Covid-19 salgın sürecinde, sürece yönelik alınan tedbirlere dair çokça tartışılan görüşleriyle gündem olan İtalyan düşünür Giorgio Agamben ile gerçekleştirilen son söyleşide, yine salgına karşı alınan önlemler ve bu önlemlerin etkinliği, gelecekte doğurabilecekleri olası sonuçlar üzerinde duruldu. Agamben söyleşide, teologlar ile bilim insanları arasında benzeşim kurarken, bilimin, “çağımızın dini” haline geldiğini belirterek, bilimin her zaman doğru olana hizmet etmediğini vurguluyor.
- Zorunlu eve kapatılma ile yeni bir totalitarizm mi yaşıyoruz?
Gerçekten bugün birçok açıdan varsayımlar; haklar, parlamentolar ve güçler ayrılığı üzerine inşa edilmiş burjuva demokrasilerinin dünyasının sonun deneyimlediğimizi, bunun da her yerde hissedilen kontrol hali ve politik eylemin durdurulması bakımlarından, şu ana dek bildiğimiz totalitarizmden çok daha kötü yeni bir despotizme yol açacağını formüle ediyor. Amerikalı siyaset bilimciler buna, “güvenlik gerekçeleriyle” (şu anki durumda bu gerekçe “halk sağlığı”) bireysel özgürlüklere her türlü sınırlamanın uygulanabileceği bir devlet olan “Güvenlik Devleti” diyorlar. Dahası bizler İtalya’da, uzun süreden beri yürütme gücünün, acil kararnameler için mevzuat oluşturmasına, böylece yasama gücünün yerini alarak demokrasinin temeli olan güçler ayrılığı ilkesini etkin bir şekilde hükümsüz kılmasına alışkın hale geldik. Ve video kameralar ve daha önce öngörüldüğü üzere şu anda olduğu gibi cep telefonları aracılığıyla uygulanan denetleme, faşizm ya da Nazizm gibi totaliter rejimlerde uygulanan denetlemenin çok ötesine geçiyor.
- Cep telefonu aracılığıyla toplanacak verilere ek olarak, verilerden bahsetmek gerekirse; sayısız basın toplantısıyla yayılan ve çoğu kez eksik ya da yanlış aksettirilen bilgilere dair de bir şeyler söylemek gerek.
Bu önemli bir nokta, çünkü olayın temeline dokunuyor. Biraz epistemoloji bilgisine sahip kimse, bu aylar için medya tarafından, herhangi bir bilimsel kriter olmaksızın, sadece yıllara göre aynı dönemin ölüm oranlarıyla ilişkilendirmeden değil, ölüm nedenini bile açıkça belirtmeden yayımlanan sayılara şaşırmaz. Virolog ya da doktor değilim, ancak kendimi sözlü olarak güvenilir resmi kaynaklara atıf yapmak ile sınırlıyorum. Covid-19 kaynaklı 21 bin ölüm öyle görünüyor ki ve de kesinlikle çarpıcı bir sayı. Ancak bu sayıları yıllık istatistiksel verilerle ilişkili bir şekilde ortaya koyarsanız işler haklı olarak farklı bir boyut kazanır. İtalya İstatistik Enstitüsü Başkanı Gian Carlo Blangiardo, birkaç hafta önce geçen senenin ölüm sayılarını açıkladı: 647 bin ölüm (yani günde 1772 kişi). 2017 yılı ölüm nedenlerini incelediğimizde kardiyovasküler rahatsızlıklardan 230 bin ölüm, kanserden 180 bin ölüm, solunum yolu rahatsızlıklarından 53 bin ölüm görüyoruz. Ancak bir nokta özellikle önemli ve bizleri yakından ilgilendiriyor.
- Hangi nokta?
Dr. Blangiardo’nun söylediklerinden alıntılıyorum: “Mart 2019’da solunum yolu rahatsızlıklarından ölüm sayısı 15 bin 189’du, önceki yılın aynı döneminde ise 16 bin 220 idi. Bu arada bu sayıların, Covid kaynaklı ölüm sayısından (12 bin 352) fazla olduğunu belirteyim.” Fakat bu doğruysa -ki salgını önemsiz gösterme çabası dışında doğruluğundan şüphelenmek için bir nedenimiz yok-, kendimize, salgın iki savaş süreci de dâhil olmak üzere ülkemiz tarihinde hiç alınmayan özgürlüğü kısıtlayıcı tedbirleri meşru kılabilir mi sorusunu sormalıyız. Haklı şüphe; paniği yayarak ve insanları evlerinde tecrit ederek, önce ulusal sağlık sisteminin dağıtan ve sonrasında da Lombardia’da salgın karşısında aynı derecede ciddi hatalar yapan hükümetlerin sorumluluklarını gizleme çabasına dair ortaya çıkıyor.
- Bilim insanları bile aslında iyi bir görüntü vermedi. Kendilerinden beklenen yanıtları verememişler gibi görünüyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Nihayetinde etik ve siyasi olan kararlarıyla doktorlara ve bilim insanlarına güvenmek her zaman tehlikeli olmuştur. Görüyorsunuz; bilim insanları doğru ya da yanlış, iyi niyetle, kendisini bilimsel çıkar şeklinde tanımlayan gerekçelerinin peşinden gidiyorlar. Nazi yönetiminde ziyadesiyle saygı gören bilim insanlarının öjenik politikalara öncülük ettiklerini, bilimin ilerlemesi ve Alman askerlerinin tedavileri için işe yarayacağına inandıkları ölümcül deneyleri gerçekleştirmek için toplama kamplarından faydalanmakta tereddüt etmediklerini hatırlatma gereği duyuyorum. Mevcut durumda, kendini gösterme bilhassa rahatsız edicidir, çünkü gerçekte, medya bunu saklasa bile bilim insanları arasında bir söz birliği yok ve belki de en önemli Fransız virolog olan Didier Raoult gibi en tanınmışlarının da aralarında yer aldığı bazılarının, salgının önemine ve Raoult’un bir söyleşisinde “orta çağ hurafesi” olarak tanımladığı izolasyon önlemlerinin yararlılığına dair farklı görüşleri mevcut. Başka yerlerde, bilimin, çağımızın dini inancı haline geldiğini yazmıştım. Din ile yaptığım analoji gerçek anlamıyla alınmalıdır: teologlar, tanrının ne olduğunu açık biçimde tanımlayamayacaklarını açıklamışlardır, fakat onun adına insanlara davranış kuralları dayatmışlar ve kâfirleri yakmakta tereddüt etmemişlerdir; virologlar da virüsün tam olarak ne olduğunu bilmediklerini itiraf ediyorlar, ama virüs karşısında insanların nasıl davranmaları gerektiğine karar vermeye kalkışıyorlar.
- Bizlere, geçmişte de sıklıkla söylendiği gibi, hiçbir şeyin eskisiyle aynı olmayacağı ve yaşamlarımızın değişmesi gerektiği söyleniyor. Siz ne olacağını düşünüyorsunuz?
Hazır olmamız ve ona karşı kendimizi korumaktan usanmamamız gereken despotizm biçimini çoktan açıklamaya çalıştım. Fakat bir an için güncel gelişmeler diyarından uzaklaşıp olayları yeryüzündeki insan türünün kaderi açısından düşünmeye çalışırsak, Hollandalı büyük bilim insanı Ludwig Bolk’un değerlendirmelerini hatırlatacağım. Bolk’a göre insan türü, çevreye uyum sağlamanın doğal yaşamsal süreçlerinin ilerici kısıtlamalarıyla nitelenmiştir ki bunun yerini doğayı insana uyumlulaştırmak için teknolojik cihazların hipertrofik/hacimsel büyümesi almıştır. Bu süreç belirli bir limiti aştığında, zarar verici duruma ve türün kendi kendini yok etme haline dönüşür. Bugün yaşadığımız olaylar bana, bu noktaya eriştiğimizi gösterir gibi geliyor ve hastalığımızı iyileştireceği varsayılan ilaç, daha büyük bir kötülü üretme riski taşımaktadır. Bu riske karşı muhakkak direnmeliyiz.
https://www.quodlibet.it/giorgio-agamben-nuove-riflessioni adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.
Çeviri: Gerçeğin Günlüğü
Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için ise buraya tıklayınız
0 Responses to Giorgio Agamben: Bilim, çağımızın dini haline geldi