Latin Amerika ve bölgedeki toplumsal hareketler üzerine analizleri ile tanınan Marksist düşünür James Petras, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in son dönemde Kolombiya ile işbirliğine ağırlık veren siyasetini eleştiren bir makale kaleme aldı. Petras, Chavez’in FARC ve ELN gerillalarını Kolombiya’ya iade etmesinin ve bu ülke ile işbirliği girişimlerinin, sağa yönelmesinin işaretleri olduğu yorumunu yapıyor:
Giriş: Hugo Chavez’in radikal “Bolivarcı Sosyalist” hükümeti birkaç Kolombiyalı gerilla liderini ve İsveç vatandaşlığı olan bir radikal gazeteciyi tutukladı ve Başkan Juan Manuel Santos’un sağcı rejimine teslim etti, Kolombiya hükümetinin övgü ve şükranını kazandı.
Solcu bir devlet başkanı ile insan hakları ihlalleri, işkence ve politik tutsakların kaybedilmesinden oluşan tarihinin kötülüğü ile bilinen bir rejim arasında devam eden yakın işbirliği Avro-Amerikan emperyal kuruluşları memnun ederken, tüm Latin Amerika’da insan hakları savunucuları, solcular ve halkçıların geniş çaplı protestolarına neden olmakta.
26 Nisan 2011’de Venezüella göçmenlik yetkilileri, sadece Kolombiya Gizli Polisi’nin (DAS) bilgilerine güvenerek Kolombiya vatandaşlığından İsveç vatandaşlığına geçmiş bir gazeteci olan ve ülkeye henüz girmiş bulunan Joaquin Perez Becerra’yı gözaltına aldı. Perez, Kolombiya gizli polisinin kendisi hakkındaki “FARC lideri olduğu” suçlamalarına dayanılarak 48 saat içinde Kolombiya’ya iade edildi. Uluslararası diplomatik protokollerin ve Venezüella anayasasının ihlali olmasına karşın bu eylem Başkan Chavez’den bizzat destek aldı. Venezüella silahlı kuvvetleri, bir ay sonra Kolombiyalı muadillerine katıldılar ve şu anda Venezüella cezaevinde avukatıyla görüşmeksizin Kolombiya’ya iadesini bekleyen Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin (FARC) liderlerinden olan Julian Conrado takma adlı Guillermo Torres’i yakaladılar. 17 Mart’ta Venezüella Askeri İstihbaratı (DIM), Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) üyesi gerillalar oldukları iddia edilen Carlos Tirado ve Carlos Perez’i gözaltına aldı ve Kolombiya gizli polisine teslim etti.
Yine de Chavez’in baskıcı Kolombiya rejiminin işbirlikçisi olarak herkesçe görülebilen yüzü yeni değil. 13 Aralık 2004’te FARC’ın uluslararası sözcülerinden, ailesi Caracas kökenli olan ve Venezüella vatandaşı olmuş Rodrigo Granda, uluslararası bir konferansa katıldığı Caracas şehir merkezinde sivil giyimli Venezüella istihbarat servisi ajanları tarafından yakalandı ve Bogota’daki Venezüella büyükelçisinin “onayı” ile gizlice Kolombiya’ya götürüldü. Bazı konferans katılımcılarının da dahil olduğu birkaç haftalık uluslararası protestoların ardından Başkan Chavez, “kaçırılma”yı Venezüella’nın bağımsızlığının ihlali olarak tanımlayan bir açıklama yayımladı ve Kolombiya ile ilişkileri kesme tehdidinde bulundu. Son zamanlarda Venezüella, Kolombiya’nın narko-rejiminin devrimci politik rakiplerinin iadesini pekiştirdi: 2009’un ilk beş ayında Venezüella, ELN üyesi olduğu iddia edilen 15 kişiyi iade etti ve Kasım 2010’da bir FARC militanı ve ELN üyesi olduğundan şüphelenilen iki kişi Kolombiya polisine teslim edildi. Ocak 2011’de ELN lideri olduğundan şühelenilen Nilson Teran Ferreira, Kolombiya ordusuna teslim edildi. Latin Amerika’nın en kötü şöhretli otoriter sağcı yönetimi ile sözümona en radikal “sosyalist” hükümeti arasındaki işbirliği, politik kimliklerin anlamına, bunların iç siyasetle ve uluslararası siyasetle nasıl ilişkilendiğine ve daha belirgin biçimde devlet politikalarına hangi ilkeler ve çıkarların rehberlik ettiğine dair önemli sorunları ortaya çıkarıyor.
Devrimci dayanışma ve devlet çıkarları
Venezüella politikalarında, Latin Amerika’daki devrimci mücadele ve hareketlere sempati ve hatta destek açıklama halinden şu andaki emperyal güçler destekli sağcı rejimlerle işbirliğine uzanan yakın zamandaki “dönüş”ün çeşitli tarihsel emsalleri mevcut. Bu, söz konusu işbirliklerinin bağlamlarını ve koşullarını sorgulamaya yardımcı olabilir:
Rusya’daki Bolşevik devrimci hükümeti başlangıçta Almanya, Macaristan, Finalndiya ve diğer yerlerdeki devrimci ayaklanmalar gönülden destek verdi. Bu ayaklanmaların yenilgileri ve kapitalist rejimlerin sağlamlaşması ile birlikte Bolşevik liderleri arasında Rusya devletinin ve ekonomisinin çıkarları öncelik halini aldı. Komünist Rusya ile Batılı kapitalist devletler arasındaki ticaret ve yatırım anlaşmaları, barış antlaşmaları ve karşılıklı diplomatik tanıma, “bir arada yaşama”nın yeni politikalarını belirledi. Faşizmin yükselişi ile birlikte, Stalin önderliğindeki Sovyetler Birliği devletler arası ittifakları, öncelikle Batılı müttefik kuvvetlerle, aksi takdirde Nazi Almanya’sı ile ittifakı güvence altına almak için komünist politikayı daha da ikincil hale getirdi. Hitler-Stalin paktı, Sovyetler tarafından bir Alman işgalini engellemenin ve sınırlarını ezeli sağcı düşmana karşı güvence altına almanın yolu olarak düşünüldü. Stalin’in iyi niyetinin bir göstergesi olarak, Rusya’dan sığınma talep eden sürgün edilmiş önde gelen birkaç Alman komünist lider Hitler’e teslim edildi. Bu kişiler şaşırtıcı olmayan biçimdeişkenceye uğradı ve idam edildi. Bu uygulama ancak Hitler Rusya’yı işgal ettikten ve Stalin, büyük kısmı yok edilmiş durumda olan Alman komünistlerini “Anti-Nazi” yeraltı direnişine yeniden katılmaya teşvik etmesinden sonra durdu.
1970’lerin başında Mao’nun Çin’i, Nixon’ın ABD’si ile barışırken ve Sovyetler Birliği ile bağlarını koparırken Çin dış politikası aralarında Angola’da Holden Roberts ve Şili’de Pinochet’nin de olduğu ABD destekli karşı devrimlerin desteklenmesine doğru yön değiştirdi. Çin, SSCB ile zayıf da olsa bağı olan tüm sol hükümetleri ve hareketleri alenen suçladı ve bunların düşmanlarını, Avro-Amerikan emperyal çıkarlarına nasıl hizmet ettiklerine önem vermeksizin bağrına bastı.
Stalin’in SSCB’sinde ve Mao’nun Çin’inde kısa vadeli “devlet çıkarları”, devrimci dayanışmayı gölgede bıraktı. Bu “devlet çıkarları” nelerdi?
SSCB özelinde, Stalin, Hitler Almanyas’sı ile bir “barış antlaşması”nın kendilerini emperyalist Nazi işgalinden koruyacağına ve Rusya etrafındaki kuşatmayı kısmen sonlandıracağına dair kumar oynadı. Stalin artık uluslararası işçi sınıfının savaşı önleme konusunda gücüne güvenmiyordu, özellikle de bir dizi devrimci yenilginin ve solun önceki onyıllardaki genelleşmiş geri çekilmesinin (Almanya, İspanya, Macaristan ve Finlandiya) ışığında. Faşizmin ve aşırı sağın ilerleyişi, Batı’nın SSCB’ye yönelik aralıksız düşmanlığı ve Hitler’i yatıştırmaya dönük Batı Avrupa siyaseti, Stalin’i Almanya ile kendi barış antlaşması için çabalamaya ikna etti. SSCB, yeni “barış ortağı”na karşı “samimiyet”ini göstermek amacıyla Nazilere yönelik eleştiri vurgusunu azalttı, tüm dünyadaki komünist partileri Hitler Almanya’sı yerine Batı’ya saldırmaya odaklanmaya zorladı ve Sovyetler Birliği’nde sığınma hakkı kazanan Alman komünist “teröristleri” iade etmeye razı oldu.
Stalin’in “aşırı sağ” ile anlaşmalar vasıtasıyla kısa vadeli “devlet çıkarları” peşinde olma çabası stratejik bir felaket ile sonuçlandı: Nazi Almanya’sı önce Batı Avrupa’yı fethetmekte özgür kaldı, daha sonra ise namlularını Rusya’ya çevirdi, hazırlıksız bir SSCB’yi istila etti ve ülkenin yarısını işgal etti. Bir yandan da uluslararası anti-faşist dayanışma hareketleri zayıflamıştı ve Stalin politikalarının zigzagları ile geçici olarak kafası karışmıştı.
1970’lerin ortalarında Çin Halk Cumhuriyeti’nin ABD ile “uzlaşma”sı uluslararası siyasette dönüşe yol açtı: “ABD emperyalizmi” daha büyük bir bela olan “Sovyet sosyal emperyalizmi”ne karşı müttefik haline geldi. Sonuç olarak Mao Tse Tung başkanlığındaki Çin, uluslararası destekçilerini Sovyet yardımı alan ilerici yönetimlerin (Küba, Vietnam, Angola vb.) aleyhinde olmaya zorladı ve Güney Asya’daki ABD destekçisi bağımlı devletlere karşı devrimci silahlı direnişe olan desteğini çekti. Çin’in Washington ile “anşalma”sı, birincil “devlet çıkarları”nı güvence altına almak içindi: Diplomatik tanıma ve ticari ambargonun sonlanması. Mao’nun kısa vadeli ticari ve diplomatik kazanımları, içerideki sosyalist değerleri ve dışarıda devrimi ilerletme şeklindeki daha asli stratejik hedeflerin fedası ile güvence altına alındı.
Sonuç olarak Çin, Üçüncü Dünya devrimcileri ve antiemperyalistleri arasındaki güvenilirliğini, Beyaz Saray’ın gözüne girme ve kapitalist dünya pazarına daha geniş erişim karşılığında yitirdi. Kısa vadeli “pragmatizm”, uzun vadeli dönüşüme neden oldu: Çin Halk Cumhuriyeti, Asya’daki ve belki de dünyadaki en büyük toplumsal eşitsizliklerle dinamik gelişen bir kapitalist güç haline geldi.
Venezüella: Devlet çıkarları, uluslararası dayanışmaya karşı
Başkan Chavez’in seçilmesinin (1999) nedeni ve sonucu olan radikal siyasetin yükselişi, bütün latin Amerika’da 1990’ların sonlarından 21. yüzyılın ilk on yılının ortalarına kadar (1995-2005) olan dönemde devrimci toplumsal hareketlerin yükselişi ile çakışır. Ekvador, Bolivya ve Arjantin’de neo-liberal yönetimler devrildi, kitlesel toplumsal hareketler her yere kök salan nep-liberal ortodoksiye meydan okudu; Kolombiya gerilla hareketleri başlıca şehirlere doğru ilerliyordu; ve Brezilya, Arjantin, Bolivya, Paraguay, Ekvador ve Uruguay’da merkez sol siyasetçiler seçildiler. ABD ekomonik krizi, Washington’ın “serbest ticaret” gündeminin güvenilirliğini baltaladı. Asyalıların, sosyal programları ve kamulaştırmaları finanse eden artan hammadde talebi, Latin Amerika’da ekonomik patlamayı kamçıladı.
Venezüella özelinde, başarısız olan ABD destekli darbe ve 2002-2003’te patronların” boykot”u Chavez’i kitlelere yaslanmaya ve sola dönmeye zorladı. Chavez, petrolü ve ilişkili endüstrileri “yeniden kamulaştırma”ya başladı ve “Bolivarcı sosyalist” bir ideolojiyi açıkça dllendirdi.
Chavez’in radikalleşmesi Latin Amerika’da elverişli bir iklim buldu ve artan petrol fiyatlarından kaynaklanan bol gelir sosyal programlarını finanse etti. Chavez, iktidardaki merkez sol yönetimleri kapsayan, radikal toplumsal hareketleri destekleyen ve karşılıklı anlaşma için Kolombiyalı gerillaların yaptığı önerileri destekleyen bir çoğul politika sürdürdü. Chavez, Kolombiyalı gerillaların “teröristler” olarak değil, meşru “savaşçılar” olarak tanınması çağrısında bulundu.
Venezüella dış politikası, Latin Amerika/Karayip örgütlerini özellikle destekleme, bölgesel tixaret ve yatırım ilişkilerini güçlendirme ve ABD müdahalesine, askeri anlaşmalarına, üslerine ve ABD destekli darbelere karşı bölgesel ittifakları güvence altına alma yoluyla Washington’dan doğan başlıca tehdidi yalnızlaştırmaya yöneldi.
ABD’nin Venezüella’daki muhalefet gruplarını (seçime giren ve parlamento dışındaki) finanse etmesine karşılık olarak Chavez, tüm Latin Amerika’daki antiemperyalist gruplara manevi ve politik destek sağladı. İsrailli ve Amerikalı siyonistlerin Venezüella’ya saldırmasından sonra Chavez, Filistinlilere destek sundu ve İran ile diğer Arap antiemperyalist hareket ve rejimleriyle bağlarını genişletti. Hepsinden önemlisi Chavez, emperyalizme karşı radikal bir eksen oluşturmak için Küba önderliğine danışarak Küba ile politik ve ekonomik bağlarını kuvvetlendirdi. Washington’ın ekonomik ambargo yolu ile Küba devrimini boğazlama çabası, Chavez’in Havana ile yaptığı geniş çaplı, uzun vadeli ekonomik anlaşmaları ile etkin biçimde baltalandı.
Geçtiğimiz onyılın ikinci yarısına kadar Venezüella dış politikası –onun “devlet çıkarları”- tüm Latin Amerika’daki sol yönetimlerin ve toplumsal hareketlerin çıkarları ile denk düştü. Chavez, ABD’nin yarımküredeki bağımlı devletleri ile, özellikle de narko-ölüm mangası üyesi Devlet Başkanı Alvaro Uribe (2002-2010) tarafından yönetilen Kolombiya’yla diplomatik olarak çatıştı. Buna karşın son yıllar, birtakım harici ve dahili değişimlere ve merkeze doğru aşamalı yön değiştirmeye sahne oldu.
Latin Amerika’daki devrimci kabarış geri çekilmeye başladı: Kitlesel ayaklanmalar, radikla harketlerin seferberliğini sona erdiren ve tarım-maden ihracatına dayanan stratejileri benimseyen, her daim ABD kontrolünden bağımsız özerk dış siyaset izleyen merkez sol yönetimlerin ortaya çıkışına neden oldu. Kolombiya gerilla hareketi çekilme halindeydi ve savunma pozisyonundaydı –Venezüella’yı düşman Kolombiya’nın bağımlı yönetimine tampon yapma kapasiteleri azaldı. Chavez, brezilya’da Lula’nın, Bolivya’da Morales’in, Ekvador’da Correa’nın, Uruguay’da Vazquez’in ve Şili’de Bachelet’nin “sosyal liberal” yönetimlerinin eleştirmeyen bir destekçisi haline gelerek bu “yeni gerçekler”e adapte oldu. Chavez, hareketlerinin yeniden canlanmasından doğabilecek her türlü uzun vadeli destekten çok, giderek artan biçimde mevcut yönetimlerden acil diplomatik desteği tercih etti. Brezilya ve Arjantin’le ticari bağlar ve giderek saldırganlaşan ABD’ye karşı dost Latin Amerika ülkelerinden alınan diplomatik destek, Venezüella’nın dış politikasının merkezine oturdu: Venezüella politikasının temeli artık merkez sol ve sol yönetimlerin iç politikaları değil, bunların bağımsız dış politikaya destek derecesiydi.
Tekrarlanan ABD müdahaleleri, Chavez’e karşı başarılı bir darbe yaratmada veya bir seçim zaferini güvence altına almada başarısız oldu. Bunun sonucu Olarak Washington, Kolombiya’daki 5 milyar dolar askeri yardım alan bağımlı devleti aracılığıyla Chavez’e karşı dış tehdidi kullanma yoluna yöneldi. Kolombiya ordusunun güçlendirilmesi, ölüm mangalarının Venezüella sınırını geçmesi ve sızmada bulunması Chavez’i büyük ölçekli Rus silahı alımına ve bir bölgesel ittifakın (ALBA) oluşturulmasına zorladı.
Honduras’daki ABD edstekli darbe, Venezüella siyaseti üzerine esaslı bir yeniden düşünmeye neden oldu. Darbe, demokratik biçimde seilmiş merkez liberal bir lideri, Başkan Zelaya’yı, bir ALBA üyesini devirdi ve Beyaz Saray’a itaat eden baskıcı bir rejim kurdu. Bununla birlikte darbe, ABD’nin tüm Latin Amerika’da yalnızlaştırılması etkisini getirdi –tekbir yönetim dahi Tegucigalpa’daki yeni yönetimi desteklemedi. Kolombiya, Meksika, Peru ve Panama’daki neo-liberal yönetimler bile Honduras’ın Amerikan Devletleri Örgütü’nden çıkarılması yönünde oy kullandı. Diğer yandan Venezüella, sağın ve merkez solun bu “birliği”ni, muhafazakâr yönetimlerle arasındaki çitleri onarma yolunda bir fırsat olarak gördü; ve ayrıca Obama yönetiminin egemenliğini yeniden kazanmak için “askeri seçenek”i kullanmaya hazır olduğunu anladı.
Bir ABD askeri müdahalesi korkusu, Obama-Uribe arasında Kolombiya’nın Venezüella sınırına yakın bölgesinde yedi ABD stratejik askeri üssü kurulması konusundaki anlaşma ile fazlasıyla yükseltildi. Chavez, bu yakın tehdide yanıtında tereddüt etti: Kolombiya ile ticari ve diplomatik ilişkileri neredeyse kestiği noktada, Uribe bir arada yaşamaya konusunda bir anlaşma imzalamaya dair hiçbir arzu göstermemesine karşın onunla acilen uzlaştı.
Bu arada 2010’daki Venezüella kongre seçimler, ABD destekli sağcılara destekte önemli artışa (yaklaşık yüzde 50) ve kongrede daha geniş biçimde temsillerine (yüzde 40) neden oldu. Sağ, Venezüella içindeki desteğini arttırırken Kolombiya’da sol, hem gerillalar hem de parlamenter muhalefet zemin kaybetti. Chavez, bir askeri provokasyona hemen yanıt verecek karşı denge ağırlığına güvenemedi.
Chavez, çeşitli seçeneklerle karşı karşıya kaldı: Bunlardan ilki radikal hareketlerle uluslararası dayanışma şeklindeki daha önceki politikaydı; ikincisi ABD destekli neo-liberal yönetimlere kuvvetli eleştirelliği ve katı muhalefeti korurken merkez sol yönetimler ile çalışmayı sürdürmekti; ve üçüncü seçenek sağa doğru dönmek, daha belirgin biçimde Kolombiya’nın yeni seçilmiş devlet başkanı Santos ile uzlaşmaya çabalamak ve “saldırmazlık” taahhütü (böylece Kolombiya, sınır ötesi narko ve askeri saldırılarını sınırlıyor) karşılığında Kolombiya’nın solcu düşmanlarını bertaraf etme konusunda Venezüella’nın işbirliği koşuluyla geniş askeri, politik ve ekonomik anlaşmalar imzalamaktı.
Venezüella ve Chavez, FARC’ın bir sorumluluk olduğuna ve Kolombiya’nın radikal kitlesel toplumsal hareketlerinin desteğinin Başkan Santos ile yakın diplomatik ilişkiler kadar önemli olmadığına karar verdi. Chavez, Santos’un politik taleplerine boyun eğmenin Venezüella devletine, uluslararası dayanışma hareketinin ve sendikalar ve entelektüeller arasındaki kendi iç radikal müttefiklerinin desteğine bel bağlamaktan daha fazla güvenlik sağlayacağını hesap etti.
Bu sağa dönüş doğrultusunda, Chavez yönetimi Santos’un taleplerini yerine getirdi –önde gelen solcu bir gazeteci ile birlikte FARC/ELN gerillalarını tutukladı ve yirmi yıldan fazla bir süredir işkence ve yargısız infazlar anlamında Amerika kıtasında en kötü insan hakları siciline sahip ülkeye iade etti. Kolombiya’nın 7000’den fazlası sendikacı, köylü, yerli, öğrenci, bir başka deyişle savaşmayan kimseler olan 7600 politik tutsağın tutukluluğunu uzattığı göz önünde bulundurulursa bu sağa dönüş, daha fazla kaygı verici bir karakter kazanıyor. Venezüella, Santos’un taleplerini sorgusuz sualsiz kabul etmek ile en demokratik ülkelerce saptanmış protokollere bile uymadı: İşkenceye karşı ve yargı sürecine saygı konusunda hiçbir garanti istemedi. Dahası, eleştiriler bu acele iadelerin Venezüella’nın kendi anayasal süreçlerini ihlal ettiğine dikkat çektiğinde, Chavez kendisini eleştirenleri, yönetimini istikrarsızlaştırma amaçlı komplo faaliyetined bulunan emperyalizmin ajanları olmakla itham eden ahlâksız bir kampanya başlattı.
Chavez’in sağda yeni keşfettiği müttefiki Başkan Santos onun sevdaasına karşılık vermedi: Kolombiya, Venezüella’nın Washington’daki birincil düşmanı ile yakın askeri ilişkileri hâlâ koruyor. Gerçekten de, Santos, Beyaz Saray’ın ajandasına içtenlikle bağlı kalıyor: Chavez’i Honduras’daki gayrimeşru Lobos rejimini tanımaya başarıyla zorladı –devrik başkan Zelaya’nın dönüşü karşılığında ABD darbesinin ürünü olan. Chavez, Latin Amerika’daki başka hiçbir merkez sol devlet başkanının yapmaya cüret edemediği şeyi yaptı: gayrimeşru Hondura rejiminin OAS’a (Amerikan Devletleri Örgütü, ç.n.) geri dönüşüne destek olma sözü verdi. Chavez-Santos anlaşması üzerinden Latin Amerika’nın Lobos’a muhalefeti çöktü ve Washington’ın stratejik hedefi gerçekleştirildi: Kukla bir rejim meşrulaştırıldı.
Chavez’in Santos ile yaptığı kanlı Lobos yönetimini tanımaya dair anlaşma, honduras kitle hareketinin kahramanca mücadelesine ihanet etti. Hiçbir Honduraslı yetkili yüzden fazla cinayetten, köylü önderlerinin, gazetecilerin, insan hakları ve demokrasi eylemcilerinin kaybedilmesinden sorumlu olarak adli bir soruşturmanın öznesi olmuyor. Chavez, cezadan muaf olmalarına ve Honduras oligarşisi ile Pentagon tarafından desteklenen bütün baskıcı aygıtların varlığını sürdürmesine rıza gösterdi.
Bir başka deyişle Chavez, Santos’la “dostluk ve barış anlaşması” yapma konusundaki istekliliğini göstermek için Amerika kıtasını en umut verici ve cüretkâr demokrasi yanlısı hareketini kurban etmeye hazırdı.
Chavez, sağ ile uzlaşmasından ne kazanmaya çabalıyor?
Güvenlik? Chavez, Santos’tan sadece sözlü “taahhüt”ler ve bazı minnettarlık ifadeleri aldı. Ancak ABD yanlısı devasa askeri komutanlığı ve ABD misyonu yerinde duruyor. Başka bir deyişle, Venezüella sınırı boyunca yoğunlaşan Kolombiya paramiliter ve askeri güçleri yerinden sökülmeyecek ve Venezüella’nın ulusal güvenliğini tehdit eden ABD askeri üs anlaşmaları değişmeyecek.
Venezüellalı diplomatlara göre Chavez’in taktiği Santos’u ABD himayesinden “çekip çıkarmak”. Chavez, Santos’un elinden tutarak Bogota’nın ABD ile ortak bir askeri operasyona katılmayacağını veya gelecekteki propaganda-istikrarsızlaştırma kampanyasında işbirliği yapmayacağını umuyor. Santos-Chavez anlatşması aypıldığından beri geçen kısa zamanda yüreklenen Washington, Venezüella kongresindeki muhalefetin desteğini de alarak Venezüella devlet petrol şirketine yönelik bir ambargo açıkladı. Santos kendi payına ambargoya riayet etmedi, fakat zaten dünya üzerinde tek bir ülke dahi Washington’ın gösterdiği bu yolu izlemedi. Açık biçimde, Başkan Santos ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın diplomatik kaprislerini tatmin etmek için Kolombiya ile Venezüella arasındaki yıllık 10 milyar dolarlık ticareti tehlikeye atacak gibi görünmüyor.
Sonuç
Chavez’in kaçak solcu ve gerillaları sağcı bir otoriter rejime teslim etme politikasının aksine Şili Devlet Başkanı Allende (1970-1973), Bolivya ve Arjantin’deki zulümden kaçan silahlı savaşçıları karşılayan bir delegasyona katılmış ve onlara sığınma önermişti. Yıllarca, özellikle de 1980’lerde merkez sağın yönetimindeki Meksika, Orta Amerika’dan –El Salvador ve Guetamala’dan- kaçan gerillalara ve solcu mültecilere açıkça sığınma hakkı sundu. Devrimci Küba, onyıllarca Latin Amerika diktatörlüklerinden solculara ve gerilla mültecilere sığınma ve tıbbi tedavi sundu, iadelerine dair talepleri reddetti. Hatta 2006 yılında Küba, Kolombiya ile dostça iişkiler arayışındayken ve Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque bu makalenin yazarına FARC ile görüşmeye konusunda derin şüphelerini açıklamışken bile, Küba gerillaları işkence ve kötü muamele görebilecekleri ülkelerine iade etmeyi reddetti. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva, 2011’de görevi bırakmasından bir gün önce İtalya’nın eski bir İtalyan gerilla olan Cesare Battisti’nin iade edilmesi talebini reddetti. Brezilyalı bir hakimin dediği giib –ve Chavez’in dinlemesi gerektiği gibi: “Burada tehlikede olan ulusal egemenlik. Olay bu kadar basit.”
Kimse Chavez’in Kolombiya ile daha iyi diplomatik ilişkiler geliştirmek ve iki ülke arasındaki ticaret ve yatırım akışını genişletmek yolu ile sınır gerginliklerini azaltma çabasını eleştirmeyecek. Kabul edilemez olan, kanlı Kolombiya rejimini Venezüella halkının “dostu” ve binlerce demokrasi destekçisi politik tutsak, tüberküloz tarafından kuşatılmış Kolombiya cezaevlerinde uydurma suçlamalarla yıllarca yatıp çürürken barış ve demokrasi konusunda bir işbirlikçi olarak tanımlamak. Santos yönetiminde, sivil eylemciler neredeyse her gün katledilmeye devam ediyor. En son cinayet dün (9 Haziran 2011) işlendi: Mahalli örgütlenmeye dayalı yerinden edilmiş köylülerin liderlerinden Ana Fabricia Cordoba, Kolombiya silahlı kuvvetleri tarafından katledildi. Chavez’in, Santos’un narko-başkanlığını kucaklaması, yerinde ticari ve diplomatik ilişkileri muhafaza etmenin ötesine geçiyor. Kolombiya istihbaratıyla, askeri ve gizli polis ajanlarıyla, solcuları ele geçirme ve sınırdışı etme (yargı süreci olmaksızın!) konusundaki işbirliği, diktatoryal baskı ile suç ortaklığı kokusu veriyor ve Venezüella’daki Bolivarcı dönüşümün en kayda değer destekçilerini uzaklaştırmaya hizmet ediyor.
Chavez’in, halk hareketlerinin adalet taleplerini hiçbir şekilde göz önünde bulundurmaksızın Honduras darbe yönetiminin meşrulaştırılmasındaki rolü, Santos-Obama gündemine açık bir teslimiyettir. Bu eylem hattı, Venezüella’nın “devlet” çıkarlarını Honduras’daki kitlesel halk hareketlerinin haklarının üstünde konumlandırıyor. Chavez’in Santos’la solculara yönelik polisiye faaliyetteki işbirliği ve Honduras’da halkın mücadelesinin altını oyması Venezüella’nın devrimci dayanışma iddialarına dair bir dizi soruyu ortaya çıkarıyor. Kuşkusuz bu, Chavez’in merkez sağ diplomatik ve ekonoik ortaklarından biriyle mücadeleye girişebilecek halk hareketleriyle gelecekteki ilişkilerine dair derin güvensizlik tohumları atıyor.
Bilhassa rahatsız edici olan şey şu ki, en demokratik ve merkez sol yönetimler bile hasımları ile ilişkilerini normalleştirirken kitlesel toplumsal hareketleri “güvenlik” sunağına kurban etmez. Hiç şüphesiz sağ, özellikle de ABD, eski bağımlı ülkelerini, müttefiklerini, sürgündeki sağcı oligarkları ve Venezüella, Küba ve Arjantin tarafından iade talebi çıkarılmış herkesçe bilinen teröristleri bile korur. Toplu katliamcılar ve uçak bombacıları Florida’da rahatlık içinde yaşayabilir. Venezüella’nın, ABD’nin Venezüella’da cinayetten suçlu olan teröristleri korumasından yakınırken Kolombiya’nın sağcı taleplerine boyun eğmesi ancak Chavez’in ideolojik anlamda sağa dümen kırmasıyla açıklanabilir; bu durum ülkeyi gelecekteki daha büyük taviz baskılarına karşı daha savunmasız hale getirir.
Chavez artık radikal soldan gelecek destek ile ilgilenmiyor. Devlet politikası tanımı, bu, Kolombiyalı militanları bir polis devletine ve Honduras’daki demokrasi yanlısı hareketleri ABD tarafından getirilmiş gayrimeşru bir yönetime kurban etmek anlamına gelse bile, tek ülkede Bolivarcı sosyalizmin “istikrarı”nın güvence altına alınması etrrafında dönüyor.
Tarih bize karmaşık dersler sağlıyor. Stalin’in Hitler ile anlaşması Sovyet halkı için stratejik bir felaketti: Faşistler istediklerini aldıkları an arkalarını döndüler ve Rusya’yı istila ettiler. Chavez şu ana kadar Santos’un askeri mekanizmasından “karşılıklı” güven arttırıcı herhangi bir ödün almadı. “Devlet çıkarları”nın dar tanımlanması bakımından dahi, sadık müttefiklerini boş sözlere kurban etti. Emperyal ABD devleti, Santos’un birincil müttefiki ve askeri tedarikçisi. Çin, uluslararası dayanışmayı ABD ile yapılan ve konrolsüz kapitalist sömürüye ve derin sosyal adaletsizliğe neden olan bir antlaşmaya kurban etmişti.
Chavez, –ve eğer ABD ile Venezüella arasındaki bir dahak karşı karşıya geliş gerçekleşirse- Kolombiya’nın –en azından- “tarafsızlığı”na ne zaman güvenebilecek? Geçmişteki ve bugünkü ilişkiler birer göstergeyse Kolombiya efendisinden, mega-hayırseverinden ve ideolojik akıl hocasından yana saf tutacak. Yeni bişr uyuşmazlık ortaya çıktığında Chavez, hapsedilmiş miitanların, bir kenara ittiği kitlesel halk hareketlerinin, uluslararası hareketlerin ve iftira attığı entelektüellerin desteğine güvenebilecek mi? ABD, Venezüella ile yeni karşı karşıya gelişlere doğru ilerlerken ve ekonomik yaptırımları kuvvetlendirirken, içerideki ve uluslararası dayanışma ülkenin savunması için can alıcı olacaktır. Kim Bolivarcı devrim için ayağa kalkacak, bu “realist dünya”nın Santos ve Lobos’u mu? Yoksa Caracas ve Amerika kıtasının sokaklarındaki dayanışma hareketi mi?
http://petras.lahaine.org/?p=1864 adresinde yayımlanan makaleden çevrilmiştir.
0 Responses to Chavez’in sağa dönüşü: Devlet gerçekçiliği uluslararası dayanışmaya karşı