Content feed Comments Feed

Bu bölümde, uygarlaşmamış çevre ülkelerinde milattan önce 1300’lü yıllarda dünyayı dönüştürecek olan endüstriyel devrimin başlangıcı inceleniyor.

Birçok devrim, küresel sistemin çekirdeğinden ziyade çevresinde ortaya çıkar. Çevredeki yaşam daha az güvence altındadır, daha az kemikleşmiştir ve bundan dolayı daha az muhafazakârdır.

El emeği, Bronz Çağı’nın eski emperyal uygarlıklarında sömürülmüş ve küçümsenmiştir. Devasa artı değerler koparılmış ve savaşlarla, anıtlarla ve lüks ile heba edilmiştir. Yeni teknoloji yatırımı için geriye çok az şey kalmıştır.

Var olan seçkinler için yenilik, her halükarda tehlikeliydi. Yenilik düşünmeyi, sorgulamayı ve yeni olasılıkların tahayyülünü içerirdi. Bu nedenle insanoğlunun yaratıcılığı sadece iş görecek maddi kaynakları reddetmedi, aynı zamanda rahiplerin büyü ve mistisizmleriyle de uyuşturuldu.

Bir durgunluk ortamına karşı, ara sıra beceri kıvılcımı göze çarpar. Cam işçiliğini Mısırlılar, muhasebeyi Babilliler, alfabeyi de Fenikeliler icat etmiştir. Hâkim olana istisnalar şöyle meydana çıkıyor: lüks bir eşya, zenginliğin ölçülmesinin yolu ve bunu kaydetmek için bir yazı. Böylesi icatlar çiftçiler ya da zanaatkârların pek işine yaramıyor. Bu icatlar servetin harcanması ve kontrolüyle ilgililer, üretimiyle değil. Bunlar, bilim ve emeğin birbirinden ayrı hale geldiği bir toplumu yansıtıyor.

Uygarlaşmamış çevrede öyle değildi. Milattan önce 1300’lü yıllarda, dünyayı dönüştürecek olan bir endüstriyel devrim başlamıştı.

Arkeolojik kayıtlar nettir: bu zamandan itibaren metal nesnelerin miktarı, çeşitliliği ve kapsamlılığı patlama yapmıştı. Madencilik teknolojisi giderek artan bakır, kalay ve altın tedariki sağlayacak biçimde ilerlemişti. Eritme yöntemleri gelişmişti. Ve madeni eşya yapımcıları çoklu kaplar ve benzeri görülmemiş karmaşıklıkta nesneler oluşturmak için döküm tekniği kullanmaya başlamıştı.

Sardinya’dan bronz savaşçı heykelleri vardır. Danimarka bataklıklarından da bronz borazanlar. Kaslara benzetmek için kalıplanmış bronz zırhlar. Bronz kalkanlar, kılıçlar, kınlar, mızrak başları, baltalar, at koşumları, bıçaklar ve daha fazlası. Bazen bunlar büyük yığınlarla ortaya çıkar. Binlerce Geç Bronz Çağı yığını arkeologlarca bilinmektedir. Bunlardan İngiltere Isleham’daki 6 bin 500 parça içermekteydi.

Kısa zaman içinde bundan daha önemli şeyler oluyordu: madenciler, demiri direngen filizinden çıkarmanın yollarını deniyordu.

Demir yeni bir şey değildi. Yüzyıllar boyunca ilkel işlenmiş demir uygulamaları nadiren kullanılmıştı. Ancak hesaplı bir fiyatla kaliteli demir eşyaların seri imalatı için hiçbir teknik geliştirilmemişti.

Bu, çok eski çağlarda Kafkasya dağlarında yaşayan barbar bir kabilenin başarısı olabilirdi. Yeni teknoloji buradan Anadolu Hiti İmparatorluğu’na (Türkiye) sıçramış görünüyor. Bunun daha öteye yayılması, emperyal yönetici sınıfın demirden silah yapımını tek elde tutma çabalarıyla ertelenmişti.

Bu nedenle, el yapımı demir eşyalar milattan önce 1200 sonrasına dek yaygın hale gelmemiştir. Demircilik, Bronz Çağı imparatorluklarının devrilmesinin ortasında sıçrama yapmıştı. Çevrede ve büyük güçlerin ara bölgelerinde, bunun olmasıyla birlikte teknikte, üretkenlikte ve üretimdeki en büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.

Demircilik bir ekonomik, toplumsal ve siyasi değişimler zinciri oluşturmuştur. Bronz pahalı ve nispeten yumuşaktı. Bu nedenle Bronz Çağı çiftçilerinin çoğu bronzdan değil, ahşap ve taştan yapılmış aletler kullanıyordu. Demir bol, ucuz ve serttir. Kullanımının önündeki engel yüksek erime noktası olmuştur.

Eritme, özel haddehaneler gerektiriyordu –yüksek ısılara ulaşması için havayı demir cevheri ve kömürden oluşan karışıma doğru iten körüklerin kullanıldığı fırınlar. Teknik bulunur bulunmaz sıradan çiftçiler kendi bahçelerinde haddehanelerini kurabilmiş ve kendilerini metal aletlerle donatabilmişlerdir.

Demir ile birlikte üretkenlikte artışın mümkün kılındığından şüphe duyanlar, ahşap bir kürekle yeri kazmayı ya da taş bir balta ile ağaç kesmeyi denemeliler. Demir, üç bin yıl önce tarımda, endüstride ve savaşta devrim yarattı. Etkisi, 19. yüzyılda buhar gücünün olduğu kadar dönüştürücüydü.

Aynı zamanda sosyal dünyayı tepetaklak edeceğinin de habercisi oldu. Bronz aristokratikti. Bronz Çağı dünyasına, savaş arabalarına binen pahalı silahlar ve zırhlarla donanmış savaş ağaları egemendi. Bunlar, ilkel aletlerle aralıksız çalışmak zorunda olan köylü kitlelerince desteklenmişti.

Demir, en önemli doğrayıcı ve kesiciydi. Demirden yapılmış baltalara sahip insanlar, yeni tarlalar yaratmak için sık ormanları ve cangılları temizleyebilirdi. Ayrıca demir sabanlarla ağır killi toprakları sürebilirlerdi. Demir teknolojisi, yeni bir tarımsal öncüler ve özgür köylüler dalgasını zincirlerinden saldı.

Demir aynı zamanda demokratikti. Bronz ustaları saraylar, demirciler köyler için çalışırdı.

Demir, sıradan insana bir mızrak ve bir kılıç verdi. Ve eğer bunun gibi bir başka adamla omuz omuza durursa –bir falanj oluşturduysa- savaş arabası taarruzunu durdurabilirdi. Ve bunu yapabilirse toprak ağasını öldürebilirdi.

Çok sayıda küçük şefin hüküm sürdüğü dış dünyada yerleşimden yerleşime giden, mal ve hünerlerini satan Erken Demir Çağı demircileri yeni dünya düzeninin bundan habersiz özneleriydi. Rakip şefler onların hizmetleri için kapışıyor ve bu durum ekonomik değerlerini, toplumsal konumlarını ve kendilerine ve zanaatlarına biçtikleri değeri yükseltiyordu. Dolayısıyla bu durum ona mükâfatlarını, bağımsızlığını ve bir mucit olmak için özgüvenini veriyordu.

Homeros, bu durumdan bazı şeyler yakalamıştır. İlyada ve Odessa’nın içeriği dört asrı kapsamaktadır. Şiirler milattan önce 12. yüzyılı resmetmektedir, ancak ağızdan ağza aktarılan destanlar olarak milattan önce 8. yüzyılda yazılı biçimde son hallerine erişmişlerdir. Homeros bazen Geç Bronz Çağı’nı, bazen ise kendi Antik Çağ’ını betimlemektedir.

Homeros, “Bir kâhin, bir doktor, bir şarkıcı, bir zanaatkâr her yerde memnuniyetle karşılanacağından emindir” dediğinde, bize imparatorluk sonrası çağda, milattan önce 8. yüzyılın “Karanlık Çağları”nda, küçük şefler ve gezgin demirciler dünyasında vaziyetin nasıl olduğunu anlatır.

İlk olarak uygarlaşmamış kuzeyde ortaya çıkan bağımsız zanaatkârlardan oluşan yeni sınıf, Homeros zamanında Doğu Akdeniz’de kökleşmişti.

Milattan önce 12. yüzyılda Geç Bronz Çağı imparatorlukları çökmüş, birbirlerine karşı askeri mücadelede tükenmiş, içerideki direniş ve dışarıdan gelen saldırıyla parçalanmıştı.

Bunları yerinden eden jeopolitik sistem, daha küçük devletlerin –Mısır gibi küçülmüş emperyal devletler, Ugarit gibi ticari şehir devletleri ve Filistin gibi uygarlaşmamış yerleşimler- sürekli değişen manzaralarıdır.

Demircilik, bu yeni, daha açık ve daha az yukarıdan aşağı dünyada gelişti. Deniz ticaretinin ada merkezi olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de milattan önce 11. ve 12. yüzyıllardaki demir temelli endüstriyel devrime öncülük etti.

Eski iniş çıkış döngüsü, Bronz Çağı uygarlığının tekrarlayan ritmi kırıldı. Yeni bir teknoloji yeni bir ekonomi, yeni toplumsal ilişkiler ve yeni politik biçimler yarattı. Tarih, taze kanallar oluşturdu.

Bu kanalların bazılarını şimdi çizelge ile göstermemiz gerekiyor –Pers, Hindistan, Çin ve hepsinden önemlisi Akdeniz’de.

http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/6353-a-marxist-history-of-the-world-part-10-men-of-iron adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Yazı dizisinin "Tarih Nasıl Meydana Gelir" başlıklı bir önceki bölümünü okumak için buraya tıklayınız

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 10: Demir İnsanları

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi