Content feed Comments Feed

Çin: Bir sonraki emperyalizm

6 Eylül 2018 Perşembe

Uruguaylı düşünür Raúl Zibechi, Meksika’nın La Jornada gazetesi için kaleme aldığı yazıda, Çin’in küresel bir güç olarak yükselişini ve yeni baş emperyal güç olma yolundaki ilerleyişini değerlendirdi.


Bu yüzyılın sonlarında doğru Çin, dünya lideri olan ABD ile yer değiştirerek yeni egemen olacakken tek soru, bu süreçte nükleer savaş olup olmayacağı. İlginçtir ki, dünya solunun önemli bir kısmı, Çin’i emperyalizmin yeni bir biçimine dönüştürme eğiliminde olan bu tırmanışı sempatiyle ya da nötr olarak gözlemliyor.

Çin’in küresel zeminde yükselişinin yolları, ABD’nin benzer zeminde kendini kalıcılaştırma yollarından, yakın bölgelerine ya da arka bahçelerine, özellikle de Karayipler, Meksika ve Orta Amerika’ya askeri olarak müdahale ettiği 20. yüzyılın ilk yıllarındakilerden farklı. Bunun aksine Çin, dikkate değer bir farka işaret eder şekilde şiddet ya da savaşlar olmaksızın bir süper güç haline geliyor. Liderlerinin yinelenen açıklamalarına göre de barış yörüngesinde devam edecek.

İkincisi, Çin tarihi, ABD, İngiltere, Hollanda ve Venedik Cumhuriyeti gibi önceki hegemonik güçlerden çok farklı. Ejderha ülkesi, 19. yüzyılda sömürgeci güçlerin ve 20. yüzyılda sömürgecilik ve emperyalizmin zararlarına maruz kalan bir toplumdan bahseden Japonya’nın işgallerine uğradı.

Aksine, Monroe Doktrini’nin, Latin Amerika’nın, ABD’nin “etki alanı” olduğunu ilan ettiği 1823’ten beri bu yükselen güç, yarısı 20. yüzyılın ilk bölümünde olmak üzere bölgede 50 askeri müdahale gerçekleştirdi. Hedef, Washington’ın düşman olarak gördüğü hükümetleri devirmek ve kendi çıkarlarına karşı olan şahıs ya da partilerin iktidara gelmesini engellemekti.

Üçüncü konu, Çin’in tarihi boyunca hiçbir zaman emperyal güç olmaması ve kendini, toprakları fethetmekten çok kendini savunmakla sınırlamasıydı. Dışarıyı tasarlama gücünden yoksun biçimde çözülmesi gereken ağır iç sorunlara sahip nispeten kırılgan bir imparatorluktu.

Buna rağmen, aksi yöne işaret eden başka sebeplere değinmeliyiz.

Birincisi, Çin, güçlü devlet ve özel tekellerinin devlet yönlendirmesinde sermaye ihracatıyla bugün yeryüzünün tüm köşelerinde büyük bir güç. Çin’de henüz Batılı ülkelerdeki gibi üretken sermaye üzerinde finansal sermayenin egemenliğini temsil eden bir finansal oligarşi olmamakla birlikte, Çin kapitalizmi de küresel sermaye ile aynı mantıkla yönlendirildiğinden bu yönde kuvvetli bir eğilim mevcut.

Bununla birlikte, finansal sermayenin ağır basması ve diplomatik müdahale biçimleri vasıtasıyla dışarıdaki büyük yatırımların korunmasına doğru eğilim, yönetenlerin beyan edilen niyetlerinin ötesinde bir etki yaratıyor. Çin’in, İpek Yolu ve küresel teknoloji lideri olmak için “Çin Malı 2025” gibi girişimler vasıtasıyla barışçıl yükselişi, ticaret savaşı ilan eden Washington’ın yanıtıyla çarpışıyor.

Asya ülkesi, kendi para birimini uluslararası hale getirmek için küresel finans sektörüne girmek zorunda olduğu gibi, mevcut kurallarla oynamak zorunda olduğundan bu savaşa girmeye zorlanıyor. Bu uzun yükseliş süreci boyunca Çin, profilini değiştiriyor, hızla inşa edilen bir uçak gemisiyle ve beşinci nesil savaş uçaklarıyla ispatlandığı şekilde tüm dünyaya müdahale etme kapasitesine sahip olacak şekilde giderek artan oranda güçlü bir ordu kuruyor.

İkincisi, Çin kültürü, çok güçlü patriyarkal eğilimiyle son derece muhafazakâr. Bu temelde, William I. Robinson’ın “küresel polis devleti” dediği şeyin parçası olmak amacıyla 600 milyon kadar gözetim kamerası kuracak olan nüfusunu kontrol etme amaçlı büyük bir devlet kuruyor.

Çin’in dijitalleştirilmiş kapitalizminin, robot, üç boyutlu baskı, nesnelerin interneti, yapay zekâ, yapay öğrenme, biyo ve nanoteknoloji, kuantum hesaplama ve bulut, enerji depolamanın yeni biçimleri ve kullanıcısız araçlar temelli devam eden teknoloji devriminde ABD’ye üstün gelmesi gerekiyor. Çin hâlihazırda, küresel polis devletine doğru yönelimi şiddetlendiren başlıca küreselleşme destekçisi güç durumunda.

Sonuç olarak, Çin siyasi kültürüyle dünyanın anti-sistemik hareketleri arasındaki ilişkiyi analiz etmenin şart olduğunu düşünüyorum. Dünya genelinde hareketlerin andığı üç tarih (8 Mart, 1 Mayıs ve 28 Haziran) ABD ve Avrupa ülkelerindeki bize yansıması gereken halk hareketlerinden doğmuştu.

Çin’de devrimci geleneklerin olmadığını ima etmek istemiyorum. Mao Zedong öncülüğündeki kültür devrimi iyi bir örnek. Ancak bu gelenekler, hareketlerde hâkim bir rol oynamıyor. Tarihte, örnekler aramamızı, mücadeleleri derinleştirmemizi gerektiren bir dönemecin eşiğindeyiz.


http://www.jornada.com.mx/2018/08/03/opinion/018a1pol adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü, Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Çin: Bir sonraki emperyalizm

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi