Content feed Comments Feed

Tanınmış Marksist Antropolog ve Yazar David Harvey, 1 Mayıs’tan bir gün önce, 30 Nisan’da ABD’den yayın yapan bağımsız internet televizyon kanalı Democracy Now’da Amy Goodman’ın konuğu oldu. Harvey ve Goodman, ABD’deki işgal hareketi ve kentlerdeki yapılanmanın bu hareketler üzerindeki etkileri üzerine konuştu. Democracy Now tarafından iki bölüm halinde yayımlanan söyleşinin ilk bölümünü yayımlıyoruz.


AMY GOODMAN:
Konuğumuz New York Şehir Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Merkezi’nin seçkin antropoloji profesörü David Harvey. Kendisi, yaklaşık 40 yıldan bu yana Karl Marx’ın Kapital eserine dair eğitim vermekte ve “Sermayeye Sınırlar”, “Neo-liberalizmin Kısa Tarihi” gibi kitapların yazarı. Son kitabının ismi ise İsyankâr Şehirler: Şehir Hakkından Kent Devrimine. Buyurun David Harvey.

DAVID HARVEY: Kent ayaklanmalarının tarihini gözden geçirmeye çalışıyorum. Ve aslında, şu an dünyadaki duruma baktığınızda Berlin’de örnekler görürsünüz. Kahire’de görürsünüz. İspanya’da indignados/öfkeliler hareketiyle devam ederken ve tabii ki Yunanistan’da görürsünüz. Ve Şili’de görürsünüz. Ve son yıllarda, 20 yıl önce Los Angeles’da olana benzer ayaklanmalar görmekteyiz. Ben bu hareketlerin politik önemiyle ilgileniyorum. Ve bazı açılardan, Wall Street’i İşgal Et hareketinin bu gelenekten olduğunu düşünüyorum.

Ve şehrin her yanına yayılacak olan yarınki eylemler (1 Mayıs eylemlerinden bahsediyor; ç.n.) bir bakıma, “Şehri geri alalım ve yüzde 1’e ait bir şehir olması yerine ona bizim şehrimiz diyelim” diyor. Ve tabii ki en emin adımlarla meydana gelen örneklerden biri 1871 Paris Komünü idi.

A.G: 1871 Paris Komünü neydi?

D.H: Paris Komünü, 1871 yılında Paris’te savaş koşulları altında şehir yönetiminin alternatif bir biçimini yaratma girişimiyle hükümete karşı bir ayaklanmaydı. Ve tabii ki şu anda Suriye’de, Humus’ta gördüğümüz gibi gaddarca bastırıldı. Böylesi kentli hareketler bazen etkili olur ve bazen de vahşice bastırılır.

A.G: Paris Komünü’nden günümüze dönersek, şehir hakkından bahsediyorsunuz. Bu ne anlama geliyor?

D.H:
Şehir hakkı şu anlama gelir: New York City hakkına kim sahip? Burada her şeyi kim etkileyebilir? Buradaki hayatı gerçekten kim değiştirebilir? Ve biz yüzde 1’in iktidarından bahsettiğimizde, gerçekten şehirdeki yatırımların çoğuna, şehrin yeniden inşasının büyük kısmına yön veren aşırı güçlü bir gruptan söz ediyoruz. Onlarla ittifak yapan milyarder bir valimiz var. Ve bu, Picture the Homeless (New York merkezli, barınma hakkı ve sosyal adalet için mücadele veren bir örgütlenme; ç.n.) ya da fakirleştirilmiş ahali tarafından neredeyse hiç yönetilmeyen bir şehir. Şehir hakkında dönersek, biz gerçekten de sıradan insanların hangi yollarla kent yaşamını etkileyebileceğinden ve içinde yaşayacakları kent ortamını bir başka biçimde tanımlayacaklarından bahsediyoruz.

A.G:
Bu ayın başlarında New York City Valisi Michael Bloomberg, il meclisinin geçimi sağlayabilecek maaş hesabını komünizm ile karşılaştırdı. Hesaplama, işçi ücretlerini yükseltiyordu. Bloomberg bahse konu şu yorumu WOR radyosunda yaptı: “Bunun üzerine düşünürseniz, gerçekten devlet kontrollü ekonominin son mevcut olduğu yer Sovyetler Birliği’ydi ve bu pek de işe yaramadı. Akıntıların içeri girmesini önleyemezsiniz. Şehirdeki tüm işlere çok para verilmesi ve işçiler için büyük faydalar sağlaması harika olurdu –patronlar için öyle değil- ama buna zorlarsanız, işletmeleri ancak şehrin dışına kovacaksınız.”

D.H:
Bu klasik hikâye. Fakat duruma bakın. New York City’nin en üst tabakasındaki yüzde 1, vergi iadesiyle birlikte yılda 3.75 milyon dolar civarında kazanıyor. Bu, en üstteki yüzde 1’in ortalama kazandığı. Şehirde yılda 10 bin dolarla yaşamaya çalışan 34 bin hane, yaklaşık 100 bin kişi var. New York City’nin yarı nüfusu, yılda 30 bin dolarla yaşamaya çalışıyor. Eşitsizlik düzeyi bayağı dudak uçuklatıcı ve 1970’lerden bu yana çok fazla arttı.

Bu durumda kent yaşamına kim hükmediyor? Kararları kim tayin ediyor? Pekâla, yüzde 1. O halde, Wall Street’i İşgal Et hareketinin ve diğerlerinin, insanların sokakta olduğu, sokakta eylemlerin olduğu sadece tek bir güç şeklinde sahip olduğunu söylediğini düşünüyorum. Siyasete yön verecek güce sahip değiliz. Siyasete yön verecek parasal gücümüz yok. İçinde bulunduğumuz durum bu. Bundan dolayı, Wall Street’i İşgal Et hareketi siyasete, politik söylemin her zamankinden farklı bir biçimini getirmeye çalışıyor.

A.G:
İşgal hareketi, giderek artan şiddetli polis müdahalesiyle karşı karşıya kaldı. Democracy Now, Kasım ayında, yerel polis güçlerinde askeri teknolojilerin giderek artan etkisine odaklanan “İşgal Altındaki Şehirler: Yeni Askeri Şehircilik” kitabının yazarı Stephen Graham ile konuşmuştu.

STEPHEN GRAHAM:
Kuzey Amerika ve Avrupa’da, uzun zamandan beri yarı askerileştirilmiş polisliğe doğru bir kayma var; helikopter tarzında sistemleri kullanma, kızılötesi algılamayı kullanma, gerçekten ağır askeri silahları kullanma. Bu, uyuşturucuyla savaş ve başka belirgin mücadeleler vasıtasıyla kamçılanan uzun vadeli bir şey. Ancak daha yakın zamanda, Soğuk Savaş’ın bitmesinden bu yana, büyük savunma, güvenlik ve bilişim şirketlerinden yerel polis faaliyeti teknolojileri olarak görüntülü gözetleme sistemleri, coğrafik haritalandırma sistemleri ve daha da yakın zamanda Afganistan, Pakistan ve başka yerlerde suikastlarda kullanılan insansız hava aracı sistemleri satmak yönünde büyük zorlama mevcut.

A.G:
“İşgal Altındaki Şehirler: Yeni Askeri Şehircilik” kitabının yazarı Stephen Graham böyle demişti. Biliyorsunuz, askerlerin sokaklarda yürüyemeyeceğini belirten bir yasamız var, Posse Comitatus (Bu yasaya göre ABD sınırları dahilinde ordu, sivillerin içinde olduğu herhangi bir olaya müdahale edemez, çok elzem hallerde ise bunun için Kongre’nin onayı gerekir; ç.n.); ancak görünen o ki, yetkililer bunun arkasından dolanma yolu olarak basit bir şekilde polisi askerileştirmeyi kullanıyor görünüyor. Profesör Harvey?

D.H:
Evet, öyle. Ancak ben bunu, yüzde 1’in ne kadar tedirgin olduğunun işareti olarak algılıyorum. Demek istediğim; bir krizden geçiyoruz ve etkileyici biçimde yüzde 1 bu krizden iyi çıktı. Yanlış gittiğini bildiğimiz tüm şeylerden dolayı kimse hapse girmedi. Yüzde 1’in, daha ziyade bilfiil halkın Wall Street’i İşgal Et hareketinin retoriğini dinlemeye başlayacağından korktuğunu düşünüyorum. Ve bir dereceye kadar hâlihazırda halk bunu dinledi, çünkü konuşma birazcık toplumsal adaletsizlik ve yoksulluğa doğru kaydı. Polisin baskıcı hareketlerinin sadece New York City’de değil, ülke çapında olduğunu düşünüyorum. Bu, neredeyse dünyanın JP Morganları tarafından koordine ediliyor, bana bunun için neredeyse direkt hattan komut veriyorlar gibi ve tüm zengin ahali “Bu insanları sakinleştirmek zorundasınız, daha başlangıçta engellemek zorundasınız. Daha başlangıçta” türünden şeyler söylüyor gibi görünüyor.

A.G:
Ve polis tüm kampları dağıttı.

D.H: Polis bunu yaptı. Wall Street’i İşgal Et hareketinin, Tahrir Meydanı’ndaki, Bahreyn’deki ve diğer yerlerdeki halkın cesaretinden ilham aldığını düşünüyorum, bana öyle geliyor; “Bakın, bir şeyler değişmeli. Ve biz, bu değişimi barışçıl yoldan meydana getirmeye çalışacağız” diyor. Demek istiyorum ki, bu, söz konusu durumun işaretlerinden. Bu, barışçıl bir gösteri biçimi ve kimi zamanlar acımasızca polis kıyamına dönüştü.

A.G: Kent ortak alanlarının yaratılmasından bahsediyorsunuz.

D.H:
Evet. New York City için hayrete düşürücü şeylerden biri örneğin şu: Her yer kamusal alan, fakat Atina’daki Agora’nın eşdeğerini kurabileceğimiz ve politik tartışma gerçekleştirebileceğimiz bir kamusal alan var mı? Ve bunun yanıtı hayır. Biliyorsunuz, her türlü izin için başvurmak zorundasınız ve bu hayli düzenlenmiş. Bu nedenle kamusal alan, gerçek anlamda kamuya açık değil. Tabii ki bu alanların çoğu şu anda çiçekliklere dönüştürülmüş durumda ve laleleri bir araya toplamak için harika bir alana sahibiz, ancak insanların toplanacağı bir alanımız yok. Bu nedenle yapmaya çalışacağımız şeylerden biri, mevzular üzerine konuşabileceğimiz meclis alanları kurmak. Bundan dolayı Madison Square Park’ta bir çeşit özgür üniversite var. Bunda görev alacağım. Ayrıca bu türden birçok başka eylem; bunların amaçlarından biri, şehirde politik tartışmalar yapabileceğimiz ve açık politik diyalog kurabileceğimiz alanları özgürleştirmek.

A.G: Wall Street cenahının düşmanıyla karşılaşmasından bahsediyorsunuz.

D.H: Wall Street’i İşgal Et hareketinin gerçekten bir şey bildiğini düşünüyorum. Bam teline dokundu. Bastırılmasından bahsediyorum ve dokunduğu telin, aslına bakılırsa, onu baskılayıcı hareketin hızıyla ve şiddetiyle ölçüldüğünü düşünüyorum. Bu nedenle, bunun dinlenilmenin başlangıcı olduğu fikrindeyim ve yarın çok daha fazla insanın, “Bakın, bir şeyler değişmeli. Farklı bir şeyler olmalı” diyeceği bir konumda olacağımızı umuyorum.

A.G: Son olarak rant sanatı. Ülke genelinde haciz karşıtı büyük bir hareket mevcut. Minneapolis’te şu anda başka hacizleri engellemek için bir protesto gerçekleşiyor. Neden “rant sanatı”ndan bahsediyorsunuz?

D.H:
Meydana gelen şeylerden biri, kültürel aktiviteleri endüstrilere dönüştürme teşebbüsü, tarihi metalaştırmaya çalışma ve siz tarihin bir çeşit metalaştırılmış biçimini elde edersiniz. Ve bu da insanlara, çok emsalsiz bir biçimlenim olduğunu iddia etme imkânı verir. Ortada turistlerce çekilecek çok özel bir şeyler yaratma girişimi var; bu da size “tekelci rant” adını verdiğim şeyi, kültürel biçimlenimin emsalsizliğinin metalaştırılmasını veriyor. Ancak bildiğiniz üzere, çevresel müşterekler ve geri kalan her şey konusunda eğilim, aslında emsalsizliğin ticarileştirme yoluyla yok edildiği yönünde.

A.G:
Profesör Harvey, bizimle olduğunuz için teşekkür ederiz.

D.H:
Teşekkürler.


http://www.democracynow.org/2012/4/30/ahead_of_may_day_david_harvey adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.


Çeviri: Erkan Çınar/Gerçeğin Günlüğü

Gerçeğin Günlüğü'nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya tıklayınız

0 Responses to Wall Street’ten Paris Komünü’ne kent ayaklanmaları

Yorum Gönder

Blog içi arama

En çok okunanlar

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

İzleyiciler

Günlük Arşivi