Content feed Comments Feed

Yazar ve bilim insanı Prof. Noam Chomsky, PublicServicesEurope.com’la yaptığı iki röportajın ilkinde uluslararası ilişkiler, jeopolitik, Arap Baharı ve Avrupa ve Amerika’yı saran ekonomik krize dair görüşlerini belirtti:

Geçmişte Amerika Birleşik Devletleri dış politikasının önde gelen eleştirmenlerinden biriydiniz. Göreve gelişinden bu yana bu alanda Başkan Barack Obama’nın performansı konusunda hangi görüşü benimsiyorsunuz? Sizin Usame Bin Ladin’in öldürülmesi operasyonuyla ilgili eleştirel bir tutum izlediğinizi biliyorum.

Eskiden, Anglo-Amerikan hukukunun masumiyet karinesi denilen ve mahkemede suçu kanıtlanana dek herkesin masum olduğuna dair bir kavram vardı. Bir şüpheli yakalandığı ve kolayca mahkemeye getirilebileceği vakit, ona öldürmek açık bir suçtur. Bu arada, Pakistan saldırısı aynı zamanda bir uluslararası hukuk ihlaliydi.

Yani, açık biçimde Obama’nın Beyaz Saray liderliğinde meydana gelen, CIA’in Yemen ve Pakistan gibi ülkelerdeki insansız hava aracı saldırıları için olası bir ahlaki gerekçe var mı?

Hedeflenmiş cinayetler için hiçbir gerekçe yoktur. Eski başkan döneminde devam eden şeyler vardı, ancak Obama yönetimi önceki yöntemleri, Amerika’nın terör eylemleri diye isimlendirdiği şeyleri gerçekleştirmesi için başkalarını cesaretlendirdiğinden şüphelendiği insanlara yönelik, küresel bir suikast kampanyasına doğru genişletti. ‘Terör eylemleri’ diye adlandırılan şeyler aynı zamanda oldukça ciddi sorular ortaya çıkarmaktadır ve bu bir olduğundan küçük göstermedir. Afganistan’da köyü Amerikan askerleri tarafından saldırıya uğradığında, köyünü korumak için tüfeğe sarılmakla suçlanan 15 yaşındaki çocuğun Guantanamo Koyu davası örneğini ele alalım. Terörizmle suçlandı ve toplam 8 yıl Guantanamo’ya gönderildi. Sekiz yıllık tutukluğun ardından, nerede ne olduğu sır değil, suçlu olduğu ileri sürüldü ve sekiz yıl daha cezaya çarptırıldı. 15 yaşındaki bir çocuğun terörizme karşı köyünü savunması mı terörizm?

Yani, potansiyel olarak, Obama’nın dış politika yaklaşımının belli alanlarda George W. Bush’unkinden daha kötü olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Devlet terörü açısından -ki ben bunu bu şekilde isimlendirirdim- evet demek zorundayım ve zaten bunlar askeri analistler tarafından da ifade ediliyor. Bush yönetiminin politikası, şüphelileri kaçırmak ve bildiğimiz üzere kendilerine pek de hoş davranılmayan gizli hapishanelere göndermekti. Fakat Obama yönetimi, o politikayı “Onları kaçırma! Ama onları öldür”e yükseltti. Şimdi bunların –Usame Bin Ladin olayında bile- şüpheli olduklarını hatırlayın. 11 Eylül saldırılarını planladığı ve organize ettiği akla yatkındır fakat “akla yatkın” ve “kanıtlanmış” iki farklı şeydir. Saldırılardan sonraki sekiz ay hatırlamaya değer, Nisan 2002’de, FBI Başkanı, basına yaptığı en ayrıntılı açıklamada, yalnızca, komplonun Bin Ladin tarafından gizlice Afganistan’da yapıldığını fakat Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya ve Amerika’da uygulamaya koyulduğuna inandıklarını söyleyebildi. Ancak o zamandan beri sağlam bir kanıt –en azından herkesin gözünün önünde- sunulmadı. Hükümet tarafından oluşturulan 11 Eylül komisyonunda oldukça makul surette akla yatkın dolaylı kanıt niteliğinde birçok materyal vardı, ama bu kanıtlardan herhangi birinin bağımsız bir mahkemede destekleneceği şüpheli. Ellerindeki kanıtlar onlara, bildiğimiz gibi kanıtları son derece acımasız koşullarda sorgulanan şüphelilere dayandıran hükümet tarafından sağlandı. Bağımsız bir mahkemenin böylesine kanıtları ciddi olarak değerlendirmesi oldukça düşük bir ihtimal.

Libya çatışmasını nasıl görüyorsunuz? Batılı güçler, özellikle de Avrupa müdahalesinde haklı mıydı?

İngiltere, Fransa ve ABD’den oluşan üç geleneksel emperyal güç, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile hiçbir ilgisi olmayan biçimde iç savaşa isyancıların tarafında dahil oldu. Emperyal üçlünün uygun biçimde davranıp davranmadığı sorusunun ele alınması ve tartışılması gereken bir soru olduğunu düşünüyorum. Bu kesinlikle uluslararası açıdan destek gören bir hareket değildi. Demek istiyorum ki, uluslararası toplum olarak adlandırılmakta, ancak dünyanın büyük kısmı buna karşıydı. Libya bir Afrika ülkesi ve Afrika Birliği pazarlık ve diplomasi çağrısı yapıyordu, ancak kendilerine kulak asılmadı. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin –BRIC (dört ülkenin İngilizce isimlerinin baş harflerinden oluşan son dönem kısaltması; ç.n.) ülkeleri- o dönemlerde Çin’de bir toplantı gerçekleştirdi ve onlar da diplomasi ve pazarlık çağrısı yapan bir deklarasyon yayımladılar. Hatta Türkiye bile başlangıçta ilgisizdi ve Mısır bunu desteklemedi, Arap dünyasından neredeyse hiç destek gelmedi.

Gerçek soru şu: “Sivilleri koruma emri, diplomasi yoluyla uygulanabilir miydi?” Libya, büyük oranda bir kabile ülkesi ve kabileler arasında çok sayıda çatışma mevcut. Geçiş hükümeti, şeriat hukukuna katı bağlılık olacağını, kadınların haklarının yok sayılacağını ve buna benzer şeyleri şimdiden vurgulamış durumda. Bütün bunlar hakkında çok şey bilen pek az Batılı mevcut. Öte yandan, korkunç bir cani olan Kaddafi’den kurtulmak için çok büyük halk desteği vardı.

Zaman geçerken ve Suriye, İran gibi ülkelerdeki isyancılar Libya’daki ezilen yurttaşların kazanımlarından cesaret alırken genişleyen ve derinleşen bir Arap Baharı görüyor musunuz?

İran başka bir mevzu -acımasız bir yönetimi var, fakat koşulları çok farklı. Suriye’deki, şiddetli bir iç savaşa dönüşen aşırı korkunç bir durum. Kimse bunun üstesinden gelecek akla yatkın bir çözüm önermiş değil. Arap dünyasının büyük bölümünde, demokrasi yanlısı ayaklanmalar çok hızlı biçimde ezildiler. En uç radikal İslamcı devlet ve ABD ile İngiltere’nin en yakın müttefiki olan Suudi Arabistan’da zayıf protesto çabaları oldu ve bunlar çok hızlı biçimde ezildi –o kadar ki, insanlar tekrar sokağa çıkmaya korktu. Aynısı Kuveyt ve bölgenin –petrol bölgesinin- tamamı için de geçerli. Bu protestoların Suudiler öncülüğündeki işgal güçleri tarafından, hastanelerin basılması ve hastalar ile doktorlara saldırılması gibi çok korkunç yöntemlerle şiddetle ezilmesi öncesinde, Bahreyn’deki protestolara başlarda müsamaha gösterildi.

Mısır ve Tunus’ta kayda değer ilerleme oldu –ancak bunlar sınırlandı. Mısır’da ordunun, toplum üzerindeki kontrolünü gevşetmeye niyeti yok –ülkede şu anda özgür bir basın ve bağımsız biçimde örgütlenebilecek ve hareket edebilecek bir işçi hareketi olmasına rağmen. Tunus da bir emek aktivizmini tarihine sahip. Bu nedenle, demokrasi ve özgürlüğe doğru ilerleme, uzun vadeli militan aktivizmin doğuşu ile bir hayli yakından ilişkili. Bu, Batılıları şaşırtmamalı, çünkü Batı’da gerçekleşen tam olarak bu.

BRIC ülkelerinin yükselişi, Orta Doğu’daki istikrarsızlık ve Batı’nın reddedilişi ile birlikte önümüzdeki on yıllar boyunca jeopolitiğin nasıl vuku bulacağını öngörüyorsunuz?

ABD ve Avrupa kısmen farklı sorunlara sahipler. Şu apaçık ortada ki, Avrupa, daha yoksul ülkeleri zenginler ile birlikte bütünleştirme yönündeki göreceli insani yaklaşımda kısmen izi bulunabilir durumda olan epey ciddi finansal sorunlarla yüz yüze. Avrupa Birliği kurulmadan ve Yunanistan, Portekiz, İspanya gibi daha fakir güney ülkeleri AB’ye girmeden önce, zengin gelişmiş ülkeler ile yoksullar arasındaki keskin farkları azaltmak çabaları vardı –Kuzey Avrupa işçileri, Güney’deki fakirleştirilmiş ve sömürülmüş işçi sınıfı ile rekabete girmek zorunda kalmayacaktı. Uçurumu tabii ki ortadan kaldırmayacak, ancak daha yoksul ülkeler, zengin kuzey ülkeleri üzerinde çok sert etkiler yaratmadan AB’ye girebilsinler diye uçurumu yeterli düzeyde giderecek telafi edici finansman sağlama ve başka önlemler vardı.

Avrupa bugün, görece yardımsever tutumunun ve Avrupa Merkez Bankası’nın olağanüstü bağımsızlığı ve anti-enflasyon politikalara –ki bunlar zayıflama ve durgunluk döneminde izlenecek politikalar değildir- sadakatle bağlanması gibi bazı çok ciddi sorunların hakkından gelmedeki başarısızlığının bedelini ödüyor. Avrupa, politikaların kısmen daha gerçekçi olduğu ABD gibi bunun karşıtını yapmalı.

Bu yeni dünya düzeninde –Batı egemenliğindense çok kutupluluğu yansıtması imkân dahilinde olan- ABD ve Avrupa’nın hangi rolü oynayacağını düşünüyorsunuz?

Avrupa ve ABD, hâlâ küresel ekonominin büyük bir parçası; bundan şüphe yok. Avrupa, kendi sorunlarını kendi çözebilirse seçenekleri var –ki ben ekonomi politikalarını değiştirmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Avrupa’nın şu anda ihtiyaç duyduğu şey tasarruf programı değil, gelecekte borç sorununu çözebilmek için büyümeyi yeniden sağlayacak canlandırma paketi. Aynısı ABD’de de geçerli. Her iki bölgede, canlandırma programı için ol para var. Borcu yükseltebilir, fakat bu çok daha uzun vadeli bir problem. Toplumlarımızda bol miktada servet var; soru, bunun nasıl kullanılacağı.

Uluslararası ilişkiler yazınının tamamındaki müşterek konu, Batı’nın reddi olarak adlandırılan şey ve küresel iktidarın, yükselen güçler olan Çin ve Hindistan’a doğru bir kez daha yön değiştirmesi şeklindeki doğal sonuç. Çin’deki ekonomik büyümenin birçok bakımdan epey çarpıcı olduğu argümanı mantıksız –fakat bunlar çok fakir ülkeler. Kişi başına düşen milli gelir Batı’dakinin oldukça altında ve çok büyük iç sorunları mevcut. Ekonominin ana lokomotifi olarak nitelendirilen Çin, bugün hâlâ büyük ölçüde bir montaj fabrikası. ABD’nin Çin ile olan dış ticaret açığını katma değer bakımından tam olarak hesaplarsanız, rakamın yüzde 25 civarında düştüğü, Japonya, Tayvan ve Kore’yle ise yaklaşık olarak aynı oranda yükseldiği sonucunu bulacaksınız. Bunun nedeni parçalar, bileşenler ve yüksek teknolojinin ABD ve Avrupa’dan olduğu kadar çevresel, daha fazla sanayileşmiş toplumlardan Çin’e akması ve Çin’in bunların montajını yapmasıdır. Üstünde “Çin’den ithal edilmiştir” yazan bir iPad ya da başka bir şey satın aldığınızda, katma değerin çok azı Çin içinde kalır.

Çin, ilerleyen zamanlarda kesinlikle teknoloji basamaklarını tırmanacak –ancak bu zor bir tırmanış ve ülkenin, nüfus sorununun da aralarında olduğu çok ciddi problemleri var. Ülkenin büyüme periyodu, yirmilerinde, otuzlarında olan genç işçi nüfusundaki şişknlikle ilişkili, fakat bu değişiyor –kısmen, “bir çocuk” politikası nedeniyle. Gerçekleşecek olan şey çalışma çağındaki nüfusta düşüş ve yaşlı nüfusta bir artış. Çinliler kuşkusuz ki büyüyecek ve önem arz edecek, ama Hindistan, sefalet içinde yaşayan yüz milyonlarca insanla maddi olanakları daha da kısıtlı durumda. Dünya daha farklı bir hale geliyor ve daha farklı bir yüzyıl yaklaşıyor. BRIC ülkelerinin yükselişiyle, gücün yayılması yaklaşıyor. Amerikan gerilemesine gelirsek, bu 1940’larda başladı. ABD, gücünün zirvesine, inanılmaz bir güvenlikle dünyadaki servetin ve üretimin tam olarak yarısına sahip olduğu 1945’te ulaştı –tarihte buna benzer başka bir şey gerçekleşmemiştir. Çok hızlı biçimde düşüşe geçti ve sözümona “Çin’in kaybı” 1949’da gerçekleşti. Dünyaya hükmettiğimiz ve sahip olduğumuz durumu çantada keklik olarak görüldü. Çok kısa sürede “Güneydoğu Asya’nın kaybı” gerçekleşti. Çin içindeki savaşların ve Endonezya’daki darbenin sebebi bu.

Son on yılda, “Güney Amerika’nın kaybı” denen şeye şahit olduk. Güney Amerika, bağımsızlık ve bütünleşmeye doğru ilerlemeye başladı ve ABD, bölgedeki tüm askeri üslerden kovuldu. Ayrıca Latin Amerika, Güney Amerika, Afrika ve Orta Doğu’da oluşturulan birlikler mevcut. Batı ve müttefikleri, bunu kontrol etmeye gayretinde, ancak söz konusu durum devam ediyor. Ve Çin’de, Orta Asya ülkelerinin de dahil olduğu, Rusya, Hindistan ve Pakistan’ın ise gözlemci olarak bulunduğu Şanghay İşbirliği Örgütü var. ABD dışlanmış durumda ve bahse konu örgüt şu ana dek enerji temelli, ekonomi temelli bir uluslararası örgüt. Şimdiye dek bu, dünyadaki güç dağılımının bir başka parçası.

Amerikan düşüşü, önemli derecede bir kendi kendine yapma hali. 1970’lerden bu yana Batı ekonomileri keskin bir virajda. Tarih boyunca eğilim, büyüme ve iyimserliğe doğru olmuştur. Bu, üretimdeki kâr oranlarındaki düşüş nedeniyle ekonomide finansallaşma ve üretimin ülke dışına taşınmasına doğru bir yön değiştirmenin olduğu 1970’lerde değişti. Gerçekleşen şey, servetin tek noktada –bilhassa finansal sektörün çok küçük bir kesiminde- aşırı derecede yoğunlaşması, durgunluk ve nüfusun büyük bir kısmı için ekonomik gerilemeydi. Bugün “yüzde 99 ve yüzde 1” gibi sloganlarınız var. Rakamlar tamamen doğru değil, fakat genel tablo öyle. Tablo, çok az sayıda cepte olağanüstü düzeyde servete neden olmasından dolayı ciddi. Bununla birlikte, kapsadığı ülkeler için çok kötü. Şu anda tüm dünyada şahit olduğumuz protestolar bunun bir başka belirtisi.



http://www.publicserviceeurope.com/article/1047/professor-noam-chomsky-in-interview adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü Kolektifi/Doruk Köse-Erkan Çınar

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Chomsky ile Arap Baharı, ekonomik kriz ve işgallere dair

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi