“Devrim: Bir Entelektüel Tarih” kitabında Fransız ve Amerikan devrimlerinden Rus ve Çin devrimlerine kadar devrimlerin diyalektiğini, çelişkilerini ve sınırlarını analiz eden tarihçi-akademisyen Enzo Traverso, efsyn.gr’den Tasos Tsakiroglou ve Tasos Pappas ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
- - Kitabınızda,
“devrimler, tarihin nefesidir” diye yazıyorsunuz. Ancak, on yıllardır gerçek
devrimler görmüyoruz. Bu, tarihin nefesinin tükendiği anlamına mı geliyor?
Bence devrimlere siyasi durumsallık açısından değil,
tarihsel bir perspektiften bakmalıyız. Devrimlerin tarihin nefesi olduğunu
yazdığımda, genel olarak moderniteden bahsediyorum. Bunun hem 19. hem de 20.
yüzyıllar için doğru olduğunu düşünüyorum. Ancak 21. yüzyılda, 10 yıl önce Arap
dünyasında gerçek devrimler yaşadık, sadece bir ülkede değil, tüm bölgeyi
etkileyen bir devrim dalgasıydı ve bir yıl önce İran'da solmuş ya da
bastırılmış ya da batmış bir devrimden bahsedebileceğimizi düşünüyorum. Ayrıca,
bu cümleyi yazarken genel bir kavram olarak devrime atıfta bulunduğumu düşünüyorum.
Bu anlamda, devrimin bir 20. yüzyıl deneyimi olduğunu ve
artık "kapanmış" bir deneyim olduğunu düşünüyorum. Ama ne oldu? Üç
yıl önce, 2019'da Şili'yi düşünün. Genç bir solcu başkanın seçilmesiyle
sonuçlanan güçlü bir toplumsal ve siyasi hareket ya da sekiz yıl önceki
Yunanistan'ı düşünün. Bu vakalar, 1958'de Küba'da ya da 1917'de Rusya'da olduğu
gibi bir devrim değildi. Ancak çok güçlü birer toplumsal ve siyasi hareketti ve
bana göre bu hareketler, Avrupa'da yerleşik ekonomik sınıfa karşı bir isyanın
ön koşuluydu. Bu bahar Fransa'yı düşünün. Dolayısıyla Fransa'da meydana gelen toplumsal
ve siyasi çatışmalar, liberal demokrasinin alışılagelmiş diyalektiği değildi.
- - Kitabınızda,
komünizm ve nasyonal sosyalizmde -tarihsel ve ideolojik çıkış noktalarındaki
tüm büyük farklılıklara rağmen- ortak bir eğilimi, Rus Devrimi liderlerinin
siyasi tercihlerini de etkileyen bir teknoloji kültünü ve dönemin pozitivizmini
vurguluyorsunuz. Bu, pratiğe nasıl yansıdı?
Öncelikle, bu teknoloji tapınmasının, teknolojinin bu
şekilde fetişleştirilmesinin kesinlikle faşizme ve sosyalizme özgü bir durum
olmadığını, teknolojinin bu şekilde idealize edilmesinin liberal demokrasi de dâhil
olmak üzere modern kültürün karakteristik bir özelliği olduğunu söyleyebilirim.
Herbert Marcuse gibi bir filozof bunu, yani geç kapitalizmdeki bu teknoloji
mitini çok iyi analiz etmiştir ve bence Sovyet Rusya’da, faşist İtalya’da ya da
Nazi Almanya’sında yaşananlar teknolojiyi idealize etme yönündeki daha büyük
bir eğilimin parçasıdır: yani teknolojinin her türlü sorunun çözümü olduğuna
inanmak. Bu yanılsamaların 21. yüzyılın başlarındaki toplumlarımızda derin
kökleri olduğunu düşünün. İnsanların kaç kez "evet, ekoloji ve politik
ekoloji gerçek sorunlar teşkil ediyor, ancak teknoloji bunlara bir çözüm
bulacaktır" dediğini duyuyoruz?
- - Tarihsel
revizyonistlerin temel argümanlarından biri, nerede ve ne zaman bir devrim
olmuşsa, bunun terörizme ve totalitarizme yol açtığıdır. Bu ne kadar doğrudur
ve karşı argüman nedir?
Totalitarizmin, sadece devrimlerin bir sonucu olarak
açıklanabileceğini düşünmüyorum. Elbette Stalinizm Rus Devrimi'nin, Maoizm Çin
Devrimi'nin ve Kamboçya trajedisi de devrime dönüşen bir iç savaşın ürünüydü.
Ancak aynı şekilde totalitarizmin karşı devrimin bir ürünü olduğunu ve
İtalya'da yaşananların, yani Mussolini'nin iktidara gelişinin, 1919-1920
ayaklanmalarından sonra saf bir karşı devrim olduğunu söyleyebiliriz.
Almanya'da yaşananlar, Bolşevik devrimi tehdidine karşı tüm Alman elitleri
tarafından desteklenen bir tür önleyici karşı-devrimdir. Fransa'da, İspanya'da
iç savaş sırasında yaşananlar, karşı devrim tarafından kurulan bir tür
totaliter rejimdi. Örneğin Latin Amerika'yı ya da Şili'yi de göz önünde
bulundurun.
- - Devrimin
mirasını savunuyorsunuz ama yeri geldiğinde hem Marksizm’in klasiklerini hem de
Rus Devrimi’nin liderlerini eleştirmekten de çekinmiyorsunuz. Bu, solda pek sık
rastlanan bir durum değil. Solun kendini yeniden keşfetmeye ihtiyacı var mı?
Evet, solun kendini yeniden keşfetmesi gerektiği benim için
çok açık, bu yüzden benim kaygım ve kitabımın amacı kesinlikle solun mirasını
savunmak değil. Bence 20. Yüzyıl, devrimin tarihi bir yenilgisiyle sona erdi ve
bu yenilgi aynı zamanda sola dair pek çok yanlış anlamanın ve sınırlamanın da
ürünüdür. Solun kesinlikle kendini yeniden keşfetmesi gerekiyor, sadece eski
reçeteleri başarısız olduğu için değil, aynı zamanda 21. yüzyılda eski solun
kültürüyle, komünizmle, sosyalizmle, anarşizmle ya da komünizmin çeşitli sapmış
akımlarıyla kesinlikle ele alınamayacak bir dizi sorunla karşı karşıya
olduğumuz için. Buna, 20. yüzyıl solunun tamamı da dâhildir. Eski solu geri
getirmemeliyiz.
- - Bolşevik
devriminin gidişatını ve sonucunu kimsenin tahmin edemeyeceğini savunuyorsunuz.
Ancak çeşitli siyasi akımlardan pek çok kişinin Lenin ve Troçki'yi tehlikeler
konusunda uyardığını biliyoruz. Bunların arasında Kautsky, Rosa, Plehanov, Emma
Goldman da var. Bolşevik liderlerin göremediği ya da görmek istemediği neyi
gördüler?
Kitabımda Bolşevizm ve Bolşevik politikaya yönelik bu sol
kanat eleştirisine dikkat çekiyorum. Kautsky, Emma Goldman ve Plehanov'un
Bolşeviklere farklı eleştiriler getirmesi gibi çok farklı eleştirilerden
bahsettiniz. Bu tarihsel bir tartışma. Kimin doğru kimin yanlış pozisyonu
savunduğunu söylemenin çok verimli olacağını sanmıyorum, böylece bir yüzyıl
sonra geriye dönüp bu eleştirilerin doğru olup olmadığına karar verebiliriz.
Elbette birçoğunun haklı olduğu ortaya çıktı. Geriye dönüp
bakıldığında Bolşeviklerin 1917'den sonra bir diktatörlük kurduklarını anlamak
çok zor değil. Ve bu diktatörlük çok hızlı bir şekilde otoriter bir rejime
dönüştü. Ancak Bolşevik yönetimini eleştirenlerin hepsi Rusya'da değildi, en
azından çoğu. Dolayısıyla Bolşevikleri dışarıdan eleştirdiler, oysa Bolşevikler
önceden belirlenmiş reçeteleri ya da programları mekanik olarak uygulamadılar.
Bir iç savaşın ortasında yeni bir devrimci güç icat ettiler ve bence bu,
1920'lerin başında Rusya'da olanları anlamanın anahtarıdır. Ve bu yaklaşım
elbette Stalinizmin suçlarını ortadan kaldırmayı ya da göreceleştirmeyi
amaçlamıyor, sadece tarihselleştirmek ve politikalarını bir bağlama oturtmak
istiyor.
- - “Eğerler”,
tarihi sonradan yeniden yazmak için değil, düşünme fırsatı sundukları için
büyüleyicidir. İşte büyüleyici ve popüler bir “eğer”: Stalin'in yerinde Troçki
olsaydı, devrimci Rusya'da ve genel olarak dünyada durum nasıl olurdu diye
tahmin yürütebilir miyiz?
Bu büyüleyici bir soru, ancak gerçek tarihin olasılıkları,
olumsallığı ve sınırları ile ilgili. Elbette Stalin kaçınılmaz değildi ama
Hitler de kaçınılmaz değildi ve belki de Troçki, Stalin'e karşı iktidarı ele
geçirebilirdi. Her zaman açık seçenekler vardır. Machiavelli bunu daha 16.
yüzyılda çok iyi anlamıştı ve çoğu tarihçi Hitler'in Alman elitlerinin yaptığı
bazı yanlış hesaplamalar sonucunda iktidara geldiği konusunda hemfikirdir.
Elbette Troçki'nin, Stalin'e karşı iktidarı ele
geçirebileceğini ve belki de Almanya'da ona karşı otoriter bir hükümet
kurulabileceğini söyleyebiliriz, ancak bunun ne olabileceğini veya gerçekte ne
yaratacağını söyleyemeyiz. Tabii ki alternatifler vardı ama bunların
sonuçlarının ne olacağını söyleyemeyiz. Başka bir deyişle, Troçki iktidarı
alabilirdi ve şimdi Rusya harika bir sosyalist ülke olurdu deseydim, bu çok
naif bir peri masalı olurdu.
- - Sonsözde
"21. yüzyılın solu artık eski referans noktalarından uzaklaşarak kendini
baştan icat etmek zorunda" diye yazıyorsunuz. Peki bu çok parçalılık
(ortaya çıkışından beri süregelen bir hastalık) nasıl tedavi edilebilir? Tedavi
edilebilir bir hastalık olmadığı ve kurucu eyleminin temel bir unsurunu teşkil
etmediği sürece.
Açık konuşmak gerekirse, ben bu konuya hastalık açısından
yaklaşmıyorum. Sol hastalığı hakkında konuşabileceğimizi sanmıyorum çünkü bu
durumda sorunları çözmek için iyi bir doktor bulunması gerekir. Bence bu, çok
daha zor ve karmaşık bir konu. Şaşırtıcı ve paradoksal olan şey, bir yandan
oldukça gelişmiş ve güçlü bir eleştirel teoriye sahip olmamız. Küresel ölçekte,
birçok kıtadan bahsediyorum, eleştirel düşünce artık Batı'ya özgü bir şey
değil, içinde yaşadığımız dünyaya ait bir şey. Öte yandan, farklı zamanlarda
farklı yerlerde ortaya çıkmış, belki de güncelliğini yitirmiş daha güçlü
hareketlerimiz var ama eleştirel teori ile toplumsal hareket arasındaki bu
bağlantı şimdiye kadar kurulamadı. Sorun da bu zaten.
https://www.efsyn.gr/nisides/402682_mas-leipei-i-syndesi-metaxy-kritikis-theorias-kai-koinonikoy-kinimatos
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için buraya, blogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.
0 Responses to Enzo Traverso: Eleştirel teori ile toplumsal hareket arasındaki bağı kaybediyoruz