Monthly Review dergisinin Eylül ayında yayımlanan özel sayısında, 1970’li yıllardan bu yana feminist tarihsel materyalizmde önemli rol oynayan Silvia Federici, Martha E. Gimenez, Selma James (Ron Augustin ile söyleşisi), Leith Mullings, Marge Piercy ve Lise Vogel gibi yazar/düşünürlerin yanı sıra Margaret Benston’ın 1969 yılında kaleme aldığı ve bu alanda çığır açıcı metinlerden biri olan “Kadınların Kurtuluşunun Ekonomi Politiği” makalesi de yeniden yayımlandı. Aşağıda çevirisini bulacağınız makaleye dair Silvia Federici’nin kaleme aldığı değerlendirme metnine buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.
“Kadın sorunu”, toplumun sınıfsal yapısına dair analizlerde genellikle yok sayılmıştır. Böyledir, çünkü bir yandan sınıflar genellikle üretim araçlarıyla ilişkileri üzerinden tanımlanır, diğer yandan kadınlar üretim araçlarıyla özgün bir ilişkilerinin olduğu varsayılmaz. Kategori, bunun yerine bütün sınıfları keser görünüyor; işçi sınıfından kadınlar, orta sınıf kadınlar vb.den bahsediliyor. Kadınların konumu erkeklerinkinin karşısında net biçimde ikincildir, ancak bu durumun analizi çoğunlukla sosyalleşme, psikoloji, kişiler arası ilişkiler ya da bir toplumsal kuruluş olarak evliliğin rolünü ele almaya sapıyor.
(1) Oysa bunlar birincil faktörler mi? Kadınların ikincil konumunun temellerinin aslında ekonomik olduğu savunularak, bir zümre olarak kadınların gerçekten de üretim araçlarıyla belirli bir ilişkileri olduğu ve bu ilişkinin erkeklerinkinden farklı olduğu gösterilebilir. Bu durumda üretimle olan bu özel ilişkiden kişisel ve psikolojik faktörler sonucu çıkar ve ikincisinde gerçekleşen bir değişiklik, ilkini değiştirmek için gerekli (ancak yeterli olmayan) koşul olacaktır.
(2) Kadınların üretimle olan bu özel ilişkisi kabul edildiğinde, kadınların durumu, toplumun sınıfsal analizine doğallığında oturuyor.
Kapitalist bir toplumda sınıfları ele almanın başlangıç noktası, üretim araçlarına sahip olanlar ile ücret karşılığı emek gücünü satanlar arasındaki ayrımdır. Ernest Mandel’in söylediği gibi:
“
Proletaryanın durumu, kısacası, yaygın meta üretimi toplumunda üretim araçlarına ya da geçim araçlarına erişimden mahrum olmaktır ki bu da proletaryayı emek gücünü satmaya zorlar. Bu emek gücü karşılığında, kendisinin ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılaması için gerekli tüketim ürünlerini elde etmesini imkânlı kılan bir ücret alır.
Ücretli çalışanın, yani proletaryanın yapısal tanımı budur. Bu sebeple ister istemez işiyle, işinin ürünleriyle ve toplumdaki genel durumuyla, ‘yabancılaşma’ kelimesiyle özetlenebilecek belirli bir ilişki kurar. Ancak bu yapısal tanımdan, tüketim düzeyine, ihtiyaçlarının boyutuna ya da bunları ne derece karşılayabileceğine dair gerekli bir sonuç çıkmaz.”
(3)
Bunun yerini tutan bir yapısal kadın tanımından yoksunuz. İlk ihtiyaç duyduğumuz şey, kadının ikincil konumunun göstergelerinin bütünlüklü incelemesi değil, bunun yerine “kadınlar” grubunu tanımlayan kapitalist (ya da diğer) toplumların maddi koşullarının bir açıklamasıdır. Bildiğimiz özgül üstyapı, bu koşullar üzerinde inşa edilir. Mandel’den ilgi çekici bir paragraf bu tanımlamanın yolunu gösterir:
“
Meta, doğrudan tüketim için üretilmiş olanın aksine, pazarda değiştirilmek üzere yaratılmış bir üründür. Her metanın hem bir kullanım değeri hem de bir değişim değeri olmalıdır.
Bir kullanım değeri olmalıdır, aksi halde kimse onu satın almaz... Kullanım değeri olmayan bir meta haliyle satılamaz, işe yaramaz üretim teşkil eder,kullanım değeri olmadığından kesinlikle değişim değeri de olmaz.
Diğer yandan, kullanım değeri olan her ürünün değişim değerinin de olması şart değildir. Ancak metanın üretildiği toplumun kendisinin değişim üzerine kurulduğu ölçüde, değişimin ortak pratik olduğu bir toplumda değişim değeri vardır.
Kapitalist bir toplumda meta üretimi, değişim değeri üretimi, azami gelişmişliğine ulaşmıştır. Bu (kapitalist toplum), insanlık tarihinde üretimin büyük kısmının metalardan oluştuğu ilk toplumdur. Bununla birlikte, kapitalizmdeki bütün üretimin meta üretimi olduğu doğru değildir. İki sınıf ürün hâlâ basit kullanım değeri olarak varlığını korur.
Birinci grup, köylüler tarafından kendi tüketimleri için üretilen her şeyden, doğrudan üretildikleri çiftliklerde tüketilen her şeyden oluşur.
Kapitalist toplumda bu kapsamdaki ikinci grup ürünler, meta olmayan fakat basit kullanım değerini koruyan ürünlerdir ki bunlar evde üretilen her şeyden oluşur. Kayda değer oranda insan emeğinin bu tip hanehalkı üretimine gittiği gerçekliğine karşın, bu üretim hâlâ meta değil kullanım değeri üretimi olarak kalmaktadır. Bir sabunun her yapılışı ya da bir giysiye düğmenin her dikilişi üretim teşkil eder ancak bu, pazar için üretim değildir.
Meta üretiminin sahneye çıkışı, buna müteakip düzenlenmesi ve genelleştirilmesi, erkek emeğini ve toplumu örgütleme yöntemini kökten dönüştürdü.”
(4)
Mandel’in fark etmemiş olabileceği şey, son paragrafının tamamen doğru olduğudur. Meta üretiminin sahneye çıkışı, gerçekten de erkek emeğinin biçimini dönüştürdü. Dikkat çektiği üzere, kapitalist toplumda (ve mevcut sosyalist toplumlarda) hanehalkı emeğinin büyük kısmı piyasa öncesi aşamada kalır. Bu, kadınlar için ayrılan iştir ve kadınlar için bir tanımın temelini bulabileceğimiz yer bu gerçektir.
Çocuk bakımını da içeren ev içi emek, büyük miktarda toplumsal olarak gerekli üretimi oluşturur. Bununla birlikte, meta üretimine dayanan bir toplumda bu, ticaret ve piyasa alanı dışında olduğundan çoğunlukla “gerçek iş” olarak görülmez. Bu gayet gerçek anlamıyla prekapitalisttir. Özel bir kategorinin işlevi olarak “kadınlar”ın hanehalkı işinde görevlendirilmesi, bu grubun üretimle “erkekler” grubundan farklı bir ilişkilenişi olduğu anlamına gelir. O halde kadınları geçici olarak, ev ve aileyle ilgili faaliyetlerde basit kullanım değeri üretiminden sorumlu insanlar grubu olarak tanımlayacağız.
Böylesi bir üretim için erkekler sorumluluk taşımadığından iki grup arasındaki fark burada yatmaktadır. Kadınların meta üretiminden dışlanmadığını fark edin. Bir grup olarak ücretli emeğe katılımları gerçekleşir ancak bu alanda bir yapısal sorumlulukları yoktur ve böylesi bir katılım genellikle gelip geçici olarak kabul edilir. Diğer yandan erkekler meta üretiminden sorumludur; hanehalkı emeğinde prensipte onlara bir rol biçilmemiştir. Örneğin hanehalkı üretimine katıldıklarında bu, istisnai bir durum olmaktan daha fazlası olarak kabul edilir; bu durum moral bozucu, hadım edici ve hatta sağlığa zararlıdır. (Ocak 1969’da Vancouver Sun gazetesinin ön sayfasındaki bir anlatıda, Britanya’daki erkeklerin çok fazla ev işi yapmak zorunda kalmaları nedeniyle sağlıklarını tehlikeye attıkları belirtilmiştir.)
Kadının ikincil konumunun maddi temeli, tam da kadınların bu tanımında bulunur. Değeri paranın belirlediği bir toplumda kadınlar, para ekonomisinin dışında çalışan bir gruptur. İşleri para etmez, bu nedenle değersizdir ve bu nedenle gerçek iş bile değildir. Ve bu değersiz işi yapan kadınların kendisi, para için çalışan erkekler kadar değerli olduklarını neredeyse hiç düşünmüyorlardı. Yapısal açıdan, kadınların durumuna en yakın olan şey, meta üretimin dışında olan başkalarının, örneğin serf ve köylülerin durumudur.
Kadınlara dair son makalesinde, Juliet Mitchell konuyu şu şekilde ortaya koyuyor: “Gelişmiş sanayi toplumunda, kadınların işi toplam ekonominin içinde marjinaldir. Yine de insanın doğal koşulları değiştirmesi ve böylelikle toplumu üretmesi iş yoluyladır. Üretimde bir devrim gerçekleşene kadar emek durumu, kadınların durumunu erkeklerin dünyası içinden tanımlayacaktır.”
(5) Kadınların işinin marjinalliğine dair açıklama, kadınların yaptıkları işin erkeklerin yaptıkları işten farklı olduğu konusunda analiz edilmemiş bir kabullenmedir. Bununla birlikte böylesi bir çalışma marjinal değildir; sadece ücretli emek değildir ve hesaba katılmaz. Hatta aynı makalede daha sonra “Ev içi emek, bugün bile, üretken emek bakımından ölçülürse muazzamdır” diyor. Durumu tasvir etmek için bazı sayılar veriyor: İsveç’te ev işinde kadınlar tarafından yılda 2,340 milyon saat harcanırken, sanayide kadınlar tarafından 1,290 milyon saat harcanıyor. Ve Chase Manhattan Bank, bir kadının haftalık toplam çalışmasını ortalama olarak 99.6 saat olarak hesaplıyor.
Bununla birlikte, Mitchell temel ekonomik faktörlere az vurgu yapıyor (aslında çoğu Marksist’i “aşırı ekonomist” olmakla suçluyor) ve aceleyle üstyapısal faktörlere ilerliyor, çünkü “sanayinin ortaya çıkışının şu ana dek kadınları özgürleştirmediğinin” farkına varıyor. Görmeyi başaramadığı şey şudur ki, hiçbir toplum şu ana kadar ev işini endüstrileştirmedi. Friedrich Engels şöyle der: “kadının kurtuluşunun gerçekleşebilir bir duruma gelmesi için, önce; geniş bir toplumsal ölçek üzerinde üretime katılabilmesi ve ev işlerinin onu yalnızca çok önemsiz bir ölçüde uğraştırması gerekir. Bu da, ancak, yalnızca kadınların geniş ölçüde çalışmasını kabul etmekle kalmayıp, ayrıca bunu kesinlikle gerektiren ve özel ev işini gitgide bir kamu sanayisi yapmaya yönelen modern büyük sanayi ile olanaklı duruma geldi.”
(6) Bunun hemen öncesinde de der ki: “Daha burada, üretken toplumsal emek dışında, özel ev işleriyle yetinmek zorunda kaldıkça, kadının kurtuluşunun, kadın-erkek eşitliğinin olanaksız olduğu ve olanaksız kalacağı ortaya çıkar.” Mitchell’in hesaba katmadığı şey, kadını mevcut endüstriyel üretime sokma sorunu olmadığı, özel üretim olan hanehalkı işini kamusal işe dönüştürmek şeklindeki daha karmaşık bir sorun olduğudur.
Çoğu Kuzey Amerikalı için “kamusal üretim” olarak ev içi iş, hepimizin yaşamaya zorlanacağı Cesur Yeni Dünya’ya dair hazır görüntüleri ya da büyük bir tesisi –yetimhane ile ordu kışlaları arasında bir haç- akla getiriyor. Bu sebeple, sanayileşmenin doğasını muhtemelen aynı şekilde şematik olarak ve basit bir şekilde tasvir etmek mümkündür.
Sanayi öncesi üretim birimi, üretimin küçük çaplı ve birbirini tekrarlayan olduğu birimdir. Yani her biri eksiksiz ve diğer tümüyle aynı çok sayıda küçük birimler vardır. Genellikle böyle üretim birimleri bir şekilde akrabalık temelinde oluşmuştur ve çok amaçlıdır; ekonomik işlevin yanı sıra dini, eğlencelik, eğitimsel ve cinsel işlev görür. Böyle bir durumda, bir bireyin arzulanan özellikleri, sadece ekonomik kriterlerden fazlasıyla değerlendirilir: örneğin, onaylanmış karakter özellikleri arasında akrabalar uygun davranma ya da yükümlülükleri yerine getirmeye hazır olma vardır.
Bu türden üretim aslen değişim için değildir. Fakat metaların değişimi yeterince önemli hale gelirse, üretimde verimlilik artışı da gerekli hale gelir. Böylesi bir verimlilik, akraba temelli üretimin yok olmasını da içerir şekilde üretimde endüstrileşmeye geçişle sağlanır. Büyük çaplı, birbiriyle aynı olmayan üretim birimi; sadece bir işlevi olan, ekonomik olan, prestij ya da statünün ekonomik beceriler elde edildiği şeyin yerine ikame edilir. Üretim rasyonelleştirilir, çok daha verimli hale getirilir ve gittikçe –birleşik bir sosyal ağın parçası olarak- kamusal hale gelir. Erkeğin üretken potansiyelinde muazzam bir gelişme meydana gelir. Kapitalizmde, böylesi toplumsal üretici güçler neredeyse sadece şahsi kâr için değerlendirilir. Bunlar, üretimin kapitalize edilmiş biçimleri olarak düşünülebilir.
Yukarıdakini ev işi ve çocuk büyütme için uygularsak, her ailenin, her hanehalkının tekil bir üretim birimi, sanayileşme öncesi bir oluşum teşkil edeceği, aynı şekilde köylü çiftçilerin ya da evde dokuma işi yapanların sanayileşme öncesi üretim birimleri oluşturacakları açıktır. Başlıca özellikler açıktır; işin birbiriyle aynı, akrabalık temelli, özel doğası en önemlisidir. (diğer özelliklerin farkına varmak ilginçtir: ailenin çok amaçlı işlevleri, kadınlar için cazip niteliklerin ekonomik becerinin merkezinde olmaması gerçeği vb.)Büyük ölçekli üretim ile gerçekleştirilen üretimin rasyonalizasyonu bu alanda gerçekleşmemiştir.
Başlı başına sanayileşme, insan yararı için müthiş bir güçtür; sömürü ve insanlıktan çıkarma kapitalizme eşlik eder ve sanayileşmede buna gerek yoktur. Özel ev içi emeğin kapitalizmde kamusal endüstriye dönüşümünü savunmak, böyle bir dönüşümü sosyalist toplumda savunmaktan epey farklıdır.İkincisinde, üretici güçler özel çıkar için değil insan refahı için çalışırlar ve sonuç insanlıktan çıkma değil özgürleşme olmalıdır. Bu durumda üretimin toplumsallaştırılmış biçimlerinden bahsedebiliriz.
Bu tanımların teknik olması değil, sanayileşmenin iki önemli yönünü ayırt etmesi amaçlanmıştır. Bu nedenle, ev idaresi işini kamu ekonomisine sokmanın kışla benzeri sonucunun korkusu en gerçek haliyle kapitalizmdedir. Toplumsallaştırılan üretim ve kâr güdüsünün ve buna bağlı olarak yabancılaşmış emeğin ortadan kaldırılmasıyla, sanayileşmiş bir toplumda ev işlerinin endüstrileşmesinin, mevcut çekirdek aileye oranla daha iyi üretimle, yani daha iyi yemek, daha rahat muhit, daha maharetli ve sevecen çocuk bakımı vb. ile sonuçlanamaması için bir neden yoktur.
İddia sıklıkla, neokapitalizm altında ev işlerinin hayli azaldığını ileri sürüyor. İddia doğru olsa bile bu, yapısal anlamda uygulanabilir değildir. Bunu yapmak için birini tutabilen çok zenginler haricinde çoğu kadın için evleri, eşleri ve çocuklarına bakmak için daha fazla azaltılamaz durumda bir asgari zorunlu emek vardır. Çocuksuz bir evli kadın için bu azaltılamaz asgari iş, muhtemelen haftada 15-20 saat alır; küçük çocuğu olan kadın için ise bu asgari muhtemelen 70-80 saattir.
(7) (Burada çocuk yetiştirmeyi iş olarak değerlendirmeye karşı bazı direnişler mevcut. Buradaki emek mesela değişim değeriyle ilgili; kullanım değeriyle de alakalı olduğunda –iş, bebek bakıcısı, destekçi, bebek bakım merkezleri ya da öğretmen tarafından yapıldığında- açık şekilde görülebilir. Bir iktisatçı, bir erkeğin hizmetçisiyle evlenirse, ona verdiği para artık ücret olarak sayılmayacağından milli geliri düşüreceği şeklindeki paradoksa hâlihazırda işaret etmiştir.) Ev işinin belirlenmiş olan asgariye düşürülmesi de maliyetlidir; düşük gelirli aileler için daha fazla emek gerekir. Her halükarda, hanehalkı işi yapısal olarak aynı kalır –bir özel üretim meselesi.
Ailenin bir işlevi, bize okulda öğretilen ve yaygın biçimde kabullenilen işlevi duyguasl ihtiyaçların tatminidir: yakınlık, ortaklık ve sıcak güvenli ilişkilere dair ihtiyaçlar.Bu toplum, bu ihtiyaçları tatmin etmek için birkaç başka yol sunar; örneğin, iş ilişkileri ya da arkadaşların, çocuklu erkek-kadın ilişkileri kadar önemli olması beklenmez. Diğer akrabalık bağları bile giderek artan bir şekilde ikincildir. Ailenin bu işlevi, yukarıda tartışılan ikinci işlevi, yani tamamen ekonomik olanı yerine getirebilmesi için onu dengede tutma konusunda önemlidir. Kazandıkları kendini geçindiren ücretli, koca-baba, aynı zamanda anne-eş tarafından yapılan iş için de “ödeme” yapar ve çocukları geçindirir. Erkeğe verilen ücret, iki kişinin emeğini satın alır. Ailenin bu ikinci işlevinin kritik önemi, aile biriminin boşanma ile parçalanmasıyla görülebilir. Ekonomik işlevin sürekliliği, işin içinde çocuklar da olduğunda başlıca endişedir; erkek, kadının emeği için ödeme yapmaya devam etmek zorundadır. Erkeğin ücreti, çok sıklıkla ikinci bir aileyi geçindirmesi için yetersizdir. Bu durumda, duygusal ihtiyaçları eski eşi ve çocuklarını geçindirme zorunluluğuna kurban edilir. Yani, bir anlaşmazlık olduğunda, ailenin ekonomik işlevi çok sıklıkla duygusal işlevine ağır basar. Ve bu, ailenin başlıca işlevinin duygusal ihtiyaçların tatmini olduğunu öğreten bir toplumdadır.
(8)
Bir ekonomik birim olarak çekirdek aile, kapitalist toplumda kıymetli bir dengeleyici güçtür. Evde yapılan üretimin ödemesi, kocanın-babanın kazançları üzerinden yapıldığından, emeğini pazardan esirgeme yetisi de daha fazla düşer. İş değiştirme esnekliği bile sınırlanmıştır. Pazarda aktif yer edinmesi reddedilen kadının, hayatını yönlendiren koşullar üzerinde çok az hâkimiyeti vardır.Ekonomik bağımlılığı, duygusal bağımlılıkla, edilgenlikle ve başka “tipik” dişi karakter özellikleriyle yansımasını bulur. Muhafazakârdır, korkaktır, statükonun destekçisidir.
Üstelik, bu aile yapısı ideal bir tüketim birimi olacak şekildedir. Ancak kadınların kurtuluşu literatüründe geniş şekilde dikkate alınan bu gerçekten, bunun, onun birincil işlevi olduğu anlamı çıkarılmamalıdır. Yukarıdaki analiz doğru ise, aile, ev işi ve çocuk yetiştirme için birincil üretim birimi olarak görülmelidir. Kapitalist toplumda herkes bir tüketicidir; ailenin yapısı, özellikle sırf tüketimi teşvik etmeye tam uygun hale getirildiği anlamındadır. Kadınlar özellikle iyi tüketicilerdir; bu doğal olarak evdeki meselelere dair sorumluluklarının sonucudur. Aynı zamanda, kadının ikincil konumu, genel olarak güçlü bir kıymet ve kişilik duygusundan yoksunlukları, kadınları erkeklere nazaran daha sömürülebilir ve dolayısıyla daha iyi tüketici yapar.
Ekonominin sanayileşmiş sektöründe kadınların tarihi, tamamen o sektörün emek ihtiyacına bağlıydı. Kadınlar, yedek emek ordusu olarak işlev görür. İş gücünün sınırlı olduğu zaman (sanayileşmenin ilk zamanlarında, iki dünya savaşında vb.)kadınlar iş gücünün önemli bir parçasını oluştururlar. İş gücü için talep az olduğu zaman ise kadınlar ihtiyaç fazlası iş gücü haline gelirler –ancak bundan ekonomik anlamda kocaları ve toplum sorumlu değildir. “Ev kültü”, ihtiyaç fazlası zamanlarında yeniden ortaya çıkar ve kadını piyasa ekonomisinin dışına yönlendirmek için kullanılır. Yaygın ideoloji, kadın ya da erkek hiç kimsenin, kadınların iş gücüne katılımını çok ciddiye almamasını sağladığından bu nispeten kolaydır. Bize öğretilen, kadınların gerçek işinin evde olduğudur; bu, kadınların evli ya da bekâr olmalarına veya aile reisi olmalarına da karar verir.
Ev işleri daima kadının sorumluluğudur. Evin dışında çalıştıklarında, hem ev dışındaki işi hem de ev işini bir şekilde yapmaları gerekir (ya da ev işi için kendi yerlerine çalışacak olanı denetlerler). Evin dışında çalışan kadınlar, özellikle evli ve çocuklu olanlar, düpedüz iki iş birden yaparlar; iş gücüne katılımlarına ancak evdeki birinci sorumluluklarını yerine getirmeye devam ettikleri sürece izin verilir. Bu özellikle, kadınlara iş gücü alanında genişletilmiş fırsatlar sunulurken bununla uyumlu bir özgürlük genişlemesinin meydana gelmediği Rusya ve Doğu Avrupa’daki ülkelerde açıktır.Kadınların kurtuluşunun ön koşullarından biri olarak ev dışındaki işlere eşit erişim, kadınlara eşitlik vermek için tek başına yeterli olmayacak; evdeki iş bir özel üretim meselesi ve kadının sorumluluğu oldukça, kadınlar tek kelimeyle çifte iş yükü taşıyacaklar.
Yukarıdaki analizin sonucunda çıkan kadınların kurtuluşu için ikinci ön koşul, şu anda evde yapılan işin, kamu ekonomisinde yapılacak özel üretime dönüşümüdür.
(9) Daha açık olmak gerekirse, bu, çocuk büyütmenin artık sadece ebeveynlerin sorumluluğu olmaması anlamına gelir. Toplum, çocuklar için sorumluluk almaya başlamak zorundadır; kadınların ve çocukların kocaya-babaya ekonomik bağımlılıkları sona erdirilmelidir. Evde olagelen diğer işler de değiştirilmelidir –örneğin komünal yemek alanları ve çamaşırhaneler. Böylesi işlerin kamu sektörüne taşınmasıyla kadınlara yönelik ayrımcılığın maddi temeli ortadan kalkacaktır.
Bunlar sadece ön koşullar. Kadının ikincil konumu fikri, toplumun derinlerinden kaynaklanmaktadır ve ortadan kaldırılması büyük çaba alacaktır. Fakat bu fikri üreten ve besleyen yapılar değiştirildiğinde, ancak o zaman ilerleme kaydetmeyi umabiliriz. Örneğin, komünal yemek alanları değişikliğine gitmek, kadınların ev mutfağından komünal mutfağa taşınması anlamına gelmesi muhtemeldir. Bu elbette bir ilerleme olacaktır, özellikle de işin, bugünkü toplumda olduğu gibi doğası gereği sömürücü olmayacağı sosyalist toplumda. Kadınlar evdeki özel işten muaf olduğunda, işlerin cinsiyete göre katı tanımını uzun bir süre sürdürmek de muhtemelen çok zor olacaktır. Bu, yukarıda bahsedilen iki ön koşul arasındaki karşılıklı ilişkiyi örnekler; iş imkânındaki gerçek bir eşitlik, muhtemelen ev işinden özgürleşme olmaksızın imkânsızdır ve ev işinin endüstrileşmesi, kadınlar evi iş için terk etmedikleri sürece olası değildir.
Üretimde,kadınları evden çıkarmak için gereken değişiklikler kapitalizmde teoride mümkün görünüyor olabilir. Kadın kurtuluş hareketlerinin kaynaklarından biri, ev üretiminin alternatif kapitalize edilmiş biçimlerinin şu anda mevcut olduğu gerçeği olabilir. Yetersiz ve belki pahalı olsa bile çocuk bakıcılığı mevcut; hazır yiyecekler, yemeklerin eve teslimi ve paket servisler yaygın; çamaşırhaneler ve temizleyiciler toptan fiyatlar sunuyor. Fakat, maliyet bu tür tesislere tam bağlılığın çoğunlukla önüne geçiyor ve her yerde mevcut değiller, Kuzey Amerika’da bile. Bu sebeple bunlar, belki de tamamlanmış yapılardan ziyade gelişmemiş biçimler olarak kabul edilmelidir.Bununla birlikte, mevcut bu işi yapma sistemine açık biçimde alternatif olarak bulunurlar. Özellikle, ekonomideki büyümenin sürdürülmesinde “hizmet endüstrisi”nin büyümesinin önem taşıdığı Kuzey Amerika’da, bu alternatifler arasındaki çelişkiler ve kadınları evde tutma ihtiyacı artacak.
Kadınları evde tutma ihtiyacı, mevcut sistemin önemli iki durumundan kaynaklanıyor.Birincisii kadınlar tarafından yapılan ücretsiz çalışma miktarı çok büyük ve üretim araçlarına sahip olanlar için çok kârlı. İşleri karşılığında kadınlara ödeme yapmak, asgari ücret ölçeğinde bile olsa, servetin büyük çapta yeniden dağıtımını beraberinde getirecektir. Mevcut durumda, bir ailenin geçindiren, ücretli çalışandan alınan gizli vergidir –erkeğin ücreti, iki kişinin iş gücünü satın alır. İkincisi, ekonominin, kadınları normal istihdam edilmiş emek gücünün bir parçası olarak işe yerleştirecek yeterlilikle büyüyüp büyüyemeyeceği sorunudur. Savaş ekonomisi, kadınları kısmen işe yerleştirmeye uygundu ancak hepsine ya da çoğuna ihtiyaç tesis etmeye uygun değildi. Ev işinin endüstrileşmesinin yarattığı işlerin bu ihtiyacı yaratacağı iddia edilirse, birileri (1) statüko için ve yukarıda tartışılan sermayeye katmaya karşı işleyen güçlü ekonomik güçlere ve (2) bu güçlere bir miktar karşı koyan mevcut hizmet endüstrisinin, şimdilik oluşturulmuş olan iş gücü büyümesine ayak uyduramadığına işaret ederek buna karşı çıkabilir. Hizmet endüstrisindeki mevcut eğilimler, evde açık biçimde “eksik istihdam” yaratıyor; kadınlar için yeni işler yaratmıyor. Bu durum devam ettikçe, kadınlar yedek iş gücü ordusunun çok elverişli ve esnek bir parçası olarak kalacak. Eşitlik açısından iş gücüne katılımları –ev işlerinin kapitalizasyonu için baskı yaratacak olan- ancak tam boyutlu savaş seferberliği koşulları altında neokapitalizm tarafından şu ana dek erişilen ekonomik genişleme ile mümkündür.
Ayrıca, böyle yapısal değişimler mevcut çekirdek ailenin tamamen çökmesini beraberinde getirir. Ailenin dengeleyici tüketim işlevleri ve ev kültünün kadınları iş gücü piyasasından uzak tutabilme yetisi, kadınları kolaylıkla vazgeçirebilmesi doğrultusunda neokapitalizme çok iyi hizmet eder. Daha az temel bir düzeyde, hanehalkı üretiminin doğasındaki bu gerekli değişimler kapitalizmde elde edilse bile, bütün insan ilişkilerini para bağına dâhil etmenin nahoş sonuçları olacaktır. Batı toplumundaki insanların atomizasyonu ve izolasyonu, şimdiden böyle bir ruhsal izolasyonun tolere edilebileceğini şüpheli hale getirecek yeterlilikte ilerlemiş durumda. Aslında, kadın kurtuluş hareketlerine en önemli duygusal tepkilerden birinin tam da böyle bir korku olabileceği muhtemeldir. Durum buysa, toplumun ruhsal ihtiyaçlarının ve samimiyet ihtiyacının, çekirdek ailenin yerini başka yapıların alması halinde aslında daha iyi tatmin edilebileceğini göstermek için olası alternatifler –kooperatifler, kibbutzlar vb.- örnek olarak sunulabilir.
Ev işinin kapitalizasyonu en iyi ihtimalle kadınlara sadece, kapitalist toplumda çoğu erkeğe verilen sınırlı özgürlüğün aynısını verecektir. Yine de bu, kadınların ayrımcılıktan arınmayı talep etmek için beklemeleri gerektiği anlamına gelmiyor. Kadınların konumu için maddi bir temel mevcut; bizler sadece ayrımcılığa maruz kalmıyoruz, sömürülüyoruz da. Şu anda, evdeki ücretsiz emeğimiz bütün bir sistemin işlemesi için gerekli. Rolüne karşı çıkan kadınlar tarafından yaratılan baskı, bu sömürünün etkililiğini azaltacaktır. Ayrıca, bu karşı çıkışlar ailenin işleyişine sekte vuracak ve kadınların iş gücünün dışına çıkarılmasını daha az etkili hale getirebilir. Umarım tüm bunlar, üretimde gerekli yapısal değişikliklerin gerçekten yapılabilir olduğu bir topluma dönüşümü daha hızlı hale getirecektir. Böyle bir dönüşümün bir devrimi gerektirdiğinden şüphem yok; bizim görevimiz, toplumdaki devrimci değişimlerin, kadınlara yönelik baskıyı gerçekten sonlandırmasını sağlamaktır.
Ek: V. I. Lenin’in “Kadınların Kurtuluşu” (Moscow: Progress Publishers, 1965 / Türkçesi için bkz. Akademi Yayın, 2010) kitabından alıntılar
Genellikle ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen emekçi kitlelerini bir araya getiren büyük ölçekli makine endüstrisi, ataerkilliğin ve kişisel bağımlılığın kalıntılarına hoşgörü göstermeyi kesinlikle reddeder ve tam olarak “geçmişe saygılı bir tavır” ile göze çarpmış durumdadır. Bu, düzenleyici üretimi olası kılan ve düzenleyici üretim ile bunun üzerindeki kamu kontrolünün gerekliliğini hatırlatan temel koşullardan biri olan köhne gelenekten kopuş budur. Özellikle, kadınların ve gençlerin üretime çekilmesinin esasen ilerici olduğu belirtilmelidir. Kapitalist imalathanenin, çalışan nüfusun bu kesimini özellikle zor koşullarda görevlendirdiği inkâr edilemez, fakat kadınların ve gençlerin sanayide çalışmalarını tamamen yasaklama ya da bu türden çalışmayı reddeden ataerkil yaşam biçimini sürdürme çabaları gerici ve hayali olacaktır. Daha öncesinde aile içi ilişkilerin dar çemberinden çıkamayan halkın bu kesimlerinin ataerkil tecridini yok ederek, toplumsal üretimde doğrudan katılıma çekerek sanayin gelişimlerini teşvik eder ve bağımsızlıklarını arttırır.
Kadın özgürleştiren bütün yasalara rağmen, ev içi köle olmaya devam eder, çünkü küçük ev işleri onu ezer, boğar, küçük düşürür, aşağılar, mutfağa ve kreşe zincirler ve kadın, emeğini zalimce verimsiz, küçük, ömür törpüsü, boğucu, ezici angaryada heba eder. Kadınların gerçek kurtuluşu, gerçek komünizm, küçük ev işlerine karşı bütün kuvvetiyle bir mücadele (devlet iktidarını yönlendiren proletaryanın önderliğinde) nerede ve ne zaman başlarsa o zaman başlar; daha doğrusu büyük ölçekli sosyalist ekonomiye toptan dönüşüm başladığında başlar.
Teoride her komünistin tartışılmaz gördüğü bu sorunla, pratikte yeterince ilgileniyor muyuz? Tabii ki hayır. Bu alanda hâlihazırda var olan komünizm filizlerine yeterince dikkat gösteriyor muyuz? Cevap bir kez daha hayır. Kamusal yemek hizmeti tesisleri, kreşler, anaokulları –buralarda bu filizlerin örneklerine sahibiz, burada kadınları gerçekten özgürleştirebilen, toplumsal üretimde ve kamusal hayattaki rolleri bakımından erkeklerle eşitsizliklerini gerçekten azaltan ve yok eden, şatafatlı, gösterişli ya da törensel hiçbir şey içermeyen yalın, günlük araçlara sahibiz. Bu araçlar yeni değil, büyük ölçekli kapitalizm tarafından (sosyalizm için bütün maddi ön gereklilikler gibi) yaratıldılar. Ancak kapitalizm altında, birincisi, seyrek olarak, ikincisi –bilhassa önemli olan- ya spekülasyon, vurgunculuk, hile ve dolandırıcılık şeklindeki en kötü özelliklerle kâr getiren işletmeler olarak ya da “burjuva hayırseverliğinin cambazlığı” olarak kaldılar.
Hepiniz biliyorsunuz ki, kadınlar bütün haklara sahip olduklarında bile hâlâ ezilmiş olarak kalırlar, çünkü bütün ev işleri onlara bırakılmıştır. Birçok durumda, ev işi kadının yapabileceği en verimsiz, en vahşi, en zahmetli iştir. Son derece önemsizdir ve kadınların gelişimini herhangi bir şekilde destekleyecek hiçbir şey içermez.
Kadınları ev işinden kurtaracak model kurumlar, yemekhaneler ve kreşler kuruyoruz.
Emekçilerin kurtuluşunun, emekçilerin kendilerince gerçekleştirilmesi gerektiğini söylüyoruz; aynen çalışan kadınların kurtuluşunun çalışan kadınların kendi meseleleri olduğu gibi. Çalışan kadınlar, bu tür kurumların geliştirildiğini kendileri görmeli ve bu faaliyet; eski, kapitalist toplum düzeninde olduğu haliyle karşılaştırıldığında konumlarında bütünlüklü bir değişimi de beraberinde getirecektir.
(1) Marlene Dixon, “Secondary Social Status of Women.” (Available from U.S. Voice of Women’s Liberation Movement, 1940 Bissell, Chicago, IL 60614.) Biyolojik iddia, tabii ki birinci kullanılandır ancak bu, sosyalist yazarlar tarafından çoğunlukla ciddiye alınmaz. Margaret Mead’in Sex and Temperament kitabı, biyolojinin yerine kültürün önemine dair ilk anlatımlardan biridir.
(2) Bu, bir bütün olarak grup ya da kategori için geçerlidir. Birey olarak kadınlar, kendilerini toplumsallaşmalarından büyük ölçüde uzaklaştırabilirler (ve elverişli durumlarda ekonomik durumu bile kabullenebilirler), ancak kadınların büyük çoğunluğunun bunu yapma şansı yoktur.
(3) Ernest Mandel, “Workers Under Neocapitalism,” (Simon Fraser University, Burnaby, British Columbia, Kanada’da sunumu yapılan bildiri Siyaset Bilimi, Sosyoloji ve Antropoloji Bölümü’nde bulunabilir.)
(4) Ernest Mandel, An Introduction to Marxist Economic Theory (New York: Merit, 1967), 10–11.
(5) Juliet Mitchell, “Women: The Longest Revolution,” New Left Review 40 (1966). (Türkçesi için bkz. “Kadınlar: En Uzun Devrim,” Agora Kitaplığı, 2006.)
(6) Friedrich Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni (Sol Yayınları, 1987) bölüm 9, sf. 167.
(7) Bu tür sayılar kolaylıkla tahmin edilebilir. Örneğin evli ve çocuksuz bir kadının her hafta yemek yapması ve bulaşık yıkaması (10 saat), evi temizlemesi (4 saat), çamaşır yıkaması (1 saat) ve gıda alışverişi yapması (1 saat) beklenir. Bu sayılar, böyle işler için her hafta gereken asgari zamandır. Bu toplam, yani 16 saat muhtemelen gerçekçi olmayan bir şekilde düşüktür; yine de alışılmış bir çalışma haftasının yarı saatine eşittir. Küçük çocuklu bir anne ise haftada en az altı ya da yedi gününün yaklaşık 12 saatini çalışarak geçirmek zorundadır.
(8) Böyle bir öğretme durumunun kanıtı için, aileye dair herhangi bir lise metnine bakınız.
(9) Bu, Engels’in yanı sıra ilk Marksist yazarlara tarafından açık şekilde ifade edilmiştir. Engels’den ilgili alıntılar metinde verilmiştir; V. I. Lenin’den olanlar ise Ek bölümünde yer almaktadır.
https://monthlyreview.org/2019/09/01/the-political-economy-of-womens-liberation/ adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için
buraya tıklayınız