Jamie Stern-Weiner, İsrail-Filistin çatışmasında uzman isimlerden olan Mouin Rabbani ve Norman Finkelstein ile İsrail’in Gazze kuşatmasının birinci ayında, savaşın altında yatan siyasi dinamikleri konuştu. Rabbani ve Finkelstein, Biden yönetiminin, İsrail’in Gazze’yi yok etmesine verdiği desteğin yalnızca İsrail’e verdiği stratejik destekten değil, Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının aynı zamanda ABD'nin bölgedeki hegemonyasına yönelik bir saldırı olduğu algısından kaynaklandığını savunuyor.
- 7 Ekim’den bu yana her ikiniz de İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının kapsamını belirleyen üç kritik faktör tespit ettiniz. Birincisi, İsrail’in askeri kayıplar nedeniyle geniş çaplı bir kara harekâtına girişme konusundaki geleneksel isteksizliği. İkincisi, Hizbullah’ın müdahale tehdidi. Üçüncüsü, ateşkes için uluslararası ve özellikle de ABD baskısının düzeyi. Şimdi bu faktörlerin her biriyle ilgili olarak durumun ne olduğunu inceleyelim.
İsrail kara
birlikleri Gazze’ye sınırlı saldırılarda bulundu ve kuzey bölgesini güneyden
ikiye böldüğü bildirildi. Ancak toprak işgalini amaçlayan geniş çaplı bir işgal
henüz başlatılmadı. Böyle bir şey görme ihtimalimiz var mı?
Muin Rabbani (MR):
Bu kesinlikle mümkün ancak benim görüşüm en başından beri İsrail’in kapsamlı
bir kara işgalinden kaçınacağı yönünde. Daha önceki çatışmalarda İsrail ordusu,
çok etkili bir ölüm makinesi olmasına rağmen, özellikle kara savaşı söz konusu
olduğunda, bir savaş gücü olarak çok daha az etkili olduğunu gösterdi. Bunun
kanıtlarını sadece Gazze Şeridi’nde değil, Lübnan’da ve hatta bir dereceye
kadar Batı Şeria’da da gördük; İsrail'in çok mütevazı silahlara sahip
Filistinli mülteci kamplarına, kasabalara ve şehirlere defalarca düzenlediği
saldırılar buralarda faaliyet gösteren milisleri ortadan kaldırmakta başarısız
oldu.
Şu anda Gazze'de, bazı askeri analistlerin Orta Doğu
tarihindeki en yoğun bombardıman kampanyası olarak tanımladıkları tam bir aya tanık
olduk. İsrail ne yapıyor? Tüm mahalleleri yerle bir ediyor, sivil altyapıyı
sistematik olarak tahrip ediyor, bir ortaçağ kuşatması uyguluyor, kısacası
öncelikle sivil nüfusu hedef alarak tüm bir topluma saldırıyor. Gerçekten de
İsrail basınında çıkan haberlere bakılırsa İsrail şu ana kadar Gazze'de
Filistinli saha komutanlarından daha fazla Birleşmiş Milletler personeli
öldürdü.
Bu bana, askeri hedefler doğrultusunda yürütülen bir askeri
harekât gibi görünmüyor. Bu, İsrail’in 7 Ekim saldırıları için Filistinlilerden
dayanılmaz bir bedel alma hedefini tatmin etmek için bütün bir topluma ağır bir
kitlesel ceza verme seferi gibi görünüyor. Dolayısıyla bu yıkımı kapsamlı bir
kara harekâtının başlangıcı olarak değil, bir alternatifi olarak görüyorum.
Norman G. Finkelstein
(NGF): İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasının üç bileşeni var. Bence
hafife alınmaması gereken birincisi, saf intikamcı kana susamışlıktır.
Geçenlerde 1831'de 60 beyazın oldukça vahşi bir şekilde öldürüldüğü Nat Turner
köle isyanını okuyordum. İsyanın ardından Güney Amerika’daki beyaz nüfus
galeyana geldi. Yaklaşık 120 Afro-Amerikalı rastgele öldürüldü ve 80’i de
teknik olarak “yargılama” adı altında idama mahkûm edildi. Bu olayda da kana
susamışlık, Gazze halkının İsrail ordusunu ve istihbaratını böylesine küçük
düşürebilmiş olmasından kaynaklanan şaşkınlık ve şoktan kaynaklanıyor.
İsrail'in Gazze'deki ikinci hedefi “caydırıcılık
kapasitesini”, yani Arap dünyasının kendisinden duyduğu korkuyu yeniden tesis
etmektir. İsrail 7 Ekim’de büyük ve aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu, Arap
dünyasına İsrail’in bir zamanlar düşünüldüğü kadar ürkütücü bir düşman olmadığı
mesajını verebilirdi. Elbette Hizbullah bu mesajı 2000 ve 2006 yıllarında zaten
vermişti. Ancak Hamas gibi küçük, önemsiz görünen bir ordunun bile böyle bir
darbe vurabildiğini kanıtlaması, İsrail’in caydırıcılık kapasitesini yenileme
ihtiyacını önemli ölçüde arttırdı. Ve İsrail, kara savaşı yürütemediği için
caydırıcılık kapasitesini yeniden tesis etmenin yolu havadan olabildiğince çok
ölüm ve yıkım yaratmaktır.
Üçüncü bileşen ise İsrail’in Gazze sorununa nihai bir çözüm
getirme fırsatını yakalama çabasıdır. Bu durum en az 1992'de dönemin Başbakanı İzak
Rabin’in, Gazze’nin “denize gömülmesi” arzusunu dile getirmesinden beri İsrail’in
başına bela olmuştur. İsrailli planlamacıların başlangıçta Gazze’deki nüfusu
Sina’ya sürmeyi umdukları şimdi oldukça açık görünüyor. Ancak bu olasılık Mısır
Cumhurbaşkanı tarafından engellendi. Şu anda, İsrailli yönetici elitler
arasında Gazze ile uzun vadede tam olarak ne yapmak istedikleri konusunda hala
çok fazla belirsizlik olduğunu düşünüyorum.
Bu arada İsrail'in Hamas'ı yenmek için kapsamlı bir kara harekâtına girişmesine gerek kalmayabilir. Kuzey ve güney bölgelerini birbirine bağlayan tünelleri çökertmek ve yeraltındaki Hamas savaşçılarının havasız ve yiyeceksiz kalmasını beklemekten bahsediliyor.
- İkinci kritik değişkene dönecek olursak, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah’ın geçen hafta yaptığı konuşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
NGF: Pek çok kişi
bunu bir hayal kırıklığı olarak değerlendirdi ve bu bir hayal kırıklığıydı
ancak Nasrallah söyleyebileceği en fazla şeyi söyledi. Yaptığı tek açıklama
Hamas’ın yenilmesine izin vermeyecekleri yönündeydi. Nasrallah sözünün eri bir
insan olma eğilimindedir, dolayısıyla bu ifadeye değer verilmesi gerektiğini
varsaymak zorundayım. Hizbullah şu anda çarpıcı bir şey yapmayacaktır, ancak
Hamas’ın mutlak yenilgisi yaklaşırsa bir şeyler yapabilirler.
MR: Bence
Nasrallah’ın büyük bir konuşmayı sadece Hamas ve Gazze’nin kendi başlarına
kaldıklarını ve kendisinin daha fazla müdahale etmeyeceğini ilan etmek için
yapmadığı açık. Benzer şekilde Nasrallah’ın bu konuşmayı İsrail’e karşı tek
taraflı bir savaş ilanı için kullanmasını beklemek de gerçekçi olmazdı. Başta
Lübnan’daki durum olmak üzere her türlü faktörü tartmak zorunda.
Nasrallah'ın konuşmasında bilfiil ifade ettiği şey, tüm seçeneklerin açık olduğu ve Norman’ın belirttiği hususlara ek olarak, Hizbullah’ın gelecekteki hamlelerinin İsrail’in nasıl davranacağına göre belirleneceğidir. Bazı gözlemci ve analistler bu temelde, süregelen aşamalı tırmanışın tam ölçekli bir çatışmaya dönüşmesinin sadece bir zaman meselesi olduğu sonucuna varmıştır. Bu bana tamamen makul bir analiz gibi geliyor, ancak bu onu kaçınılmaz kılmıyor.
- Şimdi uluslararası resmi küçültelim. ABD’nin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
MR: ABD, sadece
İsrail’e değil kendisine ve uluslararası rolüne de yönelik olduğunu düşündüğü 7
Ekim saldırısı karşısında şok oldu. İsrail’e koşulsuz askeri, siyasi ve
diplomatik destek sağlayarak karşılık verdi. ABD, Washington’un kısıtlamaları
olmaksızın “kendini nasıl savunacağına” İsrail'in karar vermesi gerektiği
konusunda çok netti.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, başlangıçta İsrail’in
Gazze Şeridi’ni etnik olarak temizleme arzusunu tamamen benimsedi ve
pazarlamaya çalıştı. Belki de Washington’daki yankı odasında Mısır Devlet
Başkanı Sisi’nin Menendez skandalı nedeniyle baskı altında olduğu, IMF
kredisine ihtiyacı olduğu ve yaklaşan başkanlık seçimleri nedeniyle Arapların
Filistinlileri umursamadığı ve bu nedenle Blinken’in Gazze nüfusunun Sina’ya
aktarılmasını önermesinin yeterli olacağı ve Batı yanlısı Arap hükümetlerinin “harika
fikir, bunu gerçekleştirmenize nasıl yardımcı olabiliriz?” şeklinde yanıt
vereceği görüşü vardı.
Sonra Blinken gerçeklerle yüzleşti. 1970’lerden bu yana
Gazze Şeridi’nin sorumluluğunu hiçbir koşulda üstlenmemek Mısır’ın temel ulusal
güvenlik ilkelerinden biri olmuştur. Bu da Sisi’nin Sina önerisini değerlendirmeye
hazır olsa bile bunu Mısır’ın diğer kurumlarına ve güç merkezlerine
dayatamayacağı anlamına geliyor.
Yakın zamanda Blinken’in bölgeye döndüğünü ve sanki
seyahatinin asıl amacı Gazze’ye yardım girmesini sağlamakmış gibi “insani
duraklamadan” bahsettiğini gördük. Ben gerçekten de tüm bunların dikkat
dağıtmaya yönelik bir maskaralık olduğunu düşünüyorum. Bence Blinken’in şu anki
görevinin asıl amacı İsrail’e zaman kazandırmak ve böylece bu çatışmada
İsrail-Amerikan başarısı olarak gösterilebilecek en azından bir hedefe
ulaşmasını sağlamak.
Ayrıca ABD’nin, İsrail’in karar alma mekanizmasındaki
rolünün de arttığını görüyoruz. Biden yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında
zaten uzun süredir devam eden sorunlar vardı. 7 Ekim’den bu yana Beyaz Saray,
Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’un İsrail’e
baktıklarında kaos ve kargaşa içinde bir yönetim gördüklerini düşünüyorum.
Gazze’de ulaşılabilir hedefleri olan net bir strateji formüle etmekten aciz bir
yönetim. Bu nedenle Amerikalılar, İsrail’in yaklaşımına biraz akıl ve düzen
getirmeye çalışmak için bir dereceye kadar İsrail’in karar alma mekanizmasını
kontrol altına aldılar.
CIA direktörü William Burns bu hafta bölgeye geldi. Bence
Blinken’in çabalarını tamamlamak için değil, onların yerini almak için orada
olduğunu tahmin etmek akla yatkın. Yani ABD yönetiminde Biden, Blinken ve
Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın bu krize verdiği tepkinin ABD’nin
Orta Doğu’daki çıkarlarına ve nüfuzuna büyük zarar verdiğini düşünen başka
unsurlar da var.
Burns’ün İsrail’e mesajı ne olabilir? ABD’yi doğrudan bu
çatışmanın içine çekme potansiyeline sahip önemli bir bölgesel tırmanışın
eşiğinde olduğumuz. Bunu istemeyiz, özellikle de seçim yılında. Size verdiğimiz
kayıtsız şartsız destekle seçmen tabanımız nezdinde önemli bir siyasi sermaye
harcadık. Artık net ve ulaşılabilir hedefler tanımlamanın, bunlara ulaşmak için
net bir zaman çizelgesi belirlemenin ve bunu başaramamanız halinde bir çıkış
stratejisi oluşturmaya başlamanın zamanı geldi.
NGF: Bir tamamlayıcı
yorum yapayım. ABD’nin “insani bir duraklama” istediği ama İsrail’in buna hayır
dediği öne sürülüyor. Ben bunu tamamen mantıksız ve gülünç buluyorum. ABD,
Akdeniz’e iki uçak gemisi gönderdi, İsrail’e 14 milyar dolar daha verdi, İsrail’i
engelleyebilecek her türlü uluslararası eylemi engelliyor. Başkan Biden için
İsrail’e talimat vermek çok kolay: Ben sana bir şey yap dersem yaparsın. Ancak
her iki taraf da kamuoyunda ABD’nin “insani bir duraklama” istediği iddiasından
belirli bir avantaj elde ediyor. İsrail’in yaptıklarına karşı uluslararası öfke
arttıkça, ABD yardım etmek istiyormuş gibi davranıyor. Bu arada Netanyahu da
İsrail’in ulusal çıkarlarını korumak için ABD’ye meydan okuyan güçlü adamı
oynuyor.
MR: Gerçekten de
öyle. Kriz, aynı zamanda İsrail’in askeri, siyasi ve diplomatik olarak ABD’ye
ne kadar bağımlı olduğunu da en başından ortaya koydu. Reagan yönetimi İsrail’den
Orta Doğu’da batmayan bir ABD uçak gemisi olarak bahsetmeyi severdi. Bence
İsrail’in artık su alan bir römorkör olduğu ve su üstünde kalabilmek için gerçek
ABD uçak gemilerine ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Bunun, İsrail’in son yıllarda
Washington’da başarıyla inşa ettiği her şeyi bilme ve her şeye kadir olma imajı
açısından uzun vadede önemli sonuçları olacaktır.
https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/gaza-one-month-later-an-interview-with-norman-finkelstein-and-mouin-rabbani
adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için buraya, blogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.
0 Responses to Bir ayın sonunda Gazze: Norman Finkelstein ve Mouin Rabbani ile söyleşi