Content feed Comments Feed

Düzenin karmaşası

24 Ağustos 2011 Çarşamba


Portekizli akademisyen Boaventura de Sousa Santos, İngiltere’de geçtiğimiz ay gerçekleşen ayaklanmaya dair kaleme aldığı makalede, neo-liberalizmin bir bütün olarak söz konusu ayaklanmayı tetiklediğine ve yaşananların istisna olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çekti:

Özgüllüklerine karşın, Londra ve diğer İngiliz şehirlerindeki şiddetli isyanlar istisnai bir olay olarak görülmemeli. Bunlar, çağımızın huzur bozucu bir işaretidir. Günümüz toplumlarında, alev alabilirliği yüksek bir yakıt, ailelerce, topluluklarca, toplumsal örgütlerce, politikacılarca varlığından haberdar olunmadan kolektif yaşamlarımızın altından akıyor. Yüzeye çıktığında, kıvılcım benzeri bir olayla harekete geçirildiğinde, akıl almaz boyutlardaki bir sosyal yangını ateşleyebilir.

Böylesi bir yakıt dört bileşenden oluşmaktadır: sosyal adaletsizlik ve bireyselciliğin tasdiki, bireysel ve toplumsal yaşamın ticarileştirilmesi, hoşgörü şeklinde yeniden adlandırılan ırkçılık, yurttaşlara yönelik “yasal” yağmanın ve neden olduğu huzursuzluğun idaresine dönüştürülen politikalar tarafından takip edilen imtiyazlı elitlerce çalınmış demokrasi. Bu bileşenlerin her biri, bir iç çelişki doğurur. Çakıştıklarında, herhangi bir olay, bir patlamaya sebep olabilir.

Adaletsizlik ve bireyselcilik: Neo-liberalizmle birlikte, adaletsizliğin vahşi artışı çözüme kavuşacak bir problem olmaktan çıktı. Süper-zenginlerin şatafatı, sözde başarılı olmak için yeterince çabalamadığından öyle olan halkın büyük çoğunluğunun yoksulluğunu reddeden toplumsal modelin başarısının ispatı haline geldi. Bu ancak böyle olur; çünkü çelişkili bir biçimde eşitliğe dair bir ütopya olarak yaşanması gereken bireyselcilik mutlak değer haline gelmiş durumda; yani ister faili, ister yararlanıcısı olsun, her birey toplumsal dayanışmayı aynı derecede geçersiz kılıyor.

Böylesi bir birey, adaletsizliği ancak kendi çıkarına aykırı olursa bir sorun olarak görür. Durum böyle olunca adaletsizlik, haksızlık olarak sayılır.

Yaşamın ticarileştirilmesi: Tüketim toplumu, insanlar arasındaki ilişkinin yerine, insanlar ile “şey”ler arasındaki ilişkiyi koymayı da beraberinde getiriyor. Tüketici, ihtiyaçların tatmini yerine onları sonsuz bir şekilde yaratmayı, kişisel yatırımını şeylere yapmayı amaçlar, sahip oldukları kadar güçlü olur. Alışveriş merkezleri, şeylerde başlayıp şeylerde biten sosyal ilişkiler ağının ruhani imgelemini sağlar. Daima kârlılık için yanıp tutuşan sermaye, bizim pazarda ticaretinin yapılması için her zaman çok sıradan (su, hava) veya çok kişisel (kişisel gizlilik, siyasi görüşler) olarak gördüğümüz pazar ürünlerinin yasasına boyun eğiyor. Paranın evrensel arabulucu olduğuna inanmakla, onu elde etmek için her şeyin yapılabileceğine inanmak arasında, insanların düşündüğünden daha küçük bir basamak vardır. Muktedir olanlar, bu basamağı her gün adımlarlar ve onlara hiçbir şey olmaz. Bunu gören yoksul kendisinin de aynı şeyi yapaileceğine inanır ve hapsi boylar.


Hoşgörü adı altında ırkçılık: Başlangıçta İngiltere’deki kargaşanın etnik boyutu mevcuttu. 2005 sonbaharında Paris ve diğer Fransa şehirlerini sallayan kargaşada olduğu gibi 1981 yılındaki için de aynı durum geçerliydi. Bu durum tesadüf değil; aksine, siyasi sömürgeciliğin sona ermesinden uzun zaman sonra toplumda hüküm sürmeye devam eden sömürge sosyalliğini yansıtıyor. Farklı etnisitelerden gençler isyana dahil olduğuna göre ırkçılık, bileşenler arasından sadece biri. Fakat önemli bir bileşen, çünkü ırkçılık sosyal dışlanmışlığa onur çürümesini ekliyor. Bir başka ifadeyle, daha eksik olma, daha eksiğine sahip olma tarafından daha da kötü hale getiriliyor. Şehirlerimizdeki genç siyah bir insan her gün, ne olduğundan veya ne yaptığından bağımsız biçimde, (kendisi hakkında, ç.n.) sürüp giden şüpheyi deneyimler. Bu şüphe, ayrımcılıkla mücadele eden resmi politikalarla kafası karışan bir toplumda varlığını sürdürerek, sahte çokkültürlülük görünüşüyle ve hoşgörü lütfu ile giderek artan biçimde zehirli hale geliyor. Herkes ırkçılığı reddettiğinde, ırkçılığın kurbanları, onlara karşı mücadele etmek için ırkçı olarak isimlendiriliyor.

Demokrasinin gaspı: İngiltere’deki kargaşayla, reyting kuruluşları ve mali piyasalara tarafından dayatılan kemer sıkma önlemleri sonucunda yurttaş refahının tahrip olması arasındaki ortak nokta nedir? Her ikisi de demokratik düzeni, kuşkulu sonucu olan bir gerilim testine maruz bırakır. Ayaklanan gençler suçludurlar, fakat biz burada Başbakan David Cameron’un dediği gibi “saf ve yalın bir suçlulukla” yüz yüze değiliz. Bankaları kurtarmak için kaynak bulan, ancak adına yakışır bir gelecekle karşı karşıya olmayan gençleri; mevcut işsizlik artışı ile artık anlamsız hale gelebilecek ve giderek pahalı hale gelen eğitime dair kâbusa saplanıp kalan gençleri kurtarmak için bu kaynağı bulamayan toplumsal ve siyasi bir modelin şiddetli ve politik ifşasıyla yüzleşiyoruz. Bunlar, toplum yararına karşı kamu politikalarının, öfke, kursalsızlık ve başkaldırı için eğitim kamplarına dönüştürdüğü mahallelerde mahvolmuş gençler.

Neo-liberal amentü ve şehirli isyancılar arasında korkunç bir simetri var. Toplumsal kayıtsızlık, kibir, harcamanın adaletsiz bölüşümü; kaos, şiddet ve korkunun tohumunu atıyor. Bu durumdan gücenen tohumu atanlar, yarın, tohumunu attıkları şeyin bugün şehirlerimize sıklıkla uğrayan kaos, şiddet ve korkuyla bir ilgisi olmadığını ileri sürecekler. Gerçek düzensizlik iktidarda ve yakında siyasi iktidarı yeniden düzene sokacak güçleri olmayanlarca bununla rekabet edilecek.

Boaventura de Sousa Santos: Portekiz Coimbra Üniversitesi İktisat Fakültesi Profesörü.

http://www.zcommunications.org/the-chaos-of-order-by-boaventura-de-sousa-santos adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.

0 Responses to Düzenin karmaşası

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi