Content feed Comments Feed

Paris Komünü: Marx, Mao, Yarın

11 Haziran 2021 Cuma

Alain Badiou, Paris Komünü’nün 150. yıl dönümünde Monthly Review için kaleme aldığı makalesinde, Karl Marx’ın Komün’e bakışından, özellikle 1960’ların ortalarında Çin ve Sovyetler Birliği’nin Komün deneyimine sahip çıkış tarzlarına, parti-devlet anlayışına karşı Komün’de aranan kurtuluşa, bunun üzerinden geliştirdikleri söylemsel karşıtlıklara ve Komün deneyimine yaklaşımlarına dek geniş değerlendirmelerde bulunuyor.



Karl Marx, 1871 yılında Paris Komünü’ne tamamen devlet sorunu ile ilişkili olan bir açıklama getirmişti. Ona göre, Komün, proletaryanın bütün bir toplumun yönüne ya da idaresine dair geçici işlevini benimsediği ilk tarihsel olayı meydana getiriyordu. Komün’ün girişimleri ve açmazlarından, devlet aygıtının “alınmış” veya “işgal edilmiş” olması değil, “parçalanmış” olması gerektiği sonucuna varıyordu.

Bu arada, bu analizdeki başlıca hatanın, Mart-Mayıs 1871 arasında günün gereğinin iktidar sorunu olduğu kavrayışı olduğunu belirtelim. Bu nedenle, şu azimli “eleştiriler” klişe haline gelmiştir: Komün, tahminen karar alma kapasitesinden yoksundu; eğer hemen Versailles’a yürümüş olsaydı; eğer Fransa Merkez Bankası’ndaki altınlara el koysaydı, vesaire. Bana göre, bu ‘eğer’ler gerçek bir içerikten yoksun. Hakikaten, Komün ne onlara esaslı bir şekilde yön verecek araçlara ne de büyük ihtimalle onlara ulaşacak araçlara sahipti.

Marx’ın açıklaması gerçekten muğlak. Bir yandan, devletin ve daha spesifik olarak ulus-devletin çözünmesine yol açacak görünen her şeyi övüyor. Bu bağlamda şunlara işaret eder: Komün’ün, doğrudan halkı silahlandırmak adına profesyonel bir orduyu ortadan kaldırması; memurların seçilmeleri ve görevden alınmaları konusunda aldığı bütün önlemler; belirleyici ve uygulayıcı işlev lehine, kuvvetler ayrılığına verdiği son; Komün’ün enternasyonalizmi (Komün’ün finansal temsilcileri Alman, askeri liderleri Polonyalıydı, vb.). Fakat diğer yandan, gerçekte devletçi yetersizlikler olan yetersizliklere üzülüyor: zayıf askeri merkeziyetçiliği; finansal öncelikleri tanımlamadaki yetersizliği; ulusal soruna ilişkin eksik yönleri, diğer kentlere hitabı, Prusya’daki savaşa dair söyledikleri ve söylemedikleri ve taşralı kitleleri bir araya getirmesi.

20 yıl sonra, 1891 yılında Marx’ın metninin yeni bir baskısına yazdığı önsözde Friedrich Engels Komün’ün çelişkilerini aynı şeklide resmeder. Aslında, 1871 hareketinde hâkim olan iki politik gücün, Proudhoncuların ve Blanquicilerin, ortaya koydukları kendi ideolojilerinin tam aksini yapmalarıyla sonuçlandığını gösterir. Blanquiciler aşırı merkeziyetçiliğin ve az sayıda cesur adamın, iktidarı, emekçi kitlelerin faydasına otoriter bir şekilde kullanmak üzere alacakları silahlı tertiplerin taraftarıydılar. Fakat bunun yerine, bağımsız komünler federasyonunun ve devlet bürokrasisinin imhasının ilanına sürüklendiler. Proudhoncular, üretim araçlarına yönelik kolektif sahiplenmenin her türlüsüne muhalif idiler ve küçük, öz yönetim girişimlerini destekliyorlardı. Fakat, büyük çaplı sanayiyi yönetme amacıyla geniş işçi ortaklıklarının oluşumunu desteklemeleriyle neticelendi. Engels, bu durumdan oldukça mantıklı bir şekilde, Komün’ün zayıflığının, onun ideolojik formlarının devlete dair kararlar almaya uygun olmamasında yattığı sonucunu çıkarır. Ve dahası, bu kutupsal karşıtlığın neticesinin, açıkça tek bir “Marksizm”e yol açan Blanquicilik ve Proudhonculuğun sonu olduğu sonucunu.

Fakat 1871 yılında ve hatta çok daha sonrasında temsil edilen Marx ve Engels’in duruma dair yeterliliği nedir? Komün’ün farz edilen hegemonyası, onu hangi ekstra araçlarla donatabilirdi?

İşin gerçeği şu ki, Marx’ın açıklamasının muğlaklığı, hem sosyal demokrat eğilim hem de onun Leninist radikalleşmesi tarafından, yani bir yüzyıldan fazla süre boyunca partinin temel motifinde yerini alacaktır.

Aslında, “sosyal demokrat” parti, “işçi sınıfı” partisi –ya da “proletarya” partisi- ve sonrasında “komünist” parti de aynı anda hem devlet ile ilişkisinde özgürdür hem de iktidarı kullanmaya hükmetmiştir. Bu, sübjektif destekle –ideolojik kopuşla- oluşturulan tamamen politik bir araçtır ve bu haliyle devletin dışındadır. Egemenlik bakımından özgürdür; devrim ya da burjuva devletin yıkılması şeklindeki asli temasını taşır. Ancak parti, aynı zamanda tamamen devlet iktidarının peşinde olan merkezileştirilmiş, disipline edilmiş gücün örgütleyicisidir. Yeni devletin temasını, proletarya diktatörlüğü devletinin temasını taşır. 

Bu nedenle, partinin, komüne dair Marksist açıklamanın muğlaklığının farkına vardığı, ona şekil verdiği söylenebilir. Parti; devlet olmayan, hatta devlet karşıtı olan bu özgürleşme siyasetinin karakteri ile bu siyasetin zaferi ve sürecinin devletçi karakteri arasındaki temel gerilimin politik mekânı haline geldi. Üstelik, zaferin isyan sonucu mu, seçim sonucu mu olduğuna aldırmaksızın durum budur: zihinsel şema aynı.

Partinin, parti-devlet suretini (özellikle Joseph Stalin’den itibaren) ortaya çıkarmasının sebebi budur. Parti-devlet, Komün’ün çözülmemiş olarak bıraktığı sorunları çözmek üzere tasarlanmış kabiliyetlerle donatılmıştır: polisin ve askeri savunmanın merkezileştirilmesi; burjuva ekonomik hükümlerin tamamen imhası; köylülerin, işçi hegemonyasına katılması ve itaat etmesi; güçlü bir enternasyonalin yaratılması vb. Efsaneye göre, V.I. Lenin’in, Bolşevik iktidarına erişildiği ve Paris Komünü’nün bütün yazgısının sona erdirildiği süre olan 72 günü aştığı gün karda dans etmesi boşuna değildir.

Gerçi, Komün’ün çözemediği devletçi sorunlara bir çözüm sunmuş olsa da, bunları çözme yolunda parti-devletin, Komün’ün farkına varabildiği birtakım politik sorunları örtbas edip etmediğinin sorulmasının gerekliliği bâkidir.

Her halükârda çarpıcı olan şu ki, parti-devlet üzerinden geriye dönük olarak düşünüldüğünde, Komün iki parametreye indirgenebilir: birincisi, onun toplumsal belirlenimine (işçiler); ikincisi, kahramanca ancak yetersiz iktidar pratiğine. Sonuç olarak, Komün bütün esaslı politik içeriğinden soyutlanır. Muhakkak anılır, kutlanır, sahip çıkılır; ancak sadece, devlet iktidarının toplumsal doğasının telaffuzu için soyut bir vurgu olarak. Fakat bütün içeriği bu ise, Komün politik olarak köhnemiş demektir. Çünkü Sylvain Lazarus'un, yegâne siyaset alanının parti olduğu Stalinist politik tarz olarak isimlendirilmesini önerdiği şey tarafından böyle gösterilmektedir.

Bu nedenle onun anılması, aynı zamanda yeniden canlandırılmasını yasaklar.

Bu konuda, Bertolt Brecht’le ilgili ilginç bir hikâye vardır. Savaşın ardından Brecht, ihtiyatlı bir şekilde, yasaları Sovyet kuvvetlerinin koyduğu “sosyalist” Almanya’ya döner. 1948 yılında, yurt dışından duruma dair haber almak amacıyla İsviçre’de durarak yola çıkar. Burada kaldığı süreçte, o zamanlar sevgilisi olan Ruth Berlau’nun da yardımıyla Komün Günleri isimli tarihi oyununu yazar. Bu, tarihsel şahsiyetlerin popüler kahramanlarla birleştirildiği sağlam belgelere dayalı bir çalışmadır. Epik olmaktansa lirik ve komik bir oyundur; nadiren sahnelenmiş olsa da bana göre iyi bir oyundur. Almanya’ya varmasının ardından Brecht yetkililere Komün Günleri’ni sahnelemeyi önerir. Pekâlâ, 1949 yılında bahsi geçen yetkililer böyle bir performansın yersiz olduğunu beyan ederler! Sosyalizm, Doğu Almanya’da galip gelmiş bir şekilde kurulma sürecinde olduğundan, Komün gibi zor ve modası geçmiş bir proleter bilinç vakasına geri dönmenin hiç gereği olamaz. Kısaca, Brecht iyi bir kartvizit seçmemişti. Stalin’in Leninizm’i “muzaffer devrimler çağının Marksizm’i” şeklinde tanımlaması –parti kültüne indirgemesi - nedeniyle, yenilgiye uğramış devrimlere dönüşün anlamsız olduğunu anlamamıştı. 

Bununla birlikte, Brecht’in Komün’ü yorumlayışı neydi? Bunu değerlendirmek için, “Komünarların Kararı” isimli şarkının son üç kıtasını okuyalım.

“Sizi, bize geçineceğimiz bir ücret vermeye

İkna etmeyeceğimizin farkına varıyoruz

Fabrikaları sizden almaya kesin karar verdik

Sizin kaybınızın, bizim kazancımız olacağının farkına varıyoruz

 

Yönetenlerimizin bizlere verdiği sözlere

Bel bağlamadığımızın farkına varıyoruz

Bizim için iyi bir yaşamın özgürlükle başladığına

Geleceğimizin kendi buyruğumuzla inşa edilmesi gerektiğine karar verdik

 

Toplarımızın gürleyişinin

Sizinle konuşacak yegâne kelam  olduğunun farkına varıyoruz

Size, dersimizi aldığımızı ispat ediyoruz

Gelecekte silahları size çevireceğiz.”

Net bir şekilde, buradaki genel çerçeve, klasik yorumlayışı sürdürüyor. Komün; toplumsal, iktidara dair ve maddi tatminin yanında topların bir bileşimi olarak biçimlendirilir.

Çin yeniden canlandırması

Kültür Devrimi süresince ve özellikle 1966-1972 yılları arasında Paris Komünü, Çinli Maoistler tarafından yeniden canlandırılıyor ve çok sıklıkla adı anılıyordu; parti-devletin katı hiyerarşisinin kıskacına yakalanınca Ekim Devrimi ve resmi Leninizm haricinde referanslar arıyorlarmış gibi. Bu nedenle, muhtemelen büyük oranda Mao Zedong’un kendisi tarafından yazılan bir metin olan Ağustos 1966’daki 16 Nokta Kararı’nda, özellikle de kitle hareketinde, yeni örgütlerin liderlerinin seçilmesi ve geri çağrılmasına dair endişeler ortaya çıkarken Paris Komünü’nde ilham arama tavsiyesinde bulunulur. Şangay Belediyesi’nin Ocak 1967’de devrimci işçiler ve öğrenciler tarafından devrilmesinin ardından, yeni iktidar organı isim olarak Şangay Komünü’nü almıştır ki bu, bazı Maoistlerin, Stalinist parti formu tarafından kutsallaştırılandan farklı bir biçimde, iktidar ve devlet sorunları ile politik olarak bağlantı kurmaya çabaladıkları gerçeğine işaret eder.   

Gerçi, bu girişimler istikrarsızdır. Bu duruma, iktidara “el konulmuş” ve eyalet ve kent iktidarının yeni organlarını düzenlemek kaçınılmaz iken Komün isminin hızla terk edilmesinde ve yerine çok daha muğlak bir adlandırma olan Devrimci Komite’nin getirilmesinde şahit olabiliyorduk. Buna, 1971 yılında Çin’de Komün’ün yüzüncü yıl dönümü töreninde de şahit olunabilir. Bu törenin, sadece anmaktan fazlasını içerdiği, hâlâ bir yeniden canlandırmanın unsurlarını kapsadığı, gösterilerin büyüklüğünden gün gibi ortadadır. Çin genelinde milyonlarca insan yürüyüş gerçekleştirmiştir. 

Fakat, o zaman bazılarımızın okuduğu ve çok çok daha az kişinin koruyarak tekrar okuyabildiği (Çinliler için yapması muhtemelen çok zor bir hale gelen şey) bir metin olan ve bu vesileyle yayımlanan metinde gün gibi ortada olan devrimci parantez yavaş yavaş kapanıyordu. Bahse konu metin şudur: Yaşasın Proletarya Diktatörlüğünün Zaferi! Paris Komünü’nün Yüzüncü Yılı Anısına.

Bu tamamen ikircikli.

Anlamlı bir biçimde, metin, önsözünde Komün döneminde Marx tarafından yazılmış bir reçete içerir: “Eğer Komün yıkılırsa, mücadele ancak ertelenir. Komün’ün ilkeleri ebedi ve yok edilemezdir; (bu ilkeler) işçi sınıfı özgürleşene dek kendilerini tekrar tekrar sahneye koyacaklardır.”

Bu tercih, 1971 yılında bile Çin’in, Komün’ü sadece işçi ayaklanmaları tarihinin şanlı (ama modası geçmiş) bir parçası olarak görmediğini, yeniden canlandırılacak olan ilkelerin tarihsel bir anlatımı olarak gördüğünü doğrular. Muhtemelen Mao’nun olan ve Marx’ın açıklamasını yansıtan şu açıklamaya da kulak verin: “Kültür Devrimi başarısız olursa, ilkeleri dönemin düzeni kadar mevcut kalacaktır.” Bu da bir kez daha, Kültür Devrimi’nin, Ekim 1917’den daha çok Komün ile bağlantılı bir seyri genişlettiğini tekrar gösterir.

Komün ile ilgi, Çinli liderlerin Sovyet liderlerine karşıt olduğu kutlamaların içeriğinde de belirgindir. Örneğin:

“Proletarya ve dünya devrimci halkları, Paris Komünü’nün ihtişamlı yüzüncü yılını kutlarken, Sovyet revizyonist dönek kliği rol keserek, “Komün’ün ilkelerine bağlılık”tan üstünkörü bir şekilde bahsediyor ve kendini Paris Komünü’nün halefi olarak ikame ediyor. Hiç utanma duyguları yok. Sovyet revizyonist döneklerinin, Paris Komünü’ne dair konuşmaya ne hakları var?”

Bu, hem Mao’nun katkısını hem de garip bir biçimde Kültür Devrimi’nin kendisini Komün ile bir devamlılık içinde konumlandırdığı yaratıcı devrimci Marksizm ile gerici devletçilik arasındaki bu ideolojik karşıtlık çerçevesindedir:

“Başkan Mao’nun kendisi tarafından başlatılan ve liderlik edilen Büyük Proletarya Kültür Devrimi’nin top atışları, dönek, gizlenmiş hain ve bozguncu Liu Shao-chi’nin başını çektiği burjuva karargâhları tahrip etmiş ve emperyalistler ile modern revizyonistlerin, Çin’de kapitalizmi geri getirme şeklindeki düşkün rüyalarını boşa çıkarmıştır.

Başkan Mao, proletarya diktatörlüğünün tarihsel deneyiminin olumlu ve olumsuz yönlerini kapsamlı bir biçimde özetledi, miras aldı, savundu, Marksist-Leninist proleter devrim ve proletarya diktatörlüğü teorisini geliştirdi ve günümüzün en önemli sorununu –proletarya diktatörlüğünü pekiştirme ve kapitalizmin restorasyonunu önleme sorunu- hem teoride hem de pratikte çözdü.”

Ana formülü “proletarya diktatörlüğünü pekiştirmek”tir. Burada Paris Komünü’ne başvurmak, proletarya diktatörlüğünün basit bir devletçi formül olamayacağını ve komünizme doğru yürüyüşü sürdürmenin, kitlelerin devrimci seferberliğine başvurmayı gerektirdiğini anlamak demektir. Bir diğer deyişle, 18 Mart 1871’de Parisli işçiler tarafından tarihte ilk kez yapıldığı gibi, sürmekte olan bir devrimci deneyim –her zaman bir parça şüpheli ve öngörülemeyen bir karar- içinde bir proleter devlet için yeni formlar icat etmenin gerekli olduğu düşünülüyordu. Dahası, makalenin başlangıcında Maoistler, Kültür Devrimi’ni “proletarya diktatörlüğünün nihayet keşfedilmiş biçimi” olarak ilan etmişlerdi bile.

Buna rağmen, siyaseti ve devleti ifade etmedeki genel kavrayış değişmemiş biçimde kalır. Paris Komünü’nün devrimci yeniden canlandırılması girişimi ön hesapta yazılı kalır ve özellikle hâlâ, partinin vesayet figürünün hâkimiyeti altındadır. Bu, Komün’ün eksik yönleri paragrafında açık bir şekilde gösteriliyor:

“Paris Komünü’nün başarısızlığının temel sebebi,  tarihsel koşullardan kaynaklı olarak, Marksizm’in işçi hareketinde henüz hâkim konuma gelmemiş olması ve Marksizm’in rehber düşünce olduğu bir proleter devrimci partinin henüz vücut bulmamış olmasıdır… Tarihsel deneyim, kitleler açısından çok elverişli bir devrimci durumun ve devrimci coşkunun var olduğu yerlerde hâlâ güçlü bir proleter önderlik çekirdeğine, yani ‘Marksist-Leninist devrimci teori üzerine ve Marksist-Leninist devrimci tarzda inşa edilmiş devrimci parti’ye sahip olmak gerektiğini göstermektedir.”

Partiye dair son atıf Mao’dan olsa da, bu aynı kolaylıkla Stalin’den de olabilirdi. Komün’e ilişkin Maoist tasavvurun, nihayetinde parti-devlet çerçevesinin mahkûmu olması ve dolayısıyla buna “ilk açıklama” adını vermem bundandır.  

Klasik yorumlamanın ve onun dışında kalan bu yorumlamanın taslağının sonunda, bugün Paris Komünü’nün politik görünürlüğünün katiyen belirgin olmadığını söyleyebiliriz. Yani, en azından “bugün”den kastımız, siyaseti, devlete tâbi kılmanın dışında ve partilerin ya da partinin çerçevesinin dışında düşünmek mücadelesine girişmemiz gereken ansa.

Yine de Komün, kendisini tam olarak böyle bir tâbi olma ya da böyle bir çerçeve içinde konumlandırmayan bir politik kesittir.

Böylece yöntem, klasik yorumlamayı bir kenara bırakmak ve komünün politik gerçekleri ile tespitlerini bütünüyle farklı bir yöntemle ele almaktan ibaret olacaktır.

Sol nedir?

İlk olarak, Komün’den önce Fransa’da devlet iktidarı sorunu ile diyalektik içinde, bir dizi iyi kötü silahlı halk ve işçi hareketlerinin olduğunu belirtelim. İktidar sorununun ortaya çıkmadığının düşünüldüğü korkunç Haziran 1848 günlerini görmezden gelebiliriz: ulusal atölyelerin kapanması üzerine köşeye sıkıştırılan ve Paris’ten kovalanan işçiler önderliksiz, perspektifsiz ve sessizce savaştılar. Çaresizlik, öfke, katliamlar. Ancak Temmuz 1830’da Trois Glorieuses (Temmuz Devrimi; ç.n.) ve V. Charles’ın düşüşü vardı; Şubat 1848 ve Louis Philippe’in düşüşü vardı ve son olarak 4 Eylül 1870 ve III. Napoleon’un düşüşü vardı. 40 yıllık sürede, genç Cumhuriyetçiler ve silahlı işçiler, iki monarşinin ve bir imparatorluğun yıkılmasına sebep oldular. İşte bu nedenle, Fransa’yı “sınıf mücadelesinin geleneksel toprağı” olarak gören Marx; Fransa’da Sınıf Mücadeleleri, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i ve Fransa’da İç Savaş başyapıtlarını yazdı.

1830, 1848 ve 1870 konusunda, temel bir nitelikte, bugün hâlâ geçerli olduğu için daha da temel hale gelen bir şeyde ortaklaştıklarını belirtmeliyiz. Kitlesel politik hareket büyük oranda proleterdir. Ancak hareketin nihai sonucunun Cumhuriyetçi ya da Orleansçı siyasetçilerin kliklerinin iktidara gelmesine yol açacağı şeklinde genel bir kabul vardır. Siyaset ve devlet arasındaki uçurum burada somuttur: politik hareketin parlamenter izdüşümü, aslında devlete ilişkin siyasi yetersizliği ispat eder. Fakat bu yetersizliğin, orta vadede devlet ile politik düzen arasındaki yapısal bir uçurumun bedeli olarak değil, hareketin bizzat kendisinin başarısızlığı olarak deneyimlenmesi de dikkate değerdir. Esasında, proleter hareket içinde öznel olarak, bir politik kitle hareketi ile onun devletçi sonucu arasında bir devamlılık olduğu veya olması gerektiği tezi baskındır. Dolayısıyla, yinelenen “ihanet” mevzusu (yani, iktidardaki siyasetçiler politik harekete ihanet ederler. Ancak onların gerçekten de başka bir amacı, başka bir işlevi var mıydı?). Ve her seferinde bu umutsuz ihanet motifi, çoğu kez uzun periyotlar ile siyasi hareketin tasfiyesine sebep olur.

Bu son derece ilgi çekicidir. Mayıs 1968’deki halk hareketinin ve onun “solcu” silsilesinin, 1981’in çok öncesinde François Mitterand’ın yardımına koşarak kendilerini tükettiğini hatırlayın. Daha da ötede, 1940 ile 1945 yılları arasındaki direniş hareketlerinin radikal özgünlüğü ve politik beklentisi, Charles de Gaulle himayesinde eski partilerin iktidara dönmeleriyle kurtuluştan sonra azaldı. Bugün, ortamdaki “hareketçilik” –emeklilik reformuna karşı sendikaların seferberliğinden, çalışma yasası reformuna karşı nuit debout hareketinden, Sarı Yelekliler’e dek-  ancak zamanımızın François Hollande’larını, Emmanuel Macron’larını ya da Jean-Luc Mélenchon’larını doğuruyor. Bütün bu mahluklar, Komün’ün katilleri ve Cumhuriyet’in hâlâ bilinen kurucuları olan Jules Favre’lerin, Jules Simon’ların, Jules Ferry’lerin (Henri Guillemin'in “Jules Cumhuriyeti” olarak adlandırdıkları) görevlerini sürdürüyorlar. Ve bugün hâlâ “solu yeniden inşa etmeye” davet ediliyoruz. Ne saçmalık!

Komün’ün belleğinin, parlamenter dolandırıcıların, kitle siyasetinin patlamalarıyla ilişkili olarak üstlendikleri değişmez uyumlulaştırma taktiklerine de şahitlik ettiği doğrudur: şehit düşen işçilerin cılız sembolü Mur des fédérés (“Komünarlar Duvarı”, 28 Mayıs 1871’de 147 Komün savaşçısının önünde kurşuna dizilerek öldürüldüğü ve önündeki bir hendeğe atıldığı Père Lachaise Mezarlığı’nda bulunan duvardır; ç.n.), “Jules’lar” ile birlikte Üçüncü Cumhuriyet’in parlamenter savaşçısı ve kurucusu olan Léon Gambetta'nın adının verildiği heybetli bulvarın yanında yer almıyor mu?

Fakat Komün, bütün bunlara bir istisna teşkil eder. Çünkü Komün, halk ve işçi siyasi hareketlerinin “parlamenter” ve “demokratik” yazgısıyla Fransa’daki ilk ve bugüne kadarki yegâne kopuş olan şeydir.

18 Mart 1871’de işçi bölgelerindeki direnişin akşamında, askerler topları alamadıkları için geri çekildiklerinde düzene geri dönmek, hükümetle müzakerede bulunmak ve tarihin şapkasından yeni bir oportünistler kliği çıkarmak için çağrı yapılabilirdi. Bu kez öyle bir şey olmayacaktı.

Her şey, 19 Mart’ta yaygın bir biçimde dağıtılan Ulusal Muhafız Merkez Komitesi’nin (Paris Komünü’nün devrimci yönetim organı/hükümeti; ç.n.) bildirisinde yoğunlaşmıştı: “Paris proleterleri, yönetenlerin başarısızlıklarının ve ihanetlerinin ortasında, kamu işlerinin idaresini kendi ellerine alarak durumu kurtarmanın zamanının geldiğini anladılar.”

Bu kez, bu eşsiz zamanda, yazgı, usta politikacıların ellerine teslim edilmedi. Bu kez, bu eşsiz zamanda, ihanet, talihsiz bir tercihin basit sonucu olarak değil, kaçınılması gereken bir durum olarak davet edildi. Bu kez, bu eşsiz zamanda, tasarı, durumu sadece proleter hareketin kaynakları temelinde ele almaktı.

Burada, gerçek bir politik deklarasyon yatıyor. Görev, bunun içeriğini düşünmektir.

Ancak ilk olarak bir yapısal tanımlama şarttır: Müstesna bir siyasi hareketin genel sonuçlarına katlanabilecek donanıma sahip olanların yalnızca kendileri olduğunu beyan eden parlamenter siyasi kadrolar kümesine “sol” diyelim. Ya da daha çağdaş bir ifadeyle, “toplumsal hareketler”i “politik perspektif”le donatmaya muktedir yegâne kişiler olduklarını beyan eden.   

Bu nedenle, 19 Mart 1871 bildirisini, tam olarak soldan kopuş bildirisi olarak tanımlayabiliriz.

 Bu açıkça, bedelini komünarların kendi kanlarıyla ödemek zorunda oldukları şeydi. Çünkü, en azından 1830’dan itibaren “sol”, büyük boyutlu hareketler sırasında müesses nizamın tek başvuru kaynağı olmuştur. Yine Mayıs 1968’de Başbakan Georges Pompidou’nun hızla farkında vardığı şekilde, fabrikalarda düzeni sadece Fransız Komünist Partisi yeniden tesis edebilecekti. Komün, böyle bir ölçekte soldan kopuşun emsalsiz örneğidir. Aklıma gelmişken, bu, 1965 ile 1968 yılları arasında Çinli devrimcilere ve 1966 ile 1976 yılları arasında Fransız Maoistlere yaptığı modelsel katkıya, müstesna faydaya ışık tutan şeydir: görevin, tam da bu temel simgeye, yani komünist partilerin dönüştüğü bir simge olan “sol”a her türlü tâbi olma halinden kopmak olduğu dönemler.

Doğru; ezilmesinin ardından sol “bellek” Komün’ü soğurdu. Bu paradoksal birleşmenin dolayımı, sürgündeki ya da hâlâ cezaevinde olan komünarlara bir af için parlamenter bir mücadele şeklini aldı. Bu mücadele yoluyla sol, seçim gücünü risksiz bir biçimde sağlamlaştırmayı umuyordu. Bunun ardından –hakkında bir şeyler söylediğim- anmalar devri geldi.

Bugün, Komün’ün politik görünürlüğü bir çözülme süreciyle geri getirilmelidir: soldan kopuşla doğan Komün, kendisini uzun zamandan beri altında ezmiş olan solcu yorumlayıcılardan çekilip alınmalıdır. Bunu yaparken, rezilliği yapısal olan solun artık, benim sermaye-parlamenter düzen dediğim şeyi sürdürmesine gerek olmayacak düzeyde düşmüş olduğu gerçeğinden faydalanalım. Paris Komünü’ne sadakat, bir anma meselesi değil, yeni bir düşünüş ve gelecekteki politik keşif meselesidir. 


https://monthlyreview.org/2021/05/01/the-paris-commune-marx-mao-tomorrow/ adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız. 


Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi