Content feed Comments Feed

Türkçeye de çevrilen Küresel Ekonomide Kriz kitabının yazarı olan ve siyaset teorisi alanında çalışmalar yürüten Bologna Üniversitesi (İtalya) Öğretim Görevlisi Sandro Mezzadra, koronavirüs salgını sürecinde hem devletler hem de toplumsal hareketler açısından ortaya çıkan imkânlar ve salgın sonrasında kapitalizmin geleceğine dair fikirlerini içeren bir yazı kaleme aldı.


Eczanede uzatmalı bir bekleyiş, süpermarkete girmeden önce uzun bir kuyruk. Bugün giderek sıradan hale gelen böylesi deneyimler koronavirüsün yayılmasının toplumu nasıl dönüştürdüğünü görmemize yardım edebilir. Yine de, daha kesin bir ifadeyle, küresel salgın ve İtalyan hükümeti tarafından buna karşı hamle girişimi olarak yürürlüğe konulan tedbirler aslında zaten bir süreden beri var olan eğilimleri daha da kızıştırıyor. Korku siyasetinin egemen olduğu son birkaç on yıl izini bıraktı. Bu, mevcut fiziksel temas korkusunda ya da insanlar arasında “güvenlik mesafesi”ni koruyan şüpheli bakışlarda görülebilir. Hiç kuşku yok ki böyle bir kontrol kaygısı, yaşamlarımıza hükmeden iktidarları güçlendirir ve bu alınanlar gibi hükümet kaynaklı önlemler bir kez alındığında politik imkân cephaneliğinin parçası haline geldiklerini hatırlamakta fayda var. Yine de, son derece farklı çağrışımları olan başka yansımalar da ortaya çıktı. Sokaktaki insanlar birbirlerine gülümsüyor, balkonlardan müzik çalınıyor ve dayanışma duygusu sadece doktor ve hemşireleri değil, aynı zamanda çalışma koşullarınca sunulan sağlık güvenliğini savunmak için grev yapan fabrika işçilerini de sarıyor.

Toplumsal hareketlerin ve solun rengârenk diyarında, tartışmalar ilk yöne, yani olağanüstü durum zamanlarında kontrol mekanizmalarının keskinleştirilmesine yoğunlaşıyor görünüyor. Kendilerini virüs bilim ve salgın bilim uzmanına dönüştüren tanınmış düşünürlerce ifade edilen fikirlerin bile ötesinde, COVID-19’un gerçek ciddiyetine dair bir çeşit kuşkuculuk baskın çıkıyor gibi görünüyor. Bu tutum bana yanıltıcı gibi geliyor. Bunun yerine tartışmaya, koronavirüsün yayılmasının hem milyonlarca insanın sağlık ve yaşamına (öncelikle yaşlı olanların ve risk grubundaki diğer bireylerin) hem de sağlık sisteminin tam da varlığını sürdürebilmesine yönelik bir tehdit teşkil ettiği gerçeğinden yola çıkarak başlamak gerek. Bu noktada bir şüphe olmaması gerektiğini düşünüyorum. Lakin, durum böyleyse, koronavirüs temel şeye, “genel”e yönelik bir tehdittir. Devam eden salgın, “bakım” –özellikle son yıllarda feminist tartışmalarda vurgulanan şey- ihtiyacımıza ek olarak böylesi bir genelin (yaşamlarımızın ta kendisinin yanında) kırılganlığını ve güvencesizliğini gösterdi. Fakat mevcut durumun yükselen kontrolünü unutmaksızın, şu anda İtalya'da, Avrupa'da ve dünyada neler olduğunu düşünmek amaçlı geliştirmek istediğim eşit derecede önemli olan bu ikinci perspektiftir.

Koronavirüsün ekonomik etkilerinin eşi benzeri görülmemiştir. On yıllardan beri ilk defa, kökeni "reel sektör"de yatan bir kriz, küresel finans piyasalarını emsalsiz kayıplara yol açacak şekilde şiddetli biçimde vurdu. Küresel kapitalizm bakımından, mevcut durumu resmetmeye en uygun şey "tıkanıklık" metaforu gibi görünüyor. Bir aynada olduğu gibi, bu kriz değerleme ve birikim devirleri; sermayenin, ticari malların ve insanların hiç bitmeyen hareketine dayanan kapitalizmin tersten görüntüsünü yansıtıyor. Kapitalist küreselleşmenin lojistik ve altyapısal iskeletini teşkil eden bağlantılar olan tedarik zincirleri, bugün önemli derecede engellenmiş görünüyor. Uzunca bir süredir tedarik zincirlerinin ve bağlantılı geçit ağlarının, özel bölgelerinin ve aktarma merkezlerinin genişlemesini yönlendiren borsadaki fiyatlar, böylesi bir tıkanıklığı dışa vurmaya zorlanıyor.

Öyleyse, mevcut salgının, küresel kapitalizmin gelişiminde dönüşü olmayan bir noktaya denk geldiğini söylemek yanlış olmaz. Hiçbir şekilde "çöküş" ya da kıyamet fantezilerine kapılmıyorum. Kapitalizm, koronavirüsten sonra da kesinlikle var olmaya devam edecek, ancak yakın geçmişte gördüğümüz -2007/2008 yıllarında gerçekleşen finansal krizden kaynaklanan radikal değişimler göstermiş olsa da- versiyonundan son derece farklı olacak. İtalya'da ne olduğunu anlamak için -küresel düzeyden nazaran- buradan başlanması gerektiğini düşünüyorum. Şu anda İtalya çok da uzak olmayan bir geçmişte olduğundan büsbütün farklı koşullarda olsa da bir "laboratuvar".

Basitleştirme riski altında, bugünlerde krize yanıt olarak sınırları iyi belirlenmiş iki alternatifin şekil almaya başladığı söylenebilir. Bir yanda Johnson-Trump-Bolsonaro ekseninde örneğini bulan "Malthusçuluk" (bkz. Malthusçuluk) -esas olarak sosyal Darwinizm'den esinlenen-. Diğer yanda, kamusal sağlık sisteminin mevcut krizin üstesinden gelmede asli araç olarak yeniden yeterliliğe kavuşturulmasını amaçlayan alternatif bir yanıt beliriyor -burada, Çin, Güney Kore ve İtalya tarafından çok değişik örnekler sunuluyor-. İlk durumda, toplum içinde meydana gelen binlerce ölüm bir doğal seleksiyon biçimi olarak görülür; ikincisinde ise neredeyse tamamı şarta bağlı nedenlerle, mesele, farklı derecelerde otoriterlik ve sosyal kontrol ile "toplumun savunulması gerektiği" şeklinde görülür.

Açık bir şekilde anlatırsak: İtalyan hükümeti tarafından uygulamaya konulan tedbirleri hiçbir şekilde onaylamıyorum. Kendimi şu anda, küresel düzeyde sadece kapitalizmin geleceği için değil, aynı zamanda kendi hayatlarımız için de -sonuçta aynı şey- kritik sonuçlar doğuracak bir çatışmanın seyir halinde olduğunu söylemek ile sınırlıyorum. Bu mücadele; direnişleri sağlam ve sosyal, politik olarak kökleşmiş olduğundan Birleşik Krallık, ABD ve Brezilya gibi, hükümetleri "Malthusçu" çözümleri destekleyen ülkeleri etkiliyor. Fakat aynı zamanda, böylesi bir mücadelenin, işçilerin Confindustria'nın (İtalyan Genel Sanayi Konfederasyonu) seçeneklerini ve kendilerini üretimin yüceliğine kurban etmelerini reddetmeleriyle böyle bir mücadelenin ifade edildiği İtalya gibi ülkeleri de etkiliyor. Daha genel olarak, koronavirüs sürecinin yönetimi, kritik bir çatışma alanı olarak boy gösteriyor. Şu anda ve önümüzdeki aylarda ancak ve ancak toplumsal mücadelelerin sertleştirilmesi demokrasi alanlarının ve "genel"in önemsenmesinin yolunu açabilir. Bu İtalya için de en az ABD kadar geçerlidir.

Yakın gelecekte ortaya çıkabilecek bir dizi senaryo var ve kökleşmelerine müsaade edebilecek koşulları analiz etmeye değer. Kamusal sağlık sisteminin, yani sağlık hizmeti sosyal hakkının asli değeri kesinlikle sorgulanamayacak bir unsurdur. Bu, en azından bir süre için, daha fazla kesinti tasarlamanın zor olacağı ve aksine yeni yatırımlar mevsimine, özellikle de sağlık çalışanlarınca oluşturulan baskı altında başlamanın mümkün olabileceği anlamına gelir. Geçtiğimiz haftalar içinde meydana gelen değişikliklerin (online eğitimin kullanımından başlayarak) kalıcı durumlara dönüşmesini engellemek gerekecekse de, eğitim alanında da bunun aynısının olacağı umulabilir. Her krizde olduğu gibi, bakım işinin yükü en çok kadınlara kalıyor, ancak bu durum bile yeni mücadeleler ve müzakereler için alanlar yaratıyor. Yukarıda bahsi geçen işçi grevleri, sosyal olarak bile yeni sendikalaşma ufukları ihtimaline ve "karantina geliri" talebine işaret ediyor. Son derece yüksek bir bedel ödenmesine karşın, İtalya'daki son cezaevi isyanları, son yıllarda kökten ışık geçirmez hale gelen dünyada yenilenmiş bir görüş imkânı ortaya çıkardı -bununla birlikte, kısm de olsa önemli sonuçlar elde ettiler. Bu, farklı zamanlarda da olsa, koronavirüsün ülkeye geri göndermeleri fiilen durdurduğu mültecilerin Geri Dönüş İçin Konaklama Merkezleri'nde de (CPR) oluyor.

Söylemek istediğimi pekiştirmek için: şu anda ele aldığımız şey, sadece devlet idaresi mantığındaki değişimler değil, özgün mücadele alanları sunan senaryolardır. Metodolojik bir bakış açısıyla, o noktadan başlamak bana kritik geliyor. Dahası, virüs, egemenlikçilik ve onun sınır fetişizminin tamamen yanıltıcı karakterini gösterdi. Avrupa’da yeniden bir etki geliştirmek için koşullar uygun. Tabii ki Avrupa Birliği şu ana kadar çok bir şey yapmadı, amaca zarar veren yöntemlerle değilse de çelişkili hareket etti. Buna rağmen, tasarruf rejiminin sonunda dengeli bütçe dogmasından uzak düştüğünü nasıl göremeyiz? Avrupa Merkez Bankası’na yüklenen son başvuru makamı olarak borç verici rolünün verdiği “nesnel” gerilimler de ayrıca çarpıcı. Bunlar gerçekten de, politik yönelmişlikten azade olduklarına dair “nesnel” eğilimler olsalar da, Avrupa coğrafyasında mücadeleleri yeniden etkinleştirme koşullarını tayin ediyorlar. Belki de daha iyisi, kıtanın birçok parçasında gelişecek mücadelelerin yeniden sahne almasının Avrupa düzeyinde çerçevesini çiziyorlar.

Özetle, burada gelişen perspektif bizlere, devam eden salgına, dikkati farklı hareketler, toplumsal mücadeleler için ortaya çıkan alanlara ve solun kendisine çekerek bakma imkânı sağlıyor. Önceden de savunduğum gibi, kontrol konusunu, devletin yetkilerinin genişlemesi ve korku siyasetinin daha fazla teşvik edilmesi konularını küçümsemiyorum. Bu yönler, açık bir şekilde mevcut senaryonun parçası. Fakat bunlara nasıl karşı çıkılmalı? Kanaatim şu ki, “İtalyan laboratuvarı” şeklindeki mevcut algıyı tersine çevirmek için bu yazının başında atıfta bulunduğum genelin “önemsenmesi”nden başlanmalı. Dahası, mevcut durum dâhilinde salgın zamanında mücadelelerin daha genel bir politikasını şekillendirmeyi göz önünde bulundurarak mevcut fırsatları sımsıkı tutmak gerek.


https://www.versobooks.com/blogs/4598-politics-of-struggles-in-the-time-of-pandemic adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız

0 Responses to Sandro Mezzadra: Salgın zamanında mücadelelerin siyaseti

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi