Content feed Comments Feed

Philosophie Magazine’den Samuel Lacroix, Sosyolog Ugo Palheta ile Trump ve Bolsonaro destekçilerinin iki yıl arayla ortaya koydukları ayaklanma girişimlerinden yola çıkarak yükselen faşizm, neo-faşizm ve “faşist enternasyonal”in doğuşu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi.



Brezilya hükümet binaları ile iki yıl önce Capitol Hill’deki olaylar arasındaki benzerlik dikkat çekici. Yakın zamanda La Nouvelle Internationale Fasciste kitabını yayımlayan ve Minuit dans le siècle isimli bir aylık podcast hazırlayan sosyolog Ugo Palheta’ya göre aşırı sağın hem teoride hem de pratikte kendisini küresel olarak örgütlediğine dair açık işaretler mevcut.

-          Trump destekçilerinin Capitol Hill’e yaptıkları saldırı gününden neredeyse iki yıl sonra dikkat çekici benzerliklerle gelen Bolsonaristlerin Brezilya hükümet binalarına yönelik saldırılarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu saldırı kesinlikle öngörülebilir idi ve Brezilya solu Jaïr Bolsonaro ve destekçilerinin, Lula’nın kazanması durumunda boş boş durmayacakları konusunda aylardır uyarıda bulunuyordu. Bu sadece Bolsonarist eylemcilerin seçim sonuçlarına itiraz eden çeşitli eylemlerini (stratejik akslarda yol kesmeler, orduyu harekete geçmeye davet etmek amacıyla kışlalar önünde kurulan kamplar vs.) takiben aşırı sağ taraftar seferberliği nedeniyle değildi. Aynı zamanda Bolsonaro’nun en az bir buçuk yıldır -ABD bağlamındaki Trump ile benzer şekilde- destekçilerini kurumlara karşı (özellikle Yüksek Mahkemeye karşı) harekete geçirme çabasına ara vermemesi, seçimlere hile karıştırılacağı, zaferinin çalınacağı vb. doğrultusunda çeşitli kereler açık biçimde beyanda bulunması nedeniyle idi. Hatta 2018 yılındaki seçime de hile karıştırılmış olabileceğini ve muhtemelen aslında ilk turda kazandığını bile ifade etti. Yani, Bolsonaro açıktan ayaklanma çağrısı yapmamaya dikkat etse de devletin en üst kademesinde bu türden bir eylemin zemini çok önceden hazırlanmıştı.

-          Bu iki olay arasında farklar da yok muydu? Mesela Bolsonaro, destekçilerini cesaretlendiren ve hatta darbe girişimini kışkırtan Trump’a oranlar daha temkinliydi ve eylemcilerle arasına mesafe koymuştu.

Buna karşın, Bolsonaro orduda Trump’a göre çok daha fazla desteğe sahipti. Bununla birlikte, hükümetinde birtakım üst rütbeli askeri yetkililer mevcuttu ve bu yetkililerden birçoğunu bakanlıklara getirmişti. Ancak hem ordu yetkilileri hem de Bolsonaro, ABD’nin –yanı sıra Çin ve diğer başlıca güçlerin- bir darbeye şiddetle karşı olduklarını biliyorlardı. Böyle bir şeye girişmek, geleceği olmayan bir macera olurdu ve Bolsonaro da isyana teşvikle yargılanma riski taşırdı. Asgari stratejik zekâ, dört unsuru aklında tutarak zamanının beklemeyi gerektirir: Ekim ayında gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde partisi müthiş sonuçlar elde etti; kendisinin ikinci tura elde ettiği sonuç (yüzde 49,1), kamuoyu araştırmalarının aylardan beri işaret ettiği orandan çok daha yüksekti; konumunu, son dört yıl boyunca sokakta harekete geçebilme, soldaki muhaliflerine tehdit oluşturabilme ve ülkenin başlıca politik kurumlarını cüretle basabilme yetisine sahip militan bir taban oluşturma konusunda başarıyla kullandı; ve son olarak, Lula, kendisini iktidara getiren koalisyonun son derece heterojen karakteri sebebiyle, politik girişimlerinde engellenme riski ile yüz yüze. Tüm bunlar, Bolsonarizm ile ve hatta Bolsonarizmin ne olduğu ile, yani neofaşizmin Brezilya’daki ana çeşidiyle katiyen işimizin bitmediği anlamına geliyor.

-          Bu iki darbe arasındaki benzeşimlerde, sizin “yeni faşist enternasyonal” dediğiniz şeyin tohumlarını görüyor musunuz?

Bu iki darbe girişimi arasında tabii ki benzerlikler var. Bu noktada her ikisinin de sefalet içinde başarısız olduğunu ve aynı zamanda komik biçimsel yönlere sahip olmalarının, (mesela, Capitol Hill koridorlarında rakun derisi ve bufalo boynuzları ile dolaşan komplocu şaman gibi) onların önemini küçümsememize sebep olmaması gerektiğini vurgulamalıyım. Bunlar, uluslararası düzeyde şekil alan bir neo-faşist hareketin belirtileri; tabii ki ulusal bağlamlarına bağlı olarak farklı şekiller alabiliyor ama şu anda gelişiminin erken bir aşamasında. Bu nedenle, sıfıra yakın değilse de zayıf bir stratejik zekâya sahip, çünkü hem bir projeniz hem de ana devlet aygıtından desteğiniz yok iken birkaç bin kişiyle darbe yapamazsınız. Bu hareketlerde gördüğümüz bir diğer benzerlik, -buna, 2020 yılında Almanya’da Federal Meclis’i işgal girişimini ve 2021’de, göstericilerin hükümet binasını ele geçirmeyi başaramamalarının ardından başlıca İtalyan sendikası CGIL’in binalarının yağmalanmasını da eklemeliyiz- radikal gerici akımlar, neo-faşist örgütler ve militan olmayan, genellikle orta sınıfa mensup sıradan insanlar arasındaki kesişim noktasıdır.

-          Böyle bir Enternasyonalin ana hatlarını sıralayabilir misiniz? Kendisini ortak pratiklerle ifade ediyor mu? Ortak bir ideoloji mi? Belirli bir yerde mi yoksa her yerde mi? Hindistan ve Türkiye gibi ülkelerden bahsediyorsunuz. Bir ‘BRICS etkisi’ var mı?

Bu enternasyonalin ne olmadığı ile başlayabiliriz. Bu, merkezi bir önderlikle yapılanmış, ideolojik açıdan homojen ve emir ile harekete geçme yetisine sahip bir örgüt değil. Fakat bir Enternasyonal fikri; şu anda büyümekte olan politik dalganın küresel karakterinin, kelimelerin dolaşımının, ithalinin ve çevirilerinin, sözde teorilerin ya da neo-faşist duygulanımların (örneğin ‘büyük yer değiştirme’ gibi) ve ideologların, düşünce kuruluşlarının, vakıflar ya da entelektüel ağların (en ünlüsü kuşkusuz Steve Bannon’dur ancak Fransız yeni sağının  -Nouvelle Droite- birçok ülkedeki gerici ideologlarla uzun zamandan beri bağları vardır) ve hatta bazı patronlar gibi belirli aktörlerin ulusötesi aktivizminin altını çizme olanağı tanır. Müşterek bir doktrin bir yana, ortak bir programı bile yok –fakat muhteşem faşizm tarihçisi Robert Paxton’ın açıkça belirttiği gibi, klasik faşizmde de öyle-. Bununla birlikte, her türü –aynı ülke içinde bile- aslen eşitlik nefreti (ve dolayısı ile eşitlik talebinde olan tüm hareketlere nefret: solun türevleri, sendikalar, feministler, ırkçılık karşıtları, LGBTQI+ hareketler) çevresinde dönen ana unsurların özel bir sentezini sunsa da, geniş çapta ortak bir ideoloji mevcut. Uygulamalar açısından; kurumsal yönelimli bir kol, seçim vitrinini oluşturan partiler ya da yasal yöntemlerle iktidarı ele geçirmeye çalışan liderler (Trump ve Bolsonaro) ile şiddet içeren, “vatan hainlerini”, “gayrı milli unsurları” şiddet yöntemleriyle cezalandırmak için can atan sokak temelli kol arasındaki etkileşimi –bu ille de örgütlü bir koordinasyon anlamına gelmez- her yerde görüyoruz.

-          Doğru tabir “faşist” mi? Neden daha yaygın kullanılan tabirlerle “popülist” ya da “aşırı sağ” olmasın?

“Popülist”, bu hareketlerce önerilen politikalara dair hiçbir şey söylemiyor ve neredeyse her zaman, hemen her konuda karşıt olan hareketlerin birbirine karışmasına neden oluyor: Le Pen ve Mélenchon, Trump ve Sanders, Vox ve Podemos vb. Faşist ya da neo-faşist hareketler apaçık “popülist”tir, fakat “popülizm” tekeline sahip değillerdir. Tarihsel olarak, neoliberal popülizm var olmuştur (Örneğin Thatcher ya da Reagan, belirli bir ölçüde Macron da) ve siyaseten heterojen pek çok Latin Amerika hareketinin (Peronizmden Chavizme dek) yanında komünist söylem de sıklıkla popülist niteliklere sahiptir; tarihsel popülizmlerden (Rus ya da Amerikan) bahsetmiyorum bile. Bence “aşırı sağ” daha uygun bir kategori, fakat tamamen “coğrafi” (geleneksel sağın sağında) olma ve dolayısıyla siyasi muhteva hakkında hiçbir şey söylememe gibi bir kusura sahip. Olsa olsa, “milliyetçi” ya da “gerici” tabirleri gerçeğe daha yakındır, ancak ilki, yani milliyetçi, bana günümüzün aşırı sağ hareketlerinin şiddetini ıska geçiyor gibi gelirken, ikincisi, yani gerici ise genel olarak hem modernleştirici hem de gerici olan (tarihsel faşizmde olduğu gibi)bu hareketlerin daha karmaşık karakterlerini yakalayamıyor. Yeni bir faşizmin, şu aşamada henüz tamamlanmamış olan (özellikle kitleleri harekete geçirme yetisi bakımından), fakat yeni ekonomik ve politik koşullara olduğu kadar sosyal ve kültürel ya da duygusal koşullara göre de biçimlendirilmiş bir faşizmin doğuşuna şahit oluyoruz; uygunsa: yeni politikleştirme biçimlerinden faydalanan ve parlak bir gelecekten ziyade açık biçimde mitolojik hale getirilmiş bir altın çağa dönüş hayalini kuran, rekabetçi güçler pahasına dünyayı fethetmekten ziyade “iç düşman” (yabancılar, göçmenler, azınlıklar) olarak algılanan gruplar pahasına kapalı bir dünyayı kabul ettirme arzusuna sahip post-Fordist bir faşizm.

 

 https://www.versobooks.com/blogs/5562-the-attempted-coups-in-the-united-states-and-brazil-are-the-early-stage-of-an-international-neo-fascism  adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.

 


0 Responses to Ugo Palheta ile faşizm, neo-faşizm ve "faşist enternasyonal"in doğuşu üzerine

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi