Content feed Comments Feed


Monthly Review editörlerinden Yoshie Furuhashi, Libya’da muhalefetin durumunu ve Batılı güç odaklarının Muammer Kaddafi’nin devrilmesi halinde öne çıkarmaları olası unsurları değerlendirdi. Furuhashi’ye göre Libya’da Batılı güçlerin öne çıkarmaya çalıştığı ve çeşitli yöntemlerle desteklediği başlıca “muhalif” unsur Libya’nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe:



Richard Seymour, blogu “Lenin’s Tomb”da kendinden emin biçimde şunu belirtiyor:

“Çünkü bu ayklanmada ABD ve İngiltere hükümetleri için sorun, Kaddafi’nin iktidardan düşmesini gerçekten istememeleri. Kaddafi, birlikte iş yapabilecekleri kişilerden. Buna karşın, uzun zamandır direnişin önde gelen unsurlarından olan Libya’nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe daha az esnek olacak gibi duruyor.”

Bu ne hız! Yorumunun üç bileşeninin hepsi –ABD ve İngiltere hükümetlerinin ne istediği, Libya Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe’nin (NFSL) gerçekten “direnişte önde gelen bir unsur” olup olmadığı ve NFSL’in Kaddafi’den daha az esnek olup olmadığı- tartışmaya açık.

1- ABD ve İngiltere “Kaddafi’in iktidardan düşmesini” gerçekten de istemiyor mu? Ben bundan şüpheliyim. Fikrimce, büyük güçler Libya’da Tunus ve Mısır’da oynadıkları oyunun aynısını oynuyor: başlangıçta, kendileri için iyi olduğundan iktidardaki yönetimleri tamamen desteklediler (Berlusconi’nin Libya ayaklanmasına dair ilk tepkisi, Batılıların birincil tepkilerinin en semboliğidir); sonra önceki statükoya geri dönüşün imkanı olmadığını görmeleriyle, sevsinler ya da sevmesinler halihazırda seyir halinde olan geçişi yönetmek için çabalarlar (muhalefetin içinde tam da böylesi olasılıklar için uzun zamandır yetiştirdikleri mülkleri vardır). Demek ki emperyalistlerin “A Planı”, kendi iktidarına karşı daha önceki birçok meydan okumada becerdiği gibi Kaddafi ayaklanmayı bastırabilecek mi, görmekti. Bu A Planı şimdi kül olup gitti; fakat şimdi “B Planı”na geçme zamanı: işbirlikçiler bulmaya çalışmak ve yeni harika bir ilişkiye başlamak. İşbirlikçilerin bazıları eski rejimin unsurlarıa rsaından bulunabilir (örneğin Tunus ve Mısır orduları); bazıları da eski muhalefetten bulunabilir (örneğin Mısır’da Mübarek’in devrilmesinden sonra ilk tweetlerinden biri, ülkede yeni adil bir toplumsal düzen kurma çabasıyla grevde olan işçilere işlerine dönmelerini ve “daha önce hiç olmadığı gibi çalışmalarını” söyleyen Google Mısır’ın yöneticisi Wael Ghonim).

Tunus ve Mısır’da endüstriyel eylemleri de içeren işçi sınıfı protestolarının devam eden zindeliği, Plan B’nin imparatorluğun istediği gibi işlemesini şimdiye kadar engelledi. (Şüphe yok ki Batılı güç odakları, bunun üstesinden C Planı ile gelemek için gece gündüz çalışıyor) Buna karşın Libya’da imparatorluğun şansı yaver gidebilir, özellikle oradaki varlıklarını, Libya’da Kaddafi sonrası yönetimi dolduracak “muhalefetin önde gelen unsurları” olarak geçiştirirse. Bu, bir sonraki soruya neden oluyor.

2- Libya'nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe, gerçekten “direnişin önde gelen unsuru” mu? Nasıl bilelim? Örneğin Ian Black şöyle söylüyor: “Libya’nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe gibi sürgüne gönderilmiş grupların, ülkedeki 6.5 milyon insandan az bir destek aldığı düşünülüyor. Şüphesiz, medyanın büyük çoğunluğu sadece “enformasyon” konusunda ağırlıklı olarak NFSL’ye bel bağlamıyor, aynı zamanda siyaset uzmanları ile birlikte önde gelen NFSL üyelerini güvenilir alternatif liderler olarak sunuyor, ancak kuşkucu olmak için daha çok neden var. Mısır devrimini ilk aşta, bir Gene Sharp okumasıyla perde arkasında Otpor’a (Sırbistan’da Miloşeviç’i deviren, şiddet içermeyen gençlik örgütlenmesi, ç.n.) benzer biçimde Katar’daki Değişim Akademisi’nde eğitilmiş genç profesyonellerce tasarlanmış bir Facebook devrimine çevirme çabalarını anımsayın. Bu, bir çeşit edimsel konuşma: bu, anaakım medya görevlilerinin Mısır devriminin gerçekten de kesinlikle böylesi karakterler tarafından yapıldığını düşündükleri anlamına gelmiyor, öldürücü darbenin, yıllardır devam eden toplantı ve ortak mücadeleler vasıtasıyla, hep birlikte, özellikle Süveyş Kanalı gibi stratejik bölgelerde greve giderek oluşmuş sıkı bağlara güvenen işçiler tarafından vurulduğunu gerçekten bilmeliler; doğrusu Batı’nın güç odakları, işçi sınıfının organik entelektüellerindense onların Mübarek sonrası düzenin liderleri olmalarını ve dümenini “neo-libealizmden tasarrufa” doğru kırmalarını ister. Kaddafi sonrası Libya’yı, kapitalist ve emperyalistlerin çıkarlarına zarar vermek yerine bir bakıma bunlara destek olan biçimde şekillendirecek gibi görünen propagandacıların bakış açısından NFSL neye benzeyecek? Bu bizi diğer soruya geçiriyor.

3- Libya’nın Kurtuluşu İçin Ulusal Cephe, “Kaddafi’den daha az esnek olacak gibi” mi duruyor? Korkarım NFSL, uzun zamandır ayağını kaydırmaya çalıştığı despot albaydan daha esnek olacak. Diğer kaynaklarla birlikte Richard Keeble, Jeffrey Richelson ve Joseph T. Stanik’e göre NFSL, Soğuk Savaş döneminde CIA ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilen bir araçtı. NFSL’nin son dönemlerdeki finans kaynakları belirsiz iken, büyük 21. yüzyıl Arap ayaklanmasına katılmak konusunda umutsuz olan genç Libyalılar, Kaddafi ailesini devirdikleri zaman, görünüşe bakılırsa geçtiğimiz yüzyılın çöp kutusundan çıkan ürkütücü hayaletten daha iyi bir önderliği kesinlikle hak ederler.

Kaddafi bitti. İlk olarak direniş ekseni tarafından reddedildi, şimdi Batı tarafından da terk edilmek üzere. Bu, zaferlerini özgürlük için dökülen kanların getirdiği ganimetin olası hırsızlarından korumalarında Libya halkına destek vermenin her şeyden önemli olduğu anlamına geliyor.




http://mrzine.monthlyreview.org/2011/furuhashi240211.html adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


25 Şubat Cuma günü, muhtemelen Irak’ta son zamanlarda görülmüş en büyük gösteriye şahit olunacak. Kürdistan’da kitlesel gösteriler, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) hükümetine bağlı güçlerin göstericilere ateş açmasına ve dört protestocuyu öldürmesine karşın devam ediyor.

Süleymaniye’de 21 Şubat Pazartesi günü düzenlenen gösterilere yaklaşık 2 bin kişi katıldı. Şehir hastanesi çalışanları da gösteriye işyerlerinde yaptıkları eylemin ardından katılırken, hastane çalışanlarından Dr. Kawa Sabah, “Protestocularla birlikteyiz ve protestolara katılıyoruz” dedi. Geçtiğimiz hafta göstericilere öldürücü biçimde ateş açılmasının üzerine üniversite çalışanları da protestolara katıldı.

Protestolar, Irak Kürdistanı’ndaki başka şehirlere de sıçramış durumda. Pazartesi günü Kalar, Dervendişan ve Halepçe’de gösteriler gerçekleşirken, önümüzdeki günlerde bunları başka gösteriler izleyecek. Karal ve Dervendişan’daki protestolara 200’er kişi katılırken birkaç kişi gözaltına alındı.

Pazartesi günü Süleymaniye’de 17 yaşındaki Şerko Muhammed isimli gösterici polis kurşunuyla öldürülürken, geçen hafta silahla vurulan Surkiu isimli bir gösterici de hastanede hayatını kaybetti. Aynı gün 47 kişinin de yaralandığı bildirildi.

Irak Kürdistanı’nda iktidarda olan partiler Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtsever Birliği (PUK), muhalefet liderlerile “müzakerede bulunmayı” istediklerini iddia ediyor. Ancak var olan muhalefet partisi Goran (değişim) ise buna hayır diyor ve hükümetin istifasını talep ediyor. Goran, sürece temkinli yaklaşıyor ve protestolara doğrudan katılmıyor. İlk girişim, gençleren gelmiş durumda.

Bölgedeki diğer yönetimler gibi KDP de daha fazla şiddet uygulamakla tehdit ediyor. KDP liderlerinden Fazel Mirani, birilerinin KDP parti merkezine saldırması halinde “ellerinin kesilmesinin gerektiğini” söyledi. Protestocular ise bu tehdide, böyle bir şey olması halinde onların da Mirani’nin tüm kolunu keseceklerini belirterek yanıt verdiler.

ABD emperyalizmi ile yakın işbirliği


KDP ve PUK, ABD’nin 1991’deki ilk Irak işgalinden bu yana iki parti arasında 1994-96 arasında gerçekleşen çatışmalar haricinde Kürdistan’ı özerk bir bölge olarak birlikte yönetiyor. ABD ile yakın işbirlikleri ve Irak Kürdistanı toplumunda görünüşte diğer yerlere oranla görece sakin durum, Irak’ın geri kalanıyla karşılaştırıldığında bölge halkının yaşamında esaslı bir farka neden olmamış durumda. Günde yalnızca 10 saat elektrik veriliyo ve temiz içme suyu yok. Yoksulluk ve işsizlik yaygın. Çoğu zaman sadece polis veya asker istihdam ediliyor ve bu KDP ve PUK’un devasa bir polis ve güvenlik aygıtı kurduğu anlamına geliyor.

Öfke şu anda KDP üyesi Devlet Başkanı Barzani’ye ve yolsuzluk düzeyine odaklanıyor, ancak protestocular aynı zamanda birçok toplumsal endişeyi irdeliyor, özellikle de kitlesel işsizliğin sona erdirilmesini talep ediyor.

Bütün bölgedeki devrimci hareketlerden güç alan Irak genelindeki protesto hareketinin, örgütlü bir güç olarak grevler ve işçi katılımıyla gücünü arttırması gerekiyor. Mısır ve Tunus, diktatörlerin devrilebileceğini, aynı zamanda mücadelenin devam etmesi ve bütün bir kapitalist sisteme yönelmesi gerektiğini gösterdi.



http://www.socialistworld.net/doc/4876 adresinde yayımlanan metinden yararlanılarak hazırlanmıştır.

Tarık Ali: Bu, Arap 1848’idir

23 Şubat 2011 Çarşamba

Batı destekli despotların kapı dışarı edilmesiyle birlikte politikalar sonsuza dek değişmiştir. Bu durumda devrim ne kadar uzağa yayılabilir?

İnsanların, kendilerini on yıllardır döven sopayı öpmeyi reddetmeleri ya da buna aldırmamaları, Arap ulusunun tarihinde yeni bir faslı açmış durumda. Araplar veya Müslümanların demokrasiye düşman olduğuna dair gülünç yeni muhafazakâr düşünce, ateşteki parşömen kağıdı gibi yok oldu.

En mutsuz olanlar, böylesi düşünceleri destekleyenler görünüyor: İsrail ve onun Avrupa ile Amerika’daki lobicileri; silah sanayii, bunu yapabilirken satabildiği kadar çok satmaya çalışıyor (İngiltere başbakanı, Abu Dabi Silah Fuarı’nda ölüm taciri gibi davranıyor); ve Suudi Arabistan’ın kuşatılmış muktedirleri, salgının kendi zalim krallıklarına sıçrayıp sıçramayacağını merak ediyor. Şu ana kadar despotlardan birine sığınma tanıdılar, ancak zamanı geldiğinde kraliyet ailesi nereye sığınmaya çalışacak? Patronlarının, kendilerini törensiz bir biçimde ve her zaman demokrasiyi desteklediklerini iddia ederek çöpe atacaklarının farkına varmalılar.

Avrupa ile bir karşılaştırma yapılacaksa, bu karşılaştırma, devrimci ayaklanmaların sadece Britanya ve İspanya’ya uğramadığı –diğer taraftan Kraliçe Victoria, Çartistleri aklına getirip korksa da- 1848 ile olur. Victoria, Belçika Krallığı’nda mahsur kalan yeğenine yazdığı mektupta duygudaşlığını ifade ediyor, fakat “hepsinin yataklarında katledilip edilmeyeceğini” merak ediyor. Tacını veya değerli taşlarla örülmüş başörtüsünü taktığı kafası endişe ile dolu ve yabancı bankalarda saklamış milyarları var.

Arap halkı, 1848’deki Avrupalılar gibi yabancı egemenliğine karşı savaşıyor (son yapılan kamuoyu yoklamalarından birine göre Mısırlıların yüzde 82’si ABD’ye olumsuz bakıyor); demokratik haklarının ihlaline karşı, kendi gayrimeşru servetleriyle körleşmiş seçkinlere karşı ekonomik adalet için savaşıyor. Bu, öncelikle İngiliz kalıntılarını bölgenin dışına kovmakla ilgilenen ilk Arap milliyetçiliği dalgasından farklı. Nasır yönetiminde Mısırlılar Süveyş Kanalı’nı kamulaştırdılar ve İngiltere, Fransa ve İsrail tarafından işgal edildiler –ancak bu Washington’ın izni dışında oldu ve bu nedenle çekilmek zorunda kaldılar.

Kahire muzafferdi. İngiliz destekçisi monarşi 1958’de Irak devrimiyle devrildi, Şam’da radikaller iktidarı ele geçirdi, yaşça büyük bir Suudi prensi saray darbesi denedi ve başarısız olunca Kahire’ye kaçtı, Yemen ve Umman’da silahlı mücadeleler patlak verdi ve aynı anda üç başkenti olan bir Arap ulusundan epey bahsediliyordu. Bir yan etkisi, genç, yarı-aydın bir subayı, Muammer Kaddafi’yi iktidara getiren Libya’daki alışılmadık darbeydi. Kaddafi’nin Suudi düşmanları, sürekli darbenin Uganda’da İdi Amin’i iktidara iten darbede olduğu gibi İngiliz istihbaratı tarafından tezgahlandığında ısrar ettiler. Kaddafi’nin sözde milliyetçiliği, modernistliği ve radikalliğinin tamamı, karaladığı kısa bilim kurgu öyküleri gibi şovdan ibaretti.

Hiçbir zaman kendi halkına yardım eli uzatmadı. Petrol zenginliğine karşın Libyalıları eğitmekten, onlara sağlık hizmeti vermekten ya da konut edinme desteği vermekten kaçındı, zenginliği yurtdışındaki en mantıksız projelerle çarçur etti –bunlardan biri sosyalist ve komünist Sudanlı muhalifleri taşıyan bir İngiliz uçağının yönünü değiştirmek ve onları asılmaları için yakın arkadaşı diktatör Gaafar Nimeiry’ye teslim etmekti, böylece her gün şahit olduğumuz biçimde ülkedeki radikal değişim ihtimalini ortadan kaldıracaktı. Kendi ülkesinde, iktidarda kalmak için bunları bölüp satın alabileceğini düşünerek sert kabile yapısını korudu. Ama daha fazla değil.

İsrail’in 1967’deki Altı Gün Savaşı ve zaferi, Arap milliyetçiliğinin ölüm çanını çaldı. Suriye ve Irak’taki öldürücü savaşlar, Washington tarafından kutsanan sağcı Baas sempatizanlarının zaferine neden oldu. Nasır’ın ölümünden ve halefi Saadet’in İsrail'e karşı 1973’te büyük kayıplar vererek kazandığı zaferden sonra Mısır’ın askeri elitleri buna bir son vermeye karar verdi, ABD’den her yıl milyarlarca dolarlık destek almayı ve İsrail ile bir anlaşma yapmayı kabul etti. Bunun karşılığında, diktatörleri uzun bir süre Saddam’a yapıldığı gibi Avrupa ve Amerika tarafından devlet adamı olarak onurlandırıldı. Keşke bir milyondan fazla ölüm ve beş milyondan fazla öksüz çocuk yaratan korkunç ve yıkıcı bir savaş ve işgal yerine, Saddam’ın halkı tarafından iktidardan indirilmesine izin verselerdi.

Ekonomik krizle tetiklenen Arap devrimleri, kitle hareketlerini harekete geçirdi, ancak yaşamın tüm yönleri sorgulanmadı. Sosyal, politik ve inançsal haklar Tunus’ta şiddetli tartışmaların konusu oldu, ancak şu ana kadar başka yerde olmadı. Seçim mücadelelerinin, Arap liberalizmi ile Türkiye ve Endonezya’da iktidarda olan İslamcı güçleri kendine model alan ve ABD’nin kucağına oturan Müslüman Kardeşler’de vücut bulan liberalizm arasındaki çekişmeler şeklinde geçeceğinin bir işareti olarak, ortaya yeni siyasi partiler çıkmadı.

Bçlgedeki’deki Amerikan hegemonyası yamultuldu, ancak parçalanmadı. Despot yönetimler sonrası dönem, yeni ve yıkıcı olan demokratik sistemle ve umarım sosyal ve politik hakları kutsal kabul eden yeni anayasalarla daha bağımsız olacak gibi. Ancak Mısır ve Tunus’ta ordu, hiçbir şeyin aceleye gelmeyeceğini garantiye alacak. Avrupa ve Amerika’nın büyük endişesi Bahreyn. Eğer Bahreyn’in muktedirleri iktidardan indirilirse, Suudi Arabistan’da bir demokratik devrimi önlemek zor olacak. Washington bunun gerçekleşmesini göze alabilir mi? Veya Vahabi kleptokratları iktidarda tutmak için silahlı güçlerini mi konuşlandıracak?

Bundan birkaç on yıl önce Iraklı büyük şair Muddafar al-Nawab, despotların Arap Zirvesi olarak tanımlanan toplantılarına sinirlenerek soğukkanlılığını kaybetmişti:

...Mübarek, Mübarek
Zenginlik ve sağlık

BM’ye haberleri faksla
Camp ve David’den sonraki ibne (Camp David’e gönderme ile bu anlama gelen Camp kelimesini kullanıyor, ç.n.)
Tüm ibnelerin babası
Babanın kokuşmuş parçasına;
Bedenlerinizin pis kokusu burun deliklerinizi istila ediyor
Sahtekâr Zirvesi
Liderler
Suratlarınız karalansın;
Sizin iğrenç göbekleriniz
Sizin çirkin şişman kıçlarınız
Neden sürpriz olsun ki
İkisi de suratlarınıza benziyor...
Zirveler... zirveler...zirveler
Keçiler ve koyunlar toplantısı,
Ahenkli yellenmeler,
Zirve olsun
Zirve olmasın
Zirve karar versin;
Her birinize ve hepinize tükürüyorum
Krallar... Şeyhler... Dalkavuklar...
Başka her neyse, Arap zirveleri bir daha aynı olmayacak. Halk, şaire eşlik ediyor.



http://www.guardian.co.uk/commentisfree/2011/feb/22/arab-1848-us-hegemony-dented adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Hapiste olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Genel Sekreteri Ahmed Saadet, 20 Şubat 2011’de, Mısır devrimini, başarısını ve Mısır halkının yozlaşmış Mısır rejimine karşı kazandığı zaferi selamladığını ifade ettiği bir mesaj yayımladı.

Saadet, mesajı, kendisini Nafha Hapishanesi’nde ziyaret eden bir Filistinli Mahkûmlar Derneği avukatı aracılığı ile yayımladı. Halen tecritte tutulan Saadet’in, dış dünya ile kısıtlı iletişim olanaklarına sahip ve diğer mahkûm ve aile ziyaretlerinin engellendiği gibi genellikle dışarıdan kitap ve medya araçları da içeri alınmıyor.

Filistinli Mahkûmlar Derneği, Saadet’in Mısır devrimini kutladığını açıklamak için sabırsızlandığını söyledi. Saadet, Mısır devriminin, halkın, bilhassa gençler ve halk sınıflarının azim ve iradesinin zaferi olduğunu, bu ulusal demokratik hareketin, temelini zulüm ve yoksulluğun oluşturduğu, zorbalık yolsuzluğun temel dayanağını oluşturan eski rejimin tüm kurumlarınının tasfiyesi ve denetiminin veto edilmesi, bunun kalıntıları üzeribnde modern demokrasinin kurulması yolunda yönetimin devrilmesiyle işe başladığını söyledi.

Saadet mesajında, bu devrimin en önemli kazanımının biçim ve içeriği özgürlük ve demokrasi ilke ve değerlerine, sosyal adalete dayanan, meşruiyetini Mısır halkının tüm akımlarını kapsayan açık ve adil bir demokratik seçimden alacak olan sivil bir devletin yapılanması olacağını söyledi. Saadet, yeni demokratik Mısır’da, emperyalist küreselleşmenin ekonomik ve politik sistemine bağımlılık zincirlerinin kırılması ve Mısır’ın kültürel ve politik tarihte bir lider olarak rolü ve statüsünün, Arap özgürlük hareketi içinde bir kuluçka makinesi ve Arap halkını birleştirici bir güç olarak yeniden yapılandırılmasında, kitlelerin katılımının önemini vurguladı.

Saadet ayrıca, Tunus ve Mısır halkının zaferlerinin, tüm yozlaşma, zorbalık ve baskı sistemlerinin alaşağı edilmesi için Arap halkının özgürleşmesine büyük etkide bulunmasının doğal olduğunu ve zaferin kendi ulusal meselelerinin çözülmesinde de büyük ve olumlu etkileri olacağını söyledi. Saadet, Filistin halkının şimdi bölünme ve işgali alt etmesi ve Filistinlilerin meclisini, özellikle de Filistin Kurtuluş Örgütü’nü yeniden inşa etmesi için ulusal birliğe erişmesi gerektiğini sözlerine ekledi.


http://www.pflp.ps/english/?q=comrade-saadat-celebrates-egyptian-revolution-and- adresinde yayımlanan mesajdan çevrilmiştir.

FHKC, Libya halkını destekliyor

22 Şubat 2011 Salı


Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Muammer Kaddafi yönetiminin Libya halkına yönelik uyguladığı katliamı kınadı. FHKC, “kahraman Libya halkına karşı gerçekleştirilen bombardıman ve katliama hemen bir son verilmesini" talep ederek göstericilerin Kaddafi yönetimi tarafından öldürülmesini kınadı. Açıklamada, Libya halkının ve onların haklarının korunması istenirken, Libya halkının ve Arap kitlelerin özgürlük, insani ve ulusal onur, demokrasi, sosyal adalet taleplerinin ve çürüme ve diktatörlüğe karşı kavgalarının FHKC tarafından desteklendiği vurgulandı. Açıklamada, ilgili uluslararası kuruluşlara, Libya sokaklarında halkın kanının dökülmesini durdurmaları için acilen harekete geçmeleri çağrısı yapılırken, “Cani yönetim, yurdun ve insanlarının esareti pahasına kendi iktidarından ve dirliğinden başka bir şey düşünmüyor” denildi.

Cephe, herkesi Libya halkıyla dayanışmaya çağırırken, bütün demokratik kitle örgütlerini, ulusal ve İslami güçleri Cuma günü Ramallah’taki Manara Meydanı’nda yapılacak olan Libya halkına ve Arap kitlelere destek gösterisine davet etti.


http://www.pflp.ps/english/?q=pflp-condemns-gaddafi-regimes-massacres-against-li adresinde yayımlanan metinden yararlanılarak hazırlanılmıştır.

İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan London School of Economics (LSE) öğrencileri, okullarının Muammer Kaddafi yönetimiyle ilişkilerini protesto etmek ve Libya halkıyla dayanışmalarını göstermek amacıyla okulun üst yönetim yemekhanesini işgal ettiler.

Öğrenciler, okul yönetiminin bir açıklama yayımlayarak Muammer Kaddafi yönetiminin ve LSE mezunu olan oğlu Saif Kaddafi’nin gaddarlığını kınamasını talep ediyorlar. Öğrenciler aynı zamanda Saif Kaddafi’nin mezuniyetinin geçersiz sayılmasını ve Kaddafi Uluslararası Yardım ve Kalkınma Vakfı’ndan alınan yıllık 1.5 milyon sterlinlik bağışın reddedilmesini istiyor. Öğrencilerin bir başka talebi ise yönetimin gelecekte baskıcı rejimlerden yardım ve bağış almayacağının sözünü vermesi.

Okulun ikinci sınıf öğrencilerinden Niamh, Kaddafi yönetiminin eylemlerini kimsenin hoş göremeyeceğini ve üniversite yönetiminin insanları sakinleştirmek için sadece açıklama yapmasının yeterli olmadığını belirterek, “Verilen para kanlı para, bu hiçbir zaman LSE’nin parası değildi. Para, Libya halkına geri verilmeli” dedi.

Öğrenciler, arkadaşlarını kendilerine katılmaya çağırırken, İngiltere’de öğrenim hakkını savunmak için bu Perşembe yeni bir eylem günü düzenlenecek.

LSE öğrencileri daha önce de İsrail’in Gazze kuşatmasına karşı Filistin halkına destek vermek amacıyla işgal eylemi düzenlemişlerdi.


http://www.socialistworker.co.uk/art.php?id=24022 adresinde yayımlanan haberden yararlanılarka hazırlanmıştır.


Mısır'da bir deklarasyon yayımlayan çeşitli işkollarından bağımsız sendikacılar, taleplerini sıraladılar. İşçilerin talepleri arasında özelleşltirilen kuruluşların yeniden kamulaştırılması, Mübarek döneminin işbirlikçi sendikası Mısır Sendikalar Konfederasyonu’nun feshedilmesi, asgari ücret ve emekli maaşlarının yükseltilmesi gibi başlıklar yer alıyor:


Devrim – Özgürlük – Sosyal Adalet

Devrimdeki İşçilerin Talepleri

25 Ocak Devrimi’nin kahramanları! Biz ki; şu son zamanlarda Mısır çapında yüzbinlerce işçi tarafından gerçekleştirilen grevler, işgaller ve gösterilere tanıklık etmiş farklı çalışma sahalarından işçiler ve sendikacılar olarak, Mısır halkı ve kanları dökülen şehitler için, grevdeki işçiler de devrim hedeflerimizin tamamlayıcı birer parçası olabilsinler diye onların taleplerini birleştirmenin doğru olduğu inancındayız. Bu devrimin toplumsal yönünü teyit etmek ve temelinde bu devrimden yararlanmak isteyen çıkarcıların onun bu sosyal durumundan uzaklaştırılmasını sağlamalarını önlemek adına, sizlere haklı taleplerimizi bir araya getiren bir işçi programı sunuyoruz.

25 Ocak devriminden önce ortaya attığımız ve bu görkemli devrime zemin hazırlamış işçi talepleri şunlardır:

Devrimin kaynak oluşturduğu sosyal adalet ilkesini; yani yükselen fiyatlarla orantılı olarak düzenli artış gösteren işsizlik ödeneklerini gerçekleştirmek adına ulusal asgari ücret ve emekli aylıklarını yükseltmek, asgari ve azami ücretler arasındaki farkı ortadan kaldırmak -ve böylece azami ücret asgari ücretin 15 katı olamayacaktır.-

Koşullar ve kısıtlamalardan bağımsız sendikalar kurma hakkı ve bu sendikların ve yöneticilerinin korunması.

Mavi ve beyaz yaka çalışanların (bedenen ve masabaşı çalışanların), köylü çiftçilerin ve fikir emekçilerinin iş güvenliği hakkı ve işten çıkarılmalara karşı korunması. Sözleşmeli işçiler kadroya geçirilmeli ve işten çıkarılan işçiler geri alınmalı. İşçilerin geçici sözleşmeli olarak çalıştırılmalarını sağlayan tüm mazaretleri ortadan kaldırmalıyız.

Özelleştirilen tüm kuruluşların yeniden kamulaştırılması ve dağılmış rejim altında ulusal ekonomimizi harap eden bu rezil özelleştirme programının tam anlamıyla durdurulması.

Kuruluşları kötü gidişata sevk etmek ve satılmalarını sağlamak adına kadrolaşmalar sayesinde yerleştirilmiş rüşvetçi yöneticilerin tamamen ortadan kaldırılması,

Gençlere istihdam fırsatı yaratmak adına, emeklilik yaşını geçmiş ve ulusal gelirin 3 milyarını yemiş danışmanların istihdamını ortadan kaldırmak,

Fiyatları düşük tutmak ve yoksulların sırtına bunu yüklememek için mal ve hizmetler üzerindeki fiyat kontrol uygulamalarına tekrar dönülmesi.

Devrik rejimin kalıntılarına ve tasfiyesi için zarara uğrattıkları kurumlarda kadrolaşanlara karşı grevdekileri de kapsayan Mısırlı işçilere grev yapma, oturma eylemleri düzenleme ve huzur içinde gösteri yapma hakkı tanınması. Bizim görüşümüz, bu devrimin adil gelir dağılımına öncülük etmemesi durumunda, hiçbir şeye değmeyeceği yönünde. Toplumsal özgürlükler olmaksızın, özgürlüklerden bahsedilemez. Oy kullanma hakkı da beslenme hakkından bağımsız değildir.

Sağlık hizmetleri, üretimi artırma için vazgeçilmez bir koşuldur.

Devrik rejimde yolsuzluğun en önemli sembollerinden biri haline gelmiş Mısır Sendikalar Konfederasyonu’nun (ETUF) tasfiye edilmesi. Buna karşı çıkarılan mahkeme hükümlerinin ortadan kaldırılması ve bu sendikanın finansal varlıklarına ve dökümanlarına el konulması. ETUF’un yöneticilerinin ve bu konfederasyona bağlı sendikaların mal varlıklarına ve araştırmalarına el konulması.

İmzalayanlar:

Ahmad Kamal Salah, Devlet Meteoroloji İşleri Çalışanı
Hossam Muhammad Abdallah Ali, Sağlık Teknisyenleri Sendikası
Sayyida Al-Sayyid Muhammad Fayiz, Hemşire
Ashraf Abd al-Wanis, Al-Fayyum Şeker Rafinerisi
Abd-al-Qadir Mansur, Omar Efendi Alışveriş Merkezi
Hafiz Nagib Muhammad, Future Boru San.
Muhammad Hassan, Mısır-Helwan Tekstil Şirketi
Mahmud Abd-al-Munsaf Al-Alwani, Tora Çimento
Ali Mahmud Nagi, Mısır Ticari İlaç San.
Omar Muhammad Abd-al-Aziz, Hawamidiyya Şeker Rafinerisi
Muhammad Galal, Mısır İlaç
Shazli Sawi Shazli, Süveyş Gübre San.
Muhammad Ibrahim Hassan, Ordu Fabrikası No:45
Wasif Musa Wahba, Ordu Fabrikası No: 999
Gamil Fathi Hifni, Şef Ulaşım Uzmanı
Adil Abd-al-Na'im, Kahire Müteahitlik
Ali Hassan Abu Aita, Al-Qanah İp San., Sa’id Limanı
Hind Abd-al-Gawad Ibrahim, İstihbarat Merkezi
Hamada Abu-Zaid, İstihbarat Merkezi
Muhammad Khairy Zaid, İstihbarat Merkezi
Hatim Salah Sayyid, Kültürel Merkezler Yöneticisi
Muhammad Abd-al-Hakim, Ulusal Posta Yetkilisi
Ahmad Islam, Uluslar Arası İbex Şirketi
Tariq Sayyid Mahmud, Ordu Fabrikası no:999
Nabil Mahmud, Ordu Fabrikası no:999
Mahmud Shukri, Ordu Fabrikası no:999
Ahmad Faruq, Ordu Fabrikası no:999
Osama Al-Sayyid, Ordu Fabrikası no:999
Yasir Al-Sayyid Ibrahim, Future Boru San.
Mahmud Ali Ahmad, Tabakhane İşçileri
Abd-al-Rasul Abd-al-Ghani, Future Boru San.
Ali Al-Sayyid, Omar Efendi Alışveriş Merkezi
Kamal Abu Aita, Emlak Vergisi Tahsildarı
Ahmad Abd-al-Sabur, Emlak Vergisi Tahsildarı
Salah Abd-al-Hamid, Emlak Vergisi Tahsildarı
Salah Abd-al-Hamid, Emlak Vergisi Tahsildarı
Khalid Galal Muhammad, İşçi
Muhammad Zaki Isma'il, Petrotrade Şirketi
Saud Omar, Şüveyş Kanalı Şirketi
Kamal el-Banna, Süveyş Gübre San.



http://mrzine.monthlyreview.org/2011/egypt210211.html adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Bir yandan, toplumsal hareketler mevcut muhalefet partilerinin veya bireylerin bir bakıma yapamadığı veya yapmaya gönülsüz olduğu şey ile, diktatörü devirmesi ile doruğa ulaşan biçimde, başarılı bir sürekli mücadeleyle milyonlar değilse yüzbinlerce insanı harekete geçirme kapasitelerini gösterdiler.

Diğer yandan, politik önderliğin olmadığı bu durumda, hareketler siyasi iktidarı alamadı ve taleplerini gerçeğe dönüştüremedi, Mübarek ordusunun yüksek konseyinin yönetimi ele geçirmesine ve “Mübarek sonrası” süreci belirlemesine, ABD’ye bağlılığı garanti etmesine, Mübarek sülalesinin 70 milyar dolarlık gayrimeşru servetini, askeri seçkinlerin muhtelif şirketlerini ve zenginler sınıfını korumasına izin verdi. Diktatörü devirmek için toplumsal hareketlerce seferber edilen milyonlar, kendine yeni verdiği adla “devrimci” askeri cunta tarafından, toplumun temel ihtiyaçlarına eğilmesi gereken sosyo-ekonomik reformların (yüzde 40’ı günlük 2 doların altında gelir ile yaşıyor ve genç işsizlik oranı yüzde 30) belirlenmesi ile birlikte, politik kurumların ve politikaların belirlenmesinde etkili biçimde dışarıda bırakıldı. Mısır, Güney Kore, Tayvan, Filipinler ve Endonezya’da diktatörlüğe karşı öğrenci hareketleri ve kitlesel toplumsal hareketlerde olduğu gibi ulusal politik örgütün eksikliğinin, neo-liberal ve muhafazakar “muhalefet” kişiliklerinin ve partilerin rejimle yer değiştirmesine izin verdiğini gösterdi. Bunlar, emperyal çıkarlara hizmet etmeye, bunlara bağlı olmaya devam eden ve mevcut devlet aygıtlarını koruyan seçim rejimini kurmaya başlarlar. Bazı durumlarda eski ahbap-çavuş kapitalistlerini yenileriyle değiştirirler. Kitle iletişim araçlarının, mücadelenin (sosyo-ekonomik taleplerin değil)“kendiliğinden” doğasını övmeleri ve ordunun rolünü münasip biçimde çarpıtmaları (diktatörlüğün siperi olduğu 30 yılı geçiştirerek) tesadüf değil. Kitleler “kahramanlıkları”, gençler “idealistlikleri” için övülüyorlar, ancak hiçbir zaman yeni rejimde merkezi politik aktörler olarak önerilmiyorlar. Diktatörlük düşünce, ordu ve muhalefetteki seçimciler, devrimin başarısını “kutladılar” ve liberal seçin politikacılar, Washington ve askeri seçkinler arasındaki müzakerelerin yolunu açmak amacıyla kendiliğinden hareketin seferberliğini sona erdirmek ve dağıtmak için hızla harekete geçtiler.

Beyaz Saray, diktatörlüğün kovulmasında (“kurban edilmesinde”) toplumsal hareketlere göz yumabilir, hatta bunları destekleyebilirken bütün amacı devleti korumaktır. Mısır olayında, ABD emperyalizminin birincil stratejik müttefiği Mübarek değil, Washington’ın daha önceden de,Mübarek döneminde ve sonrasında da sürekli işbirliği içinde olduğu ve demokrasiye “geçiş”in ABD ve İsrail’in Orta Doğu siyasetleri ve çıkarlarına devam eden bağlılığını garanti edeceğini temin eden ordudur.

Halk ayaklanması: CIA ve MOSSAD ‘ın başarısızlıkları


Başarılı seferberlikleri imkansız kılmak ve saldırı altındaki bağımlı iktidarlarına kendi hükümetlerinin siyasetinin hükmü altına almak için müdahale edilmesini bırakın, hiçbiri öngörülemeyen Arap isyanları bir kez daha, ABD ve İsrail devlet aygıtlarının en çok göklere çıkarılan gizli polisinin, özel kuvvetlerinin ve istihbarat örgütlerinin başarısızlıklarını gösteriyor.

Çoğu yazar, akademisyen ve gazetecinin tasavvur ettiği İsrail’in Moassad’ının ve her şeye kâdir CIA’in yenilmez imajı, Mübarek’i deviren milyonlarca kişilik hareketin etki alanını, derinliğini ve gücünü fark etmedeki kaul edilen başarısızlığı ile sınavdan geçirildi. Hollywood yapımcılarının medar-ı iftiharı, bunların Siyonist meslektaşlarınca “verimlilik örneği” olarak sunulan Mossad, kapı komşusu olan bir ülkedeki kitle hareketinin büyüklüğünü belirleyemedi. İsrail Başbakanı Netanyahu, Mübarek’in belirsiz durumu ve en önde gelen Arap müşterisinin –Mossad’ın eksik istihbaratı nedeniyle- yıkılmasıyla şok oldu (ve korktu). Aynı biçimde Washington, 27 ABD istihbarat örgütüyle ve Pentagon’la, yüzbinlerce paralı ajanıyla, milyarlarca dolarlık bütçeleriyle, gelmekte olan kitlesel halk ayaklanmaları ve prtaya çıkan hareketler konusunda tamamen hazırlıksız kaldı.

Çeşitli teorik yorumlar uygun. Son derece baskıcı egemenlerin aldıkları milyarlarca dolarlık ABD askeri yardımının ve milyona yakın polis, asker ve paramiliter desteğinin, emperyal hegemonyanın en iyi teminatı olduğu fikrinin yanlış olduğu ispat edildi. Böylesi diktatoryal yöneticilerle geniş çaplı ve uzun vadeli ilişkilerin, ABD’nin emperyal çıkarlarının koruyucusu olduğu varsayımı çürütüldü.

“Araplar” üzerindeki Yahudi örgütsel, stratejik ve politik üstünlüğüne dair İsrail böbürlenmesi ve küstahlığının havası alındı. İsrail devleti, onun uzmanları, gizli ajanları ve Sarmaşık Birliği (ABD’nin önde gelen sekiz üniversitesine verilen isim, ç.n.) akademisyenleri baş gösteren gerçeklere karşı kördü, hoşnutsuzluğun derinliğinden bihaberdi ve en kıymetli müşterisine karşı kitlesel muhalefeti engellemekten acizdi. Lübnan’da veya Dubai’de bir Arap liderine suikast düzenlenmesi olsun ya da Suriye’de bir askeri tesinin bombalanması olsun, İsrail güvenlik güçlerinin “göz alıcılığını” destekleme fırsatına güçlükle direnen İsrail’in ABD’deki siyaset yazarlarının dilleri geçici olarak tutuldu.

Mübarek’in düşüşü ve olası bir bağımsız ve demokratik hükümetin ortaya çıkması, İsrail’in başlıca “devriye polisi”ni kaybedebilecek olması anlamına gelecektir. Demokratik bir toplum, İsrail’in Gazze ablukasını sürdürmesi, Filistinlilerin direnme iradelerinin kırılması için aç bırakılması konusunda işbirliği yapmayacak. İsrail’e demokratik bir hükümet olarak güvenilemeyecek, Batı Şeria’daki şiddetli toprak gaspları ve yardakçısı Filistin yönetimi desteklenemeyecek. Ne de demokratik Mısır tarafından ABD’ye güvenilip Lübnan’daki ayak oyunları, Irak ve Afganistan’daki savaşları İran’a karşı yaptırımları desteklenebilecek. Dahası, Mısır’daki ayaklanma, Ürdün, Yemen ve Suudi Arabistan’daki diğer ABD bağımlısı diktatörlüklere karşı halk hareketleri için bir örnek olma görevi görmüştür. Tüm bu nedenlerle Washington, kendi eğilimleri ve çıkarları doğrultusunda bir politik geçişi şekillendirmek için yönetimi askerin devralmasını destekledi.

Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da, ABD’nin emperyal, İsrail’in sömürgeci gücünün ana kolonunun zayıflaması, emperyal işbirlikçi yönetimlerinin esas rolünü ortaya çıkarıyor. Bu yönetimlerin diktatoryal karakterleri, emperyal çıkarların desteklenmesinde oynadıkları rolün doğrudan sonucudur. Ve yönetici seçkinleri yozlaştıran ve zenginleştiren büyük askeri yardım paketleri, emperyal ve sömürgeci devletlerin gönüllü işbirlikçisi olmalarının ödülüdür. Mısır diktatörlüğünün verili stratejik öneminde, ABD ve İsrail istihbarat örgütlerinin ayalanmayı öngörme konusundaki başarısızlıklarını nasıl açıklarız?

CIA de, Mossad da Mısır istihbarat örgütleriyle yakın çalıştı ve enformasyon için onlara bel bağladılar, onların kendi kendilerine hizmet eden “her şey kontrol altında” diyen raporlarına güven duydular; muhalefet partileri zayıftı, baskı ve içlerine sızma ile kırp geçirilmişti, militanları cezaevlerinde şiddetli “sorgulama teknikleri” nedeniyle bayılmış veya ölümcül “kalp krizleri” geçirmişti. Seçimlere, ABD ve İsrail’e sadık kişileri seçmek için hile karıştırılmıştı –kısa ve orta vadeli ufukta demokratik sürprizler yoktu.

Mısır istihbarat örgütleri, ABD ve İsrail ajanları tarafından eğitilmiş ve finanse edilmiş durumda ve efendilerinin istemlerini takiple yükümlüler. Akıl hocalarını memnun eden, kitlesel huzursuzluğu ve internet ajitayonunu hesaba katmayı reddeden raporlar vermek konusunda çok itaatkârlardı. CIA ve Mossad, Mübarek’in çok geniş güvenlik aygıtlarıyla, geleneksel seçim muhalefetinin “kontrolünden” bağımsız tabandaki, merkezde olmayan, filizlenen hareketlere dair başka bilgileri güvence altına alamayacak kadar bütünleşikti.

Parlamento dışı kitle hareketleri ileri atılırken, CIA ve Moassad kontrolü tipik ödül ve ceza operasyonuyla ele geçirmek için Mübarek’in devlet aygıtına bel bağladı: gelip geçici göstermelik tavizler ve asker, polis ve ölüm timlerinin devreye sokulması. Hareket onbinlerden yüzbinlere, milyonlara büyürken, Mossad ve İsrail’in ABD Kongresi’ndeki önde gelen destekçileri Mübarek’i “görevde kalmaya” zorladı. CIA, Beyaz Saray’ı sunumunu, Mübarek’in ayak izlerini takibe hevesli güvenilir askeri yetkililerin siyasi profillere ve yumuşak başlı “geçici” politik şahsiyetlere çevirdi. CID ve Moassad, kitlelerin temel taleplerini dikkate almayarak kimin “uygun” (ABD ve İsrail destekçisi) alternatif olabileceğine dair istihbarat konusunda bir kez daha Mübarek’in devlet aygıtına bağımlılııklarını gösterdi. Eski kafalı seçimci Müslüman Kardeşler ile Başkan yardımcısı Süleyman aracılığıyla yapılan pazarlıklar vasıtasıyla gerçekleştirilen işbirliği denemesi başarısız oldu, kısmen Müslüman Kardeşler’in hareketin denetiminde olmaması ve İsrail ile onların ABD’deki destekçilerinin itiraz etmesi nedeniyle. Dahası, Kardeşler’in genç kanadı müzakerelerden çekilmeleri için baskı yaptı.

İstaihbarat başarısızlığı, Washington ve Tel Aviv’in devleti kurtarmak için diktatoryal rejimi feda etme girişimlerini karmaşıklaştırdı: CIA ve Mossad, yeni ortaya çıkan liderlerin herhangi biriyle ilişki geliştirmedi. İsrail, sömürgeci eziyetin ahmak işbirlikçisi olarak hizmet etmeye gönüllü kitlelerce takip edilen bir “yeni yüz” bulamadı. ABD, tamamen terör şüphelilerine işkence (“istisnai icra”) yapmak ve komşu Arap ülkelerinin zabıtalığını yapmak için Mısır gizli polisini kulanmakla meşguldü. Hem Washington, hem de İsrail, daha fazla radikalleşmeyi şimdiden etkisizleştirmek için ordunun devralmasına bel bağladı ve bunu destekledi.

Sonuç olarak CIA ve Mossad’ın kitlesel demokratik hareketi tespit ve yükselişini önlemedeki başarısızlığı, emperyal ve sömürgeci gücün sağlam olmayan temellerini ortaya çıkarıyor. Uzun vadede tarihi belirleyen, silahlar, milyar dolarlar, gizli polis ve işkencehaneler değildir. Halkın büyük çoğunluğu ayaklandığında ve “yeter” dediğinde, sokakları zaptettiğinde, ekonomiyi felce uğrattğında, otoriter devleti parçaladığında, emperyal himaye ve sömürgeciye bağımlılık olmaksızın özgürlük ve demokratik kurumlar talep ettiğinde demokratik devrimler meydana gelir.



http://www.lahaine.org/petras/articulo.php?p=1838&more=1&c=1 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Bahreyn için imza kampanyası

19 Şubat 2011 Cumartesi


Bahreyn’de sol-sosyalist çevreler tarafından diğer ülke halklarının desteği talebiyle, ülkedeki gösterilere yönelik güvenlik güçlerice uygulanan şiddeti kınayan ve bunun sona erdirilmesini talep eden bir imza kampanyası başlatıldı. Kampanyanın çağrı metnini ve imza linkini aşağıda bulabilirsiniz:

Biz aşağıda imzası bulunanlar, İnci Meydanı’nda ve ülkenin diğer kesimlerinde Bahreynli yetkililer tarafından masum ve savunmasız halkın kanı dökülerek işlenen vahşi cinayetleri şiddetle kınıyoruz. Uluslararası kamuoyundan, özgürlük ve adil haklara dair meşru taleplerine ulaşma arzusundaki Bahreyn halkı ile dayanışma içerisinde bu vahşi cinayetleri kınamasını talep ediyoruz. Bölgenin ve dünyanın tüm özgür, dürüst ve cüretkâr halklarına gerçek bir demokrasi kurmak amacıyla temel hakları uğruna mücadele eden Bahreyn halkıyla, ifade ve gösteri özgürlüğüyle dayanışma içinde durma çağrısında bulunuyoruz. Bu, baskının her türlüsünü, gözdağını, vahşeti ve barışçıl gösterilerdeki katliamların kınamak için sesimizi güçlü biçimde yükseltme çağrısıdır. Böylesi gaddarlıkları şiddetle kınıyor ve bunların acilen son bulmasını talep ediyoruz.

http://www.ahewar.org/camp/i.asp?id=273


(Yukarıdaki linkten “sign the campaign” ibaresine tıklayarak imza bölümüne erişim sağlayabilirsiniz.)


Bahreyn’de, 1970’li yıllarda yüzde 40’lık bir parlamenter güce sahip olan ve daha sonrasında illegal ilan edilen, 2002-2006 yılları arasında ise parlamentoda üç temsilci bulunduran Marksist-Leninist çizgideki Bahreyn Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin şu anki yasal şemsiye örgütü olan İlerici Demokratik Forum, yaşanan polis saldırısının ardından bir açıklama yaparak dayanışma çağrısında bulundu:


Değerli yoldaşlar,

Güvenlik güçleri, Bahreyn’in başkenti Manama’da protestoların merkezi olan İnci Meydanı’na bugün şafak vakti baskın yaptılar ve göstericileri dağıtmak, meydanı ele geçirmek için gerçek mermilerin de dahil olduğu her türlü gücü kullandılar.

Bu durum, en az 5 kişinin ölmesine ve yüzlercesinin de yaralanmasına neden oldu. Aynı zamanda yaralıların ve şehitlerin götürülmesi gereken Süleymaniye Hastanesi’ni de kuşattılar. Bahreyn halkınnı protestoları kelimenin tam anlamıyla barışçıldı.

Reforma, sosyal adalete ve yürütme organıyla müzakereye çağırıyoruz. Video görüntüleri, plastik mermi ve gaz bombası yağmuru altındayken slogan atan barışçıl kalabalığı gösteriyor.

Gece saat 01.00’e kadar her şey normaldi, ancak kalleş güvenlik güçleri aralarında kadın ve çocukların da olduğu protestoculara saldırdı, yabancı medya muhabirlerini dövdü ve kameralarına el koydu.

Güvenlik güçleri hâlâ birtakım köylerin girişlerini tutuyor ve evleri arıyor.

Bizim gördüğümüz Bahreyn’in farklı bölgelerine yerleştirilen onlarca tank ve Suudi ordusunun kullanılacağına dair haberler veriliyor.

Sizi, 18 Şubat 2011 Cuma günü saat 15.00’te Bahreyn elçilikleri veya Birleşmiş Milletler temsilcilikleri önünde protesto gerçekleştirme çağrıları yapmaya ve ülkenizdeki Bahreyn elçilikleri ve uluslararası kuruluşlara protesto mesajları göndermeye davet ediyoruz.

Şu günlerde Bahreyn halkının ihtiyaç duyduğu şey, gaddar rejime karşı müdadele etme cesaretidir.

Hussein Ureybi
İlerici Demokratik Forum Dış İlişkiler Genel Kordinatörü



http://www.counterfire.org/index.php/news/173-news/10273-call-for-solidarity-from-bahrains-democratic-progressive-forum adresinde yayımlanan açıklamadan çevrilmiştir.


Bahreyn’de gece yarısı saat 03.30 sularında hükümet karşıtı gösterilere müdahale eden polis, en az 4 kişinin ölmesine, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden oldu. Polis müdahalesi sırasında halkın toplandığı başkent Manama’nın ana meydanlarından olan İnci Meydanı’nda bulunan ve twitter üzerinden bölgede yaşananları aktaran Bahreyn İnsan Hakları Merkezi Dış İlişkiler Sorumlusu Meryem Alkhawaja, polis saldırısının gece yarısı birçok gösterici uyurken gerçekleştiğini ve gerçek mermiler kullanıldığını ifade ederek, Salmaniya Hastanesi’ne getirilen ölü ve yaralıları gösteren fotoğraflar yayımladı. Gösterilere sadece polisin değil, askerlerin de tanklarla müdahale ettiği belirtiliyor. Polisin, yaralıları taşımak üzere meydana giden ambulansları da durdurup içindeki sağlık görevlilerini dövdüğü iddia ediliyor. Hatta olaylarda hayatını kaybedenlerden birinin polis tarafından dövülen bir sağlık görevlisi olduğu da iddialar arasında.

1 milyon 300 bin civarında bir nüfusa sahip olan ve bu nüfusunun yarıya yakını ülkeye çalışmak üzere gelen yabancılardan oluşan ülkenin başkenti Manama’da dün düzenlenen gösterilerede 25 bine yakın insan sokağa çıkmış, bunların birçoğu geceyi İnci Meydanı’nda geçirme ve protestolarını devam ettirme kararı almıştı. ABD’nin önemli bir müttefiki olan ve topraklarında bir ABD üssü barındıran Bahreyn’de nüfusun çoğu (yüzde 70) Şii olmasına rağmen ülke Sünni azınlık tarafından yönetiliyor. Anayasal monarşi ile idare edilen ülkede krallığı Şeyh Hamad bin İsa Al Khalifa, başbakanlığı ise partisinin yüzde 80’i kraliyet ailesi üyelerinden oluşan ve 1971 yılından bu yana aynı koltukta oturan Şeyh Khalifa bin Salman Al Khalifa yürütüyor. Protestocular kralın yetkilerini kısıtlayacak ve demokratikleşmeye katkı sağlayacak yeni bir anayasa talep ediyor. Ülkede daha önceki günlerde gerçekleşen protestolarda da iki kişi hayatını kaybetmiş, kral Al Khalifa ölümlere dair soruşturma başlatılacağını iddia etmiş ve protestoları sona erdirmeye çalışmıştı.







Kanada merkezli Küresel Araştırmalar Merkezi üyelerinden Mahdi Darius Nazemroaya, Arap dünyasındaki ayaklanmaları ve sonrasındaki olasılıkları değerlendirdi. Nazemroaya’ya göre Arap halkları, yaşadıkları koşulların oluşmasında küresel kapitalizmin payını gözden kaçırırlarsa “devrim” olarak adlandırılan ayaklanmalar büyük hüsranla sonuçlanacak ve kleptokratik düzen devam edecek. Türkiye’yi de “örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir kleptokrasi” olarak tanımlayan Nazemroaya, Türkiye’nin Orta Doğu halkları gözündeki güvenilirliğini arttırmak için kasti olarak İsrail’e karşı açık muhalefet şovları yaptığını ifade ediyor:

Araplar, sömürgeciliğe karşı ikinci isyan dalgalarına şahit oluyorlar. Birinci isyan dalgası Birinci Dünya Savaşı ile başlayıp İkinci Dünya Savaşı’nın sonu ile birlikte sona erdi. Araplar, Birinci Dünya Savaşı süresince Osmanlı Türkiye’sine karşı Britanya ve Fransa’nın desteğiyle Büyük Arap Başkaldırısı’na ve İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında Britanya, Fransa ve İtalya’ya karşı başkaldırıya katıldılar.

Sömürgeciliğin resmi süreci boyunca sömürgeci güçlerin (Britanya, Fransa, İtalya) otoritesi siyaseten görünürdü. Arap dünyası bugün yeni-sömürgeci güçlerin “görünmez otoritesi” altında. Bu ABD, Britanya ve Fransa’yı kapsıyor.

Modern zaman yeni-sömürgeci, Arap ülkeleri üzerindeki kontrolünü, ekonomilerinin denetimi ve yeni-sömürgeci çıkarlara vassal olarak hizmet eden siyasi liderlerinin kontrolü aracılığıyla sürdürüyor. Bu nedenle 2011 dayatılmış diktatörler ve çürümüş rejimler vasıtasıyla kurulan yabancı hakimiyetine karşı yalnızca ikinci Arap başkaldırı dalgasının başlangıcı değil, aynı zamanda yeni-sömürgeciliğe karşı daha geniş bir mücadelenin parçası.

Başkaldırılar ve protestolar Tunus ile başlayarak bütün Arap dünyasında patlak verdi. Cezayir, Yemen, Ürdün, İsrail işgali altındaki Filistin bölgeleri, Moritanya, Sudan ve Mısır, bunların hepsi aktivizmle elektriklendi. Buna ek olarak Lübnan’daki politik gerginlik, Amerikalılar önderliğindeki askeri işgal altındaki Irak’ta devam eden istikrarsızlık, Bahreyn’de oluşan gerginlik, Sudan’ın balkanizasyonu.

Arap dünyası halkları uyandırılmadı, zaten uyanıklardı. Ülke kaynaklarının ve zenginliklerinin yabancı şirketlere bağışlanmasını ve yozlaşmış liderlerince israf edilmesini izlediler. Arap halkı, 2003 yılında Irak’a saldırı ve işgal aynı liderler tarafından desteklenirken onları seyretti. İsrail, Filistinlileri kendi devletlerinin yardımıyla ezerken seyretti, Lübnan’a kendi rejimlerinin örtülü deteğiyle saldırılırken seyretti, 2008 yılında Gazze Şeridi, İsrail tarafından yeniden işgal edilirken seyretti ve Mısır yönetimi İsrail’in Gazze’yi aç bırakmasına yardım ederken seyretti.

Araplar uyandırılmadılar, öfke ve düş kırıklığıyla seyrettiler. Arap halkı şimdi seferber oluyor. Arap kitleleri şimdi vücudun bağışıklık sistemi gibi, Arap dünyasına bulaşan hastalıklarla savaşıyor. Araplar eylem halindeler.

Yabancı çıkarlara hizmet eden işbirlikçi seçkinler olarak Arap liderleri

Zengin ve fakirler arasındaki uçurum genişlerken sınıfsal kutuplaşma büyümekte. Kuşaklararası devinimin, toplumsal sınıfında insanın yaşamını boyunca meydana gelen bir değişimin, ailede bir nesilden diğerine meydana gelen bir değişimin gelişmesi önlenmekte.

Arap halkı, hakim sınıflarının ve hükümetlerinin yalnızca yozlaşmış rejimler değil, aynı zamanda işbirlikçi seçkinler, yani yabancı şirketlerin, hükümetlerin ve çıkarların yerli temsilcileri olduğu gerçeğini kavrıyor. Bu yerli Arap işbirlikçi seçkinlerinin boyun eğdiği kapitalist sınıf haklı olarak parazit veya parazit benzeri seçkinler olarak adlandırılıyor, çünkü yerel zenginliği ve kaynakları yeni-sömürgeci efendileri adına cebe indiriyorlar.

İşbirlikçi seçkinlerin bu yapısı Mısır, Tunus, Lübnan ve Filistin Özerk Yönetimi’nde hüküm sürüyor.

Mısır’da Cemal Mübarek (babası Muhammed Hüsnü Mübarek tarafından başkanlık için yetiştirilen) Bank of America’da çalışıyor.

Tunus’ta Zine Al-Abidine Ben Ali, iktidardayken ABD ve Fransa ekonomik çıkarlarına hizmet eden Fransız ve Amerikan askeri okullarında yetiştirilmiş bir subaydı.

Lübnan’da Fuad Siniora başbakan olmadan önce Citibank çalışanıydı ve Refik el-Hariri de Lübnan başbakanı olmadan önce hem Fransız inşaat şirketi Ogre’ye (kendisi Suudi Orgre’yi kurmadan önce), hem de Suudi çıkarlarına (bu durumda ABD çıkarlarına) çalışmıştı.

Yozlaşmış Filistin yönetimi bünyesindeki Salam Fayyad, maliye bakanı olmadan ve sonra yarı-diktartör Mahmud Abbas tarafından düzmece Filistin yönetiminin başbakanı olarak atanmadan önce ABD Merkez Bankası’nı ve Dünya Bankası’nı oluşturan bankalardan birinde çalışmıştı.

Dahası, neredeyse bütün Arap maliye bakanları önde gelen küresel bankacılık kurumlarına bağlıdır. Hepsi aynı zamanda Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın Washington Mütabakatı’na tam anlamıyla bağlıdır.

Arap dünyasında akıntılar mı değişiyor, ABD iddialarını garantiye mi alıyor?


Amerika, İsrail, İngiltere, Fransa ve bunların müttefikleri Orta Doğu ve Arap Dünyası ’nda önemli kayıplarla yüz yüze görünüyor. Çürümüş 14 Mart İttifakı’nın yolun sonuna geldiği Lübnan’da bu çoktan başlamış durumda. Velid Canbolat ve onun Demokratik Topluluk’unun ayrıldığı 2008’den beri 14 Mart İttifakı parlamentoda çoğunluğu oluşturamıyor. Yeni başbakanın seçimi bu durumun altını çizmişti. Hizbullah, Emel Hareketi, Özgür Yurtsever Hareket, Marada Hareketi ve bunların Lübnan’daki siyasi müttefikleri, parlamenter manevrayla Refik Hariri’nin oğlu Saad el-Hariri’yi başbakanlıktan ettiler.

ABD, çift taraflı oynamaya çalışıyor. ABD dış politikasının ziyadesiyle destekçisi olan The New York Times, ABD hükümetinin Mısır’ın demokratikleşmesinin rejisörlüğünü yapmayı amaçladığını iddia ediyor. Ross Douthat şunları söylüyor: “Daha yakından bakın; Obama yönetiminin gerçek hedefi diktatörün astlarını çok fazla görevde tutarken Mübarek’i ekarte etmek olmuştur. Obama’nın Beyaz Sarayı kendi istediğini yaptırırsa, demokrasi başlangıcının rejisörlüğü eski bir general ve CIA’in ifade programıyla işbirliği ile çok iyi bilinen Mısır istihbarat şefi olan Ömer Süleyman gibi içeriden biri tarafından dikkatli biçimde yapılacak. Bu, beyinsiz savaş karşıtı kararsızlık değil. Soğukkanlı realpolitik.”

Mübarek’in devrilmesinin ardından mevcut Mısır rejimi aynı kaldığı sürece yeni-sömürgeci çıkarlara hizmete devam edilecek. Çıkarları güvence altına alındığı sürece Mübarek’i feda edeceklerdi. Rejimin çehresi değil, hizmet ettiği çıkarlar önemli.

Doğru ya da değil, Mübarek rejimi Mısır’daki kitlesel gösterilerin arkasında ABD ve İsrail’in olduğunu iddia etti. İran, Hizbullah, Katar ve Hamas da Kahire tarafından ABD ve İsrail’in yanında protestoların planlanmasına yardım etmekle itham edildi. Mübarek yönetiminden gelen bu suçlamalar, protesto hareketini şeytanlaştırmayı, yabancı dalaveresi olarak meşruiyetini kırmayı ve Mısırlı protestocuları bölmeyi amaçlıyordu.

ABD, Mısır ve Tunus’ta aynı kleptokratik (kleptokrasi: hırsızlık ve yolsuzluk üzerine kurulmuş yönetim biçimi, ç.n.) statükoyu sürdürmeye çalışıyor; devam eden diktatörlükle ya da görünürde demokratik politik sistemle. Başka bir deyişşe, amaç hakikati aynı tutmak, ama şeklini değiştirmek. Kleptokrasi, diktatörlük ya da “gözetimli” demokrasi altında işleyebilir.

Arap dünyası genelinde protestolar ivme kazanırken, ABD ve müttefikleri kendi “muhalefet” figürlerini protesto hareketinin arasına katmaya ve “temsilcilerini” iktidara getirmeye “kalkışmaya” çalışıyor. Eğer Arap protesto hareketi bu sızma sürecine karşı dikkatli olmazsa, Arap dünyasında yükselen demokratikleşme denilen dalga dış güçlerin kontrolünü muhafaza eden manipüle edilmiş bir süreç şeklinde sonuçlanabilir.

Akdeniz Birliği ve Arap dünyasında demokratikleşme

Amerika ve Avrupa birliği demokrasi veya özgürlük için model değildir. Arap halkı kendilerini demokrasinin böylesi dar tanımlamalarıyla sınırlayarak küçümsememeli. İhtiyaç duydukları demokrasiye dair kültürel olarak yanlı veya gizli ırkçı ve etnosentrik nutuklar değil. Bu halkın çoğu gayet duyarlıdır.

1995 yılında Barcelonda Deklarasyonu büyük çapta ekonomik yeniden yapılandırma, Pazar liberalizasyonu ve Avrupa Birliği ile Arap dünyası arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması çağırısı yapmıştı. ABD Orta Doğu Serbest Ticaret Bölgesi (MEFTA) aynı zamanda AB’nin attığı adımlarla paralel giden bir ekonomik projeydi. Bu bağlamda Avrupa Birliği, İstail, Türkiye ve Arap dünyasını neticede entegre etmek için hazırlanan ABD ve AB desteğinde bir yol haritası mevcuttur.
Bu jeopolitik ve sosyo-ekonomik proje “Akdeniz Birliği” taslağı olarak bilinmekte. Bu süreç, Arap dünyasında sözümona bir demokratikleştirme süreci aracılığıyla “aşamalı” reformu tasavvur ediyor.

Bazı eski şeyler yeniden yapılandırılmalı ya da bazı yeni şeyler yapmak için sökülüp atılmalı. “Yeni Orta Doğu” projesi bunu tasarlamaktadır. Amaç, entegrasyonun yolunu açmak çin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’nın eski devletlerini zayıflatmak ve değiştirmek. Bu ülkeleri nihai enregrasyona hazırlamak için kaos kullanılırken, kalıcı enregrasyona imkan vermek amacıyla projeyi ilerletmek için demokrasiye ihtiyaç duyulmakta. Bu bağlamda model ülke şimdi Türkiye. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana Ankara otoriter hükümetler ve Türk ordusu tarafından yönetilmiştir. Buna rağmen Türkiye, dışarıdan görece bir liberal demokrasi olarak görünen şeye dönüştürülmüştür. Bu dış görünüşteki değişim veya dönüşüme rağmen Türkiye hâlâ örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir kleptokrasidir. Ankara, Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Suriye tarafından ortak imzalanan geniş bir takım anlaşmalar dizisi vasıtasıyla bölgesel bir pazar veya blok oluşturulmasının da ön safındadır.

Ankara, aynı zamanda Zbigniew Brzezinski tarafından ABD’nin desteklemesi gerektiğini açıkladığı şekilde İran ile bağlarını derinleştiriyor. Brzezinski’ye göre derinleşen Türk-İran ilişkileri uzun vadede ABD’ye yarar sağlayacak. Bu nedenle Ankara, diğer Orta Doğulu ülkelerle birlikte kendisini ekonomik olarak İran ve Suriye ile uyumlulaştırmaya çalışıyor.

Türk hükümeti, olası bir lider olarak Orta Doğu halkları gözündeki güvenilirliğini arttırmak için kasti olarak İsrail’e açık muhalefet şovları yapmakta. Bu bağlamda Türkiye, Arap dünyası ve İran’a giderek yaklaşmakta. 2010 yılında Arapça devlet kanalı açtı. Türkiye, aynı zamanda Tahran ve Şam ile, Suriyeli ve İranlı yetkililer tarafından Ankara’nın müttefik veya stratejik ortak ve “direniş bloku”nun üyesi olarak adlandırılacağı kadar yakınlaşmıştır. Tüm bu adımlar Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da bir bölgesel blok oluşturmayı amaçlayan adımlar gibi görünüyor.

Avrupa Biriği ve Arap dünyası arasındaki ekonomik entegrasyon sürecinde gözden kaçırılan şey “kurumsal demokrasi”. Birçok önemli kurum doğası gereği antidemokratik olacak. Finansal sektör ve bankacılık sektörü, kamusal denetim ve sorumluluk alanının dışında işleyecek. Bu koşullar altında, bankacılık sektörü neticede devletin politik yapısını kontrol edecek. Yüzeyde bir takım görünüşte demokratik devletler doğabilirken bunlar antidemokratik güçler tarafından kontrol edilecek.



Küresel kapitalizm ve Arap diktatörleri arasındaki ittifak

Arap diktatörleri ve tiranlarının, örgütlü sermayenin çıkarlarına hizmet ettiğini anlamak elzemdir. Bu, onların birincil işlevleridir. Bunlar, örgütlü sermaye tarafından şekillendirilen küresel sistemin unsurlarıdırlar.

Geriye, Mübarek’in selefi Mohammed Anwar Al-Sadat rejimine karşı 1977 yılında başlayan protesto ve başkaldırılara bakalım. Bu protestolasrın sebebi, IMF’in Sadat’a devrettiği neo-liberal politikalardı. IMF politikaları, günlük yaşamın temel ürünlerinde sübvansiyonu sona erdirmişti. Gıda fiyatları fırlamış ve Mısırlılar ağır darbe almıştı. Sadat, Mısır ordusu vasıtasıyla güç kullanarak ve devlet desteklerini yeniden yürürlüğe koyacağına dair sözler vererek protestoları sonlandırmıştı. 1977’deki protestolar başarısızlıklar olarka sona ermişti. Bugün Mısır’daki durum çok daha korkunç ve ABD ile AB askeri güç kullanmak dışında seçenekler arıyor.

ABD ve AB bir taraftan Arap halklarının istediği değişime düşük düzeyde sözlü destek vermekte, ama diğer taraftan baskıcı rejimleri iktidarda tutmaya çalışıyor. ABD ve AB bu rejimleri açık ve el altından destekliyor, çünkü bunlar örgütlü sermayeye hizmet ediyor. Arap dünyasında özgürlüğe karşı çıkanların ABD ve AB’deki kapitalist sınıf olduğu da dikkate alınmalı. ABD ve AB’den bahsedildiğinde bu kapitalist egemen sınıf bağlamında olur. ABD’deki ve AB ülkelerindeki hükümet ve devlet adeta sermaye sınıfının temsilcileri olarak hizmet eder.

Tunus’ta protestolar duruldu. Eski rejimin kuruluşları hâlâ duruyor. Aynı bakanların ve yetkilikerin çoğu hâlâ iktidarda. Amerikan müdahalesinin açık göstergesi olarak ABD Yakın Doğu İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jeffery D. Feltman, yeni Tunus hükümetinin oluşturulmasına dair yetkililerle müzakerelerde bulunmak üzere Tunus’a gitti. Feltman aynı zamanda ABD’nin Beyrut büyükelçisi olduğu süreçte Lübnan çıkarlarına karşı çalışması ile biliniyor.

Daha önemlisi, Tunus’ta Ben Ali dişktatörlüğüne dayanan örgütlü yabancı sermayenin çıkarları hâlâ yerinde. Tunus protestoları, dünya çapında insanları elektriklendirdi, ancak bunlar sosyo-ekonomik değişim içeren devrimlere dönüşmedi. Bu zamana kadar Tunus biraz estetik düzeltme olarak görüldü, ancak bütün aynı düzenekler ve aynı kuruluşlar yapılan esteiğin altında duruyor.

Küresel sermaye Tunus’ta hâlâ güçlü dayanağa sahip. Tunus ve IMF arasındaki, Akdeniz Birliği’ni oluşturmak için Avro-Akdeniz Ortaklığı ile Avrupa Birliği arasındaki, böylesi anlaşmalar, ABD ve AB ile yapılan çeşitli ekonomik anlaşmalar Tunus üzerinde hâlâ boyunduruk olarak duruyor. Tunuslular, toplumlarını aşağılayan ekonomik anlaşmalar ve neo-liberal politikaları reddetmeli.

1848’den ders almak: 2011’de 1848 sonrası mı tekrarlanacak?

Irak’daki Anglo-Amerikan işgalinin arifesinde, 2003’teki gibi “ikinci süper güç” bir kez daha başını kaldırıyor. İkinci süper güç halkın gücüdür. Bir başka deyişle ve daha gelişmiş bir yöntemle Zbigniew Brzezinski 1993’te bu süreçten bahsetmişti (Brzezinski’nin 1993 yılında yayımlanan “Kontrol Dışı: 21. yüzyılın eşiğinde küresel kargaşa” isimli kitabına atfen, ç.n.). Brzezinski bunu “küresel politik uyanış” olarak adlandırıyor. 2008’de bu anlayışta biraz daha ilerlerdi ve bunun bir başka raundunun başlayabileceğini öne sürdü.

Ancak bu küresel politik uyanış yeni değil. Avrupa 1848’de aynı olayları basılı medyanın ve yeni iletişim araçlarınının kullanımı döneminde gördü. 2011, internet ve sosyal medya aracılığıyla vuku bulmuş görülüyor. Biri kazanırken diğerinin kaybettiği oyun veya çatışma bağlamında, orta sınıftaki politik uyanışlar, daha büyük kontrollere karşı egemen sınıf hareketlerine bağlı olan toplumsal süreçlerdir. Toplumun orta kesimi hiçbir şey kazanmama noktasına daha da yaklaştıkça, kendi koşullarının farkına daha bir varmakta. Bu, egemen sınıfların orta sınıf üzerindeki kontrolü daha da mutlak hale geldikçe gerçekleşmektedir.

Şu yeniden sorulmalı: 1848’den hangi dersler alınabilir? 1848 Avrupa’sının koşulları Arap dünyasınınkilerle aynıydı. Yoksulluk, işsizlik, sömürü ve özgürlükten yoksunluk almış yürümüştü. Orta direk, toplumsal kuralsızlık durumundaydı. Paris Komünü’nünkü ile aynı kadar Mısır’da veya Arap dünyasının herhangi bir yerinde vuku bulmamalı. Devrimler gerçek olmalı ve radikal sosyo-ekonomik değişmleri beraberinde getirmeli.

Buna ek olarak Muhammed El Baradey şu anda Mübarek’e alternatif olarak sunuluyor. Baraey, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun eski genel direktörü ve bundan önce de Cemal Abdülnasır iktidarında ve Al-Sadat yönetiminde diplomattı. Mübarek rejimi, Al-Sadat rejiminin devamıdır. El Baradey gerçek bir alternatif değil; ABD, AB ve İsrail’in çıkarlarına boyun eğen bir geçmiş performansa sahip. Ve ne de Mısır ve Arap dünyasını felce uğratan neo-liberal politikalara muhalif. Aksine, El Baradey küresel sermayenin çıkarlarına hizmet etmeyi ve hem Mısır’ın kleptokratik statükosunu hem de dış politikadaki yönünü korumayı amaçlıyor.

Arap halkları küresel kapitalizmin rolünün üstüne gitmeli

ABD ve AB, demokrasi ve özgürlüğün savunucuları değildir. Kleptokrasiyi desteklerler. Kleptokrasi, farklı biçimler alabilir. Demokratik veya otoriter olabilir. Başlıca ön koşulu, ulusal seçkinlerin Batı Avrupalı ve Amerikalı kapitalizme meydan okuduğu Rusya veya İran’daki gibi sadece yerli kapitalist seçkinlere değil, küresel kapitalist sınıfa hizmet etmesi gerektiğidir.

Bu halk protestoları, yeni bir Orta Doğu’nun doğum sancıları mı?

Arap halkı kendi politik temsilciliğini yeniden mi kazanıyor?

Bu, özlem duyulan biçimde Arapların dünya tarihinin sayfalarına yeniden girmelerinin zamanıdır. Arap halkı, devrimlerine örgütlü sermaye tarafından yönlendirilmeksizin devam edebilmek için gardını yüksek tutmalıdır. AB’den gelen sözde stabilizasyon fonları ve diğer destekler yardım anlamına değil, Arap toplumlarının gidişatını yönlendirme anlamına gelir.

Arap orta sınıfı bu finansal manipülasyon sürecinin farkına varmalı ve Arap rejimlerini destekleyen ekonomik bağları kesmeli. ABD ve AB’nin yürürlüğe koyduğu sömürü ve hırsızlık getiren ekonomik anlaşmalar iptal edilmeli. Politik güç, ekonomik güce tâbi olmamalı. Bu bağlamda kurumsal demokrasi de akılda tutulmalı. Aksi takdirde, 1848 sonrasındakinin aynısı 2011 Arap Baharı sonrasında da kendini tekrar edecek.

Protesto hareketinin sonucu olarak ortaya çıkabilecek bir başka “alternatif” olarak Arap hükümetleri dış görünüşte demokrasi gibi görünecek. Bunun yerine, küçük bir toplumsal azınlık için kleptokratik statükoyu korumaya çalışacaklar.

Statüko galip gelecek. Ekonomik sömürü, demokrasi ve açık diktatörlük yerine demokratik yönetim kılıfı altında devam edecek.

Seçim sandığına oy atmanın bir ritüele dönüştüğü yerde demokrasi seçimlerin yapılması meselesi değildir.

Demokrasi, düşünce özgürlüğünü ve ekonomik demokrasi aracılığıyla geçimi merkezde tutmalıdır.

Bunun ortaya çıkması için Arap dünyası genelindeki halklar, küresel kapitalizmin kendi politik sistemlerinin feci yapısı üzerindeki etkilerinin, yani otoriter rejimlerin yabancı çıkarlarına ne kadar başarıyla hizmet ettiklerinin üstüne gitmeli.



http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=23050 adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Mısır’ın önde gelen sosyalistlerinden olan Hossam el-Hamalawy, Mısır’da yönetimin askeri yüksek konseye devredilmesinin ardından, mevcut durumun çok da olumlu olmadığına dair bir metin kaleme aldı. el-Hamalawy’ye göre ordu bugüne kadar Mübarek rejimini ayakta tuttu ve cuntanını halkın taleplerini karşılaması mümkün değil:

Dünden beri, aslında daha öncesinden beri orta sınıf Mısırlıları protestoları durdurmaya ve işlerine dönmeye çağırıyor, bunu vatanseverlik adına yapıyor, “Mısır’ı yeniden inşa edelim”, “eskisinden daha çok çalışalım” vb. biçimdeki en gülünç ninnileri söylüyor. Eğer hâlâ bilmiyorsanız, aslında zaten yeryüzünün en çok çalışan insanları arasındadır.

Bu eylemciler, bizim demokrasiye geçiş konusunda Mübarek’in generallerine güvenmemizi istiyorlar –son 30 yıldaki Mübarek diktatörlüğünün bel kemiğini oluşturan aynı cunta. Ve ben ABD’den yılda 1.3 milyar dolar yardım alan Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’nin sonuçta bir “sivil” hükümete geçişin mühendisi olacağına inanırken, bunun ordunun imtiyazlarına asla dokunmayacak bir sistemin devamlılığını garanti edecek, orduyu politikalar hakkında son sözü söyleyecek kurum olarak tutacak (Türkiye örneğinde olduğu gibi), bu İsrail apartheid devleti ile istenmeyen bir barış, ABD donanmasına Süveyş’ten güvenli geçiş, Gazze kuşatmasının sürmesi veya İsrail’e teşvikli ücretlerle doğalgaz ihracatı olsa da Mısır’ın ABD dış politikasının peşinden gitmesini güvence altına alacak bir hükümet olacağından şüphem yok. Sivil bir hükümet, askeri üniforma giymeyen kabine üyeleri falan değil. Sivil hükümet, Mısırlıların taleplerini omuzu kalabalıklardan hiçbir müdahale olmaksızın bütün yönleriyle temsil eden bir hükümet demektir. Ve bunun cunta tarafından başarılması şöyle dursun, buna izin verilmesini zor görüyorum.

Ordu, 1952’den bu yana ülkede egemen kurum olmuştur. Liderleri düzenin parçasıdır. Ve genç subaylar ile askerler bizim müttefikimiz iken, biz bir saniye dahi güven ve inancımızı generallere veremeyiz. Dahası, bu ordu liderlerinin soruşturulması gerekir. İş dünyasına katılımları ile ilgili daha çok şey bilmeyi isterim.

Mısır’daki ayaklanmada tüm sınıflardan insanlar rol aldı. Tahrir Meydanı’nda işçilerle, orta sınıf yurttaşlar ve kent yoksullarıyla birlikte Mısırlı seçkinlerin oğullarını ve kızlarını bulurdunuz. Mübarek, burjuvazinin geniş bir kesimi de dahil toplumdaki tüm sınıfları yabancılaştırmayı başardı. Ancak rejimin parçalanmaya başlamasından ve sistemin çökmek üzere olmasından dolayı ordunun Mübarek’i istifaya zorlamasından sadece üç gün önce kitlesel grevlerin başladığını hatırlayın.

Bazıları işçilerin greve gitmesine şaşırmış olabilir. Ne diyeceğimi bilmiyorum. Bu tamamen aptalca. İşçiler, Aralık 2006’daki Mahalla grevi tarafından tetiklenen ve Mısır tarihinde 1946’dan bu yana yapılan en uzun ve en aralıksız grev dalgasını sahnelediler. Sizin buna dair haberlere ilgi göstermemeniz işçilerin hatası değil. Son üç yıl boyunca Kahire’de ya da bir başka ilde olsun, her gün bazı fabrikalarda grev oldu. Bu grevler sadece ekonomik değil, aynı zamanda imkan dahilinde politikti.

Ayaklanmanın ilk gününden itibaren işçi sınıfı protestolarda rol aldı. Örneğin Mahalla’daki, Süveyş’teki ve Kafr el-Dawwar’daki protestocuların kim olduğunu düşünüyorsunuz? Bununla birlikte işçiler “göstericiler” olarak rol aldı ve “işçiler” olarak yer almaları çok da gerekli değil –ayrı olarak hareket etmediler anlamında. Göstericiler değil hükümet ekonomiyi durma noktasına getirdi; sokağa çıkma yasağıyla, bankaları ve işletmeleri kapatmasıyla. Bu, Mısır halkını terörize etmeyi amaçlayan kapitalist bir saldırıydı. Ancak hükümet Pazar günü ülkeyi “normale” döndürmeyi denediği zaman işçiler fabrikalarına döndüler, mevcut durumu tartıştılar, hep birlikte örgütlenmeye, birlikte hareket etmeye başladılar.

İşçiler tarafından bu hafta sürdürülen grevlerde ekonomik ve politik talepler kaynaşmıştı. Bazı bölgelerde işçiler rejimin düşmesini talepleri arasında listelememişti, ancak Tahrir’dekilerle aynı sloganları kullandılar ve birçok durumda –en azından hakkında bilgi alabildiğim ve başkalarının da olduğundan emin olduğum- işçiler devrimle dayanışma içinde politik taleplerini içeren listeyi ortaya koydular.

Bu işçiler yakın zamanda evlerine dönmüyorlar. Mübarek’in devrilmesiyle cesaretlendiler. Grevlere başladılar, çünkü artık ailelerini besleyemiyorlar. Çocuklarına gidip ordunun kaç ay içinde olacağını bilmedikleri bir zamanda kendilerine yiyecek ve haklarını vereceğine söz verdiğini söyleyemezler. Grevcilerin birçoğu, yozlaşmış, devlet destekli Mısır Sendikalar Federasyonu’ndan ayrı özgür sendikaların kurulmasına dair ek taleplerini yükseltmeye başladılar bile. Bugün, el-Gabal el-Ahmar’da binlerce toplu taşıma çalışanının protesto başlattıklarına dair haberleri aldım bile. Helwan çelik fabrikalarındaki geçici işçiler de protesto düzenliyor. Demiryolu teknisyenleri trenleri durma noktasına getirmeye devam ediyor. el-Hawamdiya Şeker Fabrikası’nda binlerce kişi protesto düzenliyor ve petrol işçileri yarın greve başlayacak ve Bakan Sameh Fahmy’yi suçlayacak, İsrail’e gaz ihracatını durduracak. Ve diğer endüstriyel merkezlerden başka haberler geliyor.

Bu noktada, Tahrir Meydanı işgali muhtemelen askıya alınıyor. Ancak şimdi Tahrir’i fabrikalara taşımalıyız. Devrim ilerlerken kaçınılmaz bir sınıfsal kutuplaşma gerçekleşecek. Uyanık olmalıyız. Bu noktada durmamalıyız. Özgürlüğün anahtarlarını sadece Mısır’a değil, bütün bölgeye taşımalıyız. Aşağıdan doğrudan demokrasi ile bu ülke halkını güçlendirecek bir sürekli devrim ile ileri...



http://mrzine.monthlyreview.org/2011/hh120211.html adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Kukla değişti, isyan sürüyor

11 Şubat 2011 Cuma


Mısır'da, Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek, yetkilerini Eylül ayında yapılacak seçimlere kasdar yardımcısı Ömer Süleyman'a devrederken, bu devir halkın öfkesini dindirmedi. Mübarek'in devir kararını, Mübarek'in kovulmasını temsilen ellerine ayakkabılarını alarak karşılayan Tahrir Meydanı'ndaki binlerce kişi, bugün gerçekleşmesi olası büyük gösterilerin de ilk işareti oldu.


- El Cezire, Gazze'den Mübarek'in devrilmesi kutlamalarınına dair görüntüler yayınlıyot.

- Mısır ordusunun kısa süre içinde bir açıklama yapacağı belirtiliyor.

- El Cezire'ye göre Mısır Devlet Televizyonu da ülkedeki kutlamaları gösterirken haber spikeri de mutlu bir ifadeyle yayını sürdürüyor.

- Başkanlık Sarayı önündeki Mısırlıların çoğu seviçten ağlıyor.

- Mübarek istifa etti, ancak yönetim silahlı kuvvetler konseyine geçti.

- Başkan Yardımcısı Ömer Süleyman'ın kısa açıklamasına göre Hüsnü Mübarek istifa etti.

- Ulusal Demokratik Parti'nin yeni genel sekreteri Hossam Badrawi görevinden istifa etti.

- Protestocuların yolu, başkanlık sarayına 1 km. mesafedeki Salah Salem bölgesinde tanklarla kesildi.

- Göstericiler, "Kıptiler ve Müslümanlar arasında rejime karşı birlik" sloganı atıyorlar.

- Asuit kentinde çıkan çatışmalarda bir kişi hayatını kaybetti, birçok protestocu da yaralandı. Protestocular kentteki Ulusal Demokratik Parti (NDP) merkezini tahrip ettiler.

- Tahrir Meydanı'ndaki protestocular, tepelerinde uçan askeri helikopterleri taciz etmek için yüksek mesafelerde uçurtma uçuruyorlar.

- Mübarek'in Şarm el-Şeyh'e gittiği devlet televizyonu tarafından da doğrulandı.

- Kısa süre içinde devlet başkanlığından açıklama yapılması bekleniyor.

- İskenderiye'de gemiciler protestoculara su ve yiyecek veriyor.

- İskenderiye'de bulunan başkanlık saraylarından birinde keskin nişancılar görülüyor.

- Devlet televizyonu binasının çevresini saran kalabalık onbinlerce kişiyi buldu.

- Danimarka Başbakanı Rasmussen, Mübarek'i görevi bırakmaya çağıran ilk AB ülkesi lideri oldu.

- El Cezire Arapça, çeşitli kaynakların Hüsnü Mübarek'in Birleşik Arap Emirlikleri'ne kaçtığını belirttiğini öne sürüyor.

- El Cezire Arapça'ya göre İskenderiye'de 2 milyon kişi sokakta.

- Al-Arabiya, Mübarek'in Şarm el-Şeyh'e gittiğini iddia ediyor.

- Al-Arabiya, Mübarek'in ülkeden kaçtığı haberini, Mübarek'in Kahire'den ayrıldığı şeklinde düzeltti.

- Ordu, Kahire'de başkanlık sarayına giden yolu kesti.

- BBC Arapça, Mübarek'in saat 13.00 itibariyle ülkeyi terk ettiğini iddia etti.

- Al-Arabiya başkanlık sarayı önünde çatışmaların başladığını iddia ediyor.

- Al-Arabiya haberine göre Mübarek ve eşinin ülkeyi terk ettiği bilgileri geliyor.

- Protestocular İskenderiye'de de Mübarek'in konutlarından birine doğru yürüyor.

- Başkanlık Sarayı önündeki askerlerle protestoculasr arasındaki gerginlik artıyor.

- Ulusal Demokratik Parti'nin (NDP) Kahire web sitesi hackerlar tarafından kırıldı ve siteye "Mübarek ve rejimi düşürülene dek kapalı" mesajı bırakıldı.

- Al-Arabiya televizyonunun haberine göre protestocular Süveyş'te kamu kuruluşlarının kontrolünü ele geçirdi.

- Twitter üzerinden Mısır'da havaalanı polislerinin de greve gittiği iddiaları yayılıyor.

- Tahrir Meydanı'ndaki protestocular Mübarek'in ve ordunun açıklamalarını kastederek "Yararsız" ve "Gayrimeşru" şeklinde slogan atıyor.

- Cuma namazı sonrasında İskenderiye'de protestocular toplanmaya başladı.

- Kahire'deki Başkanlık Sarayı'nın çevresinde protestocular görünmeye başlarken, saray dikenli teller ve tanklasrla korunuyor.

- Ordu açıklamasında, Mübarek yönetimine karşı olunduğuna dair hiçbir işaret yer almadı.

- Mısır ordusu, Mübarek'in "yumuşak geçiş" planına destek açıklaması yaptı.

- Şu dakikalarda Mısır Devlet Televizyonu'ndan silahlı kuvvetlerin açıklaması okunuyor.

- Mübarek'in yetki devrine dair bir açıklama yapan 6 Nisan Gençlik Hareketi, gösterilerin devam etmesi ve Mübarek'in gitmesi için grevlerin tüm ülkeye yayılması çağrısı yaparken, grevlerin oluşturulacak işçi konseyleri tarafından koordine edilmesi gerektiğini vurguladı.

- Göstericilerin hedefi bugün toplam 20 milyon kişiyi sokağa dökmek.

- Cuma namazının ardından gösterilerin ve sokaklardaki kalabalığın artması bekleniyor.

- Mübarek'in açıklamasının asrdından devlet televizyonunu kuşatan halk, sabah saatlerinden itibaren çalışanların binaya girmesine izin vermiyor.

- Mısır ordusunun önemli bir toplantı gerçekleştirdiği ve yakın zamanda bir açıklama yapmasıı beklendiği belirtiliyor.

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi