Martinikli bir siyah olan Fanon'u Cezayir'le bu kadar yakından ilişkilendirmeye iten şey neydi? Cezayirlilerin Fransa'daki kötü durumu, Fanon'un gözlerini diğer ırksallaştırılmış grupların gündelik ırkçılığı nasıl deneyimlediğine açtı. Fanon, 'Kuzey Afrika Sendromu' (1952) üzerine yaptığı psikiyatrik çalışmada, Fransa'daki Kuzey Afrikalılara ıstırap çektiren gizemli hastalığı analiz eder. Freud'un filogeni ve ontogeni kavramlarını temel alan Fanon, ırksallaştırılmış veya sömürgeleştirilmiş özneleri etkileyen nevroz ve patolojilere toplum kökenli (sosyojenik) bir yaklaşım geliştirir.
'Ontogenik yaklaşımlar bireysel organizmayı' ve 'filogenik yaklaşımlar türü ele alırken', sosyojenik 'sosyal dünyadan, kültürün, tarihin, dilin ve ekonominin özneler arası dünyasından ortaya çıkan şeylerle ilgilidir'. Fanon, bu nevroz ve patolojilerin ontolojik olarak verili değil, toplumsal olarak üretilmiş olduğunu göstererek, bu açıklanamayan acıları hayali hastalıklar olarak ciddiye almayan psikiyatristlerin ırkçı önyargılarına meydan
okuyordu.
Kuzey Afrikalının sömürgeci inşasını çıkış noktası olarak
alan psikiyatristler, hastalarını etkileyen 'yabancılaşmış şekillenme'
sorunlarını görmezden gelmişlerdi. Aslında Cezayirlileri hasta eden ırkçı
toplumdu ve psikiyatri hastaneleri, işleri daha da kötüleştiriyordu. Fanon çok
geçmeden toplumsal yabancılaşma sorunlarının psikiyatrik tedavisinin
olamayacağını fark etti; ırksallaştırılmış ve sömürgeleştirilmiş özneleri
hastalıklarından ancak toplumsal ilişkilerin topyekûn dönüşümü
iyileştirebilirdi.
Fanon'un Cezayir'e dönüşünü William Gardner Smith'in ilk kez
1963'te, Cezayir'in bağımsızlığından bir yıl ve Fanon'un ölümünden iki yıl
sonra yayımlanan romanı Taş Yüz üzerinden de okuyabiliriz. Smith'in kahramanı
Simeon Brown, romanın başlarında acımasız bir ırkçı saldırıda bir gözünü
kaybeden siyah Amerikalı bir adamdır ve beyaz birini öldürerek intikam alma
dürtüsünden kaçmak için Paris'in yolunu tutmuştur. Siyah edebiyatçılardan aşina
olduğumuz bir Paris'e, Siyah Amerikalıların, Birleşik Devletler'in her şeyi
kapsayan ırkçılığından görünüşte kaçabildikleri bir Paris'e varır - Baldwin'in
deyişiyle, 'Fransızlardan nefret edemezdim, çünkü beni yalnız bıraktılar'.
Ancak yüzyılın başlarında Claude McKay, "(Paris'teki)
Zenci (Yazar burada özellikle Negro kelimesini kullanmış; ç.n.) entelijansiyasının
tamamen Fransa'dan yana olduğundan" şikayet etmişti ve bu Smith'in
romanında da geçerliliğini koruyor: Küçük göçmen grubu, Sol Kıyı'daki (Paris’te
Latin Amerikalıların yaşadığı bölge; ç.n.) kafeleri sık sık ziyaret etmekle
yetiniyor ve Fransa'nın başkentindeki diğer ırktan insanların -özellikle de
"les Arabes "ın- durumuna pek aldırış etmiyor. Simeon ve arkadaşları
için Paris, Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı bir panzehir sunuyor. Burada
nihayet (beyaz) burjuva toplumunun ritüellerine katılabilirler. Her halükarda
Cezayir mücadelesini destekleme konusunda isteksizdirler ve beladan uzak
durmayı tercih ederler.
Fransız toplumu hâlâ açık biçimde ırkçıdır, sadece Simeon ve
onun göçmen arkadaş grubuna karşı değil. Simeon bir cinsel saldırıya müdahale
ettikten sonra bir kavgaya karıştığında, artık Fransızlar için 'öteki'
olmadığını fark eder. Memurlar Simeon'u serbest bırakırken, kavga ettiği Cezayirli
adam tutuklanır. Cezayirli Hossein ertesi gün Simeon'u gördüğünde, Simeon'a
Fransa'da ayrıcalıklı bir konumda olduğunu hatırlatır. ('Hey! Beyaz bir adam
olmak nasıl bir duygu? ... Biz burada zenciyiz!') Hossein ilk başta mesafeli
dursa da, Cezayirli genç bir tıp öğrencisi olan arkadaşı Ahmed, Simeon'dan
hoşlanır. Simeon, Paris'teki Cezayirlilere daha bağlı hissetmeye başladıkça, siyah
arkadaşlarına onların durumundan bahsetmeye çalışır. Ancak onlar,
'Cezayirlilerin zencilerle birlikte olduklarında beyaz insanlar olduklarını'
iddia ederek ayrıcalıklarına dair her türlü tartışmayı bir kenara iterler.
Elbette Cezayirlilerin de kendi önyargıları vardır;
Simeon'un bir Polonya toplama kampından kurtulan kız arkadaşıyla yaptığı tartışmada,
Ahmed'in arkadaşlarından biri, Simeon'u dehşete düşürecek şekilde
antisemitizmini açığa vurur. Ancak iki Cezayirli kadın ona, Cezayir'de Fransız
askerlerinin yaptığı tecavüz ve işkenceleri anlatınca mücadeleye katılmaya
karar verir.
Taş Yüz, Simeon'un Paris'te FLN tarafından düzenlenen bir
gösteriye katılmasıyla doruk noktasına ulaşır. Bunu, polisin yüzlerce
Cezayirliyi öldürüp cesetlerini Sen Nehri'ne attığı 1961 Paris katliamının
canlı bir tasviri izler. (Taş Yüz, katliamın ilk edebi anlatılarından biridir.)
Adam Shatz'ın belirttiği gibi, 'Orijinal taslak ... Simeon'un Cezayirli
arkadaşlarının onu teşvik ettiği gibi Afrika'ya gitmesiyle sona erdi'. Ancak
son versiyonda, bunun yerine insan hakları hareketine katılmak için ABD'ye
döner ('herhangi bir yanmış dağdaki gerillalarınkinden daha zorlu bir savaş').
Akademisyen Paul Gilroy bu sonu, anti-emperyalist dayanışmadan geri çekilme ve
'Smith'in evrenselleştirici argümanının aşmış göründüğü dar bir kültürel
akrabalık versiyonunun taleplerine teslim olma' olarak yorumlamıştır. Ancak
Shatz, romanın sonunu yorumlamanın başka bir yolu olabileceğini düşünüyor:
"Cezayir mücadelesi ona sadece kaçtığı taş yüzle yüzleşme cesareti
vermekle kalmamış, Amerikan ırkçılığını daha geniş bir Batı tahakkümü tarihi
içine yerleştirerek anlayışını da değiştirmiştir".
Ancak Smith'in, kahramanının aksine, hiç hoşlanmadığı bir
ülke olan ABD'ye dönmekle pek ilgilenmediği düşünüldüğünde bu pek de inandırıcı
görünmüyor. Bunun yerine Kwame Nkrumah'ın Gana'sına yerleşmeyi seçmiştir. Smith
gibi Fanon da Afrika'ya taşındı. Tıp eğitimini Cezayirlilerin sömürgecilerle
savaşmasına yardımcı olmak için kullanabileceğine ikna olarak 1953'te Afrika'ya
gitti. Başlangıçta Cezayir'deki Blida-Joinville Hastanesi'nde Cezayirlilere
işkence eden Fransız askerlerini ve onların kurbanlarını tedavi etmekle
görevlendirildi. Ancak kurtuluş savaşı patlak verdiğinde Fanon, hastane
arazisini, FLN savaşçılarını sağlıkçı ve hemşire olarak eğitmek için kullandı.
Siyasi faaliyetleri nedeniyle 1957'de Cezayir'den sınır dışı edildi, ancak
başka bir isimle Kuzey Afrika'ya dönerek Tunus'ta FLN'ye katıldı.
Daha sonra, sürgündeki geçici Cezayir hükümetinin bir üyesi
ve temsilcisi olarak, Sahra boyunca ikmal hatları kurarak tıbbi malzeme ve
silah temininde onlara destek bile oldu. Fanon, sonraki yıllarının çoğunu
Cezayir davasına adadı. Ona göre bu, sömürgeleştirilmiş halkları
özgürleştirecek ve sonunda özgür olabilmeleri için bir 'yabancılaşmama'
sürecinden geçmelerini sağlayacak evrensel bir projenin başlangıcıydı.
Bağımsızlığın, yeni, sömürgesizleştirilmiş bir öznenin
ortaya çıkması için gerekli manevi ve maddi koşulları yaratacağını umuyordu.
Ancak Fanon, kurtuluş savaşının sonucuna (tam olarak umduğu gibi olmasa da)
asla tanık olamadı. Cezayir'in nihayet bağımsızlığını kazanmasından sadece
birkaç ay önce, 1961'de Amerika Birleşik Devletleri'nde bir hastanede öldü.
*Bu metin, Kevin
Ochieng Okoth’un “Red Africa: Reclaiming Revolutionary Black Politics /Kızıl
Afrika: Devrimci Siyah Siyaseti Yeniden Kazanmak” kitabından versobooks.com
tarafından alıntılanan bölümden oluşmaktadır.
https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/frantz-fanon-and-the-psychiatry-of-the-colonised-subject
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
0 Responses to Frantz Fanon ve sömürgeleştirilmiş öznenin psikiyatrisi*