Commonware.org sitesinden Giulia Page, David Harvey ile Trump yönetiminde ABD’de meydana gelen ekonomik değişimlerden yola çıkarak ABD’de ve dünyadaki konut üretimine ve kentleri soylulaştırmaya dayalı sermaye politikaları ile 2007-2008 ekonomik krizi sonrasında bu politikaların kazandığı öneme dair bir söyleşi gerçekleştirdi.
- Solun büyük bir kısmı mevcut yönetim tarafından verilen hasardan söz ediyor ancak Trump yönetiminde gerçekten değişen ne?
Benim yorumum şu ki, Wall Street Partisi adını verdiğim ABD’deki yönetici sınıf Washington’da ortaya uyumlu bir hükümet çıkmasını istemiyor. Hiçbir şeyin olmadığı bir durum istiyor çünkü bu durum, kendilerinin istediklerini yapabilecekleri anlamına geliyor. Emin olmak istedikleri tek şey, ekonomideki düzenleyici yapılar gibi belirli niteliklerin gevşetilmesi. ABD Hazine Bakanı, 1992 yılından bu yana Goldman Sachs’tan olmuş, böylece esasen hükümetin içinden ekonomiyi Goldman Sachs idare etmiş ve ABD Merkez Bankası’nı kontrolü altında tutmuştur. Bunun sonucu, Trump’ın bunları çok ciddi yapamaması oldu. Gerçekten bir şey yapmak istediğinden emin değilim, fakat eğer bir şey yaparsa bu Wall Street tarafından yapılacaktır. Ekonomi, Obama yönetiminde olduğundan pek de farklı değil, neredeyse özdeş. Ve ABD’de ekonomik anlamda mevcut gidişatı değiştirecek bir şey olduğunu hiçbir suretle görmüyorum.
Gördüğüm şey, dünyada bulunan sermaye fazlasının nasıl emileceği şeklindeki gerçek küresel sorun; çünkü 2007-2008 krizine yanıt olarak daha çok para üretildi ve şu anda boşta duran çok miktarda ihtiyaç fazlası para var. Bunun çoğu mülk edinmeye gidiyor, sanat piyasasının durumu çok iyi, ancak Çin gibi yerler haricinde üretken hiçbir şey yapılmıyor. Çinliler şu anda ABD’nin gayri safi yurt içi hâsılasının sadece üçte birinin gerçekten bir şeyler yapma ile ortaya çıktığını, üçte ikisinin ise finans, sigorta ve emlak işlemlerinden türediğini, bunun çoğunun da finansal kuruluşlar eliyle dünyanın geri kalanının varlıklarının çekilmesinden, soyulmasından kaynaklandığını tahmin ediyorlar.
Bu nedenle ABD’de önemli bir canlanma görmüyorum ve Trump’ın, kalkınmanın yeni biçimlerince geride bırakılan insanlara iş verme sözünü yerine getirebileceğini düşünmüyorum. Teknolojik gelişim modelinin, istihdam, efektif talep yokluğu ve düşük ücretler şeklinde muhtemelen bizi daha çok sorun sahibi yapacak halde olduğunu düşünüyorum ve bu sorunun üzerine nasıl gidileceğini gerçekten bilmiyorum.
Bu çok tehditkâr bir durum ve sümen altı edilecek gibi görünüyor. Ancak kolaylıkla bir şeyler patlak verebilir. Birçok insan bunun Çin’de olacağından endişe duyuyor fakat ben öyle düşünmüyorum, daha muhtemeldir ki, kontrol dışı savrulan kapitalist sistemdeki bileşik büyümeyle başa çıkmak için şu anda örgütlenmiş mali yapılarda bir çöküş şeklinde olacağı düşüncesindeyim.
- Bu tehditkâr durumda değişim olasılıkları da görüyor musunuz?
Kötü olasılıklar mevcut, neo-faşist tarzda hükümetlere geçiş yapabiliriz. Uzum zaman önce neo-liberalizme ilişkin kitabımda istikrarsız bir durum olduğunu ve bunu istikrarlı hale getirmenin yegâne yolunun neo-liberal devlet aygıtının otoriterliğinin arttırılması olduğunu öne sürmüştüm. Bu yüzden daha otoriter bir şekle doğru yönelim 1990’lardan beri yürürlükte ve neo-liberal projeyi sürdürmek için popülist bir temel yaratmaya çalışıyor ki bu özünde her zaman daha çok servet ve gücün her zaman küçük, giderek artan bir biçimde finansallaşan oligarşi tarafında birikmesidir. 2007-2008’den bu yana gerçekleşen gelir dağılımlarına baktığınızda servet ve gücün bir noktada yoğunlaşmasında artış görürsünüz. ABD’ye baktığınızda, 2007-2008’den beri diğer herkes bu konuda ya sabit kalmış ya da kayba uğramışken, tepedeki yüzde 1, servetini yüzde 12 civarında arttırmıştır: ne kadar fakirsen o kadar fazla kaybedersin. Şimdi bunun, yoksullara yönelik bu saldırının ve hırsızlıkla, gaspla, yerinden etmeyle, kovmayla yoksullardan değer özütleme girişiminin Cumhuriyetçi Parti’nin neredeyse resmi politikası olduğu görülüyor; şimdi inşa ettiğimiz küresel ekonominin niteliği bu.
- Kentlerin kriz içinde değiştiğini düşünüyor musunuz ve eğer öyleyse, kentsel mücadeleler bazı açılardan bu dönüşümü belirleyebildi mi?
Sanırım coğrafi anlamda spesifik olmalıyız. Bana göre küresel kapitalizmin 2007-2008’deki topyekûn çöküşten kazandığı şeyin Çin’deki devasa kentleşme ve altyapı projesi olduğu net. Örneğin, Çin, 2007 yılında sıfır mil yüksek hızlı tren ağına sahipti ve şu anda bu ağ 15 bin mil uzunluğunda. Muazzam miktarlarda hammadde tüketti ve çok fazla insanı istihdam etti. Çin’in gayri safi yurt içi hâsılasının yüzde 50’si altyapı yatırımlarıyla tamamlanmış, yüzde 25’i ise yalnızca konut inşası ile ilgilidir. Dolayısıyla küresel çöküş, Çin dünyaya yardım etmek istedi diye değil, ihracat sanayisinden 20-30 milyon işsiz insanla yüzleştiği ve bunları yeniden istihdam etmesi gerektiği, yapmayı düşünebildikleri tek şey de tüm bu devasa altyapısal projeleri başlatmak olduğu için bertaraf edilmiştir. Çin şu anda bu altyapısal projeleri ihraç etmektedir: örneğin Bir Kuşak Bir Yol projesi, Doğu Afrika, Latin Amerika’daki projeler ve benzerleri. Bu nedenle Çin’in kentleşmesi tamamen ekonomiyi ve dolayısıyla küresel ekonomiyi topyekûn çöküş ve kaostan kurtarma ihtiyacı çevresinde yeniden şekillenmiştir.
Dünyanın diğer bölgelerindeki durum oldukça farklı, ancak emlak spekülasyonunda radikal bir canlanma ve zenginler için lüks konutların inşasını takiben, emlak piyasalarının gücünde kısa bir boşluk görülen daha varlıklı kentlerde ortaya çıkmakta olan bir model var. Bu nedenle, ekonomik konut edinmedeki krizin ortasında New York’da büyük miktarda çok şatafatlı inşaatlar yapıyorlar. 60 bin evsizimiz var ve onları yerleştirecek hiçbir yerimiz yokken, ultra zenginler için yapılmış boş apartmanlarımız var ve emlak fiyatları her yerde artıyor. Rastladığım hemen her şehirde, Sao Paolo, Melbourne, Vancouver vs. aynı modeli bulabilirsiniz. Körfez ülkelerinde, Türkiye’de ve hatta Filistin’de kentleşmenin çılgın biçimleri mevcut. Bu sebeple kentleşmeye yönelik bu yatırımın sermaye fazlası için neredeyse bir obruk halini aldığını düşünüyorum. Diğer üretken faaliyet biçimler çok cazip olmadığından kentler özünde, çoğu kez düşük gelirli nüfusu yerinden etmeyi içeren bu sürece yenik düşüyor.
Ve tabii bunların çoğuna karşı toplumsal hareketler ortaya çıkmakta ve dünyanın bazı bölgelerinde bir dereceye kadar direnebiliyorlar ya da kent yönetimleriyle bazı ilişkiler geliştirebiliyorlar. Örneğin şu anda Barcelona’da demokrasinin farklı biçimlerini geliştirmeye çalışan radikal bir belediye başkanı ve güçlü bir turist karşıtı hareket mevcut. ABD’de meclislere ve belediye başkanlarına dayanmayı bırakan epey çok sayıda kent var; örneğin Seattle ve Los Angeles. Buralarda, eyalet hükümetiyle ve federal hükümetle uzlaşmazlık içeren biçimde yerel düzeyde gelişen ilerici eylem formlarını görmeye başlıyoruz. Bunları Madrid ve Barcelona’nın yanı sıra Britanya’daki bazı yerlerde de görüyoruz. Dolayısıyla toplumsal hareketler var ancak kontrolü ve kaynağına ulaşmak çok zor olan ezici bir güç var ki gerçek problem bu.
- Avrupa’da ve dünya genelinde, belirli grupları –ister evsiz insanlar olsun, ister siyasi militanlar- kentlerden sürme ve uzaklaştırmayı hedefleyen yeni yasal araçlara maruz kalıyoruz. Bu çoğu kez ‘güvenlik’ adı altında yapılıyor ve ‘anti-terörizm’ söylemiyle meşrulaştırılan daimi olağanüstü hâl ile bağlantılı. Yeni bir güvenlik ekonomi politiği gördüğümüzü düşünüyor musunuz?
Genel olarak yoksullara ve marjinalize edilmişlere karşı bir saldır var ve dolayısı ile bunları kentsel alanlardan kovma girişimi mevcut. ABD’de bu işin büyük kısmı hapsetme ile yapılıyor, bu nedenle cezaevinde milyonlarca insanımız var ve genel anlamda ağırlıklı olarak siyah nüfustan, kentin marjinalize edilmiş kesimlerinin nüfusundan; bunun sonucunda kentin nüfusunu azaltıyor ve nüfusun birçok öğesini cezaevine, New York’un şehir dışındaki kırsal alanlarına aktarıyorsun. Bu türden bir süreçle New York’da asayişi sağlıyorsun.
Kentler şu anda spekülatif emlak değerleriyle sıkıştırılıyor ve emlak fiyatları dışsal etkilere çok duyarlı –sokaklarda uyuyan insanlar ya da çevrede duran çöpler, emlak değerleri için olumsuz özellikler-. New York’da konutları makul fiyatlı konut edinmeyi hayata geçirmek istiyorsanız, 1970’lerin uyuşturucu ticaretini geri getirebilir, her köşeyi uyuşturucu bağımlılarıyla doldurabilirsiniz ve böylece emlak fiyatları düşecektir, sizin gücünüz de yeniden kent merkezinde yaşamaya yetebilir!
Tabii yerel yönetimlerin kemer sıkma tedbirlerinin buyruğu altına girmesiyle olan şey, alt gelir grubundan insanlara uygun fiyatlı konut edindirmeye yatırım yapmak için para olmaması ve bu durumda Londra’da yaşanan, yoksul insanların etkin biçimde can verdiği ve belediye meclisinin kemer sıkma politikalarının onlara apartman izolasyonu için en ucuz materyali bulmaları gerektiğini buyurmasından kaynaklanan korkunç yangın ile durumu gördünüz. Ancak şu an alaycı tipler, ultra zenginler için çok katlı bina yapabilecekleri mülkleri temizlediklerini söylüyorlar. Bu noktada sosyal politika ile siyasi politika, sermayedarların, müteahhitlerin ve varlıklı nüfusun etkisi altında hareket ederek tahammül edilemez belirli türden bir kent yaratmaktadır.
Bence New York’daki 60 bin evsiz insana dair ne yapılacağı çetin bir soru. Şu anda bu soruna dair bir şeyler yapmak isteyen bir belediye başkanımız var fakat yapamaz, çünkü yapsatçılar, bankalar ve Wall Street aşırı güçlü. Bu nedenle gerçek şu ki, işlerinin yüzde 20’sini düşük gelirlilere yapmaları şartıyla müteahhitlere yüksek katlı pahalı konutlar dikme izni vererek işleri daha kötüye götüren şeyler yapıyor. Fakat buradaki düşük gelirlinin tanımı gerçekte aşırı yoksul yerine orta sınıf mensubunu kapsayacak şekilde. Bu hikâye başka yerlerde de benzer şekillerde anlatılıyor ve yoksullar için kavga edecek bir harekete bel bağlıyor.
- Sizce böylesi bir hareket olası mı?
Trump’ın seçilmesinden bu yana, kendiliğinden örgütlenen birçok kitlesel taban hareketi oldu ancak bunun maddi güç bakımından hiçbir şeyi yok. Eskiden sendikalar çok önemliydi ama sendikal güç yok edildi. 1969 yılında Baltimore’a gittiğimde 37 bin civarında insan çelik fabrikalarında çalışıyordu. Bir şey yapmak isterseniz çelik işçileri sendikasıyla görüşür, sendikayı kendi safınıza çekerseniz birkaç başka sendika da sizinle olur ve istediğiniz tüm gücü elde ederdiniz. 1990’lara geldiğimizde, geriye aynı miktarda çeliği üreten 5 bin civarında çelik işçisi kaldı. Ve şu anda çelik işçisi yok. Bu durumda kim örgütleyecek?
1990’lardan bu yana örgütlenen yegâne insanlar, yoksulları savunan mezhepler arası kiliseler birliğindekiler oldu. Birçok bakımdan iyiler, kürtaj gibi bazı konularda berbatlar, homofobikler vs. Ancak siyah kiliselerinin, beyaz Katoliklerin ve Musevi grupların bu ittifakı, ABD kentlerinde siyasi örgütlenmenin çekirdeğini oluşturmakta. Ve bir şeyler denemek ve yaptırmak için bel bağlamak zorunda olduklarınız bunlar.
- Örneğin lojistik sektöründe ortaya çıkan ‘mali güç’e sahip bir hareket potansiyeli olduğunu düşünmüyorsunuz?
Lojistik sektörü örgütlenebilse bu şahane olurdu ama istihdam dağınık olduğundan bu zor. New York kentindeki bütün kamyon şoförleri üç gün boyunca sadece oturup sürmeyi reddetseler kent tamamen felç olurdu, o nedenle burada örtülü bir güç var ancak bunu örgütlü hale getirmek başka bir sorun.
Trump’ın göçmen yasağını ilk yürürlüğe soktuğu zaman New York’daki taksi şoförlerinin iki saatlik greve gitmeleri ve Kennedy Havalimanı’ndan yolcu almayı reddetmeleri çok etkileyiciydi. Bu yaşandığında Kennedy’ye gelmiştim ve tamamen kaos vardı, çünkü vicdan sahibi olan neredeyse her avukat insanları göç yoluyla alıyordu ve taksiciler gelmiyor, insanları dışarı çıkaracak hava treninin (New York’da Kennedy Havalimanı ile kent merkezini birbirine bağlayan hafif raylı sistem; ç.n.) kullanılmasını engellemeye çalışıyordu. Dolayısıyla kaos vardı. Ancak Uber çalışmayı sürdürdü. Bu haber yayıldı ve bundan sonra birçok insan Uber’i kullanmayacaktı, işleri kırıldı ve grevi etkin biçimde kırdıkları için özür dilemek zorunda kaldılar. Dolayısıyla bir tepki var, yüksek miktarda coşkulu tepki mevcut. Soru, bunun nasıl ve hangi şekillerde örgütleneceği.
http://commonware.org/index.php/cartografia/777-metropolitan-conflict-in-the-era-of-trumpism adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için
buraya tıklayınız