James Petras, Norveç'te faşist saldırgan Anders Behring Breivik tarafından gerçekleştirilen katliam sonrasında, Avrupa'da yükselen ırkçılığa dair yapılan tartışmalara bir makale ile katkıda bulundu. Petras, ekonomik kriz ile birlikte Kuzey Avrupa'da ırkçılığın yükseldiği görüşüne katılırken, krizin Avrupa'nın güneyindeki yansımasının ise "sınıf mücadelesinin ve radikal solun güçlenmesi" olduğunu ifade ediyor:
Avrupa ve ABD’de derinleşen ekonomik kriz, işçi sınıfı ve orta sınıfta birbiriyle çelişen sosyo-politik karşılıkları teşvik ediyor. Avrupa’da, özellikle de Akdeniz ülkeleri arasında (Yunanistan, İspanya, Portekiz ve İtalya) işsiz gençler, işçiler, alt orta sınıf kamu çalışanları bir dizi genel grev, meydan işgali ve başka türlerden doğrudan eylemler organize etti.
Bununla birlikte, Portekiz, İspanya, Yunanistan ve belki de İtalya’da bile orta sınıf, özel sektör çalışanları ve küçük işletmeciler, “aşırı sağa” yöneldi, gerici başbakanları seçmiş durumda ya da seçmenin eşiğinde. Bir başka deyişle, derinleşen kriz Güney Avrupa’yı kutuplaştırdı: parlamento dışı solun “sokak gücü”nü arttırırken, aşırı sağın kurumsal gücünü sağlamlaştırıyor.
Bunun aksine, Kuzey ve Orta Avrupa’da aşırı sağ ve neo-faşist hareketler, işçiler ve alt orta sınıf arasında, geleneksel merkez sol ve merkez sağ partilerin zararına kayda değer ilerleme sağladı. (1) İskandinav işçi sınıfındaki göreceli istikrar, refah ve iş sahibi olma oranındaki sabitliğe, ırkçı, göçmen karşıtı ve İslamofobik partilere destekteki artış eşlik ediyor. (2)
ABD’ye gelirsek, birkaç dikkate değer istisnayla birlikte, işçi sınıfı, Demokrat Parti’nin sağa dönüşü ve aşırı sağın Cumhuriyetçi Parti’yi ele geçirişi karşısında edilgen izleyici olarak kaldı. Güney Avrupa’nın aksine, ABD’de bir sol sokak siyaseti yok ve Kongre ile Beyaz Saray’ın aşırı sağ politikalarına karşı sadece edilgen bir ret ve kabul etmeme mevcut.
Ekonomik kriz, işçi sınıfının dayanışmasının yerine dağılmışlığını, bölünmüşlüğünü ve iç kutuplaşmasını öne çıkarıyor.
Sağ/sol kutuplaşmalar
Kuzey Avrupa emekçilerinin sağa yöneliminin temel sebeplerinden biri, işçi sınıfına dayanan ideolojinin bırakılmasıdır. İşçi partileri ve sosyal demokrat partiler, çokuluslu şirketler öncülüğündeki ihracat stratejilerini desteklerken, neo-liberal politikalara ön ayak oldu ve bunları yönetti. Büyük işletmeler için azalan oranlı vergi “kesintilerini” benimsediler; saldırgan emperyalist savaşlara (Afganistan, Irak, Libya)katıldılar; Avrupa’daki göçmenleri kovmak için “doğrudan eylem”i yöntem olarak kullanan neo-faşist, aşırı sağ İslamofobik yükselişe müsamaha gösterirken, çoğunlukla Müslüman ülkelere yönelik olan sözümona “teröre karşı savaşı” benimsediler. Avrupa’da iktidarda olan merkez sol (sosyal demokrat ve işçi) ve merkez sağ (Sarkozy, Cameron ve Merkel) paremetiler , Müslüman göçmen haklarına yönelik “çokkültürlülük” kod kelimeli saldırılarında açık sözlü konuşmaktalar. İslamofobiye yönelik hoş görü ve suistimalleri, zenofobik seçmenlerine yönelik ucuza oy kapma aracı ve ABD ile İsrail’in Ortadoğu ve Güney Asya’daki saldırgan savaşlrına katılmalarının meşruiyet aracı olarak hizmet veriyor. Sonuç olarak, “anaakım” yönetimler işçi sınıfı dayanışmasını göçmen işçilerle zayıflattılar ve İslamofobinin, Siyonist ideologların etnik temizlik bakışını da kapsayan daha kin dolu versiyonunu kullanan neo-faşist ırkçılara etkin biçimde karşı koymak için devlet ve sivil toplumun birlikte verdiği her türlü ortak çabayı baltaladılar.
Sendikalar, aşırı sağ söylemlere özellikle yatkın olan “koşullu ve geçici işçiler”in artışına bağlı olarak üye kaybettiler. Aynı derecede önemli biçimde, sendikalar artık işçiler arasında sınıf dayanışmasının güçlendirilmesini hedefleyen siyasi eğitimle uğraşmıyor. Kuzey Avrupa’da ücretler yükselebilirken, sendikaların şirket seçkinleriyle işbirliği, işçileri göçmen karşıtı ve İslamofobik propaganda karşısında savunmasız bıraktı. Bu bağlamda, bozuk bir “sınıf mücadelesi”, örgütsüz işçileri “alttakiler”e, göçmenlere karşı kışkırtmakta. Neo-faşistler, sendikaların ve sosyal demokrat partilerin artık işçi eğitimleri ve sınıf mücadelesi yoluyla aktif biçimde savaşmadığı kültürel ve şovenist inançları destekleyerek ve istismar ederek güçleniyor. Bir başka deyişle, “merkez sol” partilerin ve sendikaların neo-liberal uygulama ve ideolojisi, sınıfın siyasi kimliklerini baltalar ve sağın nüfuzuna ve etkilemesine kapı açar. Merkez sol ve sendika liderleri, artık politikaları için üyelerine danışma ve onları üyeleriyle müzakere etme zahmetinde bulunmadığında bu durum özellikle aşikârdır: Politikaları tepeden dayatırlar ve merkez sol politik sistemin “elitist doğası”na saldırması için “aşırı sağ”a müthiş bir silah temin ederler.
Tersine, Güney Avrupa’da, Kuzey ve Batı Avrupa bankacıları ve onların yerli merkez sol ve sağ politikacıları tarafından uygulanan ağır şartlardan kaynaklanan içe işlemiş ekonomik kriz, sınıf bilincini kuvvetlendirdi ve biledi. Göçmen ve Müslüman karşıtı siyasi söylemler, hızla yükselen işsizlik, acımasız ücret ve emekli maaşı düşüşlerine karşın Güney Avrupa işçileri arasında az bir yankı buldu.
Kuzey Avrupa işçileri, Güney Avrupa ülkelerine daha geniş kemer sıkma önlemleri uygulanması konusunda, Akdeniz işçilerinin tembel, sorumsuz ve sürekli tatilde olduklarına dair ırkçı ideolojinin benimsenmesinde sağla, kendi politikacıları ve bankacılarıyla ittifak yaptılar. Aslında, Yunanistanlı, Portekizli ve İspanyalı işçiler her yıl bir gün fazla çalışıyorlar, daha az dinlenme zamanına sahipler ve emekli aylıkları çok daha az güvende. Kuzeyli işçileri göçmenlere karşı kışkırtan aynı ırkçı duyarlılık, aynı zamanda militan Güney Avrupa işçilerine karşı şovenist klişeler önayak oluyor ve sağcı görüşleri teşvik ediyor.
Alacaklı Kuzey bankaları ve siyasi liderleri, Güney Avrupa’da borç verdikleri seçkinler arasındaki muadillerini kurtarmak için kendi işçi sınıflarından ve orta sınıflarından vergi mükelleflerini sıkıştırıyor –ki bu borçlulara gelirsek, onlar da Kuzey’in borçların ödenmesi talebini karşılamak için kendi işçilerini ve kamu çalışanlarını sıkıştırmaya razı. Emperyal ülkelerdeki Kuzey işçileri, kendi yaşam standartlarının, spekülatif faaliyetler ve kendi bankacılarının sorumsuzca borç vermeleriyle değil, sorumsuz ve borçlu Güney tarafından tehdit edildiğine inandırılmış. İşçiler Güney’de, kendi yerli seçkinlerinin yanında Kuzey Avrupalı alacaklıların da çifte sömürüsünü omuzlamak zorunda; bu nedenle emperyal ve yerli kapitalist sistemin adaletsizliğine dair daha ileri sınıf bilincine sahipler.
Kuzey işçileri, sağ söylemlere, kendi alacaklı egemenleriyle ortak ülküye sahip olacak ve kinlerini yabancı işçiler ile alttaki göçmenlere yöneltecek kadar yatkınlar. Militan mücadeleleri, kendilerinin Akdeniz adalarında ve sahillerindeki tatil köylerinde yapılmak üzere planlanmış tatillerini sekteye uğratabilecek olan grev yapan Yunanistanlı, İspanyalı ve Portekizli işçilere karşı kinlerini açık biçimde ifade ediyorlar. Kuzey Avrupa işçilerini kendi devlet alacaklılarına ve spekülatör finansal seçkinlere karşı kışkırtması gereken ideolojik muharebe, Güney Avrupalı işçilere ve göçmenlere karşı husumete dönüştürüldü. Denizaşırı mali kurtarmalar, emperyal savaşlar ve sosyal programlardaki kesintiler, daralan sosyal harcamalara dair daha büyük bir rekabete ve çalışanlar ile işçiler, “yerli” işçiler ile “göçmen” işçiler arasında daha büyük bir çatışmaya neden oluyor.
Uluslararası işçi dayanışması, ciddi anlamda zayıflamış ve bazı durumlarda yerini uluslararası aşırı sağ şebekelerin, çoğu ergenlik yaşında olan 70 civarında solcu gencin, Norveç İşçi Partisi aktivistlerinin katledilmesinde olduğu gibi, göçmen haklarının ilerici destekçilerine karşı doğrudan kanlı tehditler halini alan göçmen karşıtı kin dolu propagandasına bırakmış halde ve bu durum, çoğu ergenlik yaşında olan 70 civarında solcu gencin, Norveç İşçi Partisi aktivistlerinin katledilmesinde olduğu gibi, göçmen haklarının ilerici destekçilerine karşı doğrudan kanlı tehditler halini alıyor. Aşırı sağ, göçmenlere ve Müslümanlara karşı saldırısına başladı ve şimdi onları destekleyen ülke içindeki sola ve ilerici hareketlere yönelmiş durumda. Bu durum, fanatik İsrail destekçisi, Siyonist ideologlarla, Filistinlilerin haklarını destekleyenlere saldıran neo-faşist İslamofobikler arasındaki evlilikle daha karmaşık bir hâl aldı; bu, Norveçli faşist soykırımcı Anders Behring Breivik tarafından defalarca vurgulandı. Sorun şu ki, “saygın” liberal, sosyal demokrat ve muhafazakâr partiler, seçim kampanyalarında, artan oranlı vergileri yükselterek ve tüm işçileri (yerli ve göçmen) sermayeye karşı birleştirmek için daha büyük kamu yatırımlarıyla onları finanse etmek, eşitsizliği azaltabilecek geniş kapsamlı sınıf reformlarına girişmektense, işçileri kendilerine çekmek amacıyla aşırı sağın göçmen ve Müslüman karşıtı söylemlerine yataklık ettiler.
İşçi sınıfı dayanışmasının yokluğunda, göçmen işçilerin oğulları ve kızları, özellikle de aşırı oranda işsiz olan genç emekçiler, 2011 “sıcak Ağustos”unda İngiltere çapında gerçekleşen ayaklanmalarda gün gibi ortada olan biçimde, mahallelerindeki işyerlerini talan etme, polisle yüzleşme ve genel anlamda sakat bırakma gibi doğrudan eylem biçimlerine girişiyorlar. İşçi sınıfı siyasetinin terki, şiddet içeren sağ aşırıcılık, etnik kaynaklı göçmen ayaklanması ve yağmaları üretmekte. İşçi Partisi elitleri, kendilerini, hiçbir özeleştiri belirtisi veya işçi sınıfı ve işsizler arasında sağa yönelime neden olan sosyo-ekonomik yapıyı değiştirmeye yönelik herhangi bir program olmaksızın, aşırıcılık ve şiddeti kınamak ve soruşturma çağrısı yapmak ile sınırlamış izleyici konumundalar.
Birleşik Devletler: Sağın yükselişi
Avrupa’nın aksine, aşırı sağ ABD’nin kurulu düzeninin bünyesinde yabancılık çekmiyor. Göçmen karşıtı vahşi politikalar, Obama yönetiminin ilk üç yılında 1 milyona yakın izinsiz çalışan işçinin veya aile üyesinin sınır dışı edilmesine neden oldu (George W. Bush döneminin üç katı). Çay Partisi, Beyaz Saray’la işbirliği içinde sosyal güvenlik ağında devasa kesintileri destekleyen Cumhuriyetçi Parti üyelerini Kongre’ye seçtirdi. Kitle iletişim araçları, Kongre, Beyaz Saray, kitle temelli Hıristiyan köktenci politikacılar, önde gelen Siyonist kişilikler ve örgütler, halkın güvensizlik duygusunu körükleyerek İslamofobiyi bilfiil destekliyor ve kin dolu kampanyalara öncülük ediyor. ABD “düzen”i, Avrupa’daki aşırı sağın ırkçı gündeminin bir adım önünde gitmekte. Aşırı sağ, silahlarını doğrudan yoksullara, işçi sınıfına ve kamu çalışanlarına (özellikle de öğretmenlere) yönelik sosyal programlara çevirmiş durumda.
Dahası, borç finansmanı ve kamu harcamalarına yönelik saldırıları, devlete bağımlı olan sermaye sınıfı kesimleri ile çatışmaya neden olmuş halde. Borç tavanını yükseltmeye dair en son gerçekleşen Kongre “tartışması” boyunca, Wall Street aşırı sağa karşı seçici bir mücadeleye katıldı: kamu karşıtı birleşik saldırılarını desteklerken, sosyal kesintiler ve vergi reformlarını da içeren bir “uzlaşma” yaptı.
Avrupa’dakinin tersine, ABD işçi sınıfı ve yoksul kitlesi edilgen durumda. Yansızlaştırılmış haldeler: ne İngiltere’deki sokak isyanlarıyla ilgileniyorlar, ne Kuzey Avrupalı muadilleri gibi keskin biçimde aşırı sağa dönüyorlar, ne de Güney Avrupa’nın militan işçi grevlerine katılıyorlar. Wisconsin’deki kamu çalışanları sendikası hariç, ABD sendikaları bütün büyük meydan okumalardan uzak durumdalar. Amerikan sendika patronları, Demokrat Parti ile ortaklaşmaya yoğunlaşmış ve küçülen kitlelerine harekete geçiremez haldeler. Çay Partisi, halk tarafından desteklenen Medicare, Medicaid, işsizlik sigortası ve sosyal güvenlik gibi kamu programlarına – bütün bu programlar büyük ihtimalle Amerikan işçilerinin ve onların ailelerinin çıkarına- yönelik düşmanca saldırısı nedeniyle, Avrupa’daki emsallerinin aksine, çoğu işçiyi cezp etmiyor. Diğer yandan ABD’deki ekonomik kriz, Akdeniz tarzı kitle eylemlerine neden olmadı, çünkü Amerikan sendikaları ya hiç bulunmuyor (özel sektör çalışanlarının yüzde 93’ü sendikalı değil), ya da felçlik derecesinde uzlaşmış biçimde.
Şimdiye dek, ABD işçi sınıfı aşırı sağın yükselişinin seyircisi konumunda, çünkü örgütlü liderleri kaderlerini, aşırı sağın gündeminin büyük kısmını benimseyen Demokrat Parti’ye bağlamış halde.
Sonuç
İşçi sınıfı ve orta sınıfının, sol ya da sağ için aktif savaşçılar olmaktansa edilgen kurbanlar olduğu ABD, Avrupa’nın aksine, neo-liberalizmden aşırı sağ politikalara barışçıl bir geçişi deneyimliyor. Avrupa’da son kriz, Güney’deki işçilerin radikal sola yönelimi ile Kuzey Avrupalı işçilerin aşırı sağa dönüşü arasındaki derin kutuplaşmayı su yüzüne çıkarıyor. Uluslararası işçi dayanışması ideali, en iyimser görüşle, yerini Güney Avrupa işçilerinin bölgesel dayanışmasına ve en kötümser görüşle de Kuzey Avrupa ülkelerindeki sağcı partilerin ağına bırakmakta. Uluslararası dayanışmanın reddi ile birlikte, Güneyli işçiler, işsizleri, öğrencileri, küçük işletmecileri ve emeklileri de içeren geniş çaplı toplumsal hareketlerle eklemlenirken, Kuzey’de şovenist ve ırkçı eğilimler almış yürümüş durumda.
Güney Avrupa’da parlamenter sağ, merkez solun yarattığı düş kırıklığından faydalanırken, hâlâ parlamento dışı işçiler ve toplumsal hareketlerden gelen aşılması güç dirençle karşılaşıyor. Bunun aksine, Kuzey Avrupa ve ABD’de aşırı sağ, -sokaklarda veya işyerlerinde- böylesi bilinçli bir muhalefetle karşılaşmıyor. Bu bölgelerde, sadece ekonomik sistemin çökmesi ya da başlıca sosyal programlardan veya önlemlerden yapılan müthiş kesintilerle birleşen uzatmalı sert ekonomik durgunluk, işçi sınıfının dirilişini gerçekleştirebilir ve umarım bu, aşırı sağdan değil, sınıf bilinçli soldan gelir.
(1) Kuzey Avrupa’daki aşırı sağcı partilere yönelik işçi desteğine dair bir araştırmaya göre, “işçiler bu partilerin esas tabanları haline gelmiş durumda”. Bkz. Daniel Oesch, “Batı Avrupa’da Sağcı Halkçı Partilere Verilen İşçi Desteğinin Açıklaması: Avusturya, Belçika, Fransa, Norveç ve İsviçre’den Kanıtlar, International Political Science Review 2008: 29; sf. 350 -373.
(2) İşçilerin güdüleri değişkenlik gösterirken, aşırı sağ partiler bundan faydalanıyor.
http://petras.lahaine.org/?p=1871 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.
0 Responses to Avrupa ve ABD işçi sınıfı politikaları: Sağ, sol ve yansızlaştırılmışlar