Uruguaylı gazeteci-yazar
Raúl Zibechi,
Bask ülkesinde yayın yapan Gara gazetesi için kaleme aldığı yazıda, sistemin on
yıllara yayılan dönüşümünün pandemi sürecinde iyiden iyiye görünür olan sonuçlarına
işaret ederek, dünyanın mevcut görünüşünün 20. yüzyılın başında Ekim Devrimi’ni
de içeren toplumsal kabarmaların yaşandığı dönem ile benzer olduğunu vurguladı.
Sadece yarım yüzyıl içinde, kapitalizm insanları (elbette
sömürülen işçiler olarak) kendine entegre etme arayışında olan bir sistemden, insanlığa
karşı bir mülksüzleştirme sistemine dönüştü. Süreç, 1968-1973 krizinde başladı
ve 2008 finansal yıkımı sonrasında ivme kazandı.
Tarihçi Eric Hobsbawm, muazzam eseri “Kısa 20. Yüzyıl”da
refah devletinin, Rus Devrimi ve yüzyılın ilk çeyreğindeki işçi
ayaklanmalarıyla ortaya koyulan meydan okumaya karşı sermayenin yanıtı olduğunu
savunur.
Bu süreçler, yönetici seçkinleri her şeyi kaybetmemek için birtakım
tavizler vermek gerektiğine ikna etti. Hobsbawm, “20. yüzyıl tarihi, Rus
Devrimi ve onun doğrudan ya da dolaylı yansımaları olmaksızın anlaşılamaz”
demişti. Çünkü devrim, kapitalizmi kendini reforme etmeye ve “serbest piyasa
ortodoksisinden vazgeçmeye” teşvik etmişti.
Savaş sonrasının altın yıllarında, sosyal harcamalar
(sağlık, eğitim, devlet yardımları vb.) toplam kamu harcamalarının ağırlıklı kısmını
oluşturmuştu. Ancak 1990’ların başında reel sosyalizmin çöküşü sonrasında, sistemin
geriye doğru dönüşümü ne sosyal ne çevresel, ne de etik hiçbir sınır tanımadı.
The Washington Post, 9 Aralık 2019 baskısında “Zenginlerin
muazzam zaferi” başlığı ile 1970 ile 2018 yılları arasında gelir değişimine
dair bir çalışma yayımladı. Gazete, zenginlerin zaferinin “zamanımızın
belirleyici hikâyelerinden biri” olduğunu ve bunun büyük oradan gelir
basamaklarının en üstünde buldukları vergi fırsatları sayesinde olduğunu iddia
ediyordu.
1970 yılında en zengin yüzde 0,01’in geliri, nüfusun en
düşük gelire sahip yarısının gelirinin 188 katıydı. 2018 yılında, en zenginler,
en düşük gelirli kesimin 874 katını kazandılar. Kısacası, eşitsizlik neredeyse
beş kat arttı.
“Adaletsizliğin Zaferi” kitabının yazarı olan ekonomistler Emmanuel
Saez ve Gabriel Zucman şöyle diyor: “1980 yılında, en üstteki yüzde 1, vergiler
ve devlet aktarımları yapılmamış haliyle ülke gelirinin yüzde 10’undan biraz
fazlasını kazanıyordu; en alttaki yüzde 50’nin payı ise yüzde 20’ydi. Bugün neredeyse
tam tersi: en üstteki yüzde 1, milli gelirin yüzde 20’sini, işçi sınıfı ise
sadece yüzde 12’sini elde ediyor.”
Sayılar ele alındığında, bu bir skandaldır. ABD yetişkin
nüfusunun yarısı, 15 bin 500 euro’luk bir yıllık hane geliriyle yaşıyor. Tüm
bunlar olurken, ABD’deki en büyük 350 şirketin CEO’ları, bir işçinin ortalama
maaşının 320 katından fazla gelire sahipler; aradaki fark 1989 yılında 61 kat
idi.
Her iki durumda da aradaki uçurum beş katına çıkmış. Mevcut
pandemi sırasında, koronavirüsün neden olduğu ekonomik çöküşün aradaki farkı
arttırdığını göz önünde bulundurmaksızın durum böyle.
Yönetici sınıf için sorun, işçi sınıfının parçalara ayrılmasının
(kasti olarak neden olunan), tüketiciliğin üstel büyümesinin ve elektronik
gözetimin tahakkümü kesinleştirmek için yeterli olmaması. Baskılama ihtiyacı
duyuyorlar, çünkü “tehlikeli sınıflar”, orta sınıfın yoksullaştırılmasıyla büyüdü
ve sistemi yeniden sorguluyorlar.
Gerçekten de, dünyanın bugün sunduğu genel görünüş, büyük
kabarmaların öncesindekiyle, 20. yüzyılın başında mevcut olan ile epeyce
benzer. Hobsbawm şöyle devam ediyor: “1917’de Avrupa, infilakları her an
gerçekleşebilecek olan toplumsal patlayıcıların bulunduğu büyük bir kutuydu”.
Pandemi sırasında ceremesini çektiğimiz gündelik hayatın
militarizasyonunu bu bağlamda değerlendirmeliyiz. Bu düzeyde, aynı zamanda çok kısa
dönemler içinde yükselen bir eşitsizliği, demokratik özgürlükler ve kurumlara
esnekliği devam ettirerek sürdürebilmek mümkün değil. Latin Amerika hükümetleri
tarafından uygulanan sosyal politikalar, en azından bazı ülkelerde mevcut olan
kapsamlı ve düzgün sağlık ve eğitim sistemlerinin yanında bir gülümseme.
Pandemi, sosyal desteklerdeki “eksik yönlerden” fazlasını ortaya
çıkarıyor. On yıllardır süren sağlıkta özelleştirmenin, eğitime ve bütün olarak
sosyal koruma sistemine yatırım yapılmamasının sonuçlarını gösteriyor.
Altının çizilmesi gereken ilave üç konu daha var.
Birincisi, 50 yıldan bu yana yaşadığımız karşı reformlar
bazı kötü hükümetlerin sonucu değil, çünkü en muhafazakârından ilericisine
kadar bunlar çeşitli devlet idarelerinden onaylanıyorlar. Bu nedenle uzun vadeli,
yapısal, sistemik bir yön değiştirmeyle yüz yüzeyiz.
İkincisi şu ki, eşitsizliğin büyümesi ve genç nesillerin (40
yaş altı olan ve yeterli bir emekli maaşına sahip olmayacak olanlar diyelim) beklentisizliği,
hükümetler değişse bile yerinde kalacak, çünkü bu hükümet değişimleri, iktidar
kaynaklarını ve tabii ki ekonomiyi kontrol eden yönetici sınıfların tercih
hakkı olacak.
Üçüncüsü, artık yönetici sınıfı reform için teşvik edici
şeyler mevcut değil, artık işçilerden korkmuyorlar. Bu noktada, hiçbir şey beni
yanılıyor olmaktan daha memnun edemez. Ancak her şey, sistemin ve onun başında
olan sınıfın dönüşümünün çok derin olduğuna, duvarlarla çevrili mahallelerinde ve
kendilerine uygun biçimde satın aldıkları veya şantaj yaptıkları devlet
yöneticileriyle kendilerini korunaklı hissettiklerine işaret ediyor. Birkaç yıl
içinde, finansal sistem demokrasiyi gasbetmeyi ve onu, kendi çıkarları açısından
sonuç yaratmayan bir seçim pratiğiyle sınırlamayı başardı.
Gerçekten mevcut olan kapitalizmin insanlığa karşı bir savaş
olduğunu varsayarsak, hâlâ başka bir dünya isteyenlerimiz, dünyayı dönüştürmenin
yollarına dair kafa yormak zorundadır. Bizi ortadan kaldıracak savaşlardan
geçmeyen ya da kendini, en güzel arzuları etkisiz hale getiren seçim sistemine eklemlemeyen
yollara dair.
https://www.naiz.eus/eu/hemeroteca/gara/editions/2020-09-06/hemeroteca_articles/un-sistema-en-guerra-contra-la-humanidad adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız
0 Responses to Raúl Zibechi: İnsanlığa karşı savaş açmış bir sistem