ABD’nin Oregon eyaletine bağlı Eugene kentindeki “Eugene’i İşgal Et” hareketine bir ziyarette bulunan John Bellamy Foster, burada yaptığı konuşmada, ABD’deki hareketin öneminin ülke ile sınırlı olmadığını, esas öneminin burada kazanılacak başarının tüm dünya halklarına cesaret verici bir örnek teşkil edecek olmasından geldiğini belirtti:
“Eugene’i İşgal Et” Mitingi, 15 Ekim 2011
Bizler burada, birkaç hafta içinde, dünya çapında yüzlerce şehirde küresel bir hareket halini alan Wall Street’i İşgal Et hareketinin bir parçasıyız. Sadece bu ülkede değil, tüm dünyadaki yüzde 99’un bir parçasıyız.
Ana akımı, şirket medyasını okuyorum. Uzmanları, siyasi güç odaklarını ve politikacıları dinliyorum. Gerçekten neden burada olduğumuzu bilmediğimizi söyleyerek eleştiriyorlar hareketimizi. Sadece öfkeli olduğumuzu, “duygusal bir haykırış” içinde olduğumuzu iddia ediyorlar. Temsilciler Meclisi Başkanı Eric Cantor bizi “büyüyen bir çete” olarak adlandırıyor.
New York Times’la röportaj yapan Wall Street bankacıları bizim “özenti gruplar” olduğumuzu, “seyreleceğimizi” ve hava soğuduğunda dağılacağımızı söylüyor.
Bir New York Times makalesi, kendine ait hiçbir fikri olmayan, taraflı politikadan bıkmış kafası karışık “liberal aktivistler” olduğumuzu yazdı. Aynı gazetedeki bir editör, bizim yalnızca, hiçbir belli talebi olmayan protestocular olduğumuzu söyledi. İyi niyetli olduğumuzu kabullendiler ancak bazı şeylerin gelecekteki gidişatını belirleme işi bizim, yüzde 99’un yani sokaktaki halkın değil de –öyle olduğunu söylüyorlar- politikacılarındır.
Dış İlişkiler Konseyi yayını olan Foreign Affairs dergisi, Wall Street’i İşgal Et’in, kapitalizm değil de bir Wall Street eleştirisi olduğunu yazıyor, sistemin kendisini sorgulamadığımızı söylüyorlar.
Yanlışlar. Dünya çapında büyüyen Wall Street’i İşgal Et ordusunun bir parçasıyız. Ve neden burada olduğumuzu biliyoruz.
• Amerikan toplumunun temelde eşit olmadığını biliyoruz. Kesin rakamları bilemiyor olsak da, toplumda, gelir dağılımının en üstündeki yüzde 1’in neredeyse bütün gelirin yüzde 25’ini ve en üstündeki yüzde 10’un da, toplam gelirin yüzde 50’sini aldığını biliyoruz.
• Yine tam olarak rakamları veremiyor olsak da, 1950’yle 1970 arasında, gelir dağılımının en altındaki yüzde 90’ın eline geçen fazladan her bir dolar için, en üstteki yüzde 1’in tamamı 162 dolar aldı. Herşey daha eşit olduğunda, bu durum geri döndü. 1990’la 2002 arasında nüfusun en altındaki yüzde 90’ın eline geçen fazladan her bir dolar için, en üstteki yüzde 1’in tamamı 18,000 dolar aldı.
• Forbes 400’ü biliyoruz. Birleşik Devletler’deki 400 birey (sayıları bugün buradaki insanlardan çok daha az) gelir düzeyinin en altındaki nüfusun yarısı -150 milyon- kadar servete sahip.
• Finansal varlıklar söz konusu olduğunda (konutlar hariç) Birleşik Devletler’deki nüfusun en üstündeki yüzde 1’inin, nüfusun en altındaki yüzde 80’inin dört katı kadar servete sahip olduğunu biliyoruz.
• Kesin ayrıntıları bilmiyor olsak da, Birleşik Devletler Genel Muhasebe Ofisi’nin yaptığı bir denetime göre, Federal Rezerv Kurulu’nun, son mali krizde Birleşik Devletler ve dünyadaki büyük şirketlere 16 Trilyon dolar’dan fazla mali yardımda bulunduğunu biliyoruz. Nüfusun büyük çoğunluğu bunun bedelini öderken, zenginlere mali destek de bulunuldu. Ve hala ödüyorsunuz!
• Tam zamanlı çalışmak isteyip buna sahip olamayan halkın gerçek sayısı yaklaşık iki kat fazlayken, Birleşik Devletler’de resmi işsizlik rakamının yüzde dokuzdan fazla olduğunu biliyoruz.
• Resmi işsizlik rakamının gençler için yüzde 25, siyahlar için yüzde 16, hispanikler (Latinler) için yüzde 11 olduğunu biliyoruz. Ve bunu ikiyle çarparsanız, gerçek rakamlara yaklaşırsınız.
• Yoksulluğun büyüdüğünü ve “kadınlaştığını” biliyoruz. Bu ülkedeki birçok insanın insafsızca “kaçak göçmenler” diye damgalandığını biliyoruz.
• Tam boyutunu kavrayamasak da, Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre dünyada 2,4 Milyar işsiz ya da yarı zamanlı çalışan, ekonomik olarak pasif ya da geçinmesini sağlayacak kadar işçilik yapanlar olduğunu biliyoruz. Dünyadaki işçilerin %39’unun günlük 2$’dan daha azla yaşadığını biliyoruz.
• Çok uluslu şirketlerin, devasa karlar elde etmek ve dünya çapında ücretleri kontrol altında tutmak adına, ülkeler arasındaki ücret farklılıklarını sömürdüğünü ve işsizlerin muazzam küresel yedek işgücü ordusundan faydalandığını biliyoruz.
• Gerçek bir ekonomik iyileşme olmadığını, yalnızca zenginlerin refah düzeyinin arttığı bir ekonomik buhran döneminde olduğumuzu biliyoruz. Birleşik Devletler’de 1960’tan beri, birbirini takip eden her on yılda yavaşlayan ekonomik büyümenin şu an tamamen durduğunu biliyoruz. Diğer herkes için büyümeyen bir pastanın dilimleri küçülürken, zenginlerin daha büyük dilimler haline geldiğini biliyoruz.
• Birleşik Devletler ve müttefiklerinin Afganistan, Irak ve Libya’da savaşa girdiğini biliyoruz. İran ve muhtemelen Venezüella’ya müdahale planının yapıldığını biliyoruz. Amerikan ordusunun tüm dünyada konuşlandığını ve sayılarının arttığını biliyoruz. Birleşik Devletler’in her yıl resmi rakamlarla, ordu için yaklaşık yarım milyar dolar ama gerçekte bir trilyon dolar harcadığını biliyoruz.
• Demokrasiden ziyade plütokraside (zenginlerin idaresinde, ç.n.) yaşadığımızı, politik sürecin her noktasında paranın, kamuoyuna karşı oy üstünlüğü olduğunu biliyoruz.
• Bu ülkede sendikaların savunma konumunda olduğunu biliyoruz. Haksız yasalarla mahvedildiğini biliyoruz. Yeniden savaşa girmek adına, bir yol arama mücadelesi verdiklerini biliyoruz.
• Birleşik Devletler’deki ilk ve orta öğretim sistemimizin özelleştirilip yok edildiğini biliyoruz.
• Şimdiye dek dünyadaki en yüksek mahkum etme oranın bizde olduğunu biliyoruz.
• Bütün bunların ekonomik güç sistemiyle, kapitalizmin imzası olan “açgözlülük iyidir”e ve Wall Street prensiplerine inanan bir toplumla ilişkili olduğunu biliyoruz.
• İnsanoğlunun kaçınılmaz ve son savunması olduğumuzu biliyoruz. Dünyanın yüzde 99’u olduğunuzu biliyoruz. Hava kötüleştiğinde “seyrelmeyeceğimizi” biliyoruz. Çete olmadığımızı biliyoruz. Yeryüzü olduğumuzu, demokrasi ve gelecek olduğumuzu biliyoruz. Dünya ufacık bir azınlık tarafından uzun süredir işgal edilmiş durumda. Halk için onu yeniden işgal etmek, geri almak zamanı.
2009 yılında, Democracy Now’da küresel finans krizine dair bir tartışmaya katılmıştım. O aman, uzun vadeli bir ekonomik durgunluk döneminde (finansal krizin sadece bir belirti olduğu) olduğumuzu söyledim. Tarihteki en yakın emsali “Büyük Buhran”dı. 1929’da borsanın çökmesinin ardından ABD’de 1930’larda endüstriyel sendikal hareketin, CIO’nun ve ikinci “Yeni Görüş’ün (Orijinali New Deal olan tamlama, Büyük Buhran sırasında Başkan Franklin Devano Roosevelt tarafından uygulanan ve sınırlı oranda devlet müdahalesini öngören yaklaşımdır; ç.n.) doğuşuyla bir başkaldırı gerçekleşmesinin dört yıl aldığına dikkat çektim. Başkaldırı, ekonomik düzeltmenin 1933’te başlamasından bir yıl ya da daha fazla sonrasına, halk ekonomik düzeltmenin yanlış olduğunu birden bire fark edene kadar varını yoğunu ortaya koymadı.
Aşağıdan gelen benzer bir “Büyük Başkaldırı”nın bugün verili derin ve kalıcı ekonomik durgunlukta ABD’de olası olduğunu söyledim. Aynı zamanda, Büyük Buhran’da olduğu gibi krizin ilerlemesi ve halkın başkaldırıyı ateşlemesi için üç ya da dört yıl beklememiz gerekebileceğini de söyledim. Büyük Buhran’da olduğu gibi, halk, ekonomik düzeltmenin vaatlerinin yalan olduğunu, kendilerine yalan söylendiğini ve sistemetak olarak soyulduklarını öğrenene kadar başkaldırının gerçekleşmeyeceğini dile getirdim. Wall Street’i İşgal Et, Eugene’i İşgal Et, ABD’yi İşgal Et, günümüzün aşağıdan gelen “Büyük Başkaldırı”sı.
Fakat bugün şahit olduğumuz, henüz filizlenmesine rağmen daha büyük olan bir şey. Birkaç hafta içinde Dünyayı İşgal Et hareketinin doğuşunu izledik. Her yerden insanlar mücadelede birleşti. Ben Ekim başında Avustralya’dayken, her şey başlama aşamasındayken, radikal eylemciler “Wall Street’i İşgal Et”te gerçekleşen olayları izlemekten kendilerini alamıyorlardı –ülkedeki anaakım medya tarafından oraya dair haberler verilmeden önce dahi. Neden? Avustralya, yerkürenin diğer tarafında. New York’daki bir direniş hareketiyle neden ilgilenmeliydiler ki?
Nedeni, biz Amerika’dakilerin “Kale Amerika”da, dünya imparatorluğunun kalbinde yaşıyor olmamız. Başkaldırının illa ki burada olması gerekmiyor! Duvarda bir gedik görülürse, burada, José Marti’nin dediği şekliyle “Canavarın İçinde” kitlesel protestolar meydana gelirse, bütün dünyanın morali yükselecek ve direnmek için cesaretlenecek. Çünkü bu durumda imparatorluğun ufalandığını bilirler. Bizim buradaki mücadelemiz, dünyanın bütün halkları için direniş alanı açıyor.
İşgalin anlamı nedir? Bir işgal neden çok önemli? Bu hareket neden çok farklı? Çünkü bizim çekip gitmediğimiz anlamına geliyor. Dağılmayacağız. Kalacağız. Biz kazanacağız. Dünya buna ihtiyaç duyuyor.
http://mrzine.monthlyreview.org/2011/foster191011.html adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü Kolektifi/Doruk Köse – Erkan Çınar
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız
0 Responses to John Bellamy Foster: Neden işgal ediyoruz, ne biliyoruz?