Almanya’da yayımlanan Der Spiegel dergisinin elektronik versiyonu olan Spiegel Online ile bir söyleşi gerçekleştiren David Harvey, günümüz sınıf mücadelelerinin giderek artan bir biçimde kentlerde vücut bulduğunu ifade ederken, kentleşmenin önümüzdeki dönemde gerçekleşecek toplumsal çatışmalarda nasıl bir rol oynayacağı üzerinde duruyor:
Spiegel Online: Bir Marksist, bugünlerde işçi sınıfı yerine neden büyük kentlerle ilgilenmeli?
David Harvey: Geleneksel Marksistler kuşkusuz ki endüstriyel işçi sınıfını devrimin öncüsü olarak görürler. Buna karşın, bunun Batılı deendüstrializasyonun sonucunda unutulmasından dolayı, insanlar kentsel çatışmaların muhtemelen belirleyici olacağını kavradılar.
Spiegel Online: Borç krizi sırasında Yunanistan’da maaşlar düştü ve sosyal yardımlar tırpanlandı. Tüm bunlar olurken, genel grevler değişiklikleri iptal ettirecek yeterlilikte baskı yaratamadı. Bu, sizin, geleneksel proletaryanın artık devleti felce uğratamayacağı şeklindeki teorinizi destekleyen bir kanıt olarak görülebilir mi?
David Harvey: Evet. Günümüz işçi sınıfı, mücadelenin, kentin kendisini merkez aldığı sınıfların daha geniş bir biçimleniminin bir parçası. Ben, geleneksel sınıf mücadelesi kavramını, kent yaşamını üreten ve yeniden üretenlerin tamamının mücadelesi ile değiştiriyorum. Sendikalar kentin gündelik yaşam biçimini –gelecekteki toplumsal çatışmaların bir kilit noktası olarak- göz önüne almalılar. Örneğin ABD’de bu AFL-CIO’yu (AFL-CIO: ABD’de 56 sendikanın çatı örgütü olan “Amerika Emek Federasyonu-Endüstriyel Örgütler Meclisi”; ç.n.) ev hizmetlileri ve göçmenlerle işbirliği yapmaya teşvik etti.
Spiegel Online: Son kitabınız Asi Şehirler’deki temel tezlerden biri, kentsel gelişimin sermaye fazlası sorununu çözdüğü yönünde. Birileri kredi ile yollar inşa ediyor ve mülkiyeti genişletiyor–böylece ekonomik durgunluktan kaçmaya çalışıyor-
David Harvey: San Francisco’daki ABD Merkez Bankası (ABD Merkez Bankası, ülkenin 12 ayrı bölgesinde bulunmaktadır; ç.n.) durumu bu şekilde açıklayan yakın tarihli bir raporunda, ABD’nin, tarih boyunca ekonomik durgunlukları her zaman konut inşa ederek ve bunları eşyalarla doldurarak aştığını belirtiyor. Kentleşme, krizi çözebilir –ama bu, her şeyden çok krizden sıyrılmanın bir yöntemidir.
Spiegel Online: Bu stratejinin güncel örnekleri var mı?
David Harvey: Ekonomi bugünlerde nerelerde en hızlı büyüyor? Çin ve Türkiye’de. İstanbul'da ne görürüz? Her yerde vinçler. Ve 2008 yılında kriz patladığında Çin altı ay içinde, ABD tarafından ithal edilen tüketim ürünlerindeki fiyat kırımlarından dolayı 30 milyon kişilik istihdam yitirdi. Ancak sonrasında Çin hükümeti 27 milyon kişilik istihdam yarattı. Nasıl? Çinliler, muazzam dış ticaret fazlalarını, devasa kentsel gelişim ve altyapı programını oluşturmaya kullandılar.
Spiegel Online: Böylesi bir acil kriz stratejisi, Çin’inki gibi otoriter bir yönetime sahip olmakla desteklenmiyor mu?
David Harvey: Yalnızca, Obama’nın Goldman Sachs’a (ABD merkezli çokuluslu yatırım bankası; ç.n.), müteahhitlere para verme talimatı verdiğini farz edin –iyi şanslar! Ama bir Çin bankası Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nden bir talimat aldığında, istendiği kadar çok borç verir. Çin hükümeti, bankaları imar projelerine büyük miktarlarda para tedarik etmeye zorladı.
Spiegel Online: Bu türden bir kentleşme muhakkak kötü bir şey mi?
David Harvey: Kentleşme, sermaye fazlasının üst sınıf için şehirler inşa etmesi doğrultusunda akıtmak için bir kanal. Bu, şehirlerin yaklaşık olarak ne olduğunun yanı sıra kimin orada yaşayabileceğini ve kimin yaşayamayacağını yakın zamanda tanımlamış etkili bir süreç. Ve şehirlerdeki yaşam kalitesini insanlar yerine sermayenin şartlarına bağlı olarak belirliyor.
Spiegel Online: Bununla birlikte İstanbul’da devletin konut edindirme kurumu olan TOKİ yoksullar için birtakım konutlar inşa ediyor. Bu sizin tezinizle çelişiyor mu?
David Harvey: Hayır, çünkü “Gecekondu” denilen evlerin sakinleri, kestirme yoldan şehir merkezinden 30 kilometre uzaklıktaki gelişmekte olan alanlara nakledilmiş durumda. Devasa bir uzaklaştırma.
Spiegel Online: ABD’deki yüksek faizli konut kredisi krizi (ABD'de, kredi notu düşük olan yoksullara, daha yüksek faiz oranından kredi verilmektedir; ç.n.) tamamen alt sınıfları ev sahipliği kapsamına alma girişiminden baş gösterdi. En yoksullar bile kredi alabilsinler diye tedbirsiz finansal ürünler yaratıldı.
David Harvey: Kredi ver! Bu slogan, neoliberal gündeme kabul ettirildi. Ancak bu yeni bir şey değil. II. Dünya Savaşı’ndan sonraki McCarthy döneminde hâkim sınıflar, konut sahipliğinin, toplumsal kargaşayı önlemede önemli bir rol oynadığını fark etmişlerdi. Diğer taraftan, sol faaliyetlere Amerikan karşıtı olduğu iddiasıyla savaş açılmıştı. Öte yandan inşaat sektörü finansal reformlar ve ipoteğe ilişkin reformlar ile desteklendi. 1940’larda ABD’de oturduğu mülk kendisinin olanların oranı hâlâ yüzde 40’ların altındaydı. 1960’larda hâlihazırda yüzde 65’ti. Ve 2000’lerdekison gayrimenkul patlaması süresince yüzde 70’e yükseldi. 1930’ların sonundaki ipotek reformuna ilişkin tartışmalarda anahtar cümle şuydu: “Borçlu konut sahipleri greve gitmez.”
Spiegel Online: Düşünürler Michael Hardt ve Tony Negri, (Türkçeye çevrildiği ismi ile; ç.n.) “Ortak Zenginlik” isimli kitaplarında, kentin, kamu yararının üretildiği bir fabrika olduğunu iddia ederler. Aynı fikirde misiniz?
David Harvey: “Kent müşterekleri”nin tanımı etrafında hayli dönüyor. New York ve Londra’daki işgal hareketlerinin özelleştirilmiş parkları teslim aldıklarında ispat ettikleri üzere, merkezi meydanların kamuya ait olduğu gerçeği, kent hakkı bakımından önemli. Bu bağlamda, Paris Komünü’nün sunduğu tarihsel örneği beğeniyorum: Kenar mahallelerde yaşayan insanlar, dışına atıldıkları şehri geri kazanmak üzere kent merkezine dönmüştü.
Spiegel Online: İşgal hareketi, kent hakkını ısrarla istemeli mi? Ev ev, park park?
David Harvey: Hayır, bunun için siyasi güce ihtiyacınız var. Ancak şu günlerde sol, kent politikalarını gerektiren geniş çaplı projelerden ne yazık ki uzak duruyor. Bana göre gönüllü olarak iktidarı teslim ediyor.
Spiegel Online: Siz bir Marksist ve toplumsal teorisyensiniz. Son kitabınızda, sermayenin yerel çelişkilerden ekstra kâr sağlaması anlamında “rant sanatı”ndan bahsediyorsunuz. Tam olarak ne demek istiyorsunuz?
David Harvey: Basitçe söylemek gerekirse, bir tekelci çok rağbet gören malı için değerinden yüksek bedel isteyebilir. Bugünlerde kentler, kendilerini kültürel anlamda eşsiz ilan ederek yüksek bedeller istemeye çalışıyorlar. 1997 yılında Bilbao’da Guggenheim Müzesi’nin inşa edilmesinden sonra dünyanın her yanından kentler bu örneği takip ettiler ve simge projeler geliştirmeye başladılar. Amaç şunu söyleyebilmek: “Bu kent eşsiz ve burada bulunmak için özel bir fiyat ödemenizin gerekmesinin nedeni bu.”
Spiegel Online: Ama tüm şehirlerin bir Guggenheim Müzesi ya da şu anda Hamburg’da inşası süren filarmonik binası (Muhabir burada, Hafen City Filarmonik Binası inşaatından bahsediyor; ç.n.) gibi yapıları olursa, amiral gemisi projelere ulaştıklarında başarısız olmalarına sebep olacak bir çeşit enflasyonist etki olmayacak mı?
David Harvey: Balon İspanya’da şimdiden patladı ve birçok dev proje yarısı tamamlanmış halde duruyor. Aklıma gelmişken; Olimpiyat Oyunları, futbol Dünya Kupası ve müzik festivalleri gibi önde gelen birçok etkinlik de aynı amaca hizmet ediyor. Şehirler pazarda kendilerine birincil bir konum sağlamaya çalışıyorlar. Fevkalade güzel bir mahsulün nadir bulunan şarabı gibi.
http://www.spiegel.de/international/world/marxist-and-geographer-david-harvey-on-urban-development-and-power-a-900976.html adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
Çeviri: Erkan Çınar / Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız