Michael Löwy, Crisis and Critique dergisi için mevcut pandemi krizi ve ekolojik kriz arasındaki bağları üretim ilişkileri ve tüketim alışkanlıkları üzerinden irdelediği 15 tezden oluşan bir makale kaleme aldı. Löwy tezlerinde, insanlığın kurtuluş ihtimalinin eko-sosyalizmde olduğunu savunurken, buna dair mücadelenin de, bu mücadelenin birincil öznelerinin geçmiş yüzyılın toplumsal mücadelelerinden farklı olduğunu belirtiyor.
I- COVID-19 pandemisi, en iyi uzmanlara göre, doğal
çevrenin modern tarım tarafından istilasının ve yabani hayvan türlerinin
pazarlanmasının bir sonucu. Pandemi, küresel düzeyde ekolojik krizin çeşitli
yönlerinden biri. Bireylerin ve malların yeryüzü genelinde muazzam taşınımını
beraberinde getiren küreselleşme, virüsün hızla yayılmasına da neden oldu.
II-
Ekolojik kriz, şimdiden 21. yüzyılın en önemli
toplumsal ve politik sorunu ve önümüzdeki aylar ve yıllarda daha da fazla
olacak. Gezegenin ve dolayısıyla insanlığın geleceğine, önümüzdeki on yıllarda karar
verilecek. Birtakım bilim insanlarının 2100 yılı senaryolarına dair hesaplamaları,
iki sebeple çok da kullanışlı değil: 1) bilimsel: hesaplanması imkânsız olan
bütün geribildirimler hesaba katıldığında, bir asrı kapsayan projeksiyon
oluşturmak çok risklidir. 2) politik: yüzyılın sonunda hepimiz, çocuklarımız ve
torunlarımız ölmüş olacak, öyleyse kimin umurunda?
III-
IPCC’nin (Hükümetler Arası İklim Değişikliği
Paneli) açıkladığı üzere, ortalama sıcaklık, sanayi öncesi dönemin 1,5 derece üstüne
çıkarsa dönüşü olmayan bir iklim değişikliği sürecinin tetiklenmesi riski var.
Ekolojik kriz, tehlikeli sonuçları olan çeşitli görünüşlere sahip, ancak iklim
sorunu kuşkusuz en çarpıcı tehdit. Bunun sonuçları neler olur? Sadece birkaç örnek:
Avustralya’dakinin benzeri mega yangınların çoğalması; nehirlerin yok olması ve
arazilerin çölleşmesi, kutup buzullarının erimesi ve yer değiştirmesi, deniz
seviyelerinin onlarca metreye ulaşabilecek düzeyde yükselmesi. İki metre
yükselme ile Bangladeş, Hindistan ve Tayland’ın çok büyük bölümü ile birlikte Hong
Kong, Kalküta, Venedik, Amsterdam, Şangay, Londra, New York, Rio gibi başlıca
şehirler denizin altında yok olacak. Sıcaklık derecesi ne kadar yükselebilir? Hangi
derecede, gezegendeki insan yaşamı tehdit altında olacak? Bu sorulara kimsenin bir
yanıtı yok.
IV-
Bunlar, insanlık tarihinde eşi benzeri
görülmemiş felaket riskleridir. İklim değişikliğine bağlı olarak gelecekte gerçeklik
haline gelebilecek şeye benzer iklim koşullarını bulmak için milyonlarca yıl öncesine,
Pliyosen dönemine geri gidilebilir. Çoğu jeolog, yeni bir jeolojik çağa,
Antroposen’e girdiğimiz değerlendirmesinde bulunuyor; gezegenin koşulları insan
davranışıyla ne zaman değişti? Hangi davranışla? İklim değişikliği, 18. yüzyıl Sanayi
Devrimi ile birlikte başladı, ancak 1945 sonrasında neoliberal küreselleşmeyle
beraber niteliksel bir sıçrayış yaptı. Bir başka deyişle, modern kapitalist
sanayi medeniyeti, atmosferdeki karbondioksit birikiminden, dolayısıyla küresel
ısınmadan sorumlu.
V-
Yaklaşmakta olan felakette kapitalist sistemin
sorumluluğu yaygın biçimde kabul edilmektedir. Papa Francis, Laudato Si’de ‘kapitalizm’
kelimesini telaffuz etmeden, yalnızca “kâr maksimizasyonu ilkesi”ni temel alan
yapısal olarak bozuk bir ticari ilişkiler ve mülkiyet ilişkileri sisteminin hem
sosyal adaletsizlikten hem de ortak evimizin, doğanın tahribinden sorumlu
olduğunu açıkça söylüyordu. Ekoloji eylemlerinde tüm dünyada küresel olarak atılan
slogan “İklimi değil, sistemi değiştirin” şeklindedir. Sistemin başlıca temsilcileri,
her zamanki gibi ticaret savunucuları –milyarderler, bankacılar, ‘uzmanlar’,
oligarklar, politikacılar- tarafından sergilenen yaklaşım, 15. Louise’ye
atfedilen cümle ile özetlenebilir: “Benden sonrası tufan”.
VI-
Sorunun sistemik doğası, hükümetlerin
davranışlarıyla gaddarca resmedilmektedir. Hepsi (çok nadir istisnalar hariç)
sermaye birikiminin, çok uluslu şirketlerin, fosil yakıt oligarşisinin, genel
metalaştırmanın ve serbest ticaretin hizmetinde hareket ediyor. Bazıları –Donald
Trump, Jair Bolsonaro, Scott Morrison (Avustralya)- açık biçimde “ekosid”ci (Ekolojiye
zarar verici eylem, ekolojik kırım anlamında; ç.n.) ve iklim inkârcısı. Diğerleri,
‘makul’ olanları, belirsiz ‘yeşil’ retoriği ve tam bir eylemsizliği ön plana
çıkaran yıllık toplantılarda gidişatı belirliyor. En başarılısı, Paris’teki Birleşmiş
Milletler İklim Değişikliği Konferansı-COP 21, taraf olan tüm devletlerin
emisyonları azaltmak için verdiği resmi sözlerle sonuçlanmıştı –birkaç Pasifik
ada devleti haricinde tutmadılar-. Bilim insanları, sözlerini tutsalar bile
sıcaklığın 3,3 derece daha yükseleceğini hesapladılar.
VII-
“Yeşillendirme” devam ederken ve emisyonlar
hızla yükselip felaket gitgide yaklaşırken “yeşil kapitalizm, “karbon
piyasaları”, “tazminat mekanizmaları” ve “sürdürülebilir piyasa ekonomisi” denilen
şeyin diğer manipülasyonlarının tamamen faydasız oldukları ispat oldu.
Kapitalizm yani verimlilik, tüketimcilik, ‘pazar payları’ üzerine vahşi
mücadeleye, sermaye birikimine, kâr maksimizasyonuna adanmış bir sistem
çerçevesinde ekolojik krize çözüm yok. Tabiatı gereği bozuk olan mantığı kaçınılmaz
olarak, ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemlerin yıkımına sebep oluyor.
VIII-
COVID-19 pandemisi süresince, malların üretim ve
nakliyesinde kayda değer azalma meydana geldi. Bu da karbon emisyonlarını
düşürdü, ancak çok sınırlı bir ölçüde. Salgın kontrol altına alınır alınmaz –bir
aşının keşfi sayesinde-, “her zamanki işler”e hızlı bir dönüş olacak. COVID-19
krizi sonrasında “her şeyin değişeceğine” ve daha önceki duruma dönüş
olmayacağına dair bir yanılsamaya düşülmemeli.
IX-
Felaketi önleyebilecek etkili yegâne alternatifler
radikal olanlar. ‘Radikal’, kötülüğün kökenine saldırmak anlamına geliyor. Kökeninde
kapitalist sistem varsa sistem karşıtı alternatiflere, yani 21. yüzyılın zorluklarına
uygun ekolojik bir sosyalizme, eko-sosyalizm gibi anti-kapitalist
alternatiflere ihtiyacımız var. Eko-feminizm, toplumsal ekoloji (Murray
Bookchin), André Gorz’un politik ekolojisi ya da küçülme gibi diğer radikal
alternatiflerin eko-sosyalizm ile pek çok ortak noktası var: karşılıklı etki
ilişkileri son yıllarda gelişmiştir.
X-
Sosyalizm nedir? Birçok Marksist’e göre, üretim
ilişkilerinin –üretim araçlarının kolektif kullanımı yoluyla-, üretici güçlerin
özgür gelişimine imkân verecek şekilde dönüşümüdür. Eko-sosyalizm, Marx’a sahip
çıkar, ancak bu yaklaşımdan ve Stalinist ilhamlı verimliliğe dayalı ve anti-ekolojik
örnekten açık bir şekilde ayrışır. Tabii ki kolektif mülkiyet vazgeçilmezdir,
ancak üretici güçlerin kendileri de dönüşüme uğramalıdır: a) enerji
kaynaklarını değiştirerek (fosil yakıtlar yerine yenilenebilir kaynaklar); b)
küresel enerji tüketimini düşürerek; c) emtia üretimini düşürerek (küçülme), faydasız
faaliyetleri (reklam) ve zarar vericileri (pestisitler, savaş silahları vb.) ortadan
kaldırarak; d) planlı eskimeye bir son vererek. Eko-sosyalizm bir dönüşümü de
kapsar; demokratik tartışma sürecinin ardından tüketim şekillerinin, nakliye
biçimlerinin, şehirciliğin ve ‘yaşam biçiminin’ dönüşümünü. Kısacası, mülkiyet
şekillerinin değişiminden çok daha fazlasıdır: dayanışma, demokrasi, eşit ve
özgür olma, doğaya saygı değerlerine dayalı olarak medeniyet anlayışının
değişimidir. Eko-sosyalizm, verimlilikçi ve tüketimcilik anlayışıyla ayrışır;
bunu da daha kısa çalışma lehine yapar, böylece sosyal, politik, eğlencelik, sanatsal,
erotik ve daha başka aktiviteler için daha fazla boş zaman ayrılabilir. Marx,
bu hedefe “özgürlük âlemi” isimlendirmesiyle atıfta bulunmuştur.
XI-
Eko-sosyalizme geçişe erişebilmek için iki
kıstasla yönlendirilen demokratik planlama gerekir: gerçek ihtiyaçların
karşılanması ve gezegenin ekolojik dengesine saygı. İnsanların kendisi –reklam saldırısı
ve kapitalist piyasanın yarattığı tüketim saplantısı ortadan kalkınca- gerçek
ihtiyaçlarının neler olduğuna demokratik bir şekilde karar verecek. Eko-sosyalizm,
halk sınıflarının demokratik rasyonalitesi üzerine girilen bir iddiadır.
XII-
Bu, gerçek bir toplumsal devrim gerektirir. Eko-sosyalist
projeyi uygulamak için kısmi reformlar yeterli olmayacaktır. Böylesi bir devrim
nasıl tanımlanabilir? Walter Benjamin’in “Tarih Kavramı Üzerine” tezlerinden (1940)bir
nota atıfta bulunabiliriz: “Marx devrimlerin dünya tarihinin lokomotifi olduğunu
söylemişti. Ancak belki de olaylar kendilerini bambaşka biçimde sunar. Belki de
devrimler, bu trende seyahat eden insanlığın imdat frenini çekme eylemidir”.
21. yüzyıl ifadelerine çevirirsek: Hepimiz intihara doğru giden ve
Modern Endüstriyel Kapitalist Medeniyet ismi verilen bir trende yolcuyuz. Bu
tren, felaket getirecek bir uçuruma doğru gidiyor. Devrimci eylem, bunu –çok geç
olmadan- durdurmayı hedefler.
XIII-
Eko-sosyalizm
hem bir gelecek projesi hem de burada ve şimdi mücadele için bir stratejidir. “Koşulların
olgunlaşmasını” beklemek söz konusu değildir. Toplumsal ve ekolojik mücadeleler
arasında yakınsamayı teşvik etmek ve sermayenin hizmetindeki güçlerin en yıkıcı
teşebbüsleriyle mücadele etmek gereklidir. Naomi Klein’ın Blockadia dediği şey
budur. Bu tür bir seferberlik dâhilinde, mücadeleler sırasında bir
anti-kapitalist bilinç ve eko-sosyalizme ilgi ortaya çıkabilir. Fosil enerjiden
etkin bir şekilde vazgeçmeyi gerektiren radikal biçimlerinde Yeşil Yeni Mutabakat
gibi teklifler bu mücadelenin parçasıdır –ancak ‘yeşil kapitalizm’i geri
dönüştürmekle sınırlı olanları değil-.
XIV-
Bu
mücadelede özne kim? Önceki yüzyılın işçici/endüstriyalist dogması artık
geçerli değil. Şu anda meydan okumanın ön safında yer alan güçler gençler,
kadınlar, yerli halklar ve köylülerdir. Greta Thunberg’in çağrısı –gelecek için
en büyük umut kaynaklarından- ile başlatılan müthiş gençlik başkaldırısında
kadınlar epey mevcut idiler. Eko-feministlerin bize izah ettikleri gibi,
kadınların seferberliklere bu kitlesel katılımları, onların, sitemin çevreye
verdiği zararın birincil kurbanları olmalarından kaynaklanıyor. Sendikalar da
zaman zaman katılmaya başlıyor. Bu önemli, çünkü son tahlilde nüfusun çoğunluğunu
oluşturan kent ve kır işçilerinin aktif katılımı olmaksızın sistemi alt
edemeyiz. Her hareket için ilk koşul, ekolojik hedefleri (kömür madenlerini
veya petrol kuyularını ya da kömür yakıtlı santralleri kapatmak vb.), harekete
dâhil olan işçilerin güvence altına alınmış istihdamı ile birleştirmektir.
XV-
Çok
geç olmadan bu muharebeyi kazanma şansımız var mı? Felaketin kaçınılmaz ve her
türlü direnişin anlamsız olduğunu ısrarla iddia eden “çöküş bilimciler” denilen
kişilerin aksine, geleceğin açık olduğunu düşünüyoruz. Bu geleceğin
eko-sosyalist olacağının bir garantisi yok: bu Pascalcı (bkz. Pascal Bahsi; ç.n) anlamda
bir bahsin konusudur; bütün güçlerimizi bir “belirsizlik için emek”e adadığımız
bir bahis. Ancak Bertolt Brecht’in muazzam ve yalın bir bilgelikle söylediği
gibi: “Savaşan kaybedebilir. Savaşmayan ise çoktan kaybetmiştir”.
https://crisiscritique.org/uploads/24-11-2020/michael-lowy.pdf?v=1 adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız
0 Responses to Michael Löwy: Ekolojik kriz ve pandemiye dair 15 tez