Content feed Comments Feed

Meslek yaşamı boyunca Orta Doğu üzerine yoğunlaşan gazeteci Patrick Cockburn, London Review of Books için kaleme aldığı yazısında, Süleymani suikastını değerlendirirken, İran'ın bu olaydan fayda sağlayan taraf olduğunu ve özellikle ülkedeki gösterilerin güç kaybetmesi doğrultusunda suikasttan avantaj elde ettiğini belirtiyor.


General Kasım Süleymani suikasta uğradığı sırada, Irak’taki ve geniş Şii nüfusa sahip başka Orta Doğu ülkelerindeki stratejisi kendi amacına zarar verir hale gelmişti. Süleymani, yaşamının son yıllarında yaptığı hatalara karşın şu anda büyük İranlı savaşçı ve Şii şehit konumunu garantilemiş durumda. Irak’ta geçtiğimiz Ekim ayında gerçekleşen küçük çaplı gösterilerin Süleymani organizasyonunda şiddetle bastırılması Şii toplumunda kitlesel ayaklanmaya yakın bir şeyi kışkırttı. İran ve onun vekilleri, 500’den fazla protestocunun öldürülmesinden ve 15 bin civarında kişinin yaralanmasından sorumlu tutuldular; göstericiler Kerbela ve Necef gibi Şiilerin kutsal kentlerinde İran karşıtı sloganlar atarak ülkenin konsolosluklarını yaktılar. Sonra aynı ay içinde Lübnan’da, İran’ın bölgesel müttefiki olan Hizbullah’ın oluşturmak için on yıllardır mücadele verdiği siyasi statükosunun son bulması talebiyle büyük kitleler Beyrut sokaklarını doldurdular. İran’ın kendisinde de Kasım ayında akaryakıt fiyatlarındaki yükselişe yönelik protestolar zalimce bastırıldı: Uluslararası Af Örgütü’ne göre 304 kişi öldürüldü. İçeride ve dışarıda, İran tarafından 1979 Devrimi’nden bugüne muazzam çabayla oluşturulan Şii koalisyonu dağıldı; İran devleti ve onun en güçlü iki bölgesel müttefiki olan Lübnan’daki Hizbullah ve Irak’taki Haşd el-Şabi, halklarının koruyucusu ve ülkelerine yönelik dış müdahalenin karşıtı olarak elde ettikleri meşruiyeti yitiriyorlardı.

3 Ocak günü Süleymani’nin öldürülmesi, İran önderliğini bu yükselen siyasi krizden kurtardı. Trump; Süleymani ve İran, Irak ve Lübnan’da onun gibi düşünenlerin siyasi huzursuzluğu aşırı güçle yanıtlayarak vahim bir hatalı karar verdikleri bir zamanda askeri aklı –‘Düşmanın hata yapmaya devam ederken asla araya girme’- göz ardı etti. Tahran ve diğer şehirlerde, Ayetullah Humeyni’nin 1989 yılındaki cenazesinden bu yana en büyük kalabalıklar Süleymani’nin yasını tutmak için sokağa çıkarken, İran hükümetinin üst düzey yetkilileri onarılan milli dayanışma algısıyla şaşırıp kalmışlardı. Protestocuların, Süleymani tarafından planlanan dış maceralara hükümetçe para akıtılmasının durdurulması talebi, ABD’den intikam çağrısına dönüşmüştü. 2018 yılında İran ile nükleer anlaşmadan çekilmesinden bu yana Trump’ın İran politikasının ve özellikle yaptırımların uygulanmasının amacı, İran önderliği üzerindeki halk baskısını arttırmak, iktidarlarını sürdürmek için ABD’nin taleplerine razı olmaya zorlamaktı. Süleymani’nin öldürülmesi hükümete desteği diriltene dek, bu yaklaşımın işlediğinin bolca kanıtı vardı.

Irak’ta suikastın etkisi daha az belirgin: son gösteri dizisine katılan protestocuların, son üç ayını kendilerini öldürmeye çalışmakla geçiren bir adamın ardından gözyaşı dökmeleri pek muhtemel değil. Yine de ölümü protestolarını baltaladı. Kitle baskısı altında eğileceklermiş gibi bakmaya başlamış olan siyasi seçkinler, şu anda Irak’ın bağımsızlığını savunduklarını ve bağımsızlığa yönelik en büyük tehdidin İran’dan değil ABD’den geldiğini iddia edebiliyorlar. Protestoculara anlayışla yaklaşan Iraklı liderler daha ihtiyatlı olacaklar: Örneğin yakın zamanda iki adayın geçici Başbakanlık makamına (itibarsız Adil Abdülmehdi’nin yerine) atanmalarını İran destekçisi cenaha çok yakın oldukları gerekçesiyle reddeden Cumhurbaşkanı Berham Salih. Bağdat’ta Şii egemenliğindeki her hükümette desteği şart olan Büyük Ayetullah Ali Sistani yeni bir seçimi taraftarıydı. Bu hareketler daha küçük temelde devam edebilir. Süleymani’nin ölümünün ardından bir yorumcu, “Hiçbir Irak lideri, kendisinin fazlasıyla ABD destekçisi olduğu iddialarına maruz kalmayı istemeyecek” demişti. İran destekçisi paramiliter gruplar en başından beri protestoların, bir “kadife devrim” sahnelemek ve hükümeti devirmek için ABD ile İsrail ya da Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan tarafından hazırlanan komplonun bir parçası olduğunu iddia ediyorlardı. Bu komplo teorileri ilgi görecek ve baskı yoğunlaşacak: 5 Ocak günü, güneydeki Nasıriye kentinde protestoculara, Süleymani ile birlikte öldürülen Hizbullah liderlerinden Ebu Mehdi el-Mühendis’in cenaze törenine katılmayı reddettikleri için ateş açıldı.

Süleymani’nin ölümünden beri Trump ve kabinesi, onu yüzlerce ABD askerinin ölümünden sorumlu bir terörist fikir babası olarak şeytanlaştırdı. İran’daki ve bölgenin tamamındaki Şii halk için ise o bir kahraman, ülkesi ve inancı için şehit olmuş biri olarak sunuldu. İki yaklaşım, Süleymani’nin bir miktar abartılı ve Kudüs Gücü komutanı olarak örtülü operasyonlar düzenleyen, bir yandan da önemli Şii nüfus barındıran Orta Doğu’nun çeşitli kesimlerinden açık diplomasi peşinde olan iki yönlü rolünün biçimsiz bir resmini üretmek için birleştiriliyor. Şüphesiz Abkayk ve Hureys’teki Suudi petrol tesislerine yönelik geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleşen drone ve füze saldırılarının emrini vermişti, ancak çeşitli ulusal, etnik ve dini liderler arasında arabulucu olarak hareket ederek ziyadesiyle görünür olan bir bölgesel politikacıydı da. Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi, Süleymani’nin İran ve Suudi Arabistan arasındaki düşmanlığı azaltmak üzere alınacak tedbirleri tartışmak için Bağdat’a uçtuğunu söylüyor: “Suudilerden İran’a götürdüğü mesaja yanıt olarak İran’ın mesajını getirmek üzere buraya gelmişti.” Trump bunu yalanladı ancak Mehdi’nin söylediğinin doğru olma ihtimali kuvvetle muhtemel.

ABD, İran’ın hasmı olmasının yanında Saddam Hüseyin’in 1990’da Kuveyt’i işgal etmesinden bu yana İran’ın Irak’taki fiili ortağı olma derecesini gizlemek istiyor. Kendi adlarına Iraklılar, Washington ile işbirliklerine dair ketumlar. 2003’teki ABD işgalinden sonra Amerikalılar sık sıkı bilerek ama mesafeli biçimde Süleymani ile muhatap oldular. Hem Washington hem de Tahran, bütün Irak cumhurbaşkanları ve başbakanlarının atanabilmeleri öncesinde anlaşmak zorunda kaldılar. 2006 yılında ABD büyükelçisi, Nuri el-Maliki’yi başbakan olarak önerdi: başta Amerikalılara yakın olduğunu düşünüyordu ancak sonradan yönünü İranlılara çevirdi. Bu sistem 2018 yılına kadar işlerliğini sürdürdü. İki tarafın da, kendi etkileri altına almaya çabalasalar da Bağdat’ta Şii egemenliğinde istikrarlı bir hükümetin devam etmesinde çıkarı vardı. Tahran ve Washington, İslam Devleti’nin Musul’u ele geçirmesinden sonra hiç olmadıkları kadar yakınlaştılar; ikisi de IŞİD savaşçılarının Bağdat’a ilerlemesini durdurmakta kararlıydı. Iraklıların ifade ettiği şekliyle: “Masanın üstünde birbirlerine yumruklarını sallıyorlar ancak alttan el sıkışıyorlar.”

Süleymani, Irak ve bölge siyaseti için önemliydi ama göstermeye çalıştığı kadar önemli değildi. Bağdat’taki Iraklı politikacılar onun sahnede olmasından rahatsızlardı; özellikle de İran destekli paramiliterlerle fotoğraf çektirme alışkanlığından ve Bağdat'taki liderlerin IŞİD'e karşı kendilerinin olarak gördükleri zaferlerinden hak talebinde bulunmasından. Iraklı liderler eleştirilerinde yalnız değillerdi. Geçen yıl internet dergisi Intercept, 2013-2015 yılları arasında Irak’ta görevlendirilen İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı yetkililerinin gizli dokümanlarını yayımladı. Bu dokümanlardan biri Süleymani’yle ilgiliydi ve savaş alanında gündemde olmayı sürdürmenin, gelecekte İran cumhurbaşkanı olma arzusuna hazırlanmanın bir yolu olduğu yorumunda bulunuyordu. Elbette Kudüs ve MOIS (İran İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı) gibi rakip istihbarat servisleri arasındaki kavga her ülkede kötü namlıdır ancak MOIS’in ajanları tarafından çizilen Süleymani portresi tatmin edicidir. Ajanlar özellikle Süleymani’nin Irak’ın Sünni bölgesinde savaşan Şii milisleri istismar etme düzeyinin mezhepçiliği kamçılamasından ve bunun, Sünnilerin gaddarlıklardan İran’ı sorumlu tutmasına sebep olmasından rahatsız oldular. Sızan bir belgede, IŞİD’in elinde tuttuğu ve stratejik olarak çok önemli olan Bağdat’ın güneyindeki anayol yakınlarındaki Jurf Sakar’a yönelik başarılı operasyonu anlatıyordu. Operasyonda görev alanların arasında İran’a yakın bir paramiliter grup olan Asaib Ehl el Hak savaşçıları da bulunuyordu. Kentteki zaferi, şehrin Sünni sakinlerine yönelik katliam izlemişti. ‘Bazı sınırlar koymak zorunlu ve gereklidir… masum Iraklı sivillerin maruz kaldıkları şiddete ve Süleymani’nin yaptıklarına.’ Sünnilerin başına gelen her ne olursa, doğrudan ya da dolaylı olarak bundan İran’ın sorumlu tutulacağını ekliyordu.

Süleymani hiç şüphesiz askeri oyunlar ve İran’ın her zaman uzmanlaşma alanı olan düşük düzey gerilla savaşı konusunda iyi bir taktisyendi. Iraklı bir siyasetçi bana “Onlar bu tür savaşta doktora sahibi” demişti. Ancak Süleymani, askeri açıdan kendisinden üstün olan bir düşmanla en zayıf olduğu noktada çarpışmaya çalışan Orta Doğu’daki ilk ve tek komutan değildi. İran, ABD ile karşı karşıya gelişinde, bütünlüklü bir askeri çatışmanın dışında dururken (İsrail ile olan da dâhil), bir kriz algısını sürdürmeye hevesli olagelmiştir. Irak’taki ABD üslerine yönelik 8 Ocak’taki sınırlı balistik füze saldırısı, bu stratejinin hâlâ yürürlükte olduğunu gösteriyor. İran; Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne yönelik ufak saldırılarını durdurabilir ve bunun yerine siyasi baskı uygulayarak ABD ordusunu Irak’tan çıkmaya zorlayabilir. Ancak uzun vadede İran’ın, riski her ne olursa olsun, yaptırımlara karşı geçerli yegâne yanıtı olan düşük düzeyli savaşı kaldığı yerden devam ettirmekten başka seçeneği yok.

Bunun nasıl ortaya çıkabileceği belirsizliğini koruyor fakat Süleymani’nin ölümünün İran için Irak’taki etkisini planlamasını daha kolay hale getirdiğine şüphe yok. Onun vali havaları ve yüksek görünürlüğü, İran destekçisi Haşd’ın kibri ve protestoculara yönelik pervasız şiddeti İran’ın itibarını, özellikle de o zamana kadar kendilerine IŞİD’e karşı kurtarıcıları gözüyle bakan Iraklı Şiiler nezdinde ciddi biçimde tahrip etti. Kamuoyu araştırmaları, İran’a olumlu bakan Iraklıların 2015 yılında yüzde 90 olan oranının 2018 yılında yüzde 50’nin altına düştüğünü gösteriyor. İran’ı, Irak’ın bağımsızlığına yönelik bir tehdit olarak görenlerin orasın ise aynı zaman diliminde yüzde 25’ten yüzde 58’e çıkmış durumda. Geçen yılın sonu itibariyle Bağdat’taki bir Iraklı analist, İran lideri Ayetullah Hamaney’in, Süleymani’yi İran’ın Irak’taki itibarı konusunda yaptıklarından dolayı cezaevine atması gerektiğini belirtmişti.

Süleymani, sokakları terk etmeyi ya da silaha aynı şekilde silahla karşılık vermeyi reddeden Iraklı protestoculara yönelik baskısının etkisini yanlış hesap etmişti. Her Iraklı aile silah sahibi olduğundan bu büyük bir dizginlemeyi gösteriyor. Benzer bir şekilde Trump’ın eninde sonunda sert cevap vereceği ve İran’ın, Aralık ayında olduğu gibi İran destekçisi protestocuların Bağdat’taki ABD elçiliğinin dış kapılarına girmelerine izin vermeyi de içeren iğneleyici saldırılarını sürdürmesi halinde belki de savaşa girmeye hazırlanabileceği olasılığını da hafife almıştı. Trump’ın, savaşa neden olabilecek bir şeyden sakınacağı inanışı, İranlı liderler ve onların Iraklı müttefikleri arasında yaygın inanış haline gelmişti. Eylül ayında Asaib Ehl el Hak lideri Kays el Hazali ile röportaj yaptığımda emin bir şekilde “Trump savaşa girmeyecek” demiş ve İran’ın, bir karşı karşıya gelişi geniş çaplı bir çatışmaya dönüşmesini nasıl engelleyeceğini bildiğini eklemişti. Ancak Trump fevri, eksik bilgi sahibi ve zayıf görünmemeye meraklı. Neo-muhafazakâr müdahalecilerle çevrelenmiş durumda, aynı derecede cahil fakat düşüncesizce saldırgan. Bunun sonucu, Orta Doğu’daki ABD politikasının –geçen yıl ABD’nin Suriye’den ‘var-yok’ şeklindeki çekilmesi bunun tipik örneği- Washington’ın farklı hizipleri arasında kaotik bir uzlaşı olması.

Geçen yaz Iraklılar, ülke 2003 yılından bu yana ilk kez bu kadar huzurlu olsa da yeni bir krizin kapıda olduğunu öngörüyorlardı. Mayıs 2018’de Trump’ın İran nükleer anlaşmasından çekilmesinin ardından, Irak’ın bir İran-ABD çatışmasının arenası haline gelmeye mahkûm olmasından korkuyorlardı. Bağdat’taki bazı arkadaşlarım şimdiden Türkiye’de ev satın alma planları yapıyorlardı. Iraklılar, 40 yıllık savaş ve krizin ardından geleceğe kötümser bakmaya meyilliler fakat öngörülerinin doğru olduğu hızla ortaya çıktı. Irak'taki çatışmaların nihai bir zafer üretme ihtimalinin olmadığının farkına vardılar, çünkü ülkede iktidar; hükümet, dini hiyerarşi, paramiliter güçler ve aşiretler arasında bölünmüş durumda. Ancak Irak; Şii, Sünni ve Kürtler arasında bölündüğünden bu bile fazla basitleştirmedir. Sünni ve Kürt toplulukları, kendi güçlerini arttırmak için ABD ve Şiiler arasındaki ilişkide meydana gelebilecek herhangi bir bozulmadan istifade etmeye çalışacaktır. Ancak Bağdat'a karşı baskı uygulamak için piyon olarak kullanılıp terk edilmeyi istemeyecekler, çünkü böyle olacağından şüphelenmek için geçerli sebepleri var.

Irak'ı istikrarsızlaştırmak için çok şeye gerek yok ve işaretler, Trump'ın bunu yaparsa durumu umursamayacağını gösteriyor. ABD'nin bugünkü yaklaşımı, daha çok 2003 yılındaki işgalin ardından Bağdat'taki Amerikalılarca sergilenen ve ne yaptıklarına ya da kime karşı koyduklarına dair hiçbir fikirlerinin olmadığı şuursuz böbürlenmeyi andırıyor. Trump'ın, İran'ın kültürel eserlerini hedef alma tehdidi karşısında bazı Iraklılar bunu en son yapanın Musul'da Asuri heykellerini kıran ve Palmira'da tapınağı havaya uçuran IŞİD olduğunu hatırladılar. Orta Doğu'nun bu parçasındaki birçok kültürel alan dini anıtlardır ve bunlara yönelik herhangi bir tehdidin muhtemelen vahim sonuçları olur. 2006 yılında Samarra'daki Altın Cami'nin (Askeriye Türbesi; ç.n.) bombalanması on binlerce insanın öldüğü mezhepsel şiddeti tetiklemişti.

Trump'a göre Süleymani suikastının bir avantajı İranlıların ABD'ye ve onun müttefiklerine yönelik sınırlı saldırılar düzenleyeceği zaman daha ihtiyatlı olacak olmasıysa da, bu, tamamen kesecekleri anlamına gelmiyor. Krizin yoğunluğu ve uzunluğu, Ukrayna yolcu uçağının göründüğü kadarıyla kasıt olmadan düşürülmesinde de görüldüğü üzere kazaların olabileceği anlamına geliyor. Bunun yanında, Trump ve yönetimi, çatışmanın kızışmasının olası sonuçlarını tahmin etme ya da İranlıların muhtemelen nasıl yanıt vereceklerini öngörme konusunda bilhassa eksik donanımlılar. Bu da, savaşta acemilik yapmayı genellikle olandan daha fazla muhtemel kılıyor. İran, Süleymani'nin ölümü rejimin milliyetçi ve dini kimliklerini canlandırmanın bir yolu olmaya doğru gittiğinden, şu ana kadar krizden daha fazla fayda sağladı: Trump'ın "azami baskı" ve ekonomik yaptırımlar politikası, artık Tahran'ı gerçekte bir şartlı teslim anlamına gelecek olan müzakereye muhtemelen daha az zorlayacak. Irak'ta, kitlesel sokak protestolarında dillendirilen devrimsel reform talebinin krizle marjinalize edilip edilmeyeceğini ya da tersine döndürülüp döndürülmeyeceğini söylemek için çok erken, ancak kesinlikle zayıflayacak; belki de kalıcı olarak.


https://www.lrb.co.uk/the-paper/v42/n02/patrick-cockburn/blundering-into-war adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız


0 Responses to Patrick Cockburn: Süleymani suikastından İran fayda sağladı

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi