Dizinin bu bölümünde, müsrif, durgun ve kriz eğilimli toplumlar yaratan sınıfsal ayrışmanın ilk safhaları inceleniyor ve “tarihin nasıl meydana geldiği” sorusuna yanıt aranıyor.
Bu boşa harcama, dünyanın uzlaşmaz sınıflara ve rakip devletlere bölünmesinden kaynaklanıyordu. Ve bu, verimli kaynaklar ve rezervler ekonomisinin içini boşaltacak şekilde köylülüğün aşırı sömürülmesi ile sonuçlandı.
Emperyal uygarlıklar bundan dolayı ekonomik anlamda durgun ve toplumsal anlamda muhafazakârdı. İlerlemenin önünde aşılması güç engeller oluşturan, sınıfların ve devletlerin temelleriydi.
Bronz Çağı çıkmazı, duraklamak ve durumu değerlendirmek için faydalı bir fırsat sağlar. Şu anda karmaşık toplum yapısının tüm unsurları yürürlükte, öyleyse şu soruyu yöneltmek uygun: tarih nasıl meydana gelir?
Tarihsel süreci üç motor sürükler.
Birinci olarak teknik anlamda gelişme vardır. İlerleme, doğa üzerinde daha iyi hâkimiyeti olası kılan bilgi birikimi, emek üretkenliğinde artış ve insan ihtiyaçlarını tatmine uygun ekonomik kaynakların genişletilmiş mevcudu olarak tanımlanabilir.
Bu anlamda ilerleme kaçınılmaz değildir. Örneğin Shang Hanedanı Çin’inde, Miken Yunanistan’ında ya da Norman İngiltere’sinde bütün köylü nesilleri, tüm ömürlerini ne tarımsal ekipmanda, ne de yardımcı ekipmanda hiçbir kayda değer yenilik deneyimlemeden geçirmiş olabilir.
Sadece modern kapitalist toplumda teknik gelişme üretim biçiminde esastır. Marx, bu konudaki fikrini açıklarken açık bir biçimde şunu belirtmişti: “Eski üretim biçiminin değişmez biçimde korunması, tam tersine, daha önceki tüm endüstriyel sınıfların mevcudiyetinin birinci koşuluydu.”
Kapitalizm öncesi toplumdaki ilerleme rastlantısaldı, sosyo-ekonomik sistemin dinamiğinin özünde olan bir şey değildi. Sınıflı toplum öncesinde insan topluluklarının varoluşlarını tehdit eden ekolojik kriz muhtemelen kritik önemdeydi. Neolitik Devrim, küresel ısınma ve av hayvanlarındaki ani azalış karşısında bir yanıtmış gibi görünüyor.
Kapitalizm öncesi sınıflı toplumda, tekniğin gelişmesi daha geniş bir etki türü meselesiydi; bazıları yeniliğin hızlandırıcılarıyken, bazıları da ilerlemenin önünde engeldi. Bunu anlamak için, tarihsel sürecin diğer iki motorine göz atmamız gerekiyor.
İkinci motor, servet ve iktidar için yöneticiler arasındaki rekabettir. Bu, hem yönetici sınıflar içinde, örneğin rakip soylu gruplar arasında çekişme, hem de yönetici sınıflar arasında, rakip devletler ve imparatorluklar arasında olan çekişme şeklini alır.
Modern kapitalist toplumda böylesi bir rekabet hem ekonomik, hem politik-askeri boyutlara sahiptir. 20. yüzyılın ilk yarısındaki iki dünya savaşı esasen rakip milli-kapitalist bloklar arasındaydı.
Bunun aksine, kapitalizm öncesi sınıflı toplumda yöneticiler arasındaki tüm rekabet esasen politikti. Rekabetçi askeri birikim halini almıştı. Dünya, rakip gruplara ve devletlere bölünmüştü. Siyasi güvensizlik daimi bir durumdu. Askeri rekabet sonuçtu: her birinin rakibinden daha hızlı biçimde asker toplamaya, istihkâm ve silahlanmaya doğru amansız sürüklenmesi.
Tarihsel sürecin üçüncü motoru sınıflar arasındaki mücadeledir. Antik dünyada, rekabetçi askeri birikim yönetici sınıfın sömürü oranını arttırmasını ve köylülerden daha çok üretim fazlası sağlamasını gerektiriyordu.
Bu sürecin iki sınırı vardı. Biri, köylülerin ve ekonomik sistemin kendi kendini yeniden üretebilmek zorunda olmasıydı: aşırı vergilendirme, toplumsal düzenin maddi temelini tahrip edecekti (ve bazen de ediyordu). Diğeri ise köylülerin sömürüye karşı direnişiydi.
Bronz Çağı’ndaki sınıf mücadelesine dair çok az şey biliyoruz. Bir istisnası, Mısır’daki Teb şehrinde (günümüzün Luksor’u) milattan önce iki binlerden kalan belgelerden sağlanmaktadır. Bu belgeler, tapınakları ve seçkinlerin mezarlarını yapan hünerli madenciler, taş ustaları, marangozlar topluluğu ile ilgilidir.
Belgeler, sınıflar arası gerginliği tescil etmektedir. Esnaflar görece iyi kazansa ve makul saatlerle çalışsa da, zorba yöneticiler bazen vidaları sıkmaya çalışıyormuş. “Üretim fazlası”nın gereksimin olduğuna inananlar bir kez daha zorla çalıştırmayı kabul ettirmişlerdi. Fakat sömürülen bazen karşı koymuştu. Belgelerden biri, milattan önce 1170’te eşleri tarafından desteklenen esnafların yiyecek paylarının verilmesinin gecikmesi ve ailelerinin açlıkla karşı karşıya kalmasıyla birlikte greve gittiğini gösteriyor –tarihte kaydedilmiş ilk örnek.
Üç motor: teknik anlamda gelişme, rakip yöneticiler arasındaki rekabet ve sınıflar arası mücadele. Her bir motor çok farklıdır. Her biri farklı dışavurumlarla, değişken hızlarda ve kesintili etkiyle işler. Bu nedenle tarihsel süreç son derece karmaşıktır. Her bir motorun kendisi, sadece çelişkilerin bağlantı noktası değil, aynı zamanda her üç motor da eşzamanlı işler, bazen aynı doğrultuya, bazense zıt doğrultuya sürüklenir.
Bu nedenle her tarihsel durum emsalsizdir. Her biri ekonomik problemlerin, toplumsal gerilimlerin, siyasi uzlaşmazlıkların, kültürel farklılıkların ve kişisel etkilenimin kendine özgü “konjonktürü”dür.
Konjonktür, tarihsel devinimin meydana geldiği şartları sağlar. Ancak şartlar, sonucu belirlemez. Bu, tarihin gelecekteki yönüne karar veren toplumsal güçlerin –örgütlenmiş insan topluluklarından oluşan- çatışmasıdır.
Bronz Çağı uygarlığının ardı arkası kesilmeyen krizlerine dönelim. Boşa harcama, kaynakları üretken teknikten koparmış ve deney ve yenilenmeyi bastırmıştır. Dahası: bilimdeki ilerleme, büyü, din ve mistifikasyonun diğer biçimlerince engellenmiştir.
İlerleme, “doğru bilinç”e bağlıdır –dış gerçeklikle aynı olmasından ötürü insan eyleminde yararlı bir rehber olan dünya bilgisi-. “Yanlış bilinç” – tanrı-kral inancı, ilahi telkin ya da örneğin aynin faydası- aksi bir etkiye sahiptir: bilimin, uygulamalı çalışmanın ve dolayısıyla toplumsal ilerlemenin önünde engeldir.
Teori ve pratik, gerçek dünyada tekniği ve üretkenliği, şuuru ve özü, edebi kültürü ve emeği geliştirmek için etkileşmek yerine, emperyal uygarlıklarda ayrık hale gelmiştir. Mısırlı rahipler toprağı değil yıldızları incelemiştir ve doğa bilimlerinin değil mumyalamanın rehberini yazmışlardır. Mısırlı köylüler tarafından yaratılan zenginlik, putların anıtlarında israf edilmiştir. Mısırlı sanatçıların hünerleri, “el işi” olma şeklinde hor görülmüştür.
Bunun sonucunda, eski uygarlıklarda ilerleme engellenmiştir. Çıkmazı dağıtabilecek hiçbir yeni güç beslenmemiştir. Tarihin enerjisi, emperyal iniş çıkışın çarkını döndürmede tüketilmiştir.
Ancak milattan önce 1200’dem dünya sisteminin özü, sosyo-ekonomik muhafazakârlığın durgun yoğunluğunun üzerindeki jeopolitik kargaşa saçmalığı olarak görülebilseydi, çevre daha devingen olurdu. İşte, kralların, rahiplerin, bürokratların hâkimiyetinden nispeten bağımsız olan engin Bronz Çağı dünyasının göçebeleri, çiftçileri ve zanaatkârları, bili ve becerinin sınırlarını zorlamıştır.
Birçok buluş vardı. Ancak bunlardan biri en önemlisiydi. Bronz pahalı, aristokratik ve sağlam aletler ve silahlar yapmak için çok yumuşaktı. O buluş, ucuz, sert ve tüm dünyayı fethedecek derecede herkes için mevcut bir metaldi.
Geç Bronz Çağı krizinin kargaşa ve didişmesinin ortasına, Kuzey’den yeni istilacılar geldiler: demir insanları.
http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6256-a-marxist-history-of-the-world-9-how-history-happens adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Yazı dizisinin "Bronz Çağı'nda Kriz" başlıklı bir önceki bölümünü okumak için buraya tıklayınız
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız
"Artı değer" kavramı kapitalizmle ilişkilidir, ücretli emeğin ürettiği değerin karşılığı işçiye ödenmemiş bölümünün adıdır. Kapitalizm öncesi toplumlarda sömürü konusu olana "artı ürün" demek daha doğrudur.
Haklısınız Alişan Bey, gözden kaçan önemli bir nokta olmuş. Kavramı "artı ürün" ya da "üretim fazlası" şeklinde değiştireceğiz.