Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff, Senato tarafından yargılanırken koltuğundan geçici olarak uzaklaştırıldı. Suçlu bulunursa, Brezilya’da “ihanet” anlamına gelen şekilde görevden alınacak. Son birkaç aydaki politik manevraları takip etmeye çalışanların, hatta Brezilyalıların bile süreçte gerçekleşen çok sayıda dönüşle kafalarının karışması mazur görülebilir.
Bu noktada ortadaki gerçek mesele ne? Başkan Rousseff’in tekrar tekrar dillendirdiği şekliyle bu bir anayasal darbe mi? Ya da “muhalefet”in iddia ettiği şekliyle, başkanı, kendisinin ve kabine üyeleri ile danışmanlarının ağır kabahatleri nedeniyle sorumlu tutan meşru bir eylem mi? Eğer ikincisiyse, Rousseff’in ikinci görev dönemi için çok büyük farkla rahatlıkla seçildiği 2015 yılından önce, birinci döneminde değil de neden şimdi ortaya çıkıyor?
Rousseff, uzun bir zaman boyunca başkanlıktaki selefi Luiz Inácio Lula da Silva (Lula) tarafından liderlik edilen İşçi Partisi’nin (PT) bir üyesi. Yaşanan olaylara bakmanın bir yolu, bunu PT’nin tarihinin bir parçası olarak görmek –iktidara geliyor ve şimdi çok büyük ihtimalle iktidarı elinden alınıyor-.
PT (İşçi Partisi) nedir ve Brezilya siyasetinde neyi temsil etmektedir? PT, 1964 yılında gerçekleşen darbeden o güne dek ülkeyi yöneten askeri diktatörlüğe muhalif bir parti olarak 1980 yılında kuruldu. Marksist grupları, İşçilerin Merkezi Birliği (CUT), Topraksız İşçiler Hareketi (MST) gibi büyük sivil birlikleri ve Kurtuluş Teolojisi inancından Katolik hareketleri bir araya getiren sosyalist, anti-emperyalist bir partiydi.
Hem ordunun hem de Brezilya’daki geleneksel düzen partilerinin bakış açısından PT, ülkenin muhafazakâr ekonomik ve toplumsal yapısını tehdit eden tehlikeli bir devrimci partiydi. ABD, partinin “anti-emperyalizm”ini esasen kendisinin Latin Amerika siyasetindeki hâkim rolünü hedef alan bir şey olarak görüyordu –ki gerçekten de öyleydi-.
PT, iktidarı gerilla ayaklanmasıyla değil parlamenter seçimler yoluyla almayı hedeflese de, parlamento dışı gösterilerle güçlü kaldı ve desteklendi. PT adayı Lula’nın başkan olması için 2003 yılına dek dört başkanlık seçimi geçti. Brezilya düzeni, bunun gerçeğe dönüşmesini hiçbir zaman beklemiyordu ve bunun sürebilmesinin imkân dâhilinde olduğunu hiçbir zaman kabul etmedi. O günden bu yana tüm enerjilerini PT’yi iktidardan indirmeye adadılar. 2016 yılında istediklerini elde etmiş olabilirler. Tarihçiler gelecekte 2003-2016 arasını belki de 15 yıllık PT ara dönemi olarak görecekler.
Bu ara dönemde gerçekte olan ne? İktidardaki PT, muhaliflerinin korktuğundan çok daha az radikaldi, ancak sadece başkanlık koltuğunda oturanları değil, Brezilya siyasetinde meşru yere sahip bir hareket olarak PT’yi yok etme arzularının durmak bilmez halde sürmesi için hâlâ yeterince radikaldi.
PT, 2003 yılında seçim yoluyla iktidara gelebildiyse bu, programının büyüyen cazibesi ile retoriğinin yanı sıra ABD’nin jeopolitik gücündeki gerilemenin bileşiminin sonucudur. Peki PT iktidardaki zamanını nasıl kullandı? Bir yandan, Bolsa Familia (Aile Ödeneği) içeren Fome Zero (Sıfır Açlık) olarak bilinen bir yeniden bölüşüm programıyla Brezilya’nın en yoksul tabakasına yardım etme arayışında oldu –ki bu program gerçekten de gelir düzeyini yükseltti ve Brezilya’nın muzdarip olduğu muazzam eşitsizlikleri azalttı-.
Ek olarak, PT iktidarında Brezilya’nın dış politikasında, ülkenin ABD’nin jeopolitik tahakkümüne yönelik tarihsel itaatinden belirgin bir kaçış göze çarptı. Brezilya, Küba’yı içeren, ABD ve Kanada’yı dışarıda bırakan özerk Latin Amerikan yapıları yaratma konusunda öncülük etti.
Diğer yandan, Brezilya’nın makroekonomik politikaları, devlet politikalarının piyasa yönelimlerine dair neoliberal vurgular açısından son derece ortodoks kaldı. Ve PT’nin çevresel yıkımı engellemeye dair birçok vaadi hiçbir zaman ciddi bir şekilde yerine getirilmedi. PT, tarımsal reforma ilişkin sözünü de hiçbir zaman yerine getirmedi.
Özetle, PT’nin bir sol hareket olarak performansı karmakarışıktı. Bunun bir sonucu olarak, parti içindeki gruplar ve daha büyük politik müttefikleri sürekli eksildiler. Bu da 2015 yılında PT’nin, düşmanlarının onu yok etme planını uygulamalarına imkân verecek şekilde zayıflamış bir konuma gelmesiyle sonuçlandı.
Senaryo basitti. Yolsuzluk suçlamalarının merkezine oturtuldu. Yolsuzluk, Brezilya siyasetinde her zaman muazzam ve sık görülür olmuştur ve PT’deki önemli figürler kesinlikle bu pratikten muaf değildi. Dilma Rousseff, bu suçlamalara maruz kalmayanlardandı. Eee sonra ne oldu? Suçlama sürecine öncülük eden isim olan Temsilciler Meclisi Başkanı Eduardo Cunha’nın (ve aynı zamanda Evanjelik Hristiyan) kendisi, yolsuzluk soruşturması nedeniyle görevden alınmıştı. Önemi yok! Süreç, Dilma Rousseff’in yolsuzluğu frenleme konusunda kendi sorumluluğunu yerine getirememesi üzerinden ilerledi. Bu da Boaventura dos Santos Sousa’nın durumu, dürüst bir siyasetçinin en yozlaşmış olan tarafından devrilmesi şeklinde özetlemesine yol açtı.
Rousseff’in görevi askıya alındı, Başkan Yardımcısı Michel Temer geçici devlet başkanı olarak göreve atandı ve o da hızla aşırı sağcı bir kabine atadı. Şu neredeyse kesin görünüyor ki, Rousseff sorumlu addedilecek ve kalıcı olarak görevden alınacak. Ancak gerçek hedef Rousseff değil. Gerçek hedef Lula. Brezilya yasalarına göre hiçbir başkan üst üste iki dönemden fazla koltukta kalamaz. Herkesin beklentisi, Lula’nın 2019 yılındaki başkanlık seçimlerinde PT’nin adayı olacağı yönünde.
Lula, Brezilya’nın uzun zamandan beri en popüler siyasetçisi oldu. Ve popülaritesi, yolsuzluk skandalı ile kısmen lekelense de seçimleri kazanacak kadar popüler kalacağa benziyor. Bu nedenle sağ güçler şimdi onu, gerçekten yolsuzluk ile suçlamaya ve bu nedenle aday olamaz hale getirmeye çalışacak.
Bu durumda ne olacak? Kimse emin değil. Sağcı politikacılar başkanlık için kendi içlerinde mücadele edecekler. Ordu bir kez daha iktidara el koymaya karar verebilir. Mutlak görünen şey PT’nin bittiği. PT, iktidarını merkezde duran bir hükümet olarak ifa etme, programını dengeleme çabasındaydı. Fakat ciddi bütçe açığı ve dünya petrol fiyatları ile Brezilya’nın başka ihracat mallarının fiyatlarındaki düşüş, seçmen kitlesinin büyük bir parçasını hayal kırıklığına uğrattı. Bugün başka birçok ülkede olduğu gibi, kitlesel hoşnutsuzluk standart siyasetinin reddini beraberinde getiriyor.
PT’nin halefi olacak bir hareketin yapacağı şey, tutarlı bir sol anti-emperyalist hareket olan kökenlerine dönmek olabilir. Bu, PT için 1980’de olduğundan daha kolay değil. 1980 ile bugün arasındaki fark, modern dünya sisteminin içinde bulunduğu yapısal krizin derecesi. Mücadele dünya çapında ve Brezilya solu bu mücadelede başrolü oynayabilir ya da küresel ilgisizliğe ve ulusal sefalete gerileyebilir.
http://agenceglobal.com/index.php?show=article&Tid=2975 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü - Dünyadan Çeviri
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız
0 Responses to Brezilya: Darbe mi, fiyasko mu? (Immanuel Wallerstein)