Content feed Comments Feed

Neil Faulkner serinin üçüncü bölümünde, tarımın ortaya çıkışının, topraklardaki azalma ve kaynakların kıtlığıyla küresel savaşa zorlanacak ilkel komünal topluma nasıl öncülük ettiğini ortaya koyuyor.

Son buzullaşmanın buzları, 20 bin yıl kadar önce erimeye başladı. Bundan 10 bin yıl önce, küresel sıcaklıkları bugünkülere yakın düzeyde sabitlendi. 7 bin yıl önce, dünya bugünkü şeklini aldı.

Örneğin Avrupa, yükselen okyanus sularının kara köprülerini aşması ve Baltık Denizi, Kuzey Denizi ve Karadeniz’i basmasıyla şekil aldı.

Sonuç, dünya halkları için yavaşça gelişen bir ekolojik kriz oldu. Kuzey’de, büyük hayvanların gezindiği açık tundraların yerini sık ormanlar aldı ve ava uygun yaban hayvanı miktarını yüzde 25 oranında azaldı.

Orta ve Batı Asya’da kriz bundan daha ciddiydi: küresel ısınma, geniş alanları çöle çevirdi. Buralarda yaşam, nemli yüksek bölgelere, nehir vadilerine ve vahalara doğru çekildi. Bu ilk kez olmuyordu. 2.5 milyon yıllık Buzul Çağı’nda buzullar birçok kez artmış ve azalmıştı.

Şimdiki fark, ısınan bir dünyaya uyum sağlamayla yüz yüze gelen hominidlerin kimlikleriydi. Homo Sapiens’ler tüm dünyaya yerleşmiş, diğer tüm hominidleri yok olmaya sürüklemişti.

Günümüzden 85 yıl önce ile 15 bin yıl önce arasında, ilk büyük küreselleşmeyi gerçekleştirmişlerdi. Bunu beyin gücünün, sosyal organizasyonun ve eşi benzeri görülmemiş kültürel yenilenme kapasitesinin avantajıyla yapmışlardı. Bu nitelikleri şimdi küresel ısınma sorununda kullanıyorlardı.

Kuzey’in ormanlık tabiatında, artık çoğu insan gıda maddelerinin bol ve çeşitli olduğu nehirler, göller, deltalar, haliçler ve deniz kıyılarında bulunuyordu. Yorkshire’daki Star Carr, milattan önce 7500 dolaylarında her yıl bahar sonlarında ve yazın mevsimlik kamp olarak kullanılan bir yerleşimdi.

“Mezolitik” (Orta Taş Çağı) insanı, taşı yaban öküzü, kanada geyiği, alageyik, karaca, yaban domuzu ve bunun yanı sıra ağaç sansarı, kızıl tilki ve kunduz gibi daha küçük hayvanları avlamada kullanıyordu. Yöntem, sinsice yaklaşma ve yakın mesafeli pusuydu.

Alet takımları, kazıcılar, deliciler ve diğer taş edevatla birlikte boynuzdan yapılmış dikenli mızraklar içeriyordu. Star Carr halkı bunu çok kolay elde ediyordu. İncelikli avcılık ve toplayıcılık teknikleri, onların yağışlı ve ormanlık arazide yeni besin kaynaklarını kullanmalarını olanaklı kılıyordu.

Asya’nın kurak bölgelerinde, daha radikal şeyler gerekliydi: yiyecek toplamanın değişik biçimleri değil, yiyecek üretimi. Avcıların, kurbanlarıyla uzun süreden beri var olan simbiyotik bir ilişkileri vardı. Ağaçsız alanlar yaratıyor, hareketlerini yönlendiriyor, yiyecek temin ediyor, yırtıcı hayvanları savuşturuyor, genç olanları öldürmüyorlardı. Verimli oyun avcıların menfaatineydi.

Avlanmadan hayvancılığa geçiş yavaş yavaş ve kusursuz olabilirdi. Tohumdan yetişen bitkiler bir basit gözlem meselesiydi. İnsanın ekin biçmek için tohum ekmesinin gerekmesi dev bir adım değildi. Ancak bir tercih içeriyordu –ve bunun, ille de hoş karşılanmasına gerek yoktu.

Çiftçilik zor iştir: uzun, tekrarlanan yıpratıcı çalışma anlamına gelir –toprağı temizlemek, çimleri yolma, toprağı çapalama, tohum serpme, zararlı otları temizleme, zararlı böcekleri engelleme, araziyi sulama ve suyunu boşaltma, ekin biçme.

Ve daima kuraklık, sel ve çürüme tehlikesi vardır. Ve sonra hepsi yeni baştan. Yıldan yıla, yıldan yıla. Bu nedenle çiftçilik olumlu bir tercih değildir. Avcılık ve balıkçılık, toplayıcılık ve leş yeme çok daha kolaydır.

Kaynak azalması ve mali krizin temelini “Neolitik Devrim” oluşturur. Günümüz Ürdün’ündeki Petra kenti yakınlarındaki El-Beidha, milattan önce 6500 yılında Neolitik (Yeni Taş Çağı) çiftçilerin yurduydu. Taştan, keresteden ve çamurdan yapılmış müşterek “hol” evlerde yaşamışlar, un yapmak için taş el değirmeninde tahıl öğütmüşler ve taş parçalarından ok başlarının, bıçakların ve raspaların da olduğu çok sayıda ve çeşitli aletler yapmışlar. Coğrafya ve iklim, farklı yerlerde farklı ekonomiler meydana getirmek için insanoğlunun becerisiyle etkileşime girer.

Tarım, Batı ve Orta Asya’da kısmen gelişmişti, çünkü buralar daha kuruydu ve besin kaynakları konusundaki sıkıntı daha büyüktü; ve bunun nedeni bir ölçüde de en önemli türlerin yaban çeşitlerinin ehlileştirmeye uygun olmasıydı –arpa ve buğday, inek, koyun, keçi ve domuzlar. Ancak iklim değişikliği küreseldi ve tarım farklı zamanlarda birbirinden oldukça farklı yerlerde icat edildi.

Örneğin Papua Yeni Gine dağlarında milattan önce 7000 yılında, şeker kamışı, muz, kabuklu yemişler, taro, otlar, kökler ve yeşil sebzelere dayalı bir Neolitik ekonomi gelişmişti. Bu, 1930’lara kadar esasen değişmeden kaldı. Avrupalı ilk çiftçiler, milattan önce 7500-6500 yıllarında Ege Denizi’nden Doğu Yunanistan’a geçen Asyalı öncülerdir.

Beraberlerinde “Neolitik bohça”yı getirdiler –çapa ürünleri ve evcilleştirilmiş hayvanlar; kalıcı yerleşimler ve kare evler; iplik eğirme ve dokumacılık; çapalar, oraklar, cilalı baltalar; çanak çömlek ve değirmen taşları; seramik “şişman kadın” heykelcikleri.

Bunların hepsi, ayırt edici “Asyalı” DNA’sına sahip insanların mezarları yanındaki arkeolojik kayıtlarda pat diye bulunur. Tarım yavaş yayıldı. Milattan önce 7500’den bu yana avcı-toplayıcılık, hayvancılık ve toprağı işleme aynı anda var olmuştur. Birçok erken dönem Neolitik topluluğu, bu üçünün hepsinin unsurlarının yer aldığı bir “karma ekonomi” kullanmıştır.

Diğerleri tarıma tümüyle direndi. Tarımın Balkanlardan, Macar Ovası üzerinden Kuzey ve Batı Avrupa’ya yayılması milattan önce 5600’den evvel değildir.

Daha sonra yeniden duraksadı. Baltık Denizi’nin, Kuzey Denizi’nin, Atlantik şeridinin ve Britanya adalarının avcıları bin yıl boyunca direndiler. Sonra onlar da milattan önce 4300-3800 yıllarında Neolitik’e geçtiler.

Yine Avustralya Aborijinleri veya Kalahari Buşmenleri gibi diğerleri, yakın zamanlara kadar avcı-toplayıcı bir ekonomiyi muhafaza ettiler. Tarım her zaman gönülsüz tercih olmuş olmalı. Buna rağmen bir kere yerleşti mi geri dönüş olmamıştır.

Tarım, araziden yoğun olarak faydalanması nedeniyle avcı-toplayıcılığa göre çok daha büyük nüfusları geçindirebilir. Çiftçiler çapalamayı ve hasadı bıraktıklarında aç kaldılar. Bakir doğadan geçimini sağlayan çok fazla çiftçi vardı.

İnsanlık, kendi başarısıyla yorgun düştü. Ancak en azından hiç sosyal parazit yoktu: herkes çalıştı ve her şey paylaşıldı. Ne evler, ne de mezarlar toplumsal eşitsizlik belirtisi göstermez.

Milattan önce 5000 yılında, Neolitik çiftçiler –arkeologlarca Linear Band Keramik Kültür olarak bilinir- Avrupa’nın büyük kısmı boyunca yerleşmişlerdi. İki veya üç düzine kereste “uzun ev”den oluşan köylerde yaşıyorlardı. Bu evler 30-40 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğinde olabiliyordu. Bu evleri inşa etmek, tamamen kolektif çaba gerektirecekti. Her biri bir sülaleye kalacak yer sağlamış olmalı. Dolayısıyla Erken Neolitik toplumunda ne sınıfsal ayrışmalar, ne de çekirdek aile vardı.

Her ikisinde de “doğal” bir şey yok. Avcı toplayıcılar gibi, ilk çiftçiler de Karl Marx ve Friedrich Engels’in “ilkel komünistler” olarak adlandırdığı şeydi. Ancak bu kıtlık komünizmiydi. Erken dönem tarımı müsrifti: toprak temizlendi, ekildi, yoruldu ve terk edildi. Toprağı “yaşam dolu” tutmak için nadasa bırakma ve gübreleme henüz kural değildi. Ve kitleler büyüyordu. Toprak tükeniyordu. Erken Neolitik ekonominin bu ikilemleri yakın zamanda savaşa patlak verdirdi.



http://www.counterfire.org/index.php/articles/a-marxist-history-of-the-world/5343-a-marxist-history-of-the-world-part-3-the-neolithic-revolution adresinden yayımlanan metinden çevrilmiştir.

Yazı dizisinin "Üst Paleolitik Devrim" başlıklı bir önceki bölümünü okumak için buraya tıklayınız

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Marksizm Penceresinden Dünya Tarihi / Bölüm 3: Neolitik Devrim

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi