Siyaset teorisi alanında çalışmalar yürüten Bologna Üniversitesi (İtalya) Öğretim Görevlisi Sandro Mezzadra, geçtiğimiz günlerde yaşamını yitiren düşünür ve politik teorisyen Toni Negri’nin ardından, Il Manifesto gazetesi için bir yazı kaleme aldı.
Öldüğü gün Toni hakkında yazmak çok zor. En azından
benim için zor. Zihnimde çok fazla görüntü birikiyor: birlikte geçirdiğimiz
tatiller, Latin Amerika gezileri, sonsuz toplantılar ve tartışmalar, ama aynı
zamanda kitaplarının ilk okumaları, doğal olarak “Il Dominio e il Sabotaggio” ve
ardından 7 Nisan 1979 duruşmalarından hemen sonra “Dall'operaio massa
all'operaio sociale”. Okuldan eve dönerken televizyondan Kızıl Tugaylar'ın
liderinin tutuklandığını öğrendiğim o günü çok iyi hatırlıyorum.
Duruşmalardan sonra "Calogero teoremi"
olarak sunulan şeyden geriye hiçbir şey kalmadığı iyi bilinmektedir. Ancak
geriye, Toni'nin yüzlerce yoldaşıyla paylaştığı kırık hayatlar ve bitmek
bilmeyen önleyici gözaltı yılları kaldı.
Burada Toni'nin çok kişisel ve kuşkusuz tamamen
taraflı bir ilk portresini çizmek istiyorum. Bunu, en azından benim gözümde
onun benzersizliğini tanımlayan ve onu yıllar boyunca dünyanın farklı
yerlerinde tanıştığım birçok radikal entelektüelden ayıran şeylerin altını çizerek
yapacağım. Şimdilik onun kişiliğinin ve yaşamının her zaman dikkatimi çeken iki
yönüne değinmek yeterli olacaktır.
Birincisi, tükenmez entelektüel ve siyasi merakıdır ki
bu, yıllar geçtikçe daha da artmış olsa gerek. Elbette bunun tersinin olması,
özellikle de arkasında önemli bir deneyim ve saygın bir entelektüel üretim olan
kişilerin zaman içinde biriktirdiklerini yönetme konusunda kayıtsız kalmaları
normaldir.
Toni'de bu hiç olmadı, tam tersi oldu. Merak, bilme
arzusu, yeni şeyler öğrenme isteği hayatının son günlerine kadar ona eşlik
etti. Ve eğer vurguladığı bir şey varsa, o da kendi çalışmalarının
sınırlarıydı; arkadaşlarını ve meslektaşlarını durmamaya, yerleşik
varsayımların ve paradigmaların ötesine geçmeye çağırıyordu. Dijital
platformlar, kitlesel göçler, dünyadaki düzensizlikler hakkında konuşurken,
Toni kendisine söylenenlerle (ya da okuduklarıyla) asla tatmin olmadı, her
zaman daha fazlasını ve daha iyisini anlamak istedi.
İkinci yönü, yine doymak bilmeyen siyasi tutkusudur.
Özellikle İmparatorluk'tan sonra, dünyanın dört bir yanındaki prestijli
üniversitelere ve enstitülere ne davet ne de onurlandırma sıkıntısı vardı. Toni
buna bazen kızgınlıkla, bazen de ironiyle bakıyordu, ancak akademik
çevrelerdeki çatışmaları kesinlikle küçümsemiyordu.
Ama asıl dikkatini çeken, gerçek bir hareketle
karşılaşma olasılığıydı: o zaman yüzündeki ifade ve sesinin tonu değişirdi, bu
da ciddi olduğunun bir işaretiydi. Seksenli yaşlarını aşmış Toni'nin sosyal
merkezlerin soğuk odalarında oturup saatlerce sınıf mücadelesinin aldığı yeni
biçimler hakkında tartıştığını görmek, elbette yalnız yaşamadığım bir deneyim.
Onun için bu normaldi: Onun çapındaki pek çok entelektüel için böyle olduğunu
sanmıyorum.
Sonuçta bahsettiğim iki şey, Toni'nin komünist olarak
adlandırdığı aynı arzunun iki yönünden başka bir şey değil. Benim merak dediğim
şey, dünyayı dönüştürmek için onu anlamaya yönelik bir gerilimden başka bir şey
değildi; bu gerilim, dünyanın içinden geçen eğilimlerin, ona damgasını vuran
antagonizmaların ve sömürücü rejimlerin içinde ve onlara karşı oluşan
öznelliklerin tanımlanmasına dayanıyordu. Ve gerçek hareketlerle karşılaştığı
her fırsat onun için aynı zamanda bir bilgi fırsatıydı.
1960’lı yılların işçi mücadelelerine katılımıyla
şekillenen Toni'nin bu politik doğası, Machiavelli, Spinoza ve Marx'ın eserleri
tarafından tanımlanan eksen boyunca rafine edildi ve daha sonra son elli yılın
hareketleriyle yüzleşirken sürekli olarak yenilendi ve zenginleştirildi.
Bana öyle geliyor ki, klasikliği içinde, yaşadığı
hayatın tamamen politik ontolojisi olarak adlandıracağı şey, Toni'nin en
değerli miraslarından biridir.
Otobiyografisinin üçüncü cildinin (Storia di un
comunista/Bir Komünistin Hikâyesi) sonunda Toni ölümünden sakince bahsetmiştir.
Ancak, faşizmin yeniden dirildiğini gördüğü bir
dünyayla karşı karşıya kaldığında daha az sakindi. Şu yorumu yaptı: "İsyan
etmeliyiz. Direnmeliyiz. Hayatım gidiyor, 80 yaşından sonra mücadele etmek
zorlaşıyor. Ama ruhumdan geriye kalanlar beni bu karara götürüyor."
"Yıkma ve özgürleştirme sanatında"
kendisinden önce gelen birçok erdemli erkek ve kadın nesliyle ideal bir şekilde
yeniden bağlantı kurarken, onu her zaman farklı kılan aklın iyimserliğiyle
"ardından gelecek olanlardan" bahsetmeyi de unutmadı. Burada, bu
sanatta, Toni'nin politik ontolojisi ortaya çıkıyor: ona değer vereceğiz ve onu
uygulamaya devam edeceğiz.
https://ilmanifesto.it/una-vitale-passione-politica
adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için buraya, blogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.
0 Responses to Sandro Mezzadra, Toni Negri’nin ardından yazdı: Yaşamsal bir siyasi tutku