8 Kasım 2023 Çarşamba

Bir ayın sonunda Gazze: Norman Finkelstein ve Mouin Rabbani ile söyleşi

Jamie Stern-Weiner, İsrail-Filistin çatışmasında uzman isimlerden olan Mouin Rabbani ve Norman Finkelstein ile İsrail’in Gazze kuşatmasının birinci ayında, savaşın altında yatan siyasi dinamikleri konuştu. Rabbani ve Finkelstein, Biden yönetiminin, İsrail’in Gazze’yi yok etmesine verdiği desteğin yalnızca İsrail’e verdiği stratejik destekten değil, Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının aynı zamanda ABD'nin bölgedeki hegemonyasına yönelik bir saldırı olduğu algısından kaynaklandığını savunuyor.

 


- 7 Ekim’den bu yana her ikiniz de İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısının kapsamını belirleyen üç kritik faktör tespit ettiniz. Birincisi, İsrail’in askeri kayıplar nedeniyle geniş çaplı bir kara harekâtına girişme konusundaki geleneksel isteksizliği. İkincisi, Hizbullah’ın müdahale tehdidi. Üçüncüsü, ateşkes için uluslararası ve özellikle de ABD baskısının düzeyi. Şimdi bu faktörlerin her biriyle ilgili olarak durumun ne olduğunu inceleyelim.

İsrail kara birlikleri Gazze’ye sınırlı saldırılarda bulundu ve kuzey bölgesini güneyden ikiye böldüğü bildirildi. Ancak toprak işgalini amaçlayan geniş çaplı bir işgal henüz başlatılmadı. Böyle bir şey görme ihtimalimiz var mı?

Muin Rabbani (MR): Bu kesinlikle mümkün ancak benim görüşüm en başından beri İsrail’in kapsamlı bir kara işgalinden kaçınacağı yönünde. Daha önceki çatışmalarda İsrail ordusu, çok etkili bir ölüm makinesi olmasına rağmen, özellikle kara savaşı söz konusu olduğunda, bir savaş gücü olarak çok daha az etkili olduğunu gösterdi. Bunun kanıtlarını sadece Gazze Şeridi’nde değil, Lübnan’da ve hatta bir dereceye kadar Batı Şeria’da da gördük; İsrail'in çok mütevazı silahlara sahip Filistinli mülteci kamplarına, kasabalara ve şehirlere defalarca düzenlediği saldırılar buralarda faaliyet gösteren milisleri ortadan kaldırmakta başarısız oldu.

Şu anda Gazze'de, bazı askeri analistlerin Orta Doğu tarihindeki en yoğun bombardıman kampanyası olarak tanımladıkları tam bir aya tanık olduk. İsrail ne yapıyor? Tüm mahalleleri yerle bir ediyor, sivil altyapıyı sistematik olarak tahrip ediyor, bir ortaçağ kuşatması uyguluyor, kısacası öncelikle sivil nüfusu hedef alarak tüm bir topluma saldırıyor. Gerçekten de İsrail basınında çıkan haberlere bakılırsa İsrail şu ana kadar Gazze'de Filistinli saha komutanlarından daha fazla Birleşmiş Milletler personeli öldürdü.

Bu bana, askeri hedefler doğrultusunda yürütülen bir askeri harekât gibi görünmüyor. Bu, İsrail’in 7 Ekim saldırıları için Filistinlilerden dayanılmaz bir bedel alma hedefini tatmin etmek için bütün bir topluma ağır bir kitlesel ceza verme seferi gibi görünüyor. Dolayısıyla bu yıkımı kapsamlı bir kara harekâtının başlangıcı olarak değil, bir alternatifi olarak görüyorum.

Norman G. Finkelstein (NGF): İsrail’in Gazze’deki soykırım kampanyasının üç bileşeni var. Bence hafife alınmaması gereken birincisi, saf intikamcı kana susamışlıktır. Geçenlerde 1831'de 60 beyazın oldukça vahşi bir şekilde öldürüldüğü Nat Turner köle isyanını okuyordum. İsyanın ardından Güney Amerika’daki beyaz nüfus galeyana geldi. Yaklaşık 120 Afro-Amerikalı rastgele öldürüldü ve 80’i de teknik olarak “yargılama” adı altında idama mahkûm edildi. Bu olayda da kana susamışlık, Gazze halkının İsrail ordusunu ve istihbaratını böylesine küçük düşürebilmiş olmasından kaynaklanan şaşkınlık ve şoktan kaynaklanıyor.

İsrail'in Gazze'deki ikinci hedefi “caydırıcılık kapasitesini”, yani Arap dünyasının kendisinden duyduğu korkuyu yeniden tesis etmektir. İsrail 7 Ekim’de büyük ve aşağılayıcı bir darbe aldı. Bu, Arap dünyasına İsrail’in bir zamanlar düşünüldüğü kadar ürkütücü bir düşman olmadığı mesajını verebilirdi. Elbette Hizbullah bu mesajı 2000 ve 2006 yıllarında zaten vermişti. Ancak Hamas gibi küçük, önemsiz görünen bir ordunun bile böyle bir darbe vurabildiğini kanıtlaması, İsrail’in caydırıcılık kapasitesini yenileme ihtiyacını önemli ölçüde arttırdı. Ve İsrail, kara savaşı yürütemediği için caydırıcılık kapasitesini yeniden tesis etmenin yolu havadan olabildiğince çok ölüm ve yıkım yaratmaktır.

Üçüncü bileşen ise İsrail’in Gazze sorununa nihai bir çözüm getirme fırsatını yakalama çabasıdır. Bu durum en az 1992'de dönemin Başbakanı İzak Rabin’in, Gazze’nin “denize gömülmesi” arzusunu dile getirmesinden beri İsrail’in başına bela olmuştur. İsrailli planlamacıların başlangıçta Gazze’deki nüfusu Sina’ya sürmeyi umdukları şimdi oldukça açık görünüyor. Ancak bu olasılık Mısır Cumhurbaşkanı tarafından engellendi. Şu anda, İsrailli yönetici elitler arasında Gazze ile uzun vadede tam olarak ne yapmak istedikleri konusunda hala çok fazla belirsizlik olduğunu düşünüyorum.

Bu arada İsrail'in Hamas'ı yenmek için kapsamlı bir kara harekâtına girişmesine gerek kalmayabilir. Kuzey ve güney bölgelerini birbirine bağlayan tünelleri çökertmek ve yeraltındaki Hamas savaşçılarının havasız ve yiyeceksiz kalmasını beklemekten bahsediliyor.

- İkinci kritik değişkene dönecek olursak, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah’ın geçen hafta yaptığı konuşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

NGF: Pek çok kişi bunu bir hayal kırıklığı olarak değerlendirdi ve bu bir hayal kırıklığıydı ancak Nasrallah söyleyebileceği en fazla şeyi söyledi. Yaptığı tek açıklama Hamas’ın yenilmesine izin vermeyecekleri yönündeydi. Nasrallah sözünün eri bir insan olma eğilimindedir, dolayısıyla bu ifadeye değer verilmesi gerektiğini varsaymak zorundayım. Hizbullah şu anda çarpıcı bir şey yapmayacaktır, ancak Hamas’ın mutlak yenilgisi yaklaşırsa bir şeyler yapabilirler.

MR: Bence Nasrallah’ın büyük bir konuşmayı sadece Hamas ve Gazze’nin kendi başlarına kaldıklarını ve kendisinin daha fazla müdahale etmeyeceğini ilan etmek için yapmadığı açık. Benzer şekilde Nasrallah’ın bu konuşmayı İsrail’e karşı tek taraflı bir savaş ilanı için kullanmasını beklemek de gerçekçi olmazdı. Başta Lübnan’daki durum olmak üzere her türlü faktörü tartmak zorunda.

Nasrallah'ın konuşmasında bilfiil ifade ettiği şey, tüm seçeneklerin açık olduğu ve Norman’ın belirttiği hususlara ek olarak, Hizbullah’ın gelecekteki hamlelerinin İsrail’in nasıl davranacağına göre belirleneceğidir. Bazı gözlemci ve analistler bu temelde, süregelen aşamalı tırmanışın tam ölçekli bir çatışmaya dönüşmesinin sadece bir zaman meselesi olduğu sonucuna varmıştır. Bu bana tamamen makul bir analiz gibi geliyor, ancak bu onu kaçınılmaz kılmıyor.

- Şimdi uluslararası resmi küçültelim. ABD’nin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

MR: ABD, sadece İsrail’e değil kendisine ve uluslararası rolüne de yönelik olduğunu düşündüğü 7 Ekim saldırısı karşısında şok oldu. İsrail’e koşulsuz askeri, siyasi ve diplomatik destek sağlayarak karşılık verdi. ABD, Washington’un kısıtlamaları olmaksızın “kendini nasıl savunacağına” İsrail'in karar vermesi gerektiği konusunda çok netti.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, başlangıçta İsrail’in Gazze Şeridi’ni etnik olarak temizleme arzusunu tamamen benimsedi ve pazarlamaya çalıştı. Belki de Washington’daki yankı odasında Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Menendez skandalı nedeniyle baskı altında olduğu, IMF kredisine ihtiyacı olduğu ve yaklaşan başkanlık seçimleri nedeniyle Arapların Filistinlileri umursamadığı ve bu nedenle Blinken’in Gazze nüfusunun Sina’ya aktarılmasını önermesinin yeterli olacağı ve Batı yanlısı Arap hükümetlerinin “harika fikir, bunu gerçekleştirmenize nasıl yardımcı olabiliriz?” şeklinde yanıt vereceği görüşü vardı.

Sonra Blinken gerçeklerle yüzleşti. 1970’lerden bu yana Gazze Şeridi’nin sorumluluğunu hiçbir koşulda üstlenmemek Mısır’ın temel ulusal güvenlik ilkelerinden biri olmuştur. Bu da Sisi’nin Sina önerisini değerlendirmeye hazır olsa bile bunu Mısır’ın diğer kurumlarına ve güç merkezlerine dayatamayacağı anlamına geliyor.

Yakın zamanda Blinken’in bölgeye döndüğünü ve sanki seyahatinin asıl amacı Gazze’ye yardım girmesini sağlamakmış gibi “insani duraklamadan” bahsettiğini gördük. Ben gerçekten de tüm bunların dikkat dağıtmaya yönelik bir maskaralık olduğunu düşünüyorum. Bence Blinken’in şu anki görevinin asıl amacı İsrail’e zaman kazandırmak ve böylece bu çatışmada İsrail-Amerikan başarısı olarak gösterilebilecek en azından bir hedefe ulaşmasını sağlamak.

Ayrıca ABD’nin, İsrail’in karar alma mekanizmasındaki rolünün de arttığını görüyoruz. Biden yönetimi ile Netanyahu hükümeti arasında zaten uzun süredir devam eden sorunlar vardı. 7 Ekim’den bu yana Beyaz Saray, Ulusal Güvenlik Konseyi, Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon’un İsrail’e baktıklarında kaos ve kargaşa içinde bir yönetim gördüklerini düşünüyorum. Gazze’de ulaşılabilir hedefleri olan net bir strateji formüle etmekten aciz bir yönetim. Bu nedenle Amerikalılar, İsrail’in yaklaşımına biraz akıl ve düzen getirmeye çalışmak için bir dereceye kadar İsrail’in karar alma mekanizmasını kontrol altına aldılar.

CIA direktörü William Burns bu hafta bölgeye geldi. Bence Blinken’in çabalarını tamamlamak için değil, onların yerini almak için orada olduğunu tahmin etmek akla yatkın. Yani ABD yönetiminde Biden, Blinken ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan’ın bu krize verdiği tepkinin ABD’nin Orta Doğu’daki çıkarlarına ve nüfuzuna büyük zarar verdiğini düşünen başka unsurlar da var.

Burns’ün İsrail’e mesajı ne olabilir? ABD’yi doğrudan bu çatışmanın içine çekme potansiyeline sahip önemli bir bölgesel tırmanışın eşiğinde olduğumuz. Bunu istemeyiz, özellikle de seçim yılında. Size verdiğimiz kayıtsız şartsız destekle seçmen tabanımız nezdinde önemli bir siyasi sermaye harcadık. Artık net ve ulaşılabilir hedefler tanımlamanın, bunlara ulaşmak için net bir zaman çizelgesi belirlemenin ve bunu başaramamanız halinde bir çıkış stratejisi oluşturmaya başlamanın zamanı geldi.

NGF: Bir tamamlayıcı yorum yapayım. ABD’nin “insani bir duraklama” istediği ama İsrail’in buna hayır dediği öne sürülüyor. Ben bunu tamamen mantıksız ve gülünç buluyorum. ABD, Akdeniz’e iki uçak gemisi gönderdi, İsrail’e 14 milyar dolar daha verdi, İsrail’i engelleyebilecek her türlü uluslararası eylemi engelliyor. Başkan Biden için İsrail’e talimat vermek çok kolay: Ben sana bir şey yap dersem yaparsın. Ancak her iki taraf da kamuoyunda ABD’nin “insani bir duraklama” istediği iddiasından belirli bir avantaj elde ediyor. İsrail’in yaptıklarına karşı uluslararası öfke arttıkça, ABD yardım etmek istiyormuş gibi davranıyor. Bu arada Netanyahu da İsrail’in ulusal çıkarlarını korumak için ABD’ye meydan okuyan güçlü adamı oynuyor.

MR: Gerçekten de öyle. Kriz, aynı zamanda İsrail’in askeri, siyasi ve diplomatik olarak ABD’ye ne kadar bağımlı olduğunu da en başından ortaya koydu. Reagan yönetimi İsrail’den Orta Doğu’da batmayan bir ABD uçak gemisi olarak bahsetmeyi severdi. Bence İsrail’in artık su alan bir römorkör olduğu ve su üstünde kalabilmek için gerçek ABD uçak gemilerine ihtiyaç duyduğu ortaya çıktı. Bunun, İsrail’in son yıllarda Washington’da başarıyla inşa ettiği her şeyi bilme ve her şeye kadir olma imajı açısından uzun vadede önemli sonuçları olacaktır.

 

https://www.versobooks.com/en-gb/blogs/news/gaza-one-month-later-an-interview-with-norman-finkelstein-and-mouin-rabbani adresinde yayımlanan söyleşiden çevrilmiştir.

Gerçeğin Günlüğü’nü Facebook üzerinden takip etmek için buraya, Twitter üzerinden takip etmek için burayablogun Telegram kanalını takip etmek için ise bu bağlantıya tıklayınız.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder