İngiltere ve Amerika’nın Arap Baharı karşısındaki çifte standartlı tutumu, herkesin bildiği gibi belirgin. Ancak hiçbir yere dair ikiyüzlülükleri, her ikisinde de hükümetlerin barışçıl protestoları bastırmak için mümkün olan bütün güvenlik güçlerini kullandığı, muhaliflerin hapsedildiği ve işkenceye uğradığı Bahreyn ve Suriye ayaklanmalarına tepkilerinde olduğu kadar bariz değil.
İş Suriye’ye gelince Barack Obama ve David Cameron, hükümetin baskısına dair şaşkınlıklarını açıklıyorlar ve rejim değişikliğine dair taleplerinde gevezeler. Son zamanlara kadar, askeri müdahale göz ardı edilmemişti. Barack Obama’nın sözcüsünün geçen hafta Bahreyn’de protestocular ile güvenlik güçleri arasında meydana gelen çatışmaların ardından ettiği sözler bunun tersi oldu. Yapabildiği en iyi şey, tarafsız gibi görünerek “polise ve hükümet kurumlarına” yönelik şiddeti ve Bahreyn güvenlik güçleri tarafından “protestoculara karşı aşırı güç ve ayrım gözetmeksizin gaz bombası kullanılmasını” kınamak oldu. Beyaz Saray’ın aynısını Libya ve Suriye konusunda söylemesi halinde ne olacağını düşünün.
Bahreyn sorulduğunda, Cameron ve William Hague (İngiltere Dışişleri Bakanı; ç.n.), insan hakları ihlalleri için hükümetlerinin en hafif fırçasını atıyorlar ve adadaki sınırsız iktidarın keyfini süren al-Kahlifa monarşisi tarafından uygulanan reform programının ciddiyetini vurguluyorlar.
Bahreyn’de uygulanmakta olduğu iddia edilen radikal reform, dün yayımlanan Uluslararası Af Örgütü raporuyla ikna edici bir biçimde itibarsızlaştı: “Yetkililerin aksini iddia etmelerine karşın, al-Khalifa ailesinin iktidarına karşı olanlara yönelik devlet şiddeti sürüyor. Gerçekte, Şubat ve Mart 2011’de hükümet karşıtı protestocuların acımasızca bastırılmasından bu yana ülkede çok fazla şey değişmedi.”
Al-Khalifa ailesinin Af Örgütü’ne ya da Human Rights Watch’un iki hafta önceki çok benzer raporuna aldırış etmeleri olası değil. Bahreynli yetkililer, geçtiğimiz sene iptal edilen Formula-1 yarışının 22 Nisan’da Bahreyn’de gerçekleşmesi muhtemel görünürken, bu hafta sonu şenlenecekler. Bahreyn’in gelecekteki istikrarına dair bir çeşit uluslararası inanç belgesi olan yarışın geri alınmasına büyük önem verdiler.
Ada krallığında hayatın gerçekliği çok farklı. Haklarından mahrum bırakılmış Şii azınlık ile takriben yüzde 70’lik Arap nüfus ve Sünni nüfus arasındaki mezhepsel bölünme neredeyse bütüncül. Mezhepsel öfke ve korkuya gelirsek, Bahreyn şu anda Belfast veya Beyrut’un en kötü halleriyle aşık atıyor ve bunun neden gelişmesi gerektiğine dair çok az neden var. Hükümet belli ki, reformları büyük oranda bir halkla ilişkiler çalışması olarak görüyor. Daha fazla ifade özgürlüğü taahhütlerinin aksine, Af Örgütü, Ocak 2012’den bu yana “hükümetin yabancı gazetecilerin ve insan hakları heyetlerini girişlerini sınırlamaya başladığını” belirtiyor. Birleşmiş Milletler Özel Raportörü’nün işkenceye dair bir ziyaretini de Formula-1 yarışından çok sonraya, Haziran’a dek ertelediler.
Bu iyi biçimde finanse edilmiş halkla ilişkiler faaliyeti işe yarayacak mı? Bahreynli egemenler, Arap Baharı’nın ardındaki en önemli güçlerden olan Katar televizyonu El Cezire’nin, Suriye’deki protestoları duvardan duvara yayınladığı halde, komşu ülkeleri Bahreyn’deki protestoları büyük oranda görmezden gelmesinin avantajına sahip. Ancak gerçek, çoğu Bahreynli Şii’nin kendilerini, ya iş başvurularının reddedildiği ya da hiçbir yetkilerinin olmadığı işlerin verildiği her an yoğunlaşan bir ayrımcılığın kurbanları olarak görmeleri şeklinde ortada duruyor. Geçtiğimiz sene işten atılanlara, Kral Hamad bin Isa al-Khalifa’nın söz verdiği üzere işlerine döndüklerinde çoğu kez çok az iş verildi. Bahreyn İnsan Hakları Merkezi Başkanı Nabeel Rajab, bana şunu söyledi: “Yöneticiler memur, memurlar bekçi oldu.”
Önemli bir açıdan, Bahreyn’de al-Khalifalar ve Suriye’de Esadlar geçen sene iki benzer hatayı yaptılar. Her iki aile de, barışçıl gösterilere ölçüsüz şiddetle aşırı tepki gösterdi, böylelikle engellemeye çalıştıkları mutlak devrimci süreci yarattılar.
Bahreyn’deki protestolar 14 Şubat’ta başladı ve özünde siyasi reform, yurttaşlık hakları ve ekonomik haklar şeklinde devrimci olmayan bir talebi vardı. Bir ay sonra gaddarca bir şekilde bastırıldılar ve protestocular ile hafif bir duygudaşlık bile hapsedilmeye ve işkenceye uğramaya neden oldu.
http://www.counterpunch.org/2012/04/16/the-crackdown-in-bahrain/ adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.
Çeviri: Erkan Çınar/Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız
0 Responses to Patrick Cockburn: Bahreyn’deki baskı ve çifte standart