Content feed Comments Feed

15 Mayıs 1917’de Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti Yürütme Komitesi, biri dünyanın bütün sosyalistlerine, bir diğeri ise cephedeki askerlere olmak üzere iki çağrı yayımlamıştı. Bunlardan biri dünyanın bütün sosyalistlerine yönelik bir enternasyonal oluşturma çağrısı iken, bir diğeri olan ve aşağıda yer alan çağrı ise cephedeki askerleri hedefliyordu. Askerlere yönelik çağrı, cephe hattının diğer tarafındaki “düşman” askerleri ile kardeşçe ilişki kurmaya yönelik yayılan girişimlerini keskin bir şekilde kınamıştı. O dönem Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti Yürütme Komitesi’nin önemli isimlerinden olan Alexander Shlyapnikov anılarında bu çağrıyı “barış için mücadeleye –ve askeri bir saldırıya” çağrı olarak özetlemiştir.


Cephedeki yoldaş askerler!

Rusya devrimci demokrat güçleri adına, sizlere şevkle çağrıda bulunuyoruz.

Çetin bir yazgınız var. Sizi savaşa gönderen ve silahsız, kurşunsuz ve ekmeksiz bırakan çarın suçlarının bedelini değerli kanınızla ödediniz. Gerçekte, çar ve yardakçıları şu anda çektiğiniz mahrumiyetlerde sorumluluk taşıyorlar çünkü ülkenin çürümesine ve tükenmesine izin verdiler. Devrim, hırsızlardan ve canilerden miras kalan yıkımın üstesinden gelmek için daha fazla çaba gerektirecek.

Emekçi halkın savaşa ihtiyacı yok ve savaşı onlar başlatmadı. Tüm ülkelerin yönetenleri ve kapitalistleri bunu getirdi. Savaşın her bir günü halk için fazladan kederdir. Rusya halkı çarı tahtından düşürerek savaşı olabildiğince çabuk sona erdirmek için ilk görevini yapmış oldu.

İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti, tüm halklara savaşı sona erdirme çağrısında bulundu. Fransız, Alman ve Avusturyalılara çağrıda bulundu.

Rusya, bu çağrıya bir yanıt bekliyor.

Ancak hatırlayın ki yoldaş askerler, bizim kardeşlerimiz –diğer ülkelerin işçi ve köylüleri- yanıt vermeden Kaiser Wilhelm’in birliği Rusya’yı yenilgiye uğratırsa çağrımızın bir değeri kalmayacak. Çağrımız, devrimci halkın bütün gücüyle desteklenmezse ve Wilhelm Hohenzollern, Rusya’nın özgürlüğünün harabesi üzerinde zaferini sağlama alırsa değersiz olacak. Özgür Rusya’nın çöküşü sadece bizim için değil, bütün dünya emekçileri için de devasa, telafisi imkânsız bir talihsizlik olacak. Yoldaş askerler! Tüm gücünüzle devrimci Rusya’yı savunun!

Rusya’nın işçi ve köylüleri, tüm kalpleriyle barış için çabalıyorlar. Ancak bu, genel anlaşmalarıyla tüm halklar için evrensel barış olmalı. Sadece kendimiz için müstakil bir barış istersek ne olacak? Rusya silahlı kuvvetleri, bugün süngülerini yere saplayıp artık savaşmak istemediklerini, dünyanın geri kalanında ne olup bittiğinin umurlarında olmadığını söylerse ne olacak?

Olacak şey, Alman emperyalizminin Batı’daki müttefiklerimizi yenmesi, silahlarının tüm gücüyle bize saldırmasıdır. Olacak şey, Alman imparatoru, toprak sahipleri ve kapitalistlerinin ağır topuklarını boyunlarımıza bastırması, kasabalarımıza, köylerimize ve topraklarımıza el koyması, Rus halkına vergi boyunduruğunu dayatmasıdır.

Gerçekten, Nicholas’ın boyunduruğundan Wilhelm’e diz çökmek için mi kurtulduk?

Yoldaş askerler! İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti, farklı bir yoldan sizi barışa götürür. Sizi barışa, ayaklanmaya çağırarak, Almanya ve Avusturya-Macaristan işçi ve köylülerince yapılacak bir devrime çağırarak götürürüz. Sizi barışa, hükümetimizden saldırganlık politikasının reddini kazanarak ve aynı reddi müttefik kuvvetlerden de talep ederek götürürüz.

Sizi barışa, savaşa karşı ortak ve nihai bir başkaldırı için dünyanın tüm sosyalistlerinin enternasyonal kongresini toplayarak götürürüz. Yoldaş askerler, bu tüm ülkelerin halkları için uykudan uyanma vaktidir. Halklar için bu, ayağa kalkma ve demir bir elle krallarını, sermayedarlarını barışa doğru hareket ettirme vaktidir. Bütün ülkelerin işçileri için bu, saldırganlara ve hırsızlara karşı amansız mücadelede saflarını bizimle sıklaştırma vaktidir.

Fakat hatırlayın yoldaş askerler. Siz cephede düşmanın hücumunu durduramazsanız, birlikleriniz ezilirse ve Rusya Devrimi’nin cansız bedeni Wilhelm’in ayaklarının önünde yatarsa o vakit asla gelmeyecek.

Hatırlayın yoldaşlar. Şu anda cephede siperlerde Rusya’nın özgürlüğü için nöbet tutuyorsunuz. Rusya Devrimi’ni savunuyorsunuz. Kardeşlerinizi, işçileri ve köylüleri savunuyorsunuz. Bu savunma, büyük davamıza ve hâlihazırda size verilen büyük zararlara yakışır olsun! Ne olursa olsun, hâlâ siperlerde oturarak cepheyi savunamazsınız. Düşmanın saldırısı ancak hücuma kalkarak önlenebilir.

Bir kez daha saldırıyı beklemek, kuzu kuzu ölmeyi beklemek anlamına gelir. Ancak hücuma kalkarak kendinizi ve cephenin başka bölgelerindeki kardeşlerinizi ölümden ve perişanlıktan kurtarabilirsiniz.

Bunu hatırlayın yoldaş askerler. Rus özgürlüğünü savunmaya söz verip askeri koşulların gerektirdiği önümüzdeki muharebeleri reddetmeyin.

Bu özgürlüğü savunurken tuzak ve provokasyonlara çok dikkat edin. Cephede gelişen kardeşleşme hali kolaylıkla bir tuzağa dönüşebilir. Devrimci güçler kimlerle kardeşleşebilir? Barış ve özgürlük için ölmeye kararlı başka bir devrimci orduyla kardeşleşebilir. Ancak Alman ve Avusturya orduları içlerinde ideolojik açıdan bilinçli ve şerefli ne kadar birey olursa olsun henüz devrimci değil. Henüz ülkelerinde devrim yok. Askeri güçler hâlâ imparatorlar Wilhelm (Almanya) ve Karl’ın (Avusturya-Macaristan), soylu toprak sahiplerinin ve kapitalistlerin emrinde. Başka insanların topraklarına el konulmasını, yağmayı ve şiddeti destekliyorlar. Ordunun üst düzey komutanları sadece sizin güveninizi değil, kendi askerlerinin körü körüne bağlılıklarını da sömürüyor.

Siz içtenlikle kardeşleşirsiniz, fakat düşman siperinden bir asker üniformasının içine gizlenmiş bir kurmay subayla karşılaşırsınız.

Düşmanla hiçbir kurnazlık olmadan konuşursunuz. Bu sırada komutanı mıntıkayı fotoğraflar. Siz kardeşleşme için ateşi kesersiniz, fakat bu zaman zarfında düşman topçularını taşır, tahkimatlarını inşa eder ve siperlerinin arkasına güç aktarır.

Yoldaş askerler! Kardeşleşmeyle de, tekil bölüklerle, taburlarla ve alaylarla yapılan zımni anlaşmalarla da barışa ulaşmayacaksınız. Devrimin kurtuluşu ve dünya genelinde barışın zaferi, müstakil bir barışa ya da müstakil bir ateşkese bağlı değil. Sizi kardeşleşmenin, barışın yolu olduğuna ikna etmeye çalışan insanlar ölümünüze ve Rus özgürlüğünün ölümüne neden olurlar. Onlara inanmayın.

Barışa giden farklı bir yol vardır. İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti size o yolu işaret etmektedir. Bunu destekleyin. Askeri gücünüzü zayıflatan ve ordunuza moral bozukluğu veren her şeyi süpürün. Askeri gücünüz barış davasına hizmet eder. İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti, ancak Rusya’nın askeri bozgununa engel olursanız devrim ve barış için mücadele edebilir.

Yoldaş askerler! Sadece Rusya’nın değil, bütün dünyanın işçi ve köylüleri güvenlerini ve umutlarını size bağlamış durumdalar. Devrimin askerleri, savaşınızın barışa hizmet ettiğini bilerek bu güvene layık olun.

Askeri görevinizi, Rusya’nın mutluluğu ve özgürlüğü, halkların gelecekteki kardeşliği adına sarsılmaz bir azimle yerine getirin!


http://links.org.au/petrograd-soviet-executive-calls-for-peace-renewed-military-offensives adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Bir sonraki bildiri için: https://gercegingunlugu.blogspot.com/2017/08/bolseviklerin-cagrs-sokakta-yank-buldu.html

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

1917 Rusya Devrimi Bildirileri-10: “Proletarya enternasyonalini oluşturmak için bir araya gelelim” başlıklı olan bir önceki bildiriyi okumak için buraya tıklayınız

15 Mayıs 1917’de Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti Yürütme Komitesi, biri dünyanın bütün sosyalistlerine, bir diğeri ise cephedeki askerlere olmak üzere iki çağrı yayımladı.

Bu çağrılara yol açan günlerde, Geçici Hükümetteki liberal şahıslar Sovyet’in ortayolcu liderleriyle merkezci ve daha geniş temsiliyete sahip bir hükümet kurulması için görüşmekteydiler. Radikal sosyalistler bu çabaya karşı durdular.

Buna rağmen, Sovyet’te çoğunluğu oluşturan ortayolcularla birlikte bazıları, eli kulağında olan siyasi krizi önlemek amacıyla 14 Mayıs’ta Geçici Hükümete katıldılar. 6 sosyalist ve 10 sosyalist olmayan ismi içeren yeni hükümet 18 Mayıs’ta ilan edildi.

Bir “koalisyon” olarak adlandırılmasına karşın yeni hükümet, sosyal ve ekonomik reformlara ilişkin sosyalistler ve liberaller arasındaki belirgin farklılıklar varlığını koruduğundan işlevini uyumlu biçimde yerine getirmedi. 15 Mayıs’ta Sovyet’ten yapılan çağrılar, Sovyet ile Geçici Hükümet arasındaki yeni ilişkiyi yansıtır.

Alexander Shlyapnikov anılarında, bu çağrıların dışarıda devrimci duyarlılığı canlandırmaktan çok bunu Rusya içinde tutmayı hedefleyen “boş ifadeler” içerdiğini yazmıştır. Askerlere yönelik çağrı, cephe hattının diğer tarafındaki “düşman” askerleri ile kardeşçe ilişki kurmaya yönelik yayılan girişimlerini keskin bir şekilde kınamıştı. Shlyapnikov bu çağrıyı “barış için mücadeleye –ve askeri bir saldırıya” çağrı olarak özetlemiştir.




Bütün ülkelerin sosyalistlerine

Yoldaşlar!

Rus Devrimi, dünya savaşının alevlerinden doğdu. Bu savaş, bütün ülkelerin emperyalistlerince işlenen iğrenç bir suçtur. Bu fetih hırsları ve delice silahlanma yarışları dünya çapında yangını hazırlıyor ve bunu kaçınılmaz hale getiriyor.

Askeri anlamda kimin kazandığının önemi yok, bütün ülkelerin emperyalistleri canavarca onların yararına olan bu savaştaki zaferi paylaşıyor. Ellerinde, fertlerin yaşamları ve emek üzerinde emsalsiz bir güce sebep olmalarının sebebi olan muazzam sermaye topluyorlar.

Fakat tam da aynı sebeple, bütün ülkelerin işçileri bu savaşın kaybedenleridir. Sayısız insan, yaşamlarını, sağlıklarını, geleceklerini ve özgürlüklerini kaybettikleri yer olan emperyalizmin sunağında kurban edildi. Kelimelerle anlatılamaz mahrumiyetin yükünü taşıyorlar.

Emekçi halkın, işçilerin ve askerlerin devrimi olan Rus Devrimi, sadece çarlığa karşı değil, aynı zamanda dünya genelindeki kıyımın dehşetine karşı da bir başkaldırıdır. Bu, emekçilerin uluslararası ordusunun müfrezesi tarafından uluslararası emperyalizmin suçlarına karşı ilk öfkeli haykırıştır. Bu sadece ulusal bir devrim değil, savaşın rezilliğini sona erdirecek ve insanlığa barışı getirecek uluslararası devrimin ilk evresidir.

Doğduğu andan itibaren Rus Devrimi, yüz yüze olduğu enternasyonal görevi açık bir şekilde kabul etmiştir. Devrimin yetkili kurulu –Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti- 27 Mart’taki çağrısında, dünyanın bütün halklarını barış mücadelesinde birleşmeye davet etmişti.

Rusya’nın devrimci demokrat güçleri, Avusturya-Almanya ittifakının elini rahatlatacak müstakil bir barış istemiyorlar. Ayrı, müstakili bir barışın tüm ülkelerdeki işçi demokrasisi davasını arkadan vuracağını biliyorlar. İşçi demokrasisi güçleri, muzaffer emperyalizm dünyası önünde el ve ayaklarından bağlanacaktır. Müstakil bir barışın, tüm ülkelerin yenilgisine neden olabileceğini biliyorlar. Bu sonuç, 1870 Fransa-Prusya Savaşı sonrasında olduğu gibi silahlı bir karargâh olarak kalacak Avrupa’da uzun yıllar boyunca şovenizm ve kinin zaferini güçlendirecektir. Kısa süre içinde yeni bir kanlı savaş kaçınılmaz olacaktır.

Rusya’nın devrimci demokrat güçleri, bütün ülkelerin işçileri tarafından kabul edilebilir koşullarda bir evrensel barış istemektedir. İlhak ya da yağma için çaba göstermemektedir. Bunun yerine, bütün insanların arzularını özgürce ifade etmelerini ve uluslararası emperyalizmin gücünü azaltmayı istemektedirler. Gizli saikler olmaksızın ve proleter akıl ve coşkuyla hareket ederek, ilhak ve tazminatlar olmadan halkların kendi kaderlerini tayini temelinde barışın formülünü benimsemişlerdir. Bu, bütün ülkelerin –savaşan ya da tarafsız ülkelerin- emekçilerinin, kalıcı bir barışı tesis etmek ve kanlı savaşın yaralarını iyileştirmek için bir araya gelebilecekleri bir ortak platform sağlamaktadır.

Devrimci Rusya’nın Geçici Hükümeti bu platformu kabul etmiştir ve Rusya’nın devrimci demokrat güçleri ilk olarak size, müttefik güçlerin sosyalistlerine çağrıda bulunmaktadır. Rusya Geçici Hükümetinin sesinin, müttefik güçler arasında yalnız kalmasına izin vermemelisiniz. Hükümetlerinizi, kati ve kesin bir şekilde ilhak ve tazminatlar olmaksızın, halkların kendi kaderlerini tayini temelinde barış platformunu paylaştıklarını açıklamaya zorlamalısınız. Böylece, Rus hükümetinin hareketine uygun baskı ve gücü ekleyeceksiniz.

Sancaklarında, “halklar arası barış” sloganını taşıyan devrimci ordumuzun yaralı ve düşmüş olanları kötü niyetle kullanmayacağına emin olacaksınız. Savaş görevlerinin ona tahsis edilen payının tamamını bütün devrimci coşkusuyla yerine getirmesini sağlayacaksınız. Bütün devrimci ilerlemeleri ve özgürlüğümüzü savunarak onun inancını güçlendireceksiniz, bu ordu aynı zamanda bütün uluslararası demokratik güçlerin çıkarları için mücadele eder ve arzulanan barışını daha çabuk gelmesini sağlar. Savaşan ülkelerin hükümetleriyle de fetih, yağma ve şiddet politikasını kesin ve geri dönülmez biçimde reddetme ya da suçlarını açıkça kabullendirme ve böylece kendi halklarının haklı öfkesini onların başlarına yağdırma ihtiyacıyla karşı karşıya geleceksiniz.

Rusya devrimci demokrat güçleri, Siz Avusturya-Almanya ittifakının sosyalistlerine, ülkelerinizin askeri güçlerine Rusların özgürlüğünün celladı olarak hareket etme izni vermeme çağrısında bulunuyor. Devrimci Rus ordusu, özgürlük ve kardeşliğin neşeli ruh haliyle kuşatılmış durumda. Devletlerinizin, Fransa’yı harap etmek, daha sonrasında Rusya’ya saldırmak ve son olarak da sizi ve emperyalizmin küresel anlamda boynunu sıktığı uluslararası işçi sınıfını boğmak üzere Batı cephesine birlikleri transfer etmesine izin vermemelisiniz.

Rusya’nın devrimci demokrat güçleri, savaşan ve tarafsız kalan ülkelerin sosyalistlerine, emperyalizmin zaferini engelleme çağrısında bulunuyor. Uluslararası işçi sınıfın çabaları, Rus Devrimi’nin başlattığı barış mücadelesini başarılı bir sonuca erdirsin.

Bu çabaları birleştirmek üzere, Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti bütün ülkelerin sosyalist parti ve akımlarının katılacağı bir uluslararası konferansı toplamak doğrultusunda inisiyatif üstlenme kararı aldı. Üç yıllık savaş sürecinde sosyalizmi hangi anlaşmazlıkların böldüğünün bir önemi olmaksızın, proletaryanın hiçbir akımı Rusya Devrimi’nin gündemine konulmuş olan ortak barış mücadelesine katılmayı reddetmemelidir.

Yoldaşlar; topladığımız konferansta bütün sosyalist grupların temsilcilerini göreceğimizden eminiz.

Proletarya enternasyonaline dair oybirliğiyle alınmış bir karar, emekçilerin, emperyalizmin enternasyonaline karşı kazandığı ilk zafer olacak.

Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!

(Not: Bildirilerin dizisinin orijinal kaynakta bu bildiri ile birlikte yayımlanan 11.si, önümüzdeki günlerde yayımlanacaktır.)

http://links.org.au/petrograd-soviet-executive-calls-for-peace-renewed-military-offensives adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Bir sonraki bildiri için: https://gercegingunlugu.blogspot.com/2017/07/1917-rusya-devrimi-bildirileri-11.html

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

1917 Rusya Devrimi Bildirileri-9: Petrograd Sovyeti – “Barışa erişmek için dünya işçileri birleşmelidir” başlıklı olan bir önceki bildiriyi okumak için buraya tıklayınız

Commonware.org sitesinden Giulia Page, David Harvey ile Trump yönetiminde ABD’de meydana gelen ekonomik değişimlerden yola çıkarak ABD’de ve dünyadaki konut üretimine ve kentleri soylulaştırmaya dayalı sermaye politikaları ile 2007-2008 ekonomik krizi sonrasında bu politikaların kazandığı öneme dair bir söyleşi gerçekleştirdi.


- Solun büyük bir kısmı mevcut yönetim tarafından verilen hasardan söz ediyor ancak Trump yönetiminde gerçekten değişen ne?


Benim yorumum şu ki, Wall Street Partisi adını verdiğim ABD’deki yönetici sınıf Washington’da ortaya uyumlu bir hükümet çıkmasını istemiyor. Hiçbir şeyin olmadığı bir durum istiyor çünkü bu durum, kendilerinin istediklerini yapabilecekleri anlamına geliyor. Emin olmak istedikleri tek şey, ekonomideki düzenleyici yapılar gibi belirli niteliklerin gevşetilmesi. ABD Hazine Bakanı, 1992 yılından bu yana Goldman Sachs’tan olmuş, böylece esasen hükümetin içinden ekonomiyi Goldman Sachs idare etmiş ve ABD Merkez Bankası’nı kontrolü altında tutmuştur. Bunun sonucu, Trump’ın bunları çok ciddi yapamaması oldu. Gerçekten bir şey yapmak istediğinden emin değilim, fakat eğer bir şey yaparsa bu Wall Street tarafından yapılacaktır. Ekonomi, Obama yönetiminde olduğundan pek de farklı değil, neredeyse özdeş. Ve ABD’de ekonomik anlamda mevcut gidişatı değiştirecek bir şey olduğunu hiçbir suretle görmüyorum.

Gördüğüm şey, dünyada bulunan sermaye fazlasının nasıl emileceği şeklindeki gerçek küresel sorun; çünkü 2007-2008 krizine yanıt olarak daha çok para üretildi ve şu anda boşta duran çok miktarda ihtiyaç fazlası para var. Bunun çoğu mülk edinmeye gidiyor, sanat piyasasının durumu çok iyi, ancak Çin gibi yerler haricinde üretken hiçbir şey yapılmıyor. Çinliler şu anda ABD’nin gayri safi yurt içi hâsılasının sadece üçte birinin gerçekten bir şeyler yapma ile ortaya çıktığını, üçte ikisinin ise finans, sigorta ve emlak işlemlerinden türediğini, bunun çoğunun da finansal kuruluşlar eliyle dünyanın geri kalanının varlıklarının çekilmesinden, soyulmasından kaynaklandığını tahmin ediyorlar.

Bu nedenle ABD’de önemli bir canlanma görmüyorum ve Trump’ın, kalkınmanın yeni biçimlerince geride bırakılan insanlara iş verme sözünü yerine getirebileceğini düşünmüyorum. Teknolojik gelişim modelinin, istihdam, efektif talep yokluğu ve düşük ücretler şeklinde muhtemelen bizi daha çok sorun sahibi yapacak halde olduğunu düşünüyorum ve bu sorunun üzerine nasıl gidileceğini gerçekten bilmiyorum.

Bu çok tehditkâr bir durum ve sümen altı edilecek gibi görünüyor. Ancak kolaylıkla bir şeyler patlak verebilir. Birçok insan bunun Çin’de olacağından endişe duyuyor fakat ben öyle düşünmüyorum, daha muhtemeldir ki, kontrol dışı savrulan kapitalist sistemdeki bileşik büyümeyle başa çıkmak için şu anda örgütlenmiş mali yapılarda bir çöküş şeklinde olacağı düşüncesindeyim.

- Bu tehditkâr durumda değişim olasılıkları da görüyor musunuz?


Kötü olasılıklar mevcut, neo-faşist tarzda hükümetlere geçiş yapabiliriz. Uzum zaman önce neo-liberalizme ilişkin kitabımda istikrarsız bir durum olduğunu ve bunu istikrarlı hale getirmenin yegâne yolunun neo-liberal devlet aygıtının otoriterliğinin arttırılması olduğunu öne sürmüştüm. Bu yüzden daha otoriter bir şekle doğru yönelim 1990’lardan beri yürürlükte ve neo-liberal projeyi sürdürmek için popülist bir temel yaratmaya çalışıyor ki bu özünde her zaman daha çok servet ve gücün her zaman küçük, giderek artan bir biçimde finansallaşan oligarşi tarafında birikmesidir. 2007-2008’den bu yana gerçekleşen gelir dağılımlarına baktığınızda servet ve gücün bir noktada yoğunlaşmasında artış görürsünüz. ABD’ye baktığınızda, 2007-2008’den beri diğer herkes bu konuda ya sabit kalmış ya da kayba uğramışken, tepedeki yüzde 1, servetini yüzde 12 civarında arttırmıştır: ne kadar fakirsen o kadar fazla kaybedersin. Şimdi bunun, yoksullara yönelik bu saldırının ve hırsızlıkla, gaspla, yerinden etmeyle, kovmayla yoksullardan değer özütleme girişiminin Cumhuriyetçi Parti’nin neredeyse resmi politikası olduğu görülüyor; şimdi inşa ettiğimiz küresel ekonominin niteliği bu.

- Kentlerin kriz içinde değiştiğini düşünüyor musunuz ve eğer öyleyse, kentsel mücadeleler bazı açılardan bu dönüşümü belirleyebildi mi?

Sanırım coğrafi anlamda spesifik olmalıyız. Bana göre küresel kapitalizmin 2007-2008’deki topyekûn çöküşten kazandığı şeyin Çin’deki devasa kentleşme ve altyapı projesi olduğu net. Örneğin, Çin, 2007 yılında sıfır mil yüksek hızlı tren ağına sahipti ve şu anda bu ağ 15 bin mil uzunluğunda. Muazzam miktarlarda hammadde tüketti ve çok fazla insanı istihdam etti. Çin’in gayri safi yurt içi hâsılasının yüzde 50’si altyapı yatırımlarıyla tamamlanmış, yüzde 25’i ise yalnızca konut inşası ile ilgilidir. Dolayısıyla küresel çöküş, Çin dünyaya yardım etmek istedi diye değil, ihracat sanayisinden 20-30 milyon işsiz insanla yüzleştiği ve bunları yeniden istihdam etmesi gerektiği, yapmayı düşünebildikleri tek şey de tüm bu devasa altyapısal projeleri başlatmak olduğu için bertaraf edilmiştir. Çin şu anda bu altyapısal projeleri ihraç etmektedir: örneğin Bir Kuşak Bir Yol projesi, Doğu Afrika, Latin Amerika’daki projeler ve benzerleri. Bu nedenle Çin’in kentleşmesi tamamen ekonomiyi ve dolayısıyla küresel ekonomiyi topyekûn çöküş ve kaostan kurtarma ihtiyacı çevresinde yeniden şekillenmiştir.

Dünyanın diğer bölgelerindeki durum oldukça farklı, ancak emlak spekülasyonunda radikal bir canlanma ve zenginler için lüks konutların inşasını takiben, emlak piyasalarının gücünde kısa bir boşluk görülen daha varlıklı kentlerde ortaya çıkmakta olan bir model var. Bu nedenle, ekonomik konut edinmedeki krizin ortasında New York’da büyük miktarda çok şatafatlı inşaatlar yapıyorlar. 60 bin evsizimiz var ve onları yerleştirecek hiçbir yerimiz yokken, ultra zenginler için yapılmış boş apartmanlarımız var ve emlak fiyatları her yerde artıyor. Rastladığım hemen her şehirde, Sao Paolo, Melbourne, Vancouver vs. aynı modeli bulabilirsiniz. Körfez ülkelerinde, Türkiye’de ve hatta Filistin’de kentleşmenin çılgın biçimleri mevcut. Bu sebeple kentleşmeye yönelik bu yatırımın sermaye fazlası için neredeyse bir obruk halini aldığını düşünüyorum. Diğer üretken faaliyet biçimler çok cazip olmadığından kentler özünde, çoğu kez düşük gelirli nüfusu yerinden etmeyi içeren bu sürece yenik düşüyor.

Ve tabii bunların çoğuna karşı toplumsal hareketler ortaya çıkmakta ve dünyanın bazı bölgelerinde bir dereceye kadar direnebiliyorlar ya da kent yönetimleriyle bazı ilişkiler geliştirebiliyorlar. Örneğin şu anda Barcelona’da demokrasinin farklı biçimlerini geliştirmeye çalışan radikal bir belediye başkanı ve güçlü bir turist karşıtı hareket mevcut. ABD’de meclislere ve belediye başkanlarına dayanmayı bırakan epey çok sayıda kent var; örneğin Seattle ve Los Angeles. Buralarda, eyalet hükümetiyle ve federal hükümetle uzlaşmazlık içeren biçimde yerel düzeyde gelişen ilerici eylem formlarını görmeye başlıyoruz. Bunları Madrid ve Barcelona’nın yanı sıra Britanya’daki bazı yerlerde de görüyoruz. Dolayısıyla toplumsal hareketler var ancak kontrolü ve kaynağına ulaşmak çok zor olan ezici bir güç var ki gerçek problem bu.

- Avrupa’da ve dünya genelinde, belirli grupları –ister evsiz insanlar olsun, ister siyasi militanlar- kentlerden sürme ve uzaklaştırmayı hedefleyen yeni yasal araçlara maruz kalıyoruz. Bu çoğu kez ‘güvenlik’ adı altında yapılıyor ve ‘anti-terörizm’ söylemiyle meşrulaştırılan daimi olağanüstü hâl ile bağlantılı. Yeni bir güvenlik ekonomi politiği gördüğümüzü düşünüyor musunuz?

Genel olarak yoksullara ve marjinalize edilmişlere karşı bir saldır var ve dolayısı ile bunları kentsel alanlardan kovma girişimi mevcut. ABD’de bu işin büyük kısmı hapsetme ile yapılıyor, bu nedenle cezaevinde milyonlarca insanımız var ve genel anlamda ağırlıklı olarak siyah nüfustan, kentin marjinalize edilmiş kesimlerinin nüfusundan; bunun sonucunda kentin nüfusunu azaltıyor ve nüfusun birçok öğesini cezaevine, New York’un şehir dışındaki kırsal alanlarına aktarıyorsun. Bu türden bir süreçle New York’da asayişi sağlıyorsun.

Kentler şu anda spekülatif emlak değerleriyle sıkıştırılıyor ve emlak fiyatları dışsal etkilere çok duyarlı –sokaklarda uyuyan insanlar ya da çevrede duran çöpler, emlak değerleri için olumsuz özellikler-. New York’da konutları makul fiyatlı konut edinmeyi hayata geçirmek istiyorsanız, 1970’lerin uyuşturucu ticaretini geri getirebilir, her köşeyi uyuşturucu bağımlılarıyla doldurabilirsiniz ve böylece emlak fiyatları düşecektir, sizin gücünüz de yeniden kent merkezinde yaşamaya yetebilir!

Tabii yerel yönetimlerin kemer sıkma tedbirlerinin buyruğu altına girmesiyle olan şey, alt gelir grubundan insanlara uygun fiyatlı konut edindirmeye yatırım yapmak için para olmaması ve bu durumda Londra’da yaşanan, yoksul insanların etkin biçimde can verdiği ve belediye meclisinin kemer sıkma politikalarının onlara apartman izolasyonu için en ucuz materyali bulmaları gerektiğini buyurmasından kaynaklanan korkunç yangın ile durumu gördünüz. Ancak şu an alaycı tipler, ultra zenginler için çok katlı bina yapabilecekleri mülkleri temizlediklerini söylüyorlar. Bu noktada sosyal politika ile siyasi politika, sermayedarların, müteahhitlerin ve varlıklı nüfusun etkisi altında hareket ederek tahammül edilemez belirli türden bir kent yaratmaktadır.

Bence New York’daki 60 bin evsiz insana dair ne yapılacağı çetin bir soru. Şu anda bu soruna dair bir şeyler yapmak isteyen bir belediye başkanımız var fakat yapamaz, çünkü yapsatçılar, bankalar ve Wall Street aşırı güçlü. Bu nedenle gerçek şu ki, işlerinin yüzde 20’sini düşük gelirlilere yapmaları şartıyla müteahhitlere yüksek katlı pahalı konutlar dikme izni vererek işleri daha kötüye götüren şeyler yapıyor. Fakat buradaki düşük gelirlinin tanımı gerçekte aşırı yoksul yerine orta sınıf mensubunu kapsayacak şekilde. Bu hikâye başka yerlerde de benzer şekillerde anlatılıyor ve yoksullar için kavga edecek bir harekete bel bağlıyor.

- Sizce böylesi bir hareket olası mı?

Trump’ın seçilmesinden bu yana, kendiliğinden örgütlenen birçok kitlesel taban hareketi oldu ancak bunun maddi güç bakımından hiçbir şeyi yok. Eskiden sendikalar çok önemliydi ama sendikal güç yok edildi. 1969 yılında Baltimore’a gittiğimde 37 bin civarında insan çelik fabrikalarında çalışıyordu. Bir şey yapmak isterseniz çelik işçileri sendikasıyla görüşür, sendikayı kendi safınıza çekerseniz birkaç başka sendika da sizinle olur ve istediğiniz tüm gücü elde ederdiniz. 1990’lara geldiğimizde, geriye aynı miktarda çeliği üreten 5 bin civarında çelik işçisi kaldı. Ve şu anda çelik işçisi yok. Bu durumda kim örgütleyecek?

1990’lardan bu yana örgütlenen yegâne insanlar, yoksulları savunan mezhepler arası kiliseler birliğindekiler oldu. Birçok bakımdan iyiler, kürtaj gibi bazı konularda berbatlar, homofobikler vs. Ancak siyah kiliselerinin, beyaz Katoliklerin ve Musevi grupların bu ittifakı, ABD kentlerinde siyasi örgütlenmenin çekirdeğini oluşturmakta. Ve bir şeyler denemek ve yaptırmak için bel bağlamak zorunda olduklarınız bunlar.

- Örneğin lojistik sektöründe ortaya çıkan ‘mali güç’e sahip bir hareket potansiyeli olduğunu düşünmüyorsunuz?

Lojistik sektörü örgütlenebilse bu şahane olurdu ama istihdam dağınık olduğundan bu zor. New York kentindeki bütün kamyon şoförleri üç gün boyunca sadece oturup sürmeyi reddetseler kent tamamen felç olurdu, o nedenle burada örtülü bir güç var ancak bunu örgütlü hale getirmek başka bir sorun.

Trump’ın göçmen yasağını ilk yürürlüğe soktuğu zaman New York’daki taksi şoförlerinin iki saatlik greve gitmeleri ve Kennedy Havalimanı’ndan yolcu almayı reddetmeleri çok etkileyiciydi. Bu yaşandığında Kennedy’ye gelmiştim ve tamamen kaos vardı, çünkü vicdan sahibi olan neredeyse her avukat insanları göç yoluyla alıyordu ve taksiciler gelmiyor, insanları dışarı çıkaracak hava treninin (New York’da Kennedy Havalimanı ile kent merkezini birbirine bağlayan hafif raylı sistem; ç.n.) kullanılmasını engellemeye çalışıyordu. Dolayısıyla kaos vardı. Ancak Uber çalışmayı sürdürdü. Bu haber yayıldı ve bundan sonra birçok insan Uber’i kullanmayacaktı, işleri kırıldı ve grevi etkin biçimde kırdıkları için özür dilemek zorunda kaldılar. Dolayısıyla bir tepki var, yüksek miktarda coşkulu tepki mevcut. Soru, bunun nasıl ve hangi şekillerde örgütleneceği.

http://commonware.org/index.php/cartografia/777-metropolitan-conflict-in-the-era-of-trumpism adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

Bask ülkesi bağımsızlık hareketi olan Euskadi Ta Askatasuna (ETA, yani Bask Anavatanı ve Özgürlük), 8 Nisan’da silahlı mücadele yoluyla bir Bask ülkesi kurma doğrultusundaki çabasına kesin bir son verdi. Örgütün kaşe ve monogramını bulunduran bir açıklama ile grup, kendisini “silahsız bir örgüt” olarak deklare etti. Örgüt, Bask sivil toplumunun ve kuruluşlarının barış sürecinin desteklenmesindeki çalışmalarını överken, İspanyol ve Fransız yetkililerin, grubun silah bırakmasını ertelemesine neden olan tutumlarını “inat” olarak nitelendirerek kınamıştı. Çalışma, Basklı grubun, İspanya ve Fransa devletlerine karşı yaklaşık 55 yıllık mücadelesinde kullandığı güneybatı Fransa’daki çeşitli silah ve patlayıcı zulalarının yerlerinin belirtilmesi ile başladı.

ETA, 1960’lı yılların sonlarında, Bask özgürlük hareketinin geleneksel siyasi gücü olan Bask Milliyetçi Partisi’nin (PNV) gençlik seksiyonunun üyeleri tarafından kuruldu. Franco diktatörlüğünün ciddi baskıları ile karşılaşmasıyla, silahlı mücadeleyi, İspanya devletini istikrarsızlaştırmanın ve Bask topraklarının işgaline direnmenin en etkili yolu olarak gördü. Uzunca bir süre İspanya devletinin en tehlikeli ve önemli düşmanı olarak görülen ETA, suikastlar, bombalamalar, Franco rejiminin ve 1978 yılı sonrasında demokratik seçimle gelen İspanya hükümetlerinin ve ordunun önde gelen isimlerinin kaçırılmasını içeren bir silahlı mücadeleye öncülük etti. 1968 yılından son ateşkesin ilan edildiği 2010 yılına kadar, aralarında politikacıların, ordu mensuplarının ve sivil muhafızların yanı sıra suçsuz görgü tanıklarının ve sivillerin de olduğu 800’den fazla kişi can verdi.

1970’lerin sonlarında ETA resmen, askeri ve siyasi olmak üzere iki ayrı gruba bölündü. Askeri grup, Franco döneminde kullanılan yöntemlerle aynı temele dayanan askeri yapıyı ve vizyonu sürdürdü. Siyasi grup ise silahlı mücadeleyi desteklemeyi sürdürmek ile birlikte, Euskal Herria (İspanya ve Fransa’daki Bask bölgelerine verilen isim) genelinde seçimlere girerek meşru siyasi araçlarla Bask ülkesi hedefine erişme konusunda daha yüksek bir potansiyel gördü ve Bask toplumu ile kurumları içinde “Abertzale” (yurtsever ve bağımsızlık destekçisi) sol ideolojiyi destekledi.

Örgütün askeri grubu, 1986 yılında dağıldı ve Bask ülkesindeki başka Abertzale solu örgütleri ile birlikte siyasi ve seçimlere yönelik yapılar oluşturdu. Bunların en öne çıkanı, son olarak 2001 yılında Batasuna koalisyonunun bir parçasını oluşturmak üzere feshedilen Herri Batasuna partisi idi (Nisan 1978’de bir koalisyon olarak kurulan Herri Batasuna, 2003 yılında ETA ile bağı olduğu gerekçesiyle İspanya hükümeti tarafından kapatılmıştır; ç.n.).

Ulusal bağımsızlığı ve Abertzale solu projesi ile ilişkili ekonomik ve sosyal politikaları –kilit sanayi tesislerinin (özellikle enerji şirketlerinin) ve bankaların kamulaştırılması, zenginlere yüksek vergiler, nükleer enerji karşıtlığı, mültecilere destek, dünya genelindeki ulusal kurtuluş davaları ve hareketleri ile (özellikle Katalonya, Galiçya, İrlanda, Filistin ve Kürdistan) dayanışma gösterilmesi- eşzamanlı olarak savunarak, Bask siyasetindeki politik güçlere, merkez-sağ Bask Milliyetçi Partisi’ne (PNV) rakip olma arayışındaydılar.

Batasuna’nın ETA ile geçmişteki bağlantısı nedeniyle, merkez-sağ Halk Partisi (PP), merkez-sol İspanya Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) ile birlikte Anayasa Mahkemesi’ne partinin kapatılması doğrultusunda sürekli olarak baskı yapıyordu. İspanya parlamentosu 2002 yılında, ETA’yı tanımamayı reddetmelerine atıfta bulunarak Abertzale solu oluşumları yasaklamayı hedefleyen partiler kanununu geçirdi. Bugün ETA üyesi ve Abertzale solu ile bağlantılı politik figürlerden oluşan 350 civarında kişi hapsedilmiş ve ailelerinden ayırma yöntemi olarak İspanya ve Fransa geneline dağıtılmış durumda.

Arnaldo Otegi Mondragon, Batasuna’nın kurucusu ve 2001 yılından 2013 yılındaki tasfiyesine dek başkanı olmasının yanında son olarak Batasuna’nın takipçisi Sortu’nun genel sekreteri olarak Abertzale solunun en önde gelen liderlerinden olmuştur. Otegi ayrıca, bir Abertzale siyasi ittifakı olan EH Bildu’nun da (Bask Ülkesi Birliği) sözcüsüdür.

Eski bir ETA üyesi olan Otegi, İspanya devleti tarafından sonuncusu 2009-2016 yılları arasında olmak üzere çeşitli zamanlarda hapsedilmiştir. İspanyol Sivil Muhafızları’nın sürekli işkencesine ve Abertzale hareketindeki çeşitli ayrışmalara şahit olmasına rağmen Otegi, barış müzakerelerinde (en dikkat çekeni 2006 yılında olmak üzere) kilit rol oynamış, askeri kanadı, silahlı operasyonlarını durdurmaya ikna etmiştir. Otegi, Green Left Weekly’den Denis Rogatyuk’a konuştu.



Denis Rogatyuk: ETA, silah bıraktığını ilan etti. Bu, silahlı mücadelenin Bask özgürlük hareketi için ters etki yarattığının kabul edilmesi anlamını mı taşıyor?

Arnaldo Otegi:
ETA’nın silahsızlanmasının dinamiklerini bağlamına oturtmamız gerekiyor. Ben buna, dünya genelinde meydana gelen değişim döngüsü açısından bakıyorum: yaklaşık olarak son on yılda, silahlı mücadele yürüten hareketlerin çoğu, halk direniş hareketleri haline gelmek, parlamentoda toplumsal çoğunluk ve demokratik çoğunluklar oluşturmak üzere bu tür bir stratejiden vazgeçtiler.

Fidel Castro, Hugo Chávez, Manuel Marulanda ve Martin McGuiness gibi öne çıkan figürlerin yaşamlarını yitirmeleri ile, büyük bir küresel döngünün sonuna şahit olduğumuza inanıyorum ve ülkemizde 50 yıl boyunca silahlı mücadele yürüten bir grup olan ETA’nın silahsızlanmasının gerçekleşmesi gerektiğini düşündüğüm bağlam bu. Durumun bu olmasından son derece memnunuz, ezilen bir halk olarak durumumuzun üstesinden gelmeye giden yolun inşasında barışçıl ve demokratik yöntemleri temin etmemiz gerektiğine –sadece politik açıdan değil, aynı zamanda devrimci ahlak bakımından- ikna olmuş durumdayız. Patikamızın bu olduğunu düşünüyoruz ve ben, ETA’nın sonunda kendi silahsızlanması ile özgürlük hareketine tarihsel bir katkı koyarak zorluğun üstesinden geleceğine inanıyorum.

Açıkçası kimse, silahlı mücadelenin ve devlet baskısının ülkemize bıraktığı acıların düzeyini kabul etmekten kaçamaz: gerçeklik bu ve anlaşılması gerek. Üç şeyi tartışma gündemine getirdik: silahlı mücadelenin Bask siyasetinden çıkarılması; verilen zararın kabul edilmesi; ülkede çekilen acılardan bizim de kısmen sorumlu olduğumuzun kabul edilmesi. Dünya genelinde stratejide gerçekleşen büyük değişim döngüsü bağlamında, bunda bugüne dek Bask özgürlük hareketinin katkısı olduğunu düşünüyorum.

Denis Rogatyuk: ETA üyesi siyasi tutsakların durumuna gelirsek; İspanya hükümeti onları cezaevinde tutmaktan mutlu görünüyor ve şu anda İspanya siyaseti içinde bu durumu değiştirecek kadar güçlü bir politik güç mevcut değil. Bu mücadelenin nereye gittiğini hissediyorsunuz?

Arnaldo Otegi:
Uluslararası ilkelerin ve çatışmaların çözümlenmesi standartlarının kendimizinkiler olarak kabullenilmesiyle, ETA silah bıraktığında tutsaklar, sürgünler ve ülkenin demilitarize edilmesi sorunlarıyla karşı karşıya kalınması gerektiğini oldukça açık biçimde söylemiştik. Ülkemizde her 20 kişiye 1 polis düşüyor ve bu oran Avrupa’nın en yükseği: bunlar İspanyol polisi ve Sivil Muhafızlar.

Tutsakların koşullarının, silah bırakma ile birlikte değişmesi gereken iki kademesi olduğuna inanıyorum. İlerlemiş yaşta ya da ciddi hasta olan tutsakları kapsayan politik olmayan kademe: bana göre bu tutsaklar koşulsuz serbest bırakılmalılar; bu, siyaset ötesi insani bir sorun. Bask siyasi diasporası sorununu da aynı kademeye koyuyorum.

O halde, çeşitli ilerici siyasi güçler olarak aramızda, tutsak politikasını etkiledikleri ölçüde bütün olağanüstü hâl düzenlemelerini nasıl incelemeye koyulacağımızı tartışmaya başlamalıyız. Bunun bir sonraki aşama olduğunu ve burada İspanya solundan gruplarla birlikte çalışabiliriz –bazı hassasiyetlere zarar vermemek için sabır, ihtiyat ve dikkatle-. Bu sorunların çözümünde ilerleme kaydetmenin yolunun bu olduğuna inanıyorum.

Denis Rogatyuk: Bugün Bask bölgesinde, belirgin bir sol toplumsal mevcudiyet ve kendi kaderini tayini isteyen siyasi çoğunluk bulunuyor. Sortu’nun bu çoğunlukları bir araya getirebilmesi için hangi adımları atması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Arnaldo Otegi: Bask ülkesi dâhilinde, kendi kaderini tayinden yana büyük bir çoğunluk var; 75 vekilden 57’si böyle (Bask Özerk Bölgesi parlamentosunda). Ve bunun dışında, bizim 18 ve Podemos’un 11 vekiliyle toplamda 29 oluyor ve bu bizi 28 vekili olan PNV’nin (merkez sağ Bask milliyetçisi) önüne geçiriyor. Dolayısıyla, kendi kaderini tayin hakkı için geniş bir çoğunluğa sahip olduğumuz gibi geniş bir ilerici çoğunluğa da sahip görünüyoruz.

Bununla birlikte, soru, birilerinin bu çoğunluklardan bir politik ve ideolojik alaşım yaratmaya çalışmak değil. Ulusal politikaların bağımsızlığa ve kendi kaderini tayin hakkının uygulanmasına doğru ilerlemesi, günlük kaygıların da sola yönelmesi için masaya koymamız gereken, muhtemel yaygın ittifaklar ve dinamiklerdir: Sortu ve EH Bildu’nun yapması gereken budur.

Denis Rogatyuk: Ocak ayındaki Sortu Yeniden Kuruluş Kongresi’nde parti kendisini “ekolojik” olarak tanımladı. Bunun, sizin için anlamı nedir?

Arnaldo Otegi: Biz kendimizi her zaman ekolojist olarak tanımlamışızdır ve her zaman öyle olmuşuzdur ancak şimdi bu tanımlamanın daha büyük geçerlilik ve güncelliği olduğunu düşünüyorum. Şu anda kapitalizmin, insan yaşamını destekleyen koşulları zayıflattığının farkındayız. İnsan ayak izi ilk kez insan yaşamının belirli biyolojik ve fiziki durumlarını riske sokuyor: kapitalizmin bize bıraktığı vahşi miraslarından biri budur. Ekonomik büyümeye, sürdürülebilirliğe ve geri kalan şeylere dair konuştuğumuzda vurgunun doğaya saygıda, biz insanların doğayla nasıl ilişkileneceğinde olması gerektiğini anlamamız bundandır.

Nükleer santrallere ve nükleer enerjiye karşı uzun bir mücadele geleneğine sahibiz; bu, doğal peyzajımızı bozulmamış olarak tutma mücadelesi geleneği. Sermayenin yaşamı tehlikeye attığı ve dünyadaki muhtemelen en büyük çelişkinin sermaye ile yaşam arasındaki çelişki olduğu bir zamanda, ekolojik görünümümüzü yeniden başlatmak ve pekiştirmek doğrultusunda açık özveride bulunmamız gerektiğini kavrıyoruz. Bugün çevrecilik, küresel antikapitalizmin en önemli bileşenlerinden biridir.

Denis Rogatyuk: Ocak ayında Berlin’deki Rosa Luxemburg Konferansı’nda ve Bilbao’daki Sortu yeniden kuruluş kongresinde, ilerici ve devrimci koalisyonlar ile Avrupa ve dünya genelinde neoliberalizm ve faşizme karşı forumlar yaratma gerekliliğine ilişkin görüşünüzü ana hatlarıyla çizdiniz. Bunu başarmak için hangi pratik adımların atılması gerekiyor?

Arnaldo Otegi: Bir süredir bir şeye ihtiyacımız olduğunu savunuyoruz –yeni bir enternasyonal ya da dünya çapında forum. Milliyetçi olmakla itham ediliyoruz ancak sürekli milliyetçi olmadığımızı, bağımsızlığın destekçileri olduğumuzu söylüyoruz. Dünyada sorunlardan oluşan bir dağ var ve en kötülerine, yapısal olanlarına ancak küresel düzeyde ya da Avrupa ölçeğinde karşı koyulabilir. Solcular, ilericiler, siyasi partilere ya da sendikalara üye insanlar olarak, sorunların ele alınacağı işlevsel bir foruma ihtiyacımız var.

Her zaman Yunanistan’da olan şeyi örnek olarak ortaya koyarım. Yunanistan, troyka ile (Avrupa Komisyonu, Avrupa Merkez Bankası ve Uluslararası Para Fonu) yüz yüze geldi ve o zaman cezaevinde olan bizler bu kavganın herkesin kapitalizme karşı kavgası olduğunu ve Yunanistan’ın yenilgisinin hepimizin yenilgisi olduğunu söylerken herkes, bu sorun sadece Yunanistan’ın sorunuymuş gibi yüzünü diğer tarafa çevirdi.

Kemer sıkma politikalarına karşı Avrupa çapında bir genel grev ne zaman gerçekleşecek? Bu türden talepler, söz konusu sorunlarla mücadeleyi başlatacak bir forumda küresel ölçekte ya da en azından Avrupa ölçeğinde ortaya konulmalıdır. Çok da teorik tartışmalar için olmayan, küresel ölçekte yanıtlar geliştirebilecek pratik bir forum. Bu düşünceyi her nerde olursak olalım öne sürmek için –küçük güçlerimizle ve büyük alçakgönüllülüğümüz ile- gayret sarf edeceğiz ancak bu alanda ilerlemek için bunun gerekli olduğunu düşünüyoruz.


Denis Rogatyuk: Neredeyse bütün milliyetçi hareketlerin bir solu, sağı ve merkezi var. Avrupa’da sağ güçlerin önderlik ettiği birçok kendi kaderini tayin hareketi mevcut. Belçika’da Flaman Birliği, İtalya’da Kuzey Ligi –ve hatta Fransa’da bir dereceye kadar Ulusal Cephe. Sortu ve daha geniş anlamda Abertzale sonu bunlarla nasıl ilişkileniyor?

Arnaldo Otegi:
Ulusal Cephe ile herhangi bir ilişkimiz olmadığı gibi, sağın yabancı düşmanı veya milliyetçi politikalarını ileri sürenlerle de hiçbir şekilde ilişkimiz yok. Flamanlardan gruplarla bazı ilişkilerimiz vardır ancak bu ilişki Belçika’ya yerleşmiş sürgündeki Bask topluluklarıyla ilişkili tarihsel etmenler temellidir, Flaman milliyetçileriyle ilişkiler de korunmaktadır fakat ne aynı ideolojik görüşü savunmaktayız ne de toplumsal hedefler konusunda aynı bakışa sahibiz. Bize göre en büyük öncelik sol-ulusal ittifakları inşa etmektir.

Tüm dünyadan sol hareketlerle iyi ilişkilerimiz var çünkü bize göre milliyetçi hareketin bir parçasını değil, bağımsızlık yanlısı hareketin bir parçasını oluşturuyoruz. Bağımsızlığın, alternatif sosyal politikaların geliştirilmesinin araçlarını bize sağlayacağına inanıyoruz: ulusal bağımsızlığı ve halk egemenliğini talep etmek, bu zeminde, demokrasimizi gasp eden oligarşilere karşı da mücadele etmek anlamına geliyor.

Biz hiçbir zaman, sağcı popülist hareketler tarafından göçmenliğe karşı öne sürülen yabancı düşmanı önerileri paylaşmadık. Bazen bu bize 1930’ları hatırlatıyor, bunu çok tehlikeli olarak değerlendiriyoruz. Solun bazı sembollerini çaldılar çünkü toplumsal mesajları solunkilerle benzer, fakat basit ama tehlikeli mesajlarla aynı oligarşiyi temsil ettiklerini biliyoruz.

Bunun yerine biz, Katalan Halk Birliği (CUP) listeleri ve başka siyasi gruplar, neoliberalizm karşıtı olan farklı sosyal politikaları taşımak için egemenlik araçlarını inşa ederseniz, halk egemenliğine dayanarak ilerleyebileceğinizi düşünüyoruz.

Biz her zaman, Basklılar ve Katalanların özgürlüğünün, halkın büyük çoğunluğunun ve emekçilerin çıkarına olduğunu savunmuşuzdur. Örneğin Bask sendikacılığının büyük çoğunluğuyla bağımsızlığı desteklemesinin nedeni budur. Daima gelişmiş sosyal politikalar taahhüdünün eşlik ettiği ulusal bağımsızlık davasında halkı desteğe çağıran İskoçya ve Katalonya’daki gibi süreçleri gözlemlemekten gurur duymamızın nedeni de budur.

Kavramak zor değil. Eğer Glasgow’daki ya da Barcelona’daki, Bilbao’daki sanayi bölgesindeki işçilerin desteğini istiyorsanız gelişmiş sosyal programlara sahip olmalısınız. Bağımsızlık süreçleri her zaman sola bakar çünkü çoğunluğu toparlayabilecekleri yerler buralardır ve bunun için gelişmiş sosyal programlarınız olmalıdır. Bask bağımsızlık sürecine girdiğimizde, ülkede buna öncülük edeceklerin sendikacılar olacağını biliyoruz.

Denis Rogatyuk: Bugün İspanya devletinde gördüğümüz durum, yedi yıl öncekinden kesinlikle farklı: Halk Partisi (PP) azınlık hükümetinde, İspanya Sosyalist İşçi Partisi (PSOE) derin bir krizde, Podemos ve içinde olduğu ittifakları ise hükümeti çeşitli konularsa zorluyor. Bunun sonucunda, Katalan hareketi bir taraftan, siz bir taraftan çekerseniz düşebilir mi?

Arnaldo Otegi: İspanya hükümeti ciddi yapısal kriz yaşıyor. Franco rejimi sonrasında 1978 yılında ülkeyi kurmak için kullanılan temeller bugün çeşitli sebeplerle derin krizde. Birincisi, çünkü küresel finansal ve ekonomik kriz, ülkenin ekonomik yaşayabilirliğini şüpheye düşürmüş durumda. İkincisi, çünkü Katalonya kendisini ulusal bağımsızlığa götürecek süreci başlattı ve üçüncüsü, çünkü Abertzale solu stratejilerini değiştirerek İspanya’yı bir iç düşmandan yoksun bıraktı.

Katalonya’nın ilerlediği ve bizim de ülkemizde başlatmak istediğimiz kurucu süreçleri destekleyerek demokrasi açısından muazzam değişiklik yapmanın bir yolu olduğunu düşünüyorum. 1978 rejiminin anahtarının İspanya’nın birliğinin savunulması olduğunu, egemenliğinin bu temeller üzerinde kurulduğunu unutamayız. Bu nedenle Katalonya onun sahip olduğu öneme sahip ve bizim de bağımsızlık sürecini başlatmak istememiz bu yüzden.

Buna, gerçek bir dinamik olan İspanya solunun çokuluslu bir devlet önerisi ve karar verme hakkına saygı talebi ile eşlik edersek, bunların hepsi rejim değişikliğinde, gerçek bir demokratikleşmede bir araya gelebilir. Ancak PP, PSOE ve Ciudadanos –sistem partileri- İspanya devletinde çoğunlukta olduğu sürece buna dair çok umutlu değiliz. Bu nedenle mümkün olduğunca kendi yolumuzu takip etmemiz gerektiğini söylüyoruz: Katalonya’da ve Bask ülkesinde.

Denis Rogatyuk:
Kişisel mücadelenizde cesaretiniz kırılmaksızın ve gücenmeksizin çok şey yaşadınız –cezaevi, işkence, hareket içinde mücadeleler-. Bütün bunlara rağmen gülümsemeyi nasıl başardınız?

Arnaldo Otegi: Çünkü sonuçta ben, Zapatero’nun (İspanya’nın PSOE üyesi eski başbakanı) kendisi için söylediği gibi antropolojik optimistim. Duraksayamayacağımız fikrindeyim; ileri doğru giden yol hâlâ ileri doğru, hedefler hâlâ hedef, amaçlar hâlâ olduğu gibi duruyor. Sol bir proje, çok derin insani değerler üzerine kurulmalıdır, değil mi? Bunun, solun bir süre önce kaybettiği bir şey olduğunu düşünüyorum, fakat bu yeniden kazanmamız gereken şey.

Bu ülkedeki insanların çoğunun yapacağına inanıyorum. Öyleyse engellerin, cezaevinin ve işkencenin üstesinden geleceğiz. Ben, her daim gülümsemeyi korumayı savunan biriyim. Madem nihayetinde yaptığımız şey herkes için daha iyi bir toplum öngörüyor, gülümsememizi yitirmeden mücadele etmeli ve kazanmalıyız. Kendimiz için mücadele etmiyoruz, halk için mücadele ediyoruz. Ve en iyi mükâfatın, insanların sokakta sizi durdurarak çabanız ve çalışmanız için size teşekkür etmesi olduğunu düşünüyorum. Solun bir hazinesi vardır –örnek teşkil etmek ve tutarlı olmak: örnek olma ve tutarlılığı yitirirsek her şeyi yitiririz.

Toplantılarımda, siyasette bittiğimiz zaman yönetim kurullarına girmediğimizi söylerim, ancak bundan daha büyük bir mükâfata sahibiz: yaygın ilgi, halkın ilgisi ve bizim gülümsememizi devam ettiren şey halkın gösterdiği bu ilgi.


https://www.jacobinmag.com/2017/07/eta-basque-independence-abertzale-sortu adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

27 Mart 1917’de Petrograd Sovyeti “Tüm dünya halklarına” başlıklı aşağıdaki bildiriyi yayımlayarak, barış davasında işçilerin birliğinin yeniden sağlanması çağrısında bulundu.

Eylül 1917’ye kadar Petrograd Sovyeti’nde egemen olan ılımlı sosyalistler, Avrupalı sosyalistlerden, barışı gerçekleştirmesi için kendi hükümetlerine baskı kurmalarını isterken, Almanya saldırganlığına karşı Rusya’yı ve devrimini savunma taraftarı olan “devrimci savunmacılık” politikasını izlemişti.

Savaşa dair bu politika, 2 Nisan 1917’de Tsereteli ve diğer Menşevik liderler Sibirya sürgününden dönene dek tutarlı bir şekilde tanımlanmayacaktı. Bu sebeple, aşağıdaki belge, ılımlı sosyalistlerin savaş ve başka konularda Sovyet’in konumlanışına ilişkin olarak radikal karşıtlarına taviz vermeye hâlâ açık oldukları bir zamanda Sovyet’teki görüşleri yansıtıyor. Sovyet’teki tartışmalar, Şubat Devrimi sonrasında ortaya çıkan sol güçlerin yeniden düzenlenmesi bakımından çok önemliydi.

Bu serinin 10. ve 11. bildirileri, “devrimci savunmacılık” politikasının pratikte nasıl işlediğini ele alacak. Bu politikaya Bolşeviklerin yanıtını görmek için “Sovyet Seçimleri İçin Direktif”e bakınız.


(Fotoğraf: Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti toplantısı)


"Bütün dünya halklarına!

Yoldaşlar, proleterler ve dünyanın bütün emekçileri!

Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti’nde bir araya gelen biz Rusya işçileri ve askerleri, muhteşem bir olayı duyururken sizlere içten selamlarımızı gönderiyoruz. Rusya demokrasimiz, yüzyıllardan beri süren çarlık despotizmini ortadan kaldırdı. Şimdi ailenize bütünlüklü haklara sahip bir üye ve ortak kurtuluş mücadelemiz için dişli bir güç olarak katılıyoruz. Kazandığımız, dünya çapında özgürlük ve demokrasi için büyük bir zaferdir. “Avrupa’nın polisi” ve dünya tepkisinin baş payandası artık yok, bir daha ortaya çıkmamak üzere gömüldü. Yaşasın özgürlük! Yaşasın proletaryanın uluslararası dayanışması ve nihai zafer için mücadelesi!

Davamız henüz tamamen zafere ulaşmış değil. Eski düzenin kalıntıları henüz dağılmış değil. Rusya Devrimi’nin düşmanları, devrime karşı güçlerini topluyor. Bununla birlikte, kazanımlarımız muazzam. Rusya halkları, evrensel, eşit, doğrudan ve gizli oy hakkı temelinde çok yakında toplanacak olan Kurucu Meclis konusundaki iradelerini açığa vuracaklar. Şimdiden güvenle tahmin edebiliriz ki, Rusya’da demokratik bir cumhuriyet muzaffer olacak.

Rusya halkı tam politik özgürlüğü elinde bulunduruyor. Şimdi ülkenin iç ve dış politikasına dair yetkili olarak konuşabilirler. Bu dehşet verici savaşta harap olan ve yok edilen tüm halklara hitap ederek, bütün ülkelerin hükümetlerinin saldırganlığına karşı kararlı mücadele zamanının gelmiş olduğunu ilan ediyoruz. Tüm halklar için, savaş ve barış sorununu çözmenin vakti gelmiştir.

Devrimci gücünün bilincinde olan Rus demokrasisi, egemen sınıfların saldırgan politikasına muhakkak karşı koyacağını ilan eder. Avrupa halklarını, barışın sağlanması için birlikte ve kararlılıkla konuşmaya ve harekete geçmeye davet eder.

Kardeşlerimize, Avusturya-Alman koalisyonunun proletaryasına ve bilhassa bütün Alman proletaryasına sesleniyoruz. Savaşın en başından beri, Rus otokrasisine karşı silahlanarak Avrupa kültürünü Asya despotizmine karşı savunduğunuza ikna edildik. Birçoğunuz, bunun, sizin savaşa desteğinizi meşrulaştırdığına inandınız. Şimdi bu meşrulaştırma artık mevcut değil. Demokratik Rusya, özgürlük ve medeniyeti tehdit edemez.

Kendi özgürlüğümüzü, ister içeriden ister dışarıdan olsun, her türlü gerici tecavüze karşı sıkıca savunacağız. Rusya Devrimi, fetihçilerin süngüleri karşısında geri adım atmayacak ve yabancı askeri güçlerce ezilmeyecek. Sizleri, Rusya halkının çarlık despotizminden silkinip kurtulduğu gibi kendi yarı-otokratik düzeninizin boyunduruğunu çıkarıp atmaya davet ediyoruz. Kralların, soylu toprak sahiplerinin ve bankacıların elinde istila ve şiddet silahı olarak hizmet etmeyi reddetmelisiniz. Birlikte dostça, insanlığı utandıran ve Rusya özgürlüğünün doğduğu müthiş günlere gölge düşüren korkunç katliama son vereceğiz.

Bütün ülkelerin işçileri! Kardeşlerimizin cesetlerinin oluşturduğu dağlar, masumların kan ve gözyaşlarından oluşan nehirler, kentlerimizin ve köylerimizin dumanı tüten enkazları, kaybedilen kültürel hazineler ortasından size kardeşçe elimizi uzatıyoruz ve yenilenmiş, güçlendirilmiş bir uluslararası birliğe davet ediyoruz. Bu, gelecekteki zaferlerimizin ve insanlığın bütünlüklü kurtuluşunun teminatı olacak.

Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!


Petrograd İşçi ve Asker Vekilleri Sovyeti"


http://links.org.au/1917-view-from-the-streets-petrograd-soviet-worlds-workers-must-join-to-achieve-peace adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir. 

Bir sonraki bildiri için: https://gercegingunlugu.blogspot.com/2017/07/1917-rusya-devrimi-bildirileri-10.html

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

“1917 Rusya Devrimi Bildirileri-8: Polonya’nın bağımsızlığının yegâne garantisi enternasyonal dayanışmadır” başlıklı olan bir önceki bildiriyi okumak için buraya tıklayınız


17 Mart 1917’de Polonyalı işçileri, Rusya devrimini desteklemeye ve Polonya’nın bağımsızlığı için mücadele etmeye davet eden aşağıdaki çağrı, Polonyalı sosyalist işçilerin Petrograd’daki buluşmasında kabul edildi.

Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinin ardından Polonya’nın (daha önce çarlık hükümeti tarafından yönetilen) büyük kısmı Alman işgali altına girdi. 1917 yılıyla birlikte, yaklaşık 3 milyon Polonyalı –birçoğu Alman işgali arifesinde Polonya’dan tahliye edilen-kendilerini çarlık egemenliğinde buldu. Bunun üzerine, Polonyalı sosyalist partiler Petrograd ve Moskova gibi sanayi kentlerindeki büyük gruplar halindeki yerinden edilmiş Polonyalı işçileri örgütlemeye başladılar.

Aşağıdaki çağrının öncülerine dair çok az şey biliniyor. Sınıf mücadelesine, enternasyonalizme ve Polonya’nın bağımsızlığına yönelik eş zamanlı vurgusunu dikkate alındığında, yazarları muhtemelen marksist Polonya Sosyalist Partisi-Sol ya da Polonya Sosyalist Partisi’nin (Devrimci Fraksiyon) aşırı sol kanadının üyesiydi(1). Çoğu Polonya milliyetçisi ve Polonya Sosyalist Partisi’nin (Devrimci Fraksiyon) ılımlı liderleri savaş boyunca, Polonya bağımsızlığını Alman ya da Avusturya emperyalizmi ile bir antlaşma vasıtasıyla düzenlemek arayışındayken, aşağıdaki çağrı ulusal kurtuluşun neden sadece mücadele ve uluslararası işçi sınıfıyla dayanışma yoluyla kazanılabileceğinin gerekçesini açıklıyordu.


"Rusya’daki Polonyalı işçilere ve askerlere

Yoldaş işçiler ve askerler!

Rusya proletaryası, Çarlık hükümetinin devrilmesi ve Rusya’da bir Halk Cumhuriyeti’nin kurulması kavgasında önayak oldu.

On yıllar boyunca kendi halkını ezen ve yabancı devletlere tâbi kılan, Avrupa ezenlerinin, halkların kurtuluş hareketlerini bastırmasını kolaylaştırarak Avrupa’da tepkileri çeken despotik devasa heykeli devirdi. Özgürlüğe giden yolu sıcak kanlarıyla, annelerinin, kız kardeşlerinin ve eşlerinin ıstırap ve gözyaşlarıyla çizen Polonyalı işçiler, on yıllardır Çarlık rejimine karşı mücadele etmektedir.

Siz erkek ve kadın yoldaşlarımız, hızla ilerlediniz, her zaman durmaksızın ilerlediniz. Bu yol, Ossowskich, Kunickich, Kasprzaków ve Okrzejów kardeşlerimizi kurban eden çarlığın ürkmesine neden oldu.

Kavganız sırasında ülkenizde yalnızdınız; mülk sahibi sınıf, çıkarlarının doğası gereği ancak çarlık hükümetinin dalkavukları ile gizli anlaşma yapabilirdi. Ve daha parlak bir gelecek yaratma doğrultusundaki zorlu görevinizde yegâne müttefikiniz, sizinle el ele, omuz omuza, Çarlık hükümeti tarafından ezilen diğer uluslardan işçilerin yanında mücadele veren Rusya işçileridir.

Yoldaşlar! Bugün şimdiden ülkemizin özgürlük ve bağımsızlığını kazanacağını umuyoruz. Avrupa hükümetlerinden ve burjuvazisinden bir bağımsız Polonya Cumhuriyeti almayacağımızı unutmayın; halkları ezenlerin, onların kurtarıcıları olamayacağını unutmayın; ülkemizin siyasi bağımsızlığının ancak halkların gücü ve işbirliğine dayanabileceğini unutmayın; Polonya halkının bağımsızlığının yegâne gerçek garantisinin diplomatik eylemler ve meclis kararları değil, halkların enternasyonal dayanışması olduğunu unutmayın.

Yoldaşlar! Bugün proleter görevlerinizi, sınıfsal ve ulusal çıkarlarınızı yerine getirmelisiniz. Rusya demokrasisine karşı görevinizi yerine getirmelisiniz, bütün enerjinizi ve gücünüzü, çok cesurca başlattıkları mücadelenin zafere ulaşması ve böylece tüm ülkelerin proleterlerinin zaferlerine katkıda bulunması için Rusya proletaryasının yardımına sunmalısınız. Rusya’da Çarlık iktidarının düşmesi ile birlikte tüm burjuva hükümetlerinin varlığının altı oyulduğundan, bu uluslararası anlamda demokrasinin zaferinin müjdecisidir.

Yaşasın Rusya Halk Cumhuriyeti!

Yaşasın Polonya Halk Cumhuriyeti!

Yaşasın proletaryanın uluslararası dayanışması!

Yaşasın sosyalizm!

Petrograd’daki Polonyalı sosyalist işçiler

17 Mart 1917"

(1) 1906 yılında Polonya Sosyalist Partisi bölündü. Partinin çoğunluğu, kitle eylemine, imparatorluk çapında bir devrim ihtiyacına ve özellikle Rusya işçileriyle ittifaka vurgu yapan sol kanadın tarafında durdu; bu örgüt o andan itibaren kendisini Polonya Sosyalist Partisi-Sol şeklinde tanımladı. Azınlık, Rusya sosyalizmine doğru yönelim konusunda daha tereddütlüydü, bunun yerine ulusal bağımsızlık için mücadele ve silahlı mücadeleyi vurguluyordu; bu örgüt Polonya Sosyalist Partisi (Devrimci Fraksiyon) halini aldı.

1917 yılında, Polonya sosyalist Partisi (Devrimci Fraksiyon) aşırı solu, partinin geri kalanının aksine Rusya’nın merkezi dışında yerleşmişti ve ağırlıklı olarak enternasyonalist bir yönelimi savunuyordu. Polonya Sosyalist Partisi-Sol tutarlı bir şekilde enternasyonalizm ve devrimci Marksizm’e kendini adamış ve 1918 yılında Rosa Luxemburg’un partisi ile birlikte Polonya Komünist Partisi’ni kurarak bunu devam ettirmişti.


http://links.org.au/1917-view-from-the-streets-only-guarantee-of-polish-independence-is-international-solidarity adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Bir sonraki bildiri için: https://gercegingunlugu.blogspot.com/2017/07/1917-rusya-devrimi-bildirileri-9.html

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

“1917 Rusya Devrimi Bildirileri-7: Askerler; iktidarı kendi ellerinize alın!” başlıklı olan bir önceki bildiriyi okumak için buraya tıklayınız

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi