Geçtiğimiz günlerde 500 milyar dolar piyasa değerine sahip olan ABD’li sağlık sigortası şirketi UnitedHealthcare’in CEO’su Brian Thompson’ı vuran ve dün akşam saatlerinde FBI tarafından yakalanan Luigi Mangione isimli genç, arkasında bir mektup bıraktı. Politik hattı belirsiz olan Mangione mektubunda, annesinin hastalık sürecinde UnitedHealthcare’in tutumu özelinden yola çıkarak sağlık sigortası şirketlerinin kâr odaklı yaklaşımına tepki gösteriyor ve ‘şiddetsizlik’ öğüdünün sistemin devamlılığını sağlayan bir araç olduğunu ifade ediyor.
İkinci değişiklik (ABD Anayasası’nda yapılan ve yurttaşların
meşru müdafaa kapsamında silah bulundurmasına izin veren ikinci değişiklik;
ç.n.), benim kendi yürütme organımın başı ve kendi ordumun başkomutanı olduğum
anlamına gelir. Bana ve aileme savaş açan düşman bir varlığa karşı kendi meşru
müdafaa eylemime izin veriyorum.
Nelson Mandela, şiddetin hiçbir biçiminin mazur
görülemeyeceğini söyler. Camus, yaşasanız da ölseniz de ya da bir fincan kahve
içseniz de her şeyin aynı olduğunu söyler. Martin Luther King, şiddetin asla
kalıcı barış getirmeyeceğini söyler. Gandhi, şiddetsizliğin insanlığın elindeki
en büyük güç olduğunu söyler.
Size kahraman olduklarını söyledikleri kişiler. İşte
devrimcilerimiz bunlar.
Yine de bu kapitalistçe değil mi? Şiddetsizlik, sistemin tam
gaz çalışmasını sağlar.
Bu bize ne kazandırdı? Aynaya bakın.
Şiddetten uzak durmamızı istiyorlar ki bizden aldıkları
kanla semirebilsinler.
Tek çözüm vasıtasıdır. Hepimiz başaramayacağız. Her birimiz
kendi baş yöneticimiziz. Neye tahammül edeceğinize karar vermelisiniz.
Gladyatör 1'de Maximus, kendisini Roma lejyonunun bir
parçası olarak tanımlayan askeri dövmesini keser. Arkadaşı, “Bu senin tanrının
işareti mi?” diye sorar. Maximus kendi etini daha derin oyarken, kanı
derisinden aşağı damlarken gülümser ve ‘evet’ anlamında başını sallar. Dövme,
tanrı olan imparatoru temsil eder. Tanrı İmparator, kendini Maximus'un
bedeninin bir parçası haline getirmiştir. İmparatoru yok etmenin tek yolu
kendisini yok etmektir. Maximus acıya rağmen gülümser çünkü buna değdiğini
biliyordur.
Bunlar son sözlerim olabilir. Benim için ne zaman
geleceklerini bilmiyorum. Ne pahasına olursa olsun onlara direneceğim. Bu
yüzden acıya rağmen gülümsüyorum.
Anneme kırk bir yaşındayken şiddetli nöropati teşhisi
koydular. Annem, bunun on yıl önce ayaklarında yanma hissi ve ara sıra keskin
bıçak saplanır gibi ağrılarla başladığını söyledi. Ağrı önce birkaç dakika
sürüyor, sonra karıncalanmaya, sonra uyuşmaya dönüşüyor, birkaç gün sonra da
hiç kalmıyordu.
İlk kez acıdığında görmezden geldi. Sonra yılda birkaç kez oldu
ve görmezden geldi. Sonra birkaç ayda bir. Sonra ayda birkaç kez. Sonra haftada
birkaç kez. O noktada, karıncalanma hissizliğe dönüştüğünde ağrı başlıyordu ve
rahatsızlık sürekli hale geliyordu. O noktada, kendi öğle yemeğini hazırlamak
için kanepeden mutfağa gitmek bile büyük bir çaba haline geldi.
İbuprofen ile başladı, ta ki mide ağrıları ve asit reflüsü
asetaminofene geçmesine neden olana kadar. Sonra baş ağrıları ve zar zor
uyuması ibuprofene geri dönmesine neden oldu.
İlk doktor, psikosomatik olduğunu söyledi. Hiçbir sorunu
yoktu. Rahatlamaya, stres atmaya ve daha fazla uyumaya ihtiyacı vardı.
İkinci doktor, omurgasında sıkışmış bir sinir olduğunu
söyledi. Sırt ameliyatı olması gerekiyordu. 180 bin dolara mal olacaktı. Tekrar
yürümeye başlamadan önce iyileşmesi en az altı ay sürecekti. Tam potansiyel
iyileşme için on iki ay gerekiyordu ve bir daha asla on kilodan fazla ağırlık
kaldıramayacaktı.
Üçüncü doktor, Sinir İletim Çalışması, Elektromiyografi, MRI
ve kan testleri yaptı. Her test 800 ila 1.200 dolara mal oldu. Ekim ayında
UnitedHealthcare planının 6.000 $'lık muafiyetine ulaştı. Daha sonra doktor
tatile çıktı ve annem, muafiyetinin sıfırlandığı Ocak ayına kadar testlere
devam edemedi.
Testler, ciddi nöropati olduğunu gösterdi. 180 bin dolarlık
ameliyatın hiçbir etkisi olmayacaktı.
Ağrı için opioid reçete ettiler. İlk başta ağrı kesici,
sürekli zihinsel sis ve kabızlığın bedelini ödemeye değerdi. Bunu bana daha
sonra anlattı. Tek hatırladığım, yıllar sonra ilk kez bir seyahate çıktığımız,
akvaryuma gitmek için beni Monterey’e götürdüğü. Gerçek hayatta bir su samuru
gördüm, sırt üstü yüzüyordu. Sabah 7’de yola çıktık ve dört saatlik araba
yolculuğunda Green Day dinledik. Zamanla, opioidler işe yaramayı bıraktı. Onu
acıya karşı daha hassas hale getirdiler ve sadece iki ya da üç saat sonra
yoksunluk belirtileri hissetti.
Sonra gabapentin. Artık ağrıları o kadar şiddetlenmişti ki
egzersiz yapamıyordu, bu da yavaşlayan metabolizma hızı ve hormonal değişimler
nedeniyle kilo almasına neden oluyordu. Gabapentin ağrıya neredeyse hiç iyi
gelmiyordu ve onu o kadar yorgun düşürüyordu ki bütün bir günü yataktan
çıkmadan geçiriyordu.
Sonra kortikosteroidler. Ki işe yaramadı bile.
Ağrı o kadar kötüydü ki, annemin geceleri acı içinde çığlık
atarak uyandığını duyuyordum. Odasına koşup iyi olup olmadığını soruyordum.
Sonunda kalkmayı bıraktım. Sözsüz acı çığlıkları atıyor ya da “siktir”
kelimesini son sınırına kadar gerip şişiriyordu. Arkamı dönüp uyumaya devam ediyordum.
Tüm bunlar olurken, takip randevusu üstüne takip randevusu,
uzman konsültasyonları ve daha fazla tomografi ile bizim kanımızı kuruttular. Her
randevunun tamamen karşılanacağı sözü verildi, ta ki sigorta talepleri gecikene
ve reddedilene kadar. Allopatik tıp, annemin çektiği acılara yardımcı olmak
için hiçbir şey yapmadı. Yine de tüm toplumumuzun temelidir.
Annem bana iyi olduğu bir günde sinir ağrısının bacakların
buzlu suya batırılması gibi olduğunu söylemişti. Kötü olduğu günde ise
bacakları bir makine atölyesinin mengenesine sıkıştırılmış, krankların dönmeyi
bıraktığı yere kadar vidalanmış, sonra da ayak bileği kemikleri sıkılaşan
kelepçeye uyum sağlamak için yaylanıp çatlayana kadar daha da ezilmiş gibi
hissettiriyordu. İyi günlerinden çok, kötü günleri vardı.
Annem banyoya elleri ve dizleri üzerinde sürünerek giderdi.
Geceleri ağlamasından uzaklaşmak için oturma odasında uyurdum. Yine de uyanırdım
ve yine de uyumaya devam ederdim.
O zamanlar yapabileceğim hiçbir şey olmadığını düşünüyordum.
Yüksek ek ödemeler sürekli tedaviyi imkânsız hale
getiriyordu. Yeni tedaviler “tıbbi olarak gerekli değil” denilerek
reddediliyordu. Eski tedaviler işe yaramadı ve yine de bizi binlerce dolar
zarara soktu.
UnitedHealthcare, uzman konsültasyonlarını yılda iki kez ile
sınırladı.
Daha sonra uzmanlardan randevu almak için gerekli olan kapsamlı
görüntülemeyi karşılamayı reddettiler.
Ön izinler önce haftalar, sonra aylar sürdü.
UnitedHealthcare, geri ödeme prosedürünü sürekli değiştirdi.
Annemin doktorunun notlarını fakslaması gerektiğini söylediler. Daha sonra,
fakslanan hasta yazışmalarını kaydetmediklerini ve doktorun daktilo edilmiş
notlarının basılı bir kopyasının postalanmasını istediklerini belirttiler.
Sonra da notları hiç almadıklarını söylediler. Notları alıp dosyalayana kadar
talebi onaylayamadılar.
Teminat sözü verdiler ve anneme verdikleri sözü tutmadılar.
Her gecikmede öfkem daha da arttı. Her reddedilişte, doktoru
hastanenin bekleme odasının cam duvarından aşağı atmak istedim.
Ama sorun onlar değildi. Doktorlar, resepsiyon görevlileri,
yöneticiler, eczacılar, görüntüleme teknisyenleri ya da tanıştığımız herhangi
biri değildi. UnitedHealthcare'di.
İnsanlar ölüyor. Kötülük kurumsallaştı. Şirketler
milyonlarca Amerikalının acısından, ıstırabından, ölümünden ve geceleri
yükselen acı dolu çığlıklarından milyarlarca dolar kazanıyor.
Sigorta ödemelerimiz ve tıbbi ihtiyaçlarımızla orantılı
bakım sözü veren yasal olarak bağlayıcı bir sözleşme ile sağlık hizmetleri için
bir anlaşmaya girdik. Sonra UnitedHealthcare, kuralları kendi kârlarına uyacak
şekilde değiştirdi. Kuralları kendilerinin koyduğunu ve yasal olduğu için
kimsenin onları cezalandıramayacağını düşünüyorlar.
Dışarıda onları durduracak kimsenin olmadığını düşünüyorlar.
Şimdi kendi kronik sırt ağrım, beni geceleri acı içinde
çığlık atarak uyandırıyor. Bizi rahatsız eden şeyin gerçek panzehirini bana
gösteren başka bir şifa türü aradım.
Zamanımı kolluyorum, son darbelerimi vurmak için son gücümü saklıyorum. Tüm çıkarıcılar, milyonlara çektirdikleri acıları yutmaya zorlanmalıdır.
Kendi baş yöneticilerimiz olarak, kendi hayatlarımızı daha
iyi hale getirmek bizim yükümlülüğümüzdür. Her şeyden önce kendi koşullarımızı
iyileştirmeye ve kendimizi savunmaya çalışmalıyız. Bunu yaparken, eylemlerimiz
başkalarının hayatlarını iyileştirebilecek dalgalanma etkilerine sahiptir.
Kurallar iki birey arasında, tüm dünyayı kapsayan bir ağ
içinde mevcuttur. Bu kuralların bazıları yazılıdır. Bu kuralların bazıları iki
birey arasındaki doğal saygıdan kaynaklanır. Bu kurallardan bazıları yerçekimi,
manyetizma ya da potasyum nitratın kimyasal bağlarında depolanan potansiyel
enerji gibi fiziksel yasalarda tanımlanmıştır.
Hiçbir belge, tüm insanların temel değer ve ahlaki statü
bakımından eşit olduğu inancını ve kolektif refahı teşvik etmeye yönelik
çerçeveleri ABD anayasasından daha iyi özetleyemez.
Bir kuralı yazmak onu kanun haline getirir. Kanunlar
umurumda bile değil. Kanun hiçbir şey ifade etmez. Önemli olan, kendi
refahımızı en üst düzeye çıkarmak için kendi mantığımızın ve bizden
öncekilerden öğrendiklerimizin rehberliğini takip etmektir, bu da
sevdiklerimizin ve toplumumuzun refahını en üst düzeye çıkaracaktır.
UnitedHealthcare işte bu noktada yanlış yaptı. Annemle,
benimle ve diğer on milyonlarca Amerikalı ile yaptıkları sözleşmeyi ihlal
ettiler. Kendi sağlığıma, ailemin sağlığına ve ülkemiz insanlarının sağlığına
yönelik bu tehdit, bir savaş eylemiyle karşılık vermemi gerektiriyor.
SON
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü;
Twitter üzerinden takip etmek için buraya,
Bluesky üzerinden takip etmek için buraya,
Facebook üzerinden takip etmek için buraya,
Blogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.
0 Responses to Luigi Mangione’nin son mektubu: Allopatik kompleks ve sonuçları