Content feed Comments Feed

Dünya genelinde kadınlar 8 Mart’ta dördüncü kez feminist greve hazırlanırken, feminist akademisyen-yazar Silvia Federici, Uruguay merkezli ZUR web portalı ile New York'da gerçekleştirdiği söyleşide feminist hareketin güncel durumu, feminist hareketin sol hareketler ve diğer toplumsal hareketlerle ilişkileri ve çeşitli ülkelerde birbirini takip eden isyanlara dair değerlendirmelerde bulundu.



- Son yıllarda Latin Amerika ve Avrupa’da gezdiniz ve feminist bireyler ve örgütlerle sürekli temas halinde oldunuz. Bugün feminist mücadeleyi nasıl görüyorsunuz?

Çok önemli ve özel bir andayız. Orada daha çok etki olmakla birlikte sadece Latin Amerika’da değil; bu, feminist hareketlerin tüm farklılıklarla, kitle mücadeleleriyle, 1980’lerden bu yana yapısal düzenlemelere, doğal kaynak sömürüsüne dayanan politikalara, neoliberalizme yanıt olarak büyümekte olan toplumsal hareketlerle buluştuğu bir dönem. Bu karşılaşma, tüm bu politikaların kadınların ve yaşamın yeniden üretiminin üzerinde etkisi olduğu çok güçlü bir somut durumdan kaynaklanıyor. Bu nedenle kadınlar, sadece mülksüzleştirmenin kurbanları olarak değil, aynı zamanda direnişin savaşçıları, önderleri olarak da ön plandalar. Ve direnişe önderlik etmeye ek olarak, hareketlerden, karma örgütlerden erkeklerle de hesaplaşmaları gerekiyor.

Yeni bir feminizm yaratıldı; bütün bir zulüm tarihinin farkında olan anti-kapitalist bir bakışa, sömürgelikten çıkarma bakışına sahip olmasından kaynaklı çok güçlü olduğunu düşündüğüm bir feminizm. Nihayet, yaşamın tüm boyutlarını kapsayan bir hareket bu. Çalışmaya, geleneksel olarak anlaşıldığı gibi yani üretimle bağlantılı olarak odaklanmayan, bunun yerine çalışma alanıyla, bedenle, toplumda neler olduğuyla da ilgilenen bir hareket. Ve sadece muhalefet yapan değil, aynı zamanda inşa eden bir hareket. Muazzam gücünün, sağda faşizm dalgalarının yükselişinin devam etmesi gerçeğine karşın büyümesine yol veren şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Büyüyor, çünkü tüm yaratıcılığıyla, erkek hâkimiyetindeki devrimci hareketlerde bugüne dek görülmeyen yeni bir altyapı yaratıyor.

Çok sağlam temellere sahip bir hareket olduğuna inanıyorum; böylece Arjantin ve Uruguay’da olduğu gibi farklı kesimlerden gelen kadınları katmaya devam ediyor: sendikalardan, dayanışma ekonomisinden, yerlilerden, köylülerden. Bu bir güçtür. Hiç şüphesiz Latin Amerika’da mücadelelere neden olan feminist harekettir, ancak bu farklı yollarla başka yerlerde de oluyor.

- Son aylarda tam da Latin Amerika’da iyi bir yaşamın savunusuyla bir dizi halk ayaklanması meydana geldi. Muhtemelen en net vak’alar Şili ve Ekvador’dakiler, ancak sadece bunlar yok. Bu mücadele süreçlerini, yaşamın yeniden üretimini merkeze koyan feminist bir perspektiften nasıl okuyabiliriz?

Feminist bir perspektifin tam da bunun için önemli olduğuna inanıyorum çünkü en temel olan şeye odaklanıyor; ister hedef ister mücadelenin gereği olarak: günlük yaşamdaki yeniden üretimdeki değişime, sadece ev içi yeniden üretimdeki değil tüm alanlardaki toplumsal yeniden üretimdeki değişime. Çünkü ev işi, cinsellik, uygulanabilirlik anlamında yeniden üretim, aynı zamanda çevre, doğa, kırsal bölge, tarım, kültür, eğitimde de yeniden üretim anlamına gelir.

Feminizm, yeniden üretimle bağlantılı olan ve her türlü toplumsal değişimin, bütün mücadelelerin temeli olan çok geniş bir yelpazedeki konularla temas etmektedir. Yaşamın en önemli yönleri olan bunları değiştirmeden başarılı bir mücadele olamaz. Şili’de, Ekvador’da meydana gelen ayaklanmalarda kadınların katılımının çok önemli olduğuna inanmam bundandır; özellikle uzun vadeli bakmak, bu hareketlere yarın sona erecek anlık isyanlar olarak değil de çok derin bir isyanın ifadesi olan hareketler olarak, bu çok adaletsiz, çok şiddet uygulayan sisteme derin bir “yeter” demenin ifadesi olarak bakmak gerek. Ve kadınların perspektif ve eylemlerini uzun vadeli düşünmek önemli.

- Bahsini ettiğimiz feminist mücadeleler, anti-kapitalist ya da popüler feminizm, çeşitli sorunlarla ilgileniyor. Sadece kadınların sorunlarına değil, aynı zamanda toplumsal ilişkiler ve doğaya ilişkin olanlara da ilgi gösteriyor. Bununla birlikte, çoğu zaman kadın seslerimizi mücadeleye bir kesim olarak sokmaya çalışıyoruz; sadece kadın sorunundan bahsedebilirmişiz gibi. Özellikle bu, solla bir çatışma konusu. Feminizm ile sol arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunun çok önemli olduğunu ve solun bunu görmek istemediğini düşünüyorum. Erkek çıkarları, kadınların kendi pozisyonlarının ne olduğu üzerine düşünen erkekleri kör ediyor: sadece bir kesimi temsil ediyorlar, mücadelenin belirli bir şeklini. Feminist harekete dair bana önemli gelen şey, bu insanların gözlerini açmaları ve yaşamın yeniden üretimi evreninin tamamını keşfetmeleri. Gerçekten de, kapitalizmde sadece bir kısım işçinin yaşamına, sadece proletarya kesimine bakmayan, onun bütünlüğüne bakan bir hareket. Başlangıçta, yani 70’lerde yeniden üretimden ev işi olarak bahsedilirdi, ancak son 30 yılda yeniden üretimin her şey olduğunu gördük. Toprağı işleme, tohumlar, tarla, sağlık, eğitim, yetiştirme, hava kalitesi.

Feminizmin katkısı, eşitsizliklere de işaret etmesi olmuştur; çünkü kapitalizm, bolluğun değil kıtlığın ve eşitsizliklerin üretimidir. Kapitalizm sadece meta değil, birincil varlık koşulu olarak ayrım ve hiyerarşiler de üretir. Feminizmin bize daha geniş bir perspektif sunmasının nedeni sektörel bakmaması, bir bütün olarak yaşama bakmasıdır. Tabii burada, Birleşmiş Milletler ve devletler tarafından kadınları kapitalist kalkınmanın yeni biçimlerinde çalıştırmak için yaratılan devlet feminizminden değil anti-kapitalist feminizmden bahsediyoruz. Bunu açıklığa kavuşturmak çok önemli çünkü bugün aynı zamanda bir devlet feminizmi, resmi feminizm de var. Bu tür bir feminizmden bahsetmiyoruz.

- 8 Mart yaklaşırken birçok ülkede iş bırakma ve eylemlere hazırlanılıyor. Önümüzdeki feminist grevi, daha genel anlamıyla bu mücadeleyi sürdürmeyi ne gibi zorluklar bekliyor?

Bana göre en önemli şey her zaman süreçtir, tarih değil; ancak inşa süreci. 8 Mart ne yapıldığının ilanıdır, çok önemli bir sembolik andır, ancak en önemli şey, her zaman ortak çıkarları olmasına karşın buluşulmayan kadınlarla temas etme, yeni alanlar yaratma sürecinde neyin inşa edildiğidir. Ayrıca, taleplerimizi derinleştirmenin zamanıdır.

Öte yandan yeni örgütlenme biçimleri, yeni alanlar yaratmalıyız; çünkü alan, buluşabileceğimiz alanlarımızın olması birinci derecede önemlidir. Diğer taraftan ne istediğimize dair bir program gerek; çünkü hâlâ tanımlanacak birçok şeyimiz var. Örneğin, çocukluk döneminin durumuna dair feminizmde hâlâ çok az şey konuşulmuş durumda. Programımızı daha fazla açık bir şekilde ifade etmeliyiz; yapılmış olana eleştirel biçimde, yapıcı biçimde, ne istediğimizi, ne tür bir toplum ve ilişkiler istediğimizi anlamak için.

- Hazır sözünü etmişken; feminist harekette kuşaklar arası ilişkileri nasıl görüyorsunuz?

Bu konuda iyimserim, çünkü çok fazla gördüm ve İspanya’da, Arjantin’de ve tam da burada New York’da genç kadınların konuşmalarıma geldiklerini gördüm. 77 yaşındayım ve sunumlarımda çoğunluk, katılımcıların yüzde 80’i 19-20 yaşında genç kadınlardan oluşuyor. Bana, bir ilişkilenme arzusu var gibi geliyor. 70’li yıllarda, karma hareketlerde “30 yaşın üstündeki kimseye asla güvenme” denirdi. Evet, nedenini anlıyorum ama şükür ki şu anda feminizmde böyle olmuyor.

Bir anlama arzusu, daha yaşlı insanlarla ilişkilenme arzusu var. Yine de yaşlı insanlarda sorun, çok üstünkörü dokunmaları. Bugün daha yaşlı ve özellikle yaşlanmış insanlar çok uzun bir kriz yaşıyor. Birçoğu yaşamları boyunca erkeklerin yaşayıp ölmeleri için çalıştı ve artık çalışamadıklarından yardıma ihtiyaç duyduklarında bir çareleri yoktu çünkü yaşamlarının büyük kısmını hiçbir kazanım elde etmeden çalışmaya harcamışlardı. ABD’de devlet huzurevlerinin büyük kısmını yaşlı kadınlar dolduruyor. Gerçekten trajik durumlar, özellikle çoğunlukla korkunç koşullarda yaşayan kendi kendine yetemeyenlerin durumu trajik. Çocukluk dönemi durumu gibi bunun da feminist harekette yeteri kadar tartışılmadığına inanıyorum. Hareket bugün çeşitli yaşlardan kadınları bir araya getiriyorsa da, bu hâlâ kapsanması gereken bir sorundur. Çünkü şiddet üzerine konuşacaksak, birçok yaşlı kadının yaşadığı ekonomik ve duygusal sefalet şiddetin bir biçimidir.

- Feminist mücadele dünyanın birçok yerinde çok güçlüyken, aynı zamanda atılımdayken, başka yerlerinde en iyisine muhafazakâr diyebileceğimiz faşist iktidarlar var. Bu sürecin bir feminist okumasını nasıl yapabiliriz?


Bu şiddeti 16. ya da 17. yüzyıla gitmeksizin 20. yüzyıl bağlamında açıklarsak, kapitalizmin, en son gelişme aşamaları da dâhil, her zaman çok şiddet içerdiğini görebiliriz: neredeyse 50 milyon insanın öldüğü iki dünya savaşı, 1960'lardan bu yana Latin Amerika'da bir hâkimiyet sistemi olarak kitlesel işkence, ABD'nin hem Demokrat hem Cumhuriyetçi hükümetlerinin desteklediği bütün savaşlar vb. Bunun yeni bir şey olduğunu düşünmemek için bağlamsallaştırmanın önemli olduğunu düşünüyorum; kapitalizm özellikle kendisini tehdit altında, tedirgin hissettiğinde bu şiddeti harekete geçirmeye ihtiyaç duyar.

Ve bugün kapitalizm kendini tehdit altında hissediyor. Birincisi, yıllardan beri kâr düzeyinin yeterli olmadığından yakınıyorlar, öyleyse kapitalizm krizde. İkincisi, ilerleme var; feminizm, uluslararası isyanın elmas ucudur. Yıllardan beri süregelen bir direniş var. Arap Baharı'ndan bugüne, her zaman daha fazla işkence, savaş, cezaevi gerektiren bir direniş. Bu nedenle, cevap olarak bu şiddeti yeni bir şey olarak değil, kapitalizmin kendini krizde, temellerinin tehlikede olduğunu hissettiğinde ve uluslararası hareketlerin işbirliği yapmaksızın aynı temalara sahip olduklarıyla yüz yüze geldiğinde verdiği alışılagelmiş yanıt olarak görüyorum. Çünkü Brezilya'dan Şili'ye, Ekvador'dan Lübnan'a, Haiti'ye dek, yoksullaştırılmaya, sefalete karşı bir direniş var.

Arkadaşlarımızın Şili'de büyük bir cesaretle "tecavüzcü sensin" demeleri tesadüf değil, çünkü bunu Şili'de yapmak, diğer ülkelerde yapmakla aynı şey değil, hızla dolaşıma girdi. Bu uluslararasılaştırma ve sorunların, amaçların, sloganların, örgütlenme biçimlerinin hızla dolaşıma girmesi bize bir "başkaldırı" olduğunu, "yeter" deyişin çok yaygın olduğunu söylüyor. Bolsonaro'nun, kilisenin ve ekonomik girişimlerin birer yanıt olduğunu düşünüyorum. Vahşi kemer sıkma politikalarını, yıllardan bu yana süren mülksüzleştirmeyi, milyonlarca insanı topraklarından sürmeyi, devasa bir şiddet aygıtı örgütlemeden yapamazsınız.

- Son kitabınız "Tenin Sınırlarının Ötesine" henüz yayımlandı. Kitapta, beden kavramına kapitalizm tarafından düşünüldüğü şekliyle -bir iş makinesi, kadın açısından bakıldığında bir (yeniden) üretim makinesi- karşı çıkıyorsunuz. Bugün, toplumsal ve politik eylem kategorisi olarak beden ne anlama geliyor?

Beden alanı fikrini seviyorum çünkü bize hızla toplu bir görüntü veriyor. Sadece ilk savunma bölgesi olduğu için, yeryüzü, beden söylemiyle beden söylemini temasa geçirdiği için değil, beden söylemini kolektif bir sorun olarak ortaya koyduğu için de. Dolayısıyla, beden söylemi, kimin kimi yönettiğiyle, kimin yaşamlarımız üzerinde karar verme gücüne sahip olduğuyla ilgili.

Bunun, mücadelede en temel sorunlardan biri olduğunu düşünüyorum. Çünkü sadece işteyken olanı değil, her dakikamızı kontrol etmek isteyen bir devlet var. Kadınlar özelinde devlet, bedenimizi, günlük gerçekliğimizi işgal ediyor; bunu, erkeklere yaptığına oranla giderek artan bir yoğunlukla ve daha baskıcı bir yöntemle yapıyor. Kürtaj problemi çok iyi bir örnektir. Bu nedenle, bugün feminist bir perspektiften bedene dair düşünmek, yaşamlarımıza dair kimin karar verebilme imkânı olduğunu tespit etmek için bilhassa önemlidir.

Beden; yaşam demektir, yeniden üretim demektir, duygulanım demektir. He şey, beden konusunu çepeçevre sarar: yemek, seks, ebeveynlik, üreme. Dolayısıyla, beden için mücadele, yaşamın en temel yönleri için mücadeledir. Pek çok kadını böylesi güçlü bir keskinlikle hayran bırakmasının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum, çünkü yaşamımızın efendisinin kim olduğuna burada karar verilir; biz mi, yoksa devlet mi?

- Ancak siz, bedeni kolektif biçimde geri kazanmayı, yaşamlarımıza dair kolektif karar alma gücünü yeniden ele geçirmeyi vurguluyorsunuz…

Evet, kolektif güç, kesinlikle. Tek başımıza yenildik. Mücadele için evden çıkmanızın gerekmesinin nedeni bu. İş için değil, evden mücadele için, bir araya gelmek için, tek başımıza sahip olduğumuz bütün sorunlara karşı koymak için çıkın.

- Tenin sınırlarının ötesine geçmek fikri, yaygın beden kavramını doğru varsaymak ile ilgili. Bunun için, Bakhtin tarafından tasarlanan, ötesinde olanın sahiplenilmesi ve dâhil edilmesi yoluyla genişleyen yaygın beden kavramını tartışıyor ve aynı derecede yaygın ancak radikal şekilde farklı mahiyette bir fikir öneriyorsunuz. Diğer canlı organizmalarla “büyülü bir süreklilik”ten ve kapitalizmin böldüklerini bir araya getiren bir bedenden bahsediyorsunuz. Bu anlamda, beden karşılıklı bağımlılığa dair düşünmenin başlangıç noktası olur mu?

Sahiplenmek isteyen bir beden değil, bağ kurmak isteyen bir beden üzerine düşünüyorum. Dünyayı yemeyi değil, dünyayla bağ kurmayı istiyor. 16-17. yüzyılın bakışı, bedenin yeniden doğuşu bakışı, onu tamamen izole bir şey olarak algılamadı; bir ada değildi ancak açıktı. Aydan, yıldızlardan ve rüzgârdan etkilenebilirdi. Havadan, sudan ayrı olmadığı için geniş olan beden. Ve bu beden başkalarının bedenleriyle çok yakından bağlantılı. Aşk ve seks deneyimi örnek olarak gösterilebilir, ancak bizim hiç durmadan nasıl etkilendiğimizi ve bedenimizin nasıl değiştiğini gösteren tek şey değil. Örneğin nazar geleneği, başkalarının size acı çektirebileceği ya da sizi mutlu edebileceği, sizi değiştirebileceği gerçeği ile ilgilidir.

Bedeni, kapitalistlerin düşündüğü şekilde, bugün bilimin düşündüğü şekilde hücrelerin kümeleştiği ve her hücrenin, her genin bir programının olduğu tamamen bir makine olarak, organik olmayan bir şey olarak düşünemeyiz. Benim arayışım ve amacım, bedene yönelik, günümüz biliminde egemen olan bakışın tamamen aksi bir bakışı geliştirmek. Giderek artan bir biçimde, bedeni, her birinin kendi ayırt edici özelliği olan küçük parçalar halinde izole etme girişimleri var. Bu bir parçalanmadır. Çatlamaya dair düşünüyorum; bugün bilim insanları beden üzerine düşündüklerinde, bir çeşit onu parçalarına ayıran epistemolojik çatlama yaratıyorlar.

Bana göre beden; hayvanlarla, doğayla ve başkalarıyla yeniden bağlantı kurmalı. Mutluluğumuzun ve beden sağlığımızın yolu budur. Çünkü mutsuzluk tam da bedenin kuşatılmasını içerir. “Caliban ve Cadı”da yazdığım üzere, sadece dünyaya yönelik bir kuşatma değil, bedenlere de kuşatma var. Giderek artan bir şekilde, başkalarına güvenemeyeceğimiz ve başkalarından korkmamız gerektiği hissini yaratıyorlar bizde. Neoliberalizmle birlikte altı çizilen bu gına getirici bireycilik tamamen acınası. Çünkü başkalarıyla ilişkilenmenin büyük bir zenginleşme olduğunu görmek yerine dünyayı korku adına kavramsallaştırıyor.

- Tenin Sınırlarının Ötesine kitabınızın son bölümü olan “Neşeli Militanlık” özellikle harika. İki zıt militanlık fikri var: iyi hissettiren ve diğer arzularla bağlantılandıran neşeli militanlık karşısında kederli politika ve militanlık.

Bence kederli militanlık, geleceği olmayan bir militanlık ancak varlığını sürdürüyor. Erkek egemenliğinde olan bir militanlığın kederli bir militanlık, yabancılaşılmış bir iş olarak militanlık olduğunu düşünüyorum; bu, biri “Bir mitinge daha gitmeliyim” diye düşünürken diğerinin “İşe gitmeliyim” diye düşündüğü bir militanlık. Bu, arkadaşların coşku duymaksızın ve sevmeksizin tarihsel bir itaat olarak gördükleri, kendilerine hiçbir şey vermeyen fakat bir görev, bir mecburiyet olarak yaptıkları bir şey. Bu, başka bir toplum inşa etmek değil.

Riskler alabilirsiniz ancak bu farklı. Bazen risk alabilirsiniz çünkü böyle yapmanız siz bir şeyler kazandırır, yaşamınızı değiştirir. Ancak bu sizi şu anda değiştirir, belki 20 yıl içinde değil, şu anda değiştirir. Bana göre bu yeni bir dünya inşa etmektir. Bu sadece “hayır” demekle ilgili değildir. Yaşam, diğer insanlarla farklı şekilde etkileşime girmeye ve kendimize dair bir şeyler keşfetmeye başlamamızla değişir. Çünkü değişiriz, farklı ilişkiler kurarak değişiriz. Ve yaşamın, yeryüzündeki çoğu insan için başkalarının kederlerini üstüne ekleyemeyecekleri derecede çok kederli olduğunu ve her şeyin acı ve sıkıntı verici olduğu bir mitinge gitmek yerine gece evde televizyon izlerken ölmeyi tercih edeceklerini düşünüyorum.

- Feminizm çerçevesinden arzu politikası olarak adlandırdığımız bu şey, birazcık bu kederli militanlığın antitezi olacaktır.

Kesinlikle. Ve bu yaratıcılıktır, militanlığın yaratıcılığı. Bunu derinlemesine deneyimledim, çünkü birkaç yıl içinde kadınların erkeklerle birlikte oldukları hareketleri, karma hareketleri bıraktıklarında oluşan farkı gördüm. Kadınlar böyle değiştiler (avuç içlerini çevirerek). Konuşmaya, şarkı söylemeye, yaratmaya, çizmeye başladılar. Bu inanılmaz bir yaratıcılık patlaması gibiydi! Daha öncesinde örgütlerin tüm dâhili işlerini yaptılar. Hareketlerde, erkeklerle birlikte çok fazla dâhili iş yapıldı!


http://www.zur.org.uy/content/%E2%80%9Cel-feminismo-es-la-punta-de-diamante-de-una-insurgencia-internacional%E2%80%9D-entrevista-silvia adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız

0 Responses to Silvia Federici: Feminizm, uluslararası isyanın elmas ucudur

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi