Content feed Comments Feed

İtalyalı tarihçi-yazar Enzo Traverso, Les Inrocks dergisinden Mathieu Dejean ile koronavirüs salgını sürecine ve salgına yönelik devletlerin konumlanışının yanı sıra “istisna hâli” uygulamalarına dair bir söyleşi gerçekleştirdi. Traverso söyleşide, küresel salgın sürecinde alınan ve istisnai görünen kısıtlayıcı tedbirlerin kalıcı olması ihtimaline dair endişesini ifade ederken, salgının sonrasında sol/toplumsal hareketler için yaratabileceği imkânlara dair de görüşlerini paylaştı.


- New York eyaletinde durum nedir, siz neredesiniz?

New York Eyalet Valisi yeterince kuvvetli bir reaksiyon gösterdi ve evlerimize kapatıldık. Birçok eyalet aynı kararı aldı, ancak yaklaşımlarda büyük heterojenlikler var. Trump her gün kendisiyle çelişiyor ve ara sıra da halk sağlığı yetkililerince yalanlanıyor. Koronavirüsü, yabancı düşmanı bir çağrışımla “Çin virüsü” olarak adlandırarak başladı. Daha sonra ABD’nin dünyadaki en iyi hastane sistemine sahip olduğunu ve her şeyin yolunda olduğunu söyledi. Şimdi önümüzdeki iki haftanın sancılı geçeceğini söylüyor (Bu söyleşi, 3 Nisan 2020 tarihinde yapılmıştı; ç.n.). Kamu sağlığı altyapısından yoksunluk nedeniyle virüse karşı savunmasız olan bir devlet varsa o da ABD’dir. ABD, virüsün aşırı hızlı bir şekilde yayılması konusunda gerçekten riski taşıyan çok savunmasız bir ülke. On milyonlarca insanın sosyal güvencesi yok ya da çok zayıf ve faydasız bir sosyal güvenceye sahipler. Tıp bilimlerinde en gelişmiş araştırma merkezlerine sahip olmasının yanında dünyadaki en zengin şehirlerden biri olan New York, Central Park’ta kurduğu geçici askeri hastaneleriyle çaresizce maske ve ventilatör ihtiyacı duyuyor.

- İtalya’yla bağlarınız var. Yarımadada olanları nasıl algılıyorsunuz?

Çok endişeliyim, çünkü ailemin bir kısmı yayılımın çok hızlı olduğu bir bölge olan İtalya’nın kuzeyinde. Milano’da da birçok arkadaşım var. Avrupa’nın geri kalanının, İtalya’da olanlardan ders alacağını umut ediyorum. Açıkçası, Fransa’da da olduğu gibi İtalya on yıllardır sağlık harcamalarından yapılan kesintilerin, buna bağlı olarak yatak sayısının 20 yıl öncesine göre daha az olmasının ağır bedelini ödüyor. Ancak ülke, etkileyici bir dayanışma yükselişiyle genel olarak nispeten iyi reaksiyon gösterdi. Felaketin ortasında iyi haberler de var: Salvini (İtalya eski başbakanı, aşırı sağcı Lega partisi lideri; ç.n.) üç haftadan beri ekranlardan kayboldu! (gülüşmeler)

- Yabancı düşmanı söylem krizden faydalanmıyor mu?

Krizin başında meydana çıkmaya başlayan ve virüsü mültecilerin getirdiğini iddia eden yabancı düşmanı söylem –ABD’de olduğu gibi İtalya’da da- ortadan kalktı. Kamuoyu hızla, küresel bir salgınla karşı karşıya olduğumuzu ve yanıtın da küresel olması gerektiğini anladı. Medyada Çinli ve Kübalı doktorların kahramanlar olarak karşılandığını gördük. Yabancı düşmanı söylem, bu salgını politik olarak istismar etmenin cazibesi yüksek idiyse de şu ana kadar durduruldu. Bunun uzun vadede aynı şekilde devam edeceğinden emin değilim.

- Siyaseten, bu krizin etkileri neler olabilir?

Benim izlenimim, bu küresel salgının yeni hiçbir şey açığa çıkarmadığı şeklinde. Sadece son yıllarda ifade edilen bir dizi eğilimi doruk noktasına itti. Örneğin, biyolojik olan ile politik olan arasındaki sınırlar giderek artan bir şekilde bulanıklaşıyor. Bu, Foucault tarafında teorize edilen biyoiktidarın zaferidir; bir başka deyişle, yaşamlarımızın biyolojik olarak yönetimini üstlenen devlet, fiziksel anlamda da bunu yapıyor. Hepimizin içinde bulunduğumuz sağlık olağanüstü hâlinde ihtiyaç duyduğumuz bu “pastoral” devlet, yaşamlarımız üzerinde topyekûn kontrole sahip olma tehdidi taşıyor.

Aynı şekilde, politik ekoloji üzerine bütün çalışmalar yıllardan beri bize, medeniyetlerimizin birbirine miras bıraktığı ekosistemin, artık kendi kendini düzeltemediğini, krizlerin ve küresel salgınların katlanarak çoğalacağını ifade ediyordu. Nihayetinde virüs, sadece neoliberal ekonominin temeli olan eşitsizlikleri derinleştiriyor. Virüs karşısında hepimiz eşit durumda değiliz: halk sağlığı sisteminin zayıflığına ve hepsinden öte, krizin yarattığı kitlesel işsizlik ve güvencesizliğe bağlı olarak toplumun bir kesimi virüse karşı çok daha savunmasız. Tüm bunlar endişe kaynağıysa da, aynı zamanda müştereklere, dayanışmaya, toplum içinde yaşamaya, başkalarıyla iletişim halinde olmaya yönelik de bir ihtiyaç var. Bu karşı eğilim de tabii ki bir umut kaynağı.

- Sağlık çalışanlarının, kamu hastanelerinin batışını ifşa eden şahitlikleri karşısında, neoliberal reformlara yönelik bir muhalefet rüzgârı yükseliyor gibi görünüyor. Bunun politik değişim için faydası olabilir mi?

Bu küresel krizden sonra herkesin, hastanelerin kâr getiren bir işletme olarak çalışamayacağını ve yaşayan bir kamu sağlığı sisteminin insanlık için hayati önemde olduğunu anlamasını umuyorum. Bu yaygın farkındalık, geleceğin henüz icat edilmemiş –çünkü sokağa inemiyoruz- politik eylem biçimlerini örgütlemede bir kaldıraç, bir dayanak noktası olacak. Bununla birlikte, yirmi yıl önce 11 Eylül 2001’den sonra da New York’un reaksiyonu benzer olmuştu. Ülkedeki emekçi yoksulların en düşük ücretlilerinden olan itfaiyecilerden birçoğu hayat kurtarmaya çalışırken yaşamını yitirmişti. Kendiliğinden tepki iki hafta sürdü, sonrasında örtülü şovenizm savaşa sebep oldu ve yeni bir yabancı düşmanlığı ve ırkçılık döngüsüne girildi. Bu nedenle ne engin iyimserliğe ne de saf kötümserliğe kapılmalıyız.

Bunun yanında, Fransa basınından okuduğum kadarıyla Macron’un aldığı acil önlemler, eşitsizlikleri genişletmek doğrultusunda yol alıyor. Ona göre olağanüstü hâl, krizle mücadele doğrultusunda bunu ödeyebilecek güçte olanlara istisnai vergiler ödetmek değil, kutsal birlik ve ulusal gayret adına ücretli izinleri ortadan kaldırmak. Şu ana dek Trump’ın acil durum planının sosyal boyutu, Macron’un önlemlerinden çok daha istikrarlı.

- Fransa’daki kamu otoritelerinin kriz yönetimlerine dair ne düşünüyorsunuz?

Beşinci Cumhuriyet’in merkezi ve otoriter siyasi sisteminin, Fransızların reaksiyonuna engel teşkil ettiğini düşünüyorum. Bir “Yeni Anlaşma”ya ihtiyacımız var; ancak Fransız siyaset kurumları, toplumdaki değişime karşı en vurdumduymaz olanlar ve Emmanuel Macron “genetik olarak” neoliberal. Bir dayanışma ekonomisine doğru dönüm noktası, özelleştirilmiş kamu hizmetlerinin yeniden kamulaştırılmasına dair bir plan, kamusal sağlık sisteminin yeniden canlandırılması vb. şeylerin beklentisinde olamayız. Bu nedenle, (Macron’un) beğenilmeme oranı çok yüksek olsa da durum iki yıl daha sabit kalacak. Bir toplumsal sıçrayış gerektirecek, fakat bunun biçimleri yeniden keşfedilecek. Toplumsal kodlar ve siyasi antropoloji; insanlar arasında fiziksel teması, tamamen maddeleştirilmemiş bir kamusal alanı kolektif eylem için gereklilik kılıyor. Ağlar ve medya, şu anda en iyi bilgi ve görüş sağlama işini yapanlar bile, sivil toplumun yerini alacak bir şey olarak değil, demokrasi için bir araç olarak tasarlanmıştır. Buluşma, toplanma imkânı olmadan bu tür bir patlama nasıl örgütlenir? Tüm bunların uzaktan yapılması gerekiyor ve uygulanması o kadar da kolay olmayan dönüşümleri gerektiriyor. Belki de bir eşil aşılacak ve kamusal yaşam ve siyaset uygulamasında yeni bir yöntem ortaya çıkacak.

- Kolektif eylem, gelişmekte olan “temassız” toplum tarafından daha zor hale getiriliyor mu?

Evet. Kendimizi, tarihsel akımları tespit ederek bu krizi daha geniş bir perspektifle düşünme olasılığından koparırsak, bu küresel salgın liberalizmin uç sınırlarına erişme riski taşır. Pandemi tarafından şekillendirilmiş ve dönüştürülmüş toplum bizi tek hücreliler yapar. Ortaya çıkan toplum modeli ortak yaşamı değil, kamu yararının sadece bu etkileşimlerin, bir başka deyişle bireysel bencilliğin nihai sonucu olacağı fikriyle, izole edilmiş bireyler arası etkileşimi temel alır. Hayek gibilerinin savunduğu özgürlük fikri budur. Kriz sonrasında, uzaktan çalışmanın yanı sıra uzaktan eğitimin de gelişmesini öngörebiliriz ve bunun, hem sosyalliğimizde hem de zaman algımızda kayda değer sonuçları olacaktır. Biyoiktidar ve otoriter liberalizmin bu eklemlenmesi, ortaya daha korkutucu bir senaryo koyuyor.

- Şekillenmekte olan bu çerçevede, dijital devlerin davranışlarımızı kontrolünden korkuyor musunuz?

Kesinlikle, ayrıca bu bir keşif de değil. Bu bana, Razmig Keucheyan’ın “Nature is a Battlefield” (Doğa Bir Savaş Meydanıdır) kitabını hatırlatıyor. Keucheyan; askeri, endüstriyel ve finansal güçlerin nasıl uzun vadeli düşündüklerini ve ekolojik felaketle baş etmek için nasıl stratejiler planladıklarını göstermişti. Kapitalizm, her türlü krizden varlığını sürdürerek çıkacak, yaşamı doğal bir ölümle son bulmayacak. Kendi içsel çelişkileri sonucu yıkılacağı tezine inanmıyorum. Ayarlamalar gerektirse bile gözlerimizin önünde şahit oluyoruz ki uyum sağlayabiliyor.

- Bu, “biyopolitikanın zaferi” olarak tanımladığınız şeyin bir parçası mı?

Evet. Bununla anlatmak istediğim, devletin biyopolitik işlevlerinin gelişeceği. Bu krizin üstesinden gelindiğinde, yeni krizleri önlemeyi amaçlayan uzun vadeli önlemler tesis etme sorusu ortaya çıkacak. İstisnai olarak uygulanan önlemler böylece kalıcı olma riski taşıyacak. Halk sağlığı gibi geçerli bir endişeden yola çıkarak yaşamlarımıza hükmeder hale gelmekte olan devletin bu hali, biyopolitik paradigmanın teyidi olarak tanımlayabileceğimiz bir şeydir. İktidar, biyoiktidar haline gelir ve politika, herkesi bir diğerinden korumak doğrultusunda tasarlanmış “bağışıklık” politikası haline gelirse, “müşterek”i üretmek çok daha zorlaşacaktır. Yaşamlarımız bir bütün olarak etkilenecek.

- Bazıları Rosa Luxembourg’un sözünü gündeme getiriyor: “Ya sosyalizm ya barbarlık.” Mevcut salgından olumlu dersler çıkarılacağı umuduna hâlâ sahip misiniz?

Genel bir tarihsel perspektiften, bu tanılamanın her zamankinden daha geçerli olduğunu düşünüyorum. Ancak slogan 1914’ten kalma ve bunu sonsuza dek tekrar etmekten memnun olamayız. Rosa Luxemburg’dan sonra, sosyalizmin kendisinin barbarlığın yüzlerinden biri halini aldığı bir yüzyılın deneyimine sahip olduk. Ancak tarihsel bir bakış açısından, önümüzde duran alternatif bu. Politik tercümesi nasıl olacak? Öngörmek zor. Salgından çıkış yoluna gelirsek, küresel ölçekte iyi ya da kötü bütün dayanaklarının var olduğunu düşünüyorum. Son 40 yılda ortaya çıkan toplum modeline radikal biçimde meydan okuyabilme yetisine sahip bir sola dönüş gerçekleşebilir; ancak dediğim gibi, yeni bir yabancı düşmanı ve otoriter dalgaya yönelim de olabilir: umutsuzluğun yeni günah keçisi arayışına sürüklediği noktada, artan toplumsal eşitsizliklerle eklemlenen kalıcı bir “istisna hâli”.

- Amerikan siyasi yaşamını gözlemleyen biri olarak, size göre Bernie Sanders sol için umudu somutlaştırdı mı?(*)

Kesinlikle, fakat ne yazık ki koronavirüs tam da onun etrafında baş gösteren umudun zayıflamasıyla çakıştı. Hâlâ çok popüler, adaylığı arkasında bir hareket yaratmayı başardı ve bu hareket mevcudiyetini koruyor. Ancak daha önce Hillary Clinton’ın bile karşısında bir dev olarak göründüğü Joe Biden gibi bir mutlak vasatlığın önünde başarısız oldu. Şu anda tartışılan birçok nedenden kaynaklı, özellikle de Black Lives Matter hareketinin ve çok popüler Afro-Amerikan yüzlerin kendisini desteklemelerine rağmen, Afro-Amerikalıların oylarını kapmaktaki yetersizliğinden dolayı başarısız oldu. Oy kullanmayan bir gençlik hareketini seferber etti (gülüyor). Şu anda tartışma, Demokrat Parti’nin ön seçimlerini onaylayarak bir fark yaratıp yaratamayacağımız. Kesin olan şu ki, ABD’de geçici başarısızlıklar yaşayabilecek, ancak Bernie Sanders’ın kampanyasını aşan yeni bir solun doğduğudur. Alexandria Ocasio-Cortez’in dört yıl içinde adaylığının nasıl bir etki yapabileceğini tahayyül ediyorum. On yıl içinde ABD’de fevkalade bir kabarma oluştu. Ancak bu sol, kurumlar dışındaki sosyal, politik ve kültürel hareketlerle eklemlenmezse başarılı olamaz.

- Önümüzdeki dönemin dünyasını nasıl tahayyül ediyorsunuz? Ne umuyorsunuz?

Herkes anladı ki, önümüzde duran sorunların ulusal bir çözümü yok. Küresel eyleme geçmeliyiz. NE yazık ki, Avrupa Birliği bir kez daha işe yaramaz olduğunu kanıtladı: maskeden yoksun ülkelere maske üretip dağıtmayı bile başaramadı. İtalya ve İspanya maskeyi Çin’den satın aldı; Macron, Fransa’nın yılın sonuna doğru kendi kendine yeter hale geleceğini açıkladı. Diğer yandan Almanya, Hollanda ve Avusturya’nın maliye bakanları, Akdeniz ülkelerine yönelik bir “vergi hediyesi”ni kabul etmedi; daha büyük ölçekte yeni bir Yunan krizine doğru ilerliyoruz. “Yeni Anlaşma”, şu anda yaşadığımızla karşılaştırılabilir bir şoktan doğmuştu, ancak şimdilik, her şey liderlerimizin tamamen farklı bir yöne gittiğine işaret ediyor.


* Söyleşinin gerçekleştirildiği tarihte, Bernie Sanders henüz ABD başkanlık aday adaylığından çekildiğini açıklamamıştı.

https://abonnes.lesinrocks.com/2020/04/03/idees/idees/enzo-traverso-letat-durgence-sanitaire-risque-dexercer-un-controle-total-sur-nos-vies/ adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız



0 Responses to Enzo Traverso: Sağlık olağanüstü hâli, yaşamlarımızın üzerinde topyekûn kontrol riski taşıyor

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi