Content feed Comments Feed

John Smith tarafından yazılan "David Harvey'in emperyalizm analizine bir eleştiri" başlıklı metin ile başlayan emperyalizm polemiği, David Harvey'in Smith'e yanıt niteliği taşıyan metni ile devam etti. Harvey aşağıdaki metinde, servet akışının tersine dönüşü iddiası ile neyi kastettiğini açıklamaya çalışıyor. Tartışma, Hewlêr Kürdistan Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Adam Mayer tarafından kaleme alınan ve önümüzdeki günlerde çevirisine buradan erişebileceğiniz üçüncü bir metin ile -şimdilik- sona erecek.


John Smith çölde kaybolmuş ve susuzluktan ölüyor. Güvenilir GPS sistemi ona, on mil doğuda temiz su olduğunu söylüyor. Doğu'ya varmak için Batı'ya yönelmek gerektiğine inandığından, ki bu Güney'e varmak için Kuzey'e gitmek gerek şeklinde anlaşılmalı, sonuçta Güney'e varmak için yola çıkıp kayboluyor. Yazık ki, bana karşı ürettiği argümanın kalitesi budur.

Son zamanlarda servetin Batı’dan Doğu’ya taşındığını yorumlarken bahsini ettiğim Doğu, kendisini üçüncü sırada Japonya’nın takip ettiği ve şu anda dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan (Avrupa tek bir ekonomi olarak değerlendirilmezse) Çin’den müteşekkildir. Güney Kore, Tayvan ve (biraz coğrafyanın verdiği izinle) Singapur’u ekleyin ve şimdi gayrisafi hâsılanın yaklaşık üçte birini oluşturan (dörtte birinden biraz fazlasını oluşturan Kuzey Amerika ile karşılaştırıldığında) küresel ekonomide bir güç bloğunuz var (bir zamanlar “uçan kazlar” kapitalist bloğu olarak adlandırılmış olan). Geriye dönüp diyelim ki 1960 yılındaki dünyanın düzenine bakacak olursak, Doğu Asya’nın küresel sermaye birikiminde bir güç merkezi olarak şaşkınlık verici şekildeki yükselişi göz kamaştırıcı şekilde bariz olacaktır.

Çinliler ve Japonlar, şu anda ABD’nin sarsıcı devlet borcunun büyük parçalarına sahipler. Doğu Asya’daki her bir ekonomide, sınırları dâhilindeki çok büyük miktardaki sermaye fazlası için mekânsal çözüm arayışı şeklinde ilginç bir silsile var. Japonya 1960’ların sonunda sermaye ihracına başladı, Güney Kore 1970’lerin sonunda, Tayvan ise 1980’lerin başında. Bu yatırımın çoğu Kuzey Amerika ve Avrupa’ya gitti.

Şimdi sıra Çin’de. Çin’in dış yatırım haritası 2000 yılında neredeyse tamamen boştu. Şimdi bu akış sadece Orta Asya’dan Avrupa’ya uzanan “Bir Kuşak, Bir Yol” (Çin’in yeni ipek yolu projesine verilen isim; ç.n.) boyunca değil, aynı zamanda özellikle Doğu Afrika boyunca ve Latin Amerika’yadır (Ekvador’un doğrudan yabancı yatırımın yarıdan fazlası Çin’dendir). Çin, Mayıs 2017’de dünyanın dört bir yanından liderleri “Bir Kuşak, Bir Yol” konferansına katılmaya davet ettiğinde, kırk dünya lideri, çoğunun, Başkan Xi’nin, Çin’in hegemonik bir güç olacağı yeni dünya düzenini başlatması olarak gördükleri şeyi ilanını dinlemeye gitti.

Bu senaryoda ilgi çekici mikro özellikler var. Küresel Güney imalat sanayindeki korkunç aşırı sömürü koşulları anlatılarını okuduğumuzda, bu anlatılar çoğu kez nihai ürün Avrupa ya da ABD’ye girerken bile sürece dâhil olanların Tayvan ya da Güney Kore firmaları olduğunu belirginleştirir. Çin’in madenlere ve tarımsal mallara (özellikle soya fasulyesine) susamışlığı, Çin firmalarının tüm dünyada (Latin Amerika’ya bakın) tabiatı yıkıma uğratan maden çıkarıcılığının da merkezinde olduğu anlamına geliyor. Afrika’daki arazi gasplarına üstünkörü bir bakış Çin şirketlerinin ve varlık fonlarının, toprak elde etmede diğer herkesin önünde olduğunu gösteriyor. Zambiya’nın bakır bölgesinde faaliyet gösteren iki en büyük maden şirketi Hindistanlı ve Çinlidir.

Öyleyse John Smith’in başvurduğu sabit, sert emperyalizm teorisi tüm bunlar hakkında ne söylemeli?

John Smith’e göre Sermayenin Sınırları’nda emperyalizm sorununu ele alma konusunda başarısız olmuşum. Bundan sadece bir kez bahsettiğimi söylüyor. İndeks 24 kadar değinmeyi kayıt altına alıyor ve son bölümün ismi de “emperyalizmin diyalektiği”. Burada, kökenini Lenin’den alan emperyalizm kavrayışının, tüm dünyada meydana gelen karmaşık mekânsal, bölgelerarası ve mekâna özgü üretim, tahakkuk ve bölüşüm biçimlerini betimlemek konusunda yetersiz bulduğum kesinlikle doğru.

Daha sonra, aynı tür bir gayret bulmak için ilgimi, Emperyalizmin Geometrisi (hemen hemen aynı zamanlarda yazılan) kitabında, dünya sistemi dâhilinde yer değiştiren egemenliklerin daha açık ve akışkan bir analizi adına emperyalizm kavramını terk eden Giovanni Arrighi’ye yönelttim. İkimiz de, bir yerde üretilen değere bir başka yerde el konulduğunu ve bunda dehşete düşürecek derecede bir ahlâksızlık olduğunu inkâr etmiyoruz. Buna rağmen, elimizden geldiğince taslağını çıkarmaya, meydana çıkarmaya ve teorize etmeye çabaladığımız süreç bu. Marx bize, tarihsel materyalist yöntemin kavramlarla başlayarak sonrasında bunları gerçeklik olarak dayattığını değil, durumlarına uygun soyut kavramları bulmak için ortada olan gerçekliklerle başladığını öğretti. John Smith’in yaptığı gibi kavramlarla başlamak, kokuşmuş idealizmle meşgul olmaktır.

Bu yüzden, mevcut gerçekleşen şeyler temelinde eşitsiz coğrafi gelişme, çalışmanın çoğalan ve farklılaşan boyutlarına ilişkin bir teoriyle, küresel meta zincirleri ve mekânsal çözümlere ilişkin kavrayışla, mekân üretimi (özellikle kentleşme-John Smith’in bihaber olduğu hayati bir konu) kavrayışıyla, devalüasyon ve mülksüzleştirme yoluyla birikim şeklindeki kuvvetli güçler, yaratıcı yıkım güçlerini harekete geçirene dek bir süre için belli bir “yapısal uygunluk”un oluşabileceği bölgesel ekonomilerin inşası ve yıkımı kavrayışıyla çalışmayı tercih ediyorum. Bu güçler sadece Küresel Güney’de olan şeyleri değil, sanayisizleştirilen Kuzey’de olanları da etkiliyorlar.

Sermayenin, emeğin, paranın ve finansın farklılık gösteren coğrafi hareketlilikleri prizmasından buna ve rantiyecilerin artan güçlerine ve sermaye ile emek arasındakinin yanı sıra sermayenin çeşitli klikleri (örneğin üretim ile finans arasında) arasındaki değişen güç dengesine dikkatlice bakmaya çalıştım. John Smith’in benimsediği yavan ve sabit emperyalizm teorisinin yerine koymak istediğim bu. Bu teori, birkaç şirketin, birkaç zengin ailenin elinde gerçekleşen muazzam parasal güç birikimini ya da dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun düşürüldüğü rezil yaşam koşullarını inkâr etmez. Ancak Ohio ve Pennsylvania işçi sınıfının her ikisinin de lüks içinde yaşadığını tahayyül etmez. Marx’ın, çoğunlukla Küresel Güney’de egemen olan daha fazla yoksullaştırılmış sermaye birikimi alanlarından elde edilen mutlak artı değer ile ulaşılması imkânsız olan bir şekilde, sömürü oranı çarpıcı düzeylerde artarken bile emekçinin fiziksel yaşam standardında önemli yükselişi mümkün kılan göreli artı değer teorisinin önemini kabul eder. Dahası, Marx’ın uzun zaman önce işaret ettiği gibi servetin dünyanın bir yerinden diğerine coğrafi olarak taşınması bütün bir ülkeye fayda sağlamaz, bu servet sürekli olarak imtiyazlı sınıfların elinde toplanır. Son zamanlarda ABD’de, Wall Streetçiler ve onların dalkavukları bunu muhteşem bir şekilde yaparken, Michigan ve Ohio’nun eski işçileri çok kötü yaptı.

Tüm bunlara dair geçmişe bakalım. 1960’larda işçi sınıfının imtiyazlı kesimleri, Küresel Kuzey’in ulus devletlerinin sınırları içinde büyük oranda korumalı haldeydi ve kendi alanları dâhilinde siyasi iktidar için gayret edebilirlerdi. Sosyal demokrasinin taktikleriyle refah devletleri elde ettiler ve yükselen verimlilikten kaynaklanan bir hayli çıkarları oldu. Kapitalist karşı adım, bu gücü zayıflatmak ve göçmenliği teşvik ederek ücretleri düşürmek oldu. Almanlar Türkiye’ye, Fransızlar Kuzeybatı Afrika’ya, İsveçliler Yugoslavya’ya, İngilizler eski sömürgelerine baktılar ve ABD de tüm dünyaya açılmak için 1965 yılında göçmenlik kanununu yeniden düzenledi. John Smith, tüm bunların sermaye sınıfının isteğiyle sermaye devletince desteklendiğini unutuyor. Ancak bu çözüm işlemedi. Bu nedenle, 1970’lerden itibaren büyük miktarda (ancak kesinlikle tamamı değil) sermaye, emek gücünün en ucuz olduğu yerlere gitti. Ancak küreselleşme, ticaret borsası ve para akışına yönelik bariyerler indirilmeksizin işlemez ve ikinci söylediğim, uzun zamandan beri ulusal mevzuattan bıkmış olan finans-kapital için Pandora’nın kutusunun açılması anlamına geliyordu. Uzun erimli etkisi, Küresel Kuzey’in işçi sınıfı hareketlerinin gücünü ve imtiyazını, onları neredeyse her fiyata olabilen küresel emek gücünün rekabetçi kapsamına sokarak açık olarak azaltmasıydı. Günümüz kapitalizminin küresel yapısındaki işçi sınıfının, birbirleriyle 1960’larda olduklarından çok daha fazla rekabet halinde oldukları iddiasını destekliyorum.

Bununla birlikte, teknolojik gelişme, emeği ekonomik faaliyetin birçok alanında (örneğin Google ve Facebook) daha az önemli hale getirmiştir. Küresel Kuzey’in entelektüel ve örgütsel emeğini, Küresel Güney’in kol emeğiyle birleştiren yeni yapılar, Küresel Güney’deki geleneksel işçi sınıfı gücünü devre dışı hale getirirken, geride imkân dâhilindeki her yolla sömürülmüş sanayisizleştirilme ve işsizliğin harap manzarasını bıraktı.

Smith’in makul bir eleştirinin yerine kendini kaptırdığı polemiğin niteliğini gösteren son bir yorum. Yeni Emperyalizm kitabımda, “daha yardımsever bir Yeni Düzen (New Deal) emperyalizmi”ne dönüşün “özlemini çektiğimi” iddia ederek dalga geçiyor. İçerik, bunun kapitalist üretim biçimi dâhilinde mümkün olan tek yol olduğunu söylediğimi gösteriyor. O zaman (2003), kapitalizme bir alternatif ve kapitalizmin 2007-2008’de gerçekleşen türden ciddi bir şoka doğru yol aldığını belirleyebilen bir küresel işçi sınıfı hareketinin olmadığı açıktı (evet, bunun olabilirliğini Yeni Emperyalizm’de açık bir şekilde tahmin etmiştim). Bunu takip eden öngörülebilir krizin, bütün nüfusun zenginliklerinin ve varlık değerlerinin çoğuna daha çok el konularak çözüldüğü göz önünde bulundurulduğunda, solun Keynesyen bir alternatifi (yeri gelmişken, daha sonra Çin tarafından uygulanan) desteklemesi daha iyi olurdu diye düşünüyorum.

Yeni muhafazakâr hareket tarafından, İkinci Dünya Savaşı’na zemin hazırlayan şeyi tekrar eden biçimde şiddetli militarist ve aşırı sömürücü çözümün açık biçimde tasarlandığı o sıralarda, benim siyasal değerlendirmemde bu, solun tıkanmayı karşılaması için yaratılabilecek bir soluklanma alanıydı; Şimdi geriye baktığımda, birçok insanın benimle aynı fikirde olmayabileceğini bilsem bile bu fikrimde haklı olduğumu düşünüyorum. Yazık ki bu açmaz hâlâ bizimle. Ancak makul eleştiri başka, gereksiz yere alay içeren eleştiri başka şeydir.

http://roape.net/2018/02/05/realities-ground-david-harvey-replies-john-smith/ adresinde yayımlanan metinden çevrilmiştir.


Çeviri: Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü, Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız




0 Responses to David Harvey, John Smith’e yanıt veriyor: Ortadaki gerçekler

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi