının asli haklarını tehdit ediyorlar ve yasalarsın meclisten geçmesine izin verilemez.

Buna karşılık duruma dair yayınlardaki ani artışla birlikte şu anki Devlet Başkanı Garcia’nın suçları uluslararası dikkate sunuluyor. Yerli grupları, insan hakları örgütleri ve çevre grupları Garcia’yı istifaya çağırdı ve “katliam durana ve ABD ile yapılan serbest ticaret antlaşmasına dair yasal hükümler yürürlükten kaldırılana kadar” tüm dünyadaki Peru elçilikleri önünde gösteri düzenleme davetinde bulundu. Peru’daki yerli grupları da BM ve Uluslararası Af Örgütü gibi uluslararası kuruluşlar ile birlikte devlet başkanına da mektup gönderme çağrısında bulundu.

Peru Devlet Başkanı Alan Garcia’ya mektup göndermek için http://www.amazonwatch.org/peru-action-alert.php adresini kullanabilirsiniz.

http://rabble.ca/blogs/bloggers/ben-powless/2009/06/50-days-protest-and-one-massacre-peruvian-amazon adresinde yayımlanan yazıdan çevrilmiştir.

Peru’da polis, hükümetin topraklarını yabancı yatırıma açmasına karşı haklarını isteyen yerli halkın üzerine ateş açtı.

Huambisa yerlilerinin aktivistlerinden Nélida Calvo Nantip bugün Lima’da yabancı gazetecilerin bulunduğu bir basın toplantısı sırasında aldığı telefonun ardından “Kardeşimi öldürdüler! Kardeşimi öldürdüler!” diye bağırıyordu.

Calvo Nantip gazetecilere Alberto Pizango, Servando Puerta ve Marcial Mudarra y Rubén Binari gibi diğer Amazon yerli liderleriyle birlikte polisin bu sabah Amazonların kuzey bölgesinde en az 22 yerliyi öldürdüğünü söyledi. Peru Amazonları çanağındaki yerli grupları 9 Nisan’dan bu yana topraklarındaki petrol, gaz, kereste ve diğer kaynakları rasgele sömürülmesinin önünü açacaklarını söyledikleri ve ülkenin iç kesimlerindeki yabancı yatırımı teşvik eden başkanlık kararnamesinin iptali talebiyle protestolarını sürdürüyor.

Hükümet, Fernando Belaunde Terry Otoyolu’ndaki ablukayı kaldırmayı deneyen 7 polisin de çatışmalarda hayatını kaybettiğini açıkladı. Devlet Başkanı Alan Garcia olaylardan Amazon yerlilerinin çatı örgütü olan Peru Amazonları Etnik Gruplar Arası Gelişme Birliği (AIDESEP) Başkanı Alberto Pizango’yu sorumlu tuttu. Pizango ise hükümetin yerli dostlarının öldürülmesine tepki göstermesi gerektiğini ifade etti.

Peru Kuzey Amazonları Yerli Halkları Bölgesel Örgütü Başkanı Servando Puerta da yerli halkın, güvenlik güçlerinin üzerine ateş açamayacağını, çünkü ateşli silah taşımadıklarını, sadece okları ve yayları olduğunu belirtti. Puerta, “Sanki suçluymuşuz, sanki protesto edenlerin içinde kadın ve çocuklar yokmuş gibi silahlı kuvvetlere ait üç helikopter tepemizde uçarak gaz bombası attı ve yerli halkın üzerine doğrudan ateş etti” dedi. Pizango, ölenler arasında yer alan Santiago Manuin’in Kuzey Peru’da bulunan Bagua Chica bölgesindeki yerel bir yerli komitesinin başkanı olduğunu söyledi. Kendi adına, Alan García Pérez hükümetini “soykırım uygulamaktan” sorumlu tuttuğunu ifade eden Pizango, “Hayatlarımızı, bağımsızlığımızı ve insanlık onurumuzu savunduğumuz için bizi öldürüyorlar. Binlerce yıldan bu yana Amazon Ormanları’ndayız ve Amazonları yok etmedik” şeklinde konuştu.

Awajun halkı lideri Marcial Mudarra ise yerli halkın “barışçıl” olduğunu ve böylesine bir şiddeti kışkırtmadığını, aksine haklarını savunduğunu dile getirerek, “Barışçıl protestolar gerçekleştirmemize rağmen hükümet kendi çıkarları için protestolara yasadışı muamelesi yapmaya başladı. Yaralı, tehdit edilmiş hissediyoruz” dedi.

Pizango ve diğer 5 yerli lideri toplu taşımacılığa, iletişime ve diğer kamu tesislerine saldırarak asayişi ve kamu düzenini bozmakla resmen suçlanıyor.

http://www.lapress.org/articles.asp?art=5874 adresinde yayımlanan haberden çevrilmiştir.

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi