Content feed Comments Feed

Hindistan'da; sağcı iktidarın geçen Aralık ayında parlamentodan geçirdiği ve Pakistan, Afganistan ve Bangladeş'ten gelen 6 dini gruba vatandaşlık yolunu açan ancak Müslümanları kapsam dışı bırakan yeni vatandaşlık yasasına karşı protestolarda yaklaşık 40 kişi hayatını kaybederken, Müslüman azınlığa yönelik kitlesel linç girişimleri de devam ediyor. Hindistanlı yazar Arundhati Roy, yeni Vatandaşlık Yasası'na karşı protestolar ve buna paralel yükselen milliyetçiliğe dair pazar günü Delhi'de bir konuşma gerçekleştirirken, yasanın sadece Müslümanları değil, onlara saldıran milliyetçi grupları da içine alan çok geniş bir kesimi illegal kılma tehdidi taşıdığını belirtiyor.



Değerli arkadaşlar, yoldaşlar ve yazar dostlarım;

Bugün toplandığımız bu yer, iktidar partisi üyelerinin konuşmalarıyla gaza getirilen, polis tarafından desteklenen ve onlardan fiilen yardım alan, elektronik kitle medyasının büyük bir kesimince gece gündüz durmaksızın destek güvencesi verilen, mahkemelerin kendilerine hiçbir şey yapmayacağının rahatlığını hisseden faşist çetenin dört gün önce Kuzey Doğu Delhi’deki işçi sınıfına mensup Müslüman topluluklarına silahlı ve canice bir saldırı gerçekleştirdiği yere sadece kısa bir otobüs yolculuğu mesafesinde.

Saldırı bir süreden beri kararlaştırılmıştı, bu nedenle insanlar kısmen hazırlıklıydılar ve kendilerini savundular. Marketler, dükkânlar, evler, camiler ve araçlar yakıldı. Sokaklar taş ve molozlarla dolu. Hastaneler yaralı ve ölülerle dolu. Morglar cesetlerle dolu. Bir polis memuru ve istihbarat bürosunun genç bir personelinin de aralarında olduğu Müslümanlar da Hindular da var.

Bununla birlikte, bu noktada denklik olamaz. Bunların hiçbiri, saldırının, apaçık faşist devlet aygıtı tarafından desteklenen ve “Jai Shri Ram” ("Şan olsun tanrımız Ram'a", Ramachandra olarak da bilinen Ram, Hinduizmin önemli tanrılarından biri, Vişnu'nun yedinci avatarıdır; ç.n.) sloganı atan lümpen çeteler tarafından başlatıldığı gerçeğini değiştirmiyor. Bu sloganlara rağmen, bu, insanların Hindu-Müslüman “ayaklanma” şeklinde etiketlemekten hoşlandıkları şey değil. Bu, faşistler ile anti-faşistler arasında devam eden savaşın -Müslümanların, faşistlerin “düşmanları” arasında ilk sırada yer aldığı- dışavurumu. Birçoklarının yaptığı gibi, bunu bir ayaklanma ya da “danga” olarak veya “sağ”a karşı “sol” ya da “yanlış”a karşı “doğru” olarak adlandırmak tehlikeli ve gerçeğin üstünü örter niteliktedir.

Hepimiz, kundaklama sırasında seyirci kalan ve bazen buna katılan polislerin videolarını gördük. 15 Aralık’ta Jamia Milia İslam Üniversitesi kütüphanesini tahrip etmeleri ile aynı şekilde güvenlik kameralarını parçaladıklarını gördük. Birbirinin üstüne yığılmış şekilde yaralı yatan yaralı Müslüman erkeklere vurmalarını ve onları milli marşı okuamay zorlamalarını gördük. Bu genç adamlardan birinin öldüğünü biliyoruz. Ölen, yaralanan ve harap edilen Müslümanların yanı sıra Hindular da, kendisi 18 yıl önce haftalarca devam eden daha geniş çapta bir katliamın gerçekleştiği devletin işlerinin başında olmaya yabancı olmayan apaçık faşist başbakanımız Narendra Modi’nin liderlik ettiği bu rejimin kurbanıdırlar.

Bu teferruatlı yangın felaketinin analizinin üstünde önümüzdeki yıllar boyunca çalışılacak. Ancak yerel detay, sadece bir tarihsel kayıt meselesi olacak çünkü sosyal medyada ateşlenen nefret dolu iddiaları temel alan dalgacıklar dışa doğru girdap olmaya başladı ve daha şimdiden hafif esintide bile daha fazla kan kokusu alabiliyoruz. Her ne kadar Kuzey Delhi’de daha fazla ölüm olmasa da, dün (29 Şubat) Orta Delhi’de, saldırıları büyüten sloganı atan insan güruhları gördük: “Desh ke Gaddaron ko, Goli maaron saalon ko.” (“Vatan hainlerini vurun” anlamına gelen Hintçe slogan; ç.n.)

Daha birkaç gün önce, Delhi Yüksek Mahkemesi Yargıcı Muralidharan, aynı sloganı daha önce de seçim sloganı olarak kullanan BJP'nin (Başbakan Modi'nin de üyesi olduğu Bharatiya Janata Partisi; 180 milyon üyesi ile dünyanın en büyük siyasi partisi olan milliyetçi partidir; ç.n.) eski yasama meclisi üyesi adayı Kapil Mishra’ya karşı hiçbir adım atmaması nedeniyle Delhi polisine çok öfkeliydi. 26 Şubat gecesi, yargıca Pencap Yüksek Mahkemesi’ndeki yeni görevine başlaması için gece yarısı talimatı verildi. Kapil Mishra aynı sloganı atan sokaklara döndü. Şimdi bir başka uyarıya kadar kullanılabilir. Yargıçlarla eğlence yeni değil. Yargıç Loya’nun öyküsünü biliyoruz. 2002 yılında Gujarat’ta 96 Müslüman’ın öldürüldüğü Nadora Patiya katliamına katılmaktan mahkûm edilen Babu Bajrangi’nin öyküsünü unutmuş olabiliriz. Onu YouTube’da dinleyin: Size, “Narendra bhai”nin (Bhai, Hint dilinde isimlere eklenerek kendinden yaşlı insanlara sevgi gösterir bir hitap olan, “ağabey” anlamına gelen ifadedir. Başbakan Modi’nin adı, sıklıkla “Narandra Bhai Modi” şeklinde de anılmaktadır; ç.n.) onu, yargıçları “ayarlaması” nedeniyle nasıl hapisten çıkardığını anlatacak.

Bunun gibi katliamları seçimler öncesinde beklemeyi öğrendik –bunlar, oyları kutuplaştırmak ve seçmen kazanmak için yapılan bir çeşit barbarca seçim kampanyası haline geldi. Ancak Delhi katliamı, BJP-RSS’nin (Rashtriya Swayamsevak Sangh, yaklaşık 6 milyon üyesi olan Hindu milliyetçisi bir partidir; ç.n.) onur kırıcı bir yenilgi aldığı seçimden sadece günler sonra gerçekleşti. Bu Delhi için bir cezalandırma ve Bihar’da yapılacak seçimler için bir ilan.

Her şey kayıt altında. Herkesin görmesi ve duyması için her şey mevcut -Kapil Mishra, Parvesh Verma, Devlet Bakanı Anurag Thakur, Uttar Pradesh Eyaleti Başbakanı Yogi Adityanath, İçişleeri Bakanı Amit Shah ve hatta bizzat başbakanınkiler. Ve buna rağmen her şey baş aşağı çevrildi –Hindistan, yeni vatandaşlık yasasına karşı on binlercesi 75 günden bu yana sokakta olan tamamen barışçıl, çoğunluğu kadın, çoğunluğu –ancak sadece değil- Müslüman protestocuların kurbanıymış gibi bir görüntü yaratıldı.

Müslüman olmayan azınlıklar için hızlı bir vatandaşlık yolu sunan yasa, bariz şekilde anayasaya aykırı ve yine bariz şekilde Müslüman karşıtı. Ulusal Nüfus Kaydı ve Ulusal Vatandaşlık Kaydı ile birleştirildiğinde bu yasa, sadece Müslümanların değil gerekli belgelere sahip olmayan yüz milyonlarca Hindistanlının da –bugün, “Goli Maaro Saalon Ko” sloganı atanlar da dâhil- yasa dışı kılınması, istikrarsızlaştırılması ve kriminalize edilmesi anlamına geliyor.

Vatandaşlık sorun haline gelince, her şey sorun haline gelir –çocuklarınızın hakları, oy kullanma haklarınız, toprak haklarınız. Hannah Arendt’in dediği gibi “vatandaşlık size, haklara sahip olma hakkı verir.” Sorunun bu olmadığını düşünenler, lütfen Assam'a bakın ve iki milyon insana -Hindular, Müslümanlar, Dalitler ve Adivasiler- ne olduğunu görün. Şu anda Meghalaya'da yerel aşiretler ile aşiret olmayan nüfus arasında sorun başlamış durumda. Shillong'da sokağa çıkma yasağı var. Eyalet sınırları oranın yerlisi olmayanlara kapatılmış durumda.

Vatandaşlık yasası, Ulusal Nüfus Kaydı ve Ulusal Vatandaşlık Kaydı yasalarının yegâne amacı, sadece Hindistan'da değil, bütün bir Hint Yarımadası'nda istikrarsızlaştırma ve halkı bölmedir. Eğer gerçekten de var iseler, Hindistan'ın şu andaki İçişleri Bakanı tarafından Bangladeşli "akkarıncılar" olarak isimlendirilen bu milyonlarca hayalet insan gözaltı merkezlerinde tutulamaz ve sınır dışı edilemez. Böylesi bir terminolojiyi kullanarak ve böylesi gülünç ve şeytanca bir proje tasarlayarak bu hükümet, onlar hakkında endişelendiğini iddia ettikleri fakat Yeni Delhi'den yayılan bu bağnazlığın ters etkisinin sıkıntısını çekebilecek Bangladeş, Pakistan ve Afganistan'da yaşayan on milyonlarca Hindu'yu tehlikeye atmaktadır.

Nereye vardığımıza bakın.

1947 yılında, mevcut yöneticilerimiz haricinde neredeyse herkes tarafından savaşılan sömürge yönetiminden bağımsızlığımızı kazandık. O gün bugündür her türlü toplumsal hareket, kast karşıtı mücadeleler, anti-kapitalist mücadeleler, feminist mücadeleler bugüne kadarki yolculuğumuza damgalarını vurdular.

1960'larda, devrim çağrısı refahın bölüşümü ve hâkim sınıfın devrilmesi için bir sosyal adalet talebiydi.

1990'larla birlikte bunu, 63 kişinin toplam servetinin 1 milyar 200 milyon insana yıllık bütçeden ayrılan paydan fazla olduğu yeni Hindistan'ın inşasının sivil zayiatları olan milyonlarca insanın, kendi toprakları ve köylerinden edilmelerine karşı mücadeleye indirgedik.

Şimdi ise, bu ülkenin inşasıyla hiçbir ilgileri olmayan insanlara, yurttaşlık haklarımız için yalvarmaya indirgedik. Ve biz yalvarırken, devletin korumasını geri çekmesini, polisin toplumsallaşmasını izliyoruz, yargının gitgide görevinden çekilmesini izliyoruz, rahat olana sıkıntı vermesi, sıkıntıda olanı rahatlatması gereken medyanın bunun tam tersini yapışını izliyoruz.

Bugün, Jammu Keşmir'in özel statüsünden anayasaya aykırı bir şekilde mahrum edilmesinin 210. günündeyiz. Üç eski eyalet başbakanının da aralarında bulunduğu binlerce Keşmirli cezaevinde tutulmaya devam ediliyor. 7 milyon insan, kitlesel insan hakları ihlalinde eşi benzeri olmayan bir uygulama olarak fiili istihbarat kuşatmasının altında yaşıyor. 26 Şubat'ta Delhi sokakları, Srinagar sokaklarına benziyordu. Bu, Keşmirli çocukların yedi ay içinde okula ilk kez gittikleri gündü. Fakat çevrenizdeki her şey yavaş yavaş boğazlanırken okula gitmenin ne anlamı var?

Anayasayla idare edilmeyen ve kurumlarının içi oyulmuş bir demokrasi sadece çoğunlukçu bir devlet haline gelebilir. Anayasaya ile bir bütün olarak ya da kısmen hemfikir olur veya olmazsınız -ancak bu hükümetin yaptığı şekilde anayasa yokmuş gibi hareket etmek, demokrasiyi tamamen yürürlükten kaldırmaktır. Belki de amaç budur. Bizim koronavirüs versiyonumuz bu. Hastayız.

Ufukta yardım yok. İyi niyetli yabancı ülke yok. Birleşmiş Milletler yok.

Ve seçimleri kazanmayı amaçlayan hiçbir siyasi parti ahlâki bir pozisyon almayacak ya da alamayacak. Çünkü kanallarda yangın var. Sistem iflas ediyor.

İhtiyacımız olan, herkesçe sevilmemeye hazır olan bir halk. Kendini tehlikeye atmaya hazır olanlar. Gerçeği söylemeye hazır olanlar. Cesur gazeteciler bunu yapabilirler ve yaptılar da. Cesur hukukçular bunu yapabilir ve yaptılar da. Ve sanatçılar -güzel, göz kamaştırıcı, cesur yazarlar, şairler, müzisyenler, ressamlar ve film yapımcıları bunu yapabilirler. Bu güzellik bizim safımızda. Hepsi.

Yapılacak işimiz var. Ve kazanılacak bir dünya.


https://scroll.in/article/954805/arundhati-roy-on-delhi-violence-this-is-our-version-of-the-coronavirus-we-are-sick adresinde yayımlanan transkriptten metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız

0 Responses to Arundhati Roy: Bu bizim koronavirüs versiyonumuz. Hastayız

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi